Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 06 Haziran 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

İki nimet vardır ki, insanların çoğu onlar hakkında aldanıyorlar: Sıhhat ve boş vakit.

Câmiü's-Sağîr, No: 3807

06.06.2008


Kesb-i medeniyette Japonlara iktida lâzımdır

Talebeliğin bana verdiği vazife ile ve hürriyetin ferman-ı mezuniyetiyle ihtar ediyorum ki:

Ey ebnâ-yı vatan! Hürriyeti su-i tefsir etmeyiniz; tâ elimizden kaçmasın ve müteaffin olan eski esareti başka kapta bize içirmekle bizi boğmasın. Zira hürriyet, mürâât-ı ahkâm ve âdâb-ı Şeriat ve ahlâk-ı hasene ile tahakkuk ve neşv ü nemâ bulur. Sadr-ı evvelin, yani Sahabe-i Kiramın o zamanda, âlemde vahşet ve cebr-i istibdat hükümferma olduğu halde, hürriyet ve adalet ve müsavatları bu müddeâya bir burhan-ı bâhirdir. Yoksa, hürriyeti sefahet ve lezaiz-i nâmeşrua ve israfat ve tecavüzat ve hevâ-i nefse ittibâda serbestiyet ile tefsir ve amel etmek, bir padişahın esaretinden çıkmakla ve alçakların istibdadı ve esaret-i rezilesinin altına girmekle beraber, milletin çocukluk istidadını ve sefih olduğunu gösterdiğinden, paralanmış olan eski esarete lâyık ve hürriyete adem-i liyakatini gösterir. Zira sefih mahcurdur. Geniş ve muşa’şa olan yeni hürriyet-i şer’iyeye adem-i liyâkat—zira çocuğa geniş olmaz—şanlı olan ittihad-ı millîyi bozulmuş ve müteaffin olan hâlât ile fena bir hastalığa hedef edecektir. Zira ehl-i takvâ ve vicdanın tefsiri böyle değil. Mezhebi de muhalif olacaktır. Biz millet-i Osmaniye erkeğiz. Kamet-i merdane-i istidad-ı milliyemize kadınların libası gibi süslü sefahet ve hevesat ve israfat yakışmıyor. Binaenaleyh, aldanmayalım. “İyi olanı al, kötüyü terk et” kaidesini düstûru’l-amel yapalım. Şöyle ki:

Ecnebiyede terakkiyat-ı medeniyeye yardım edecek noktaları (fünun ve sanayi gibi) maalmemnuniye alacağız.

Amma medeniyetin zünub ve mesavîsi olarak bazı âdât ve ahlâk-ı seyyie ki, ecnebîlerde mehasin-i medeniye-i kesiresiyle muhat olduğu için çirkinliğini o kadar göstermiyor. Biz ise, aldığımız vakit su-i talih cihetiyle ve su-i intihap tarikiyle müşkilü’t-tahsil mehasin-i medeniyeti terk edip, çocuk gibi heva ve hevese muvafık zünub-u medeniyet kesb ettiğimizden, muhannes gibi (yani kadınlaşmış erkek gibi) veya mütereccile gibi (yani erkekleşmiş kadın gibi) oluruz. Kadın, erkek gibi giyinse maskara olur. Erkek, kadın gibi süslense muhannesliktir, yakışmaz. Mert ve âlihimmet, zîb ü zîverle muzahraf cilveli hanım gibi olmamalı.

Elhasıl: Zünub ve mesâvî-i medeniyeti, hudud-u hürriyet ve medeniyetimize girmekten seyf-i şeriatla yasak edeceğiz. Tâ ki, medeniyetimizin gençliği ve şebabeti, zülâl-i aynü’l-hayat-ı şeriatla muhafaza olsun. Kesb-i medeniyette Japonlara iktida bize lâzımdır ki, onlar Avrupa’dan mehasin-i medeniyeti almakla beraber, her kavmin mâye-i bekası olan âdât-ı milliyelerini muhafaza ettiler. Bizim âdât-ı milliyemiz İslâmiyette neşv ü nema bulduğu için, iki cihetle sarılmak zarurîdir.

Divân-ı Harb-i Örfî, s. 77

ahlâk-ı seyyie: Kötü ahlâk.

bürhan-ı bâhir: Açık delil.

ebnâ-yı vatan: Vatan evlâtları.

iktida: Uyma, tabi olma, örnek alma.

kamet-i merdane-i istidad-ı milliye: Millî kabiliyetin yiğitçe kıymeti.

kesb-i medeniyet: Medeniyeti kazanmak, elde etmek.

mahcur: Malını kullanmaktan men edilmiş; hacredilmiş.

mehasin-i medeniye-i kesire: Medeniyetin çokça olan güzellikleri, iyilikleri.

mesavî: Kötü haller.

muhat: Etrafı çevrilmiş.

muşa’şa: Parlayan

mürâât-ı ahkâm: Hükümlere riâyet etme, uyma.

müsavat: Eşitlik.

müteaffin: Kokuşmuş.

sadr-ı evvel: İslâmın ilk zamanları, başlangıcı.

seyf-i şeriat: Şeriat kılıcı.

su-i tefsir: Kötü yorumlama.

zîb ü zîver: Süs ve ziynet

zülâl-i aynü’l-hayat-ı şeriat: Şeriatın hayatın ta kendisi olan tatlı suyu.

zünub: Zenbler, günahlar.

06.06.2008


‘Ömür bir gündür; o gün, bu gündür’

Sevgili Selim Gündüzalp’ten bir sohbet sırasında güzel bir söz duydum: “Ömür bir gündür; o gün, bu gündür.”

Günler geceler birbirini kovalarken, olayların akışına kapılıp günlük dertlerin arasında boğuluyoruz. Sanki kasamızda koca bir ömür varmışçasına, bitmeyecek bir ömrü yaşıyormuşçasına kendi dünyamızda dolu dizgin koşturuyoruz. Geçen günlerle beraber, aslında ömrümüzün geçtiğini hiç düşünmüyoruz.

Bir dere kenarında oturmuş, suyun akmasını seyreden birisine, “Böyle neye bakıyorsun?” diye sormuşlar. O da cevaplamış: “Ömrüme bakıyorum” demiş, “akıp giden ömrüme..”

Yaşadığımız şu zamanda insan, akıntıya kapılmış gibi yaşıyor. Sel gibi kopup gelen hadiselerin içinde sürüklenip gidiyor. Bu telâşeli yaşama hızıyla, değil durup düşünmek, ömrünün gün gün geçtiğini, tükendiğini bile unutuyor.

Uyuyan bir insanı dokunup uyandırmak gibi, bu söz insanın uyuyan zihnini silkeliyor:

“Ömür bir gündür; o gün, bu gündür.”

Allah insanı her şeyle alâkalı yarattığı için, insan ne bu gününden kopabilir, ne yarınından, ne de ahiretinden. Zaman nehrinin içinde bu güne geldiği gibi, ömrü varsa yarına gidecek, ve nihayetinde de ahirete varacaktır.

İnsan istemese de bir yolcudur. Yolcu ise gideceği yeri düşünmelidir. Tıpkı bir öğrencinin bugünü için çalışması, gelecek sınavına hazırlanması ve aynı zamanda sene sonundaki karnesini de düşünmesi gerektiği gibi.

Bütün bunlara ulaşmak için elimizde olan sermayemiz ise bulunduğumuz gün, belki de yaşadığımız andır.

Gideceğimiz bir yere adım adım vardığımız gibi, ömrümüzü de an an, gün gün yaşıyoruz. Durum böyleyken ömrümüzü çok uzun zannetmekle aldanıyoruz. Hiç bitmeyecek nazarıyla baktığımız ömrümüzü hoyratça savuruyoruz.

Hele bir de karneyi düşünmeyen öğrenci gibi, mahşer hesabını unuttuk mu, ebedî hayatı kazanmak ya da kaybetmek gibi en önemli meselemiz en sonlara kalıyor ya da en vahimi endişelerimizin arasında bile yer almıyor.

Yaşadığı günün son gün olabileceğini hesaba katmayıp, nasıl olsa yarın yaparım diyen nefsimizi uyarıyor bu söz:

“Ömür bir gündür; o gün, bu gündür.”

Ömrümüz ihtiyaçlarımızın peşinde koşmakla geçiyor. Eksiklerimizi tamamlarken, ömrümüzü eksiltiyoruz.

Bir liste yapsak; ulaşmak istediğimiz şeyleri, yapmayı düşündüğümüz işleri alt alta sıralayıp yazıversek: Alınması gerekenler, yenilenmesi gerekenler, bir üst modeller, daha konforlular, şunda bunda olup da bizde olmayanlar.. daha neler neler.

Elimizdeki listeyi bir de uzun bir yola çıkmak üzereyken hazırlasak, acaba o listedekilerin kaç tanesi kalacak. Hele bir de gideceğimiz yerden dönüşümüz olmayacaksa, hazırladığımız listemizi, o zaman muhakkak, gideceğimiz yerle ilgili ihtiyaçlarımız dolduracak.

Fakat, ömrün biteceği unutulunca günlük, aylık, yıllık ihtiyaçlar, plânlar birbirine karışıyor. Önemli önemsiz sıralaması bozuluyor. Daha kötüsü ise, önemsiz olan, hatta olmasa da bir şey kaybetmeyeceğimiz bir sürü şeyi hayatımıza taşıyoruz.

Bu söz ise, önemliyi önemsizden ayırıp, o önemli olanlara çalışmak için elimizdeki tek sermayemizi hatırlatıyor:

“Ömür bir gündür; o gün, bu gündür.”

Hayatımız bir kum saati gibi. Düşen kumları görüyoruz ama, acaba üst tarafta daha ne kadar kum kaldı? Onu ne görebiliyoruz, ne de biliyoruz.

Biteceğinde şüphe olmayan bir ömür yaşıyoruz. Biteceği o kadar şüphesiz ki, bu âşikâr olanı düşünmemeye başlıyoruz. Ve sonunda hayallerimizin peşine düşüyoruz. Emellerimiz bizi oyalıyor. Fakat iş işten geçmemişken bu söz kalbimize sesleniyor:

“Ömür bir gündür; o gün, bu gündür.”

Kendine değer veren, ömrünü heba etmek istemeyen ve günlerini hem dünyası, hem de ahireti için kazançlı yapmak isteyenlere Kadim Kitabımızın âyetleri rehber oluyor.

Hak ile bâtılı apaçık ayıran Yüce Kitabımız Kur’ân’da, gerçek dostumuz Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Asra (zamana) yemin olsun. İnsan hüsrandadır (zarardadır). Ancak iman edip güzel işler yapanlar ve birbirine hakkı ve sabrı öğütleyenler müstesna.” (Asr Sûresi)

Ömrümüzü verip, dünyanın fani oyuncaklarını alıyoruz. Değerliyi değersizle değiştiriyoruz. Kazandıklarımızla kâr etmemiz mümkün mü?

Ancak, kazançlı çıkabilmenin iki yolu var: “iman edip güzel işler yapmak,” ve “birbirine hakkı ve sabrı öğütlemek.”

Bu söz, bize hakkı söylüyor:

“Ömür bir gündür; o gün, bu gündür.”

Günlerimiz hep aydın olsun.

Suat ÜNSAL

06.06.2008


Zamanım eyvah!

Hepimizin elinde eşit miktarda olan ve en değerli sermayemiz zamandır. Fakirin de bir günde yirmi dört saati var, zenginin de. Uyuyanın da zamanı geçip gidiyor, çalışanın da... Hiçbir şey yapmayıp “of zaman geçmiyor” diyenin de zamanı geçiyor, işlerinden başını kaldıramayıp “Zaman ne çabuk geçiyor” diyenin de.

Ne var ki, elde varken en çok değeri bilinmeyen de yine en değerli sermayemiz olan zaman değil midir? En çok israf ettiğimiz, sanki sonsuzmuş gibi “Aman canım başka zaman yaparım”, “Günler torbaya mı girdi?”, “Daha çok zaman var” gibi cümlelerle en çok kıymetini bilmediğimiz varlığımız da zamandır.

İnsan hep aldanır. Kendi kendini avutur, nasıl olsa daha yaşayacak çok yılı vardır!

Ah şu zaman… Şaire “Nasıl geçti habersiz şu güzelim yıllarım” dedirten, Cahit Sıtkı Tarancı’ya otuz beşinde aynalardan hesap sordurtan zaman… Geriye baktığımızda pişmanlıklar yaşamamak için zamanımızı en etkin şekilde kullanmak zorundayız. Düşünmeliyiz ki, aldığımız her nefes sayılı ve bize emanettir. Saatin saniyeleri gibi her nefes ömür saatimizi son nefesimize doğru yaklaştırmaktadır. Bir nefese belki de milyonlar sene cennet hayatı kazandıracak bir amel de sığabilir, cehennem ateşini gerektirecek ve hatta küfre götürecek bir anlık günahlar da sığabilir. Buradaki zamanımız bize göre geçici olsa da, her şey kaydedildiği ve muhafaza edildiği için ahiretteki ebedî hayatımızı doğrudan etkileyecektir.

Efendimiz (asm) bir hadis-i şerifinde bizleri uyarıyor: “Dünya hayatı, bir anlık bir zamandan ibarettir. O halde onu, Allah yolunda geçiriniz.” Kısa ve fani ömrüne nice bereketli zamanlar sığdırarak ebedîleştiren zamanın bedîsi Bediüzzaman ise, gece ve gündüzü ömür ağacımızı kemiren iki fareye benzetirken, o ağaçta muallakta asılı kalan insanı aşağıda da bir ejdarhanın yani kabir kapısının beklediği örneği ile veciz ve gerçekçi bir örnekle ifade etmiştir. İnsan bu derece dehşetli ve ortalama altmış yıl gibi sınırlı bir zamanı varken, malayani şeylerle uğraşarak zamanını tüketirse ne kadar divanelik etmiş olur.

Zamanın planını ve programını çok iyi yapan ve her ânını bâkileştiren Zübeyir Ağabey, şu yaşadığımız andan önceki zamanın mazi olduğunu, yarının ise henüz madum olduğunu belirterek: “Öyle ise bütün Kur’ânî, îmanî hakikatleri okumamda, ubudiyetimde, bütün himmet ve alâkamı bu ana veya bu güne hasredeceğim. Zira fırsat bu fırsat, dem bu demdir. Yarına, sonraya kalan, dona kalır. Yalnız bugün veya bu saat için çalışacağım. Vazife-i fıtratımın muktezası olan fîil ve amelimi, îfa ve mes’ud olmak için, yalnız bu gün için, yalnız şu hazır zaman için çalışacağım. Mazi olan gün ve saat geçti ve madumdur. Öyle ise, yalnız elimde bulunan şu hazır vakitte neye çalışacaksam, ona çalışacağım ve çalışıyorum” der.

Allah’a olan kulluk görevimizi yerine yetirirken namazlarımızı vaktinde edâ etmeli, her namazı sanki kıldığımız son namazımızmış gibi düşünmeliyiz. Zübeyir Ağabeyin de söylediği ve uyguladığı gibi bütün zamanımızı içinde bulunduğumuz andan ibaret bilmeliyiz. Zaten farz namazlarını kılan ve günahlardan kaçınan insanın dünyaya ait yaptığı bütün meşrû iş ve fiillerinin de ibadet hükmüne geçerek nice sevaplar kazandıracağını Rahmet-i İlâhiyeden umuyoruz.

Herkes kendi ömrünün idarecisi ve muhasebecisi olarak kendi zamanını programlayabilir. Öncelikle kulluk vazifelerimizi, sonra da günlük işlerimizi bir düzen içerisinde aksatmadan zamanında yerine getirmek hepimizin hedefi olmalıdır. Ömrümüzde boş ve faydasız bir işe yer vermemeyi hepimiz gaye edinmeliyiz. Son nefesimize geldiğimizde “zamanım eyvah” demeden önce farzları yerine getirmeli, meşrû ve nizamlı bir şekilde yaşamalı, bu günün işini yarına bırakmamalıyız. Bu ömür sermayemizi nasıl daha fazla hizmetlerde kullanarak kâr’a geçirebileceğimizin hesabını yapmalıyız. Madem her şey elimizden çıkıyor, hiçbir şey kararında durmuyor, öyle ise zamanımızı beyhude akıp yok olmaktan kurtarmalıyız.

Mehtap YILDIRIM

06.06.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Kutlu Doğum Haftası Pdf
© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır