Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 24 Haziran 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Eğitim

Maddî-manevî sıkıntılarımıza duâ

Zalim propaganda zihinleri karıştırıyor. Doğrular yanlışlarla, iyiler kötülerle karmakarışık. İnsanlar kime güvenip kime güvenemeyeceğini hesaplayamıyor.

Sapla samanın, taşla pirincin ayıklanması zor bir durum. Ellerinde güçlü feneri olmayanlar karanlıkta odun parçasını tutayım derken yılanı kavrayabiliyor. Deniz fenerinin yeri değiştirilmiş; dalgakıranlardan alınıp, açık sahillere konmuş. Gemiler kayalara çarpıyor, batmaz sanılan Titanikler—başta Kemalizm olmak üzere—izmlerin sert aysberglerine çarparak batıyorlar. Bu zamanda ehl-i iman elmas değerindeki baki hakikatleri cazibeli hale getirilmiş, dışı süs içi pis olan dünya nimetlerine yani kırık, ama parlak cam parçalarına tercih ediyor. Zihinler, kalpler, duygular, hisler paramparça olmuş. Namazlar maçlara kurban edilirken, sohbetleri maç saatlerine göre düzenleyenler bile var. İşte tam bu manzara içinde insanlar neye, niçin duâ edeceğini dahi şaşırmış!

Bir yanda bu milletin bütün mefahirini, övünç kaynaklarını, zaferlerini, kutsallarını gaspeden resmî ideoloji, diğer yanda resmî ideolojinin efendilerinin halkı kendilerine benzetme gayretleri engelsiz bir şekilde yol almaya devam ediyor. Her türlü millî değer sui istimale uğruyor. Son millî maçlar da bu işleri planlayan Kemalist ve ulusalcı kesim için tam fırsat oldu. Bu gürültüde bir gerçeği söyleyen Orhan Pamuk’un da ağzına acı biber sürülmüştü çoktan. Tıpkı, “Büyük makamlar, genel gafletin hüküm sürdüğü, enaniyet ve bencilliğin heyecan verdiği bu zamanda her şeyi kendine tabi ve basamak yapar; hatta mukaddes şeyleri de alet eder” (Emirdağ Lâhikası-I, 67) diyen Bediüzzaman’ın susturulmak istenmesi gibi.

Millî Takım’la birlikte “duâların gücüyle” elde edilen son saniye mucizeleri herkesi şaşırttı. Tabiî şaşırtacaktı; sözgelimi Hırvatistan ve Portekiz gibi katı Katolikler maç gecesini duâ ile geçirselerdi sonuç böyle mi olurdu? Yoksa Pazar ayinlerinde halk toplu duâya da mı çıkmadı? Oysa “bizimkiler” geceyi duâ ile geçirirken, halk da Cuma namazlarında yapılan toplu duâlarla bir dizi manevî terapi millî gururumuzu kabartmaya yetmişti çoktan.

TV’ler başta olmak üzere bütün basın her siyasî olaydaki rolü gibi, bu konuda da rolünü iyi oynamıştı. Vatan-Millet-Sakarya üçlüsünün başını en çok da etliye sütlüye karışmayan, suya sabuna dokunmayan, “e canım onlar da başını açıp okusunlar, okul mu önemli saç mı?” diyen, zor durumlarda kalınca da kurtarıcı bekleyen zavallı milliyetçi ve muhafazakâr kesim çekiyor.

Milliyetçi muhafazakâr kesimi avucunda tutmaya çalışan sahibin sesi şerefli basın, zaferi “Millî Takım” bağlamından çıkarıp, “yüce Türk ulusu”nun bir zaferi, “Türk’ün gücü” “Avrupa’nın fethi”, “Viyana’nın fethi”, “Dünya Türk olsun”, “Fatih Sultan Terim”, “Ulubatlı Arda” v.s. diyerek tarihten gelen kuru düşmanlığı kullanıp 21. yüzyılın değişen dünyasında kendi kendini kandırmacılığın son hamlesi olan ırkçılık damarını iyice şişirmişti bile.

Dedik ya, sapla saman karıştırılmış. Derin devlet, Kemalizm’i şartlara uygun kaplarda, zamanında, dozunda servis yapmasını iyi biliyor. 60 ihtilâlinden sonra 30’ların Kemalizm’ini pazarlayan derin devlet, 70’lerde sol Kemalizm’i, 80’lerde dindar Kemalizm’i, 28 Şubat’ta yeniden 30’ların Kemalizm’ini ve AKP hükümeti döneminde ise Kemalizm’in 80’lerdeki versiyonunu mu, 30’lardaki versiyonu mu ileri sürme mücadelesi veriliyor.

Şimdilik ne 80’lerin, ne de 30’ların Kemalizm’i düşünülüyor. Bunlar demode artık. Yeni versiyon Ergenekon’dan çıkmış bir Bozkurt Kemalizm’i. En azından ulusalcı ve milliyetçi dalga yükselirse ancak bu şekilde AB’ye karşı konulabilir. Çünkü Kemalistlerin en büyük korkusu ne AKP ne şu ne bu; en büyük korku AB yasalarıyla Türkiye’nin demokratikleşmesidir.

Sözün özü: Tozlanmış elmasları parlak cam parçalarıyla değiştiren bu milletin yukarıda yazdıklarımla yakında uzaktan bir ilgisi, bir bilgisi var mı dersiniz? Cuma namazında millî takımın galip gelmesi için yapılan duâların onda biri bu ülkede çekilen maddî-manevî sıkıntıların, hem de bu duâları edenlerin çektiği sıkıntıların kalkması için yapılsa sonuç ne olurdu dersiniz? Cevabını siz verin.

B. Sait ÇİFTÇİ

24.06.2008


En büyük alkışı sen aldın öğretmenim!

Ben bir öğretmenim. Belki bir köy okulundayım, belki önlüklü bir laboratuvar ortamında bir deney başında, ya da elinde bir kürek, kar atarım okul yolunda…

Ellerimde çoğul bir yorgunluk olsa da yüreğimde bitmeyecek bir heyecanla koşuyorum aydınlığa. Tebessüme ayarlı çehremle çıkıyorum çiçekli bahçe sakinlerinin yurduna… Sahi ben bir öğretmenim. Çocuklarımın gözlerinde okuduğum iyi senaryoların kahramanı. Sustuklarının, konuştuklarının, söylediklerinin muhatabı. İçimde büyüttüğüm meslek aşkım ve insan sevgisi ile borcumu ödüyorum, kendime, aileme, topluma, insanlığa belki…

İçimdeki fırtınalara dayanırım, yansıtmam hiç. Kendi derdini unutup başkasının derdine dertlenen dertli bir sakin olsam da mutlu olurum hep her sahne nefes alışımda. Gülebilirim en acıyan yanlarıma rağmen.. Bir çocuğun ellerinden, sesinden, yüzünden yüreğime dokunan bir buse ile tükenir hemen dertlerim.

Alnımda biriken çizikler yılların hesabını tutuyor sanki. Kaç yıl, kaç mevsim, kaç ay, kaç gün tüketti ömrüm. Yıllarımı dokuduğum sıralar, elimde eskiyen kitaplar, hayatın ezgisini karaladığım satırlar, satırlara ses veren kalemim, konuşsa neler anlatır, neler söylerdi acaba. Bazı zamanlar bir köy okulunda, bazen köye çıkan bir dağ yolunda, bazen karlı kaplı bir coğrafyayı seyre dalıp bir camın ardında, bazen zor durumda kalan bir insanın yanında, bahçede çocuklarımla, köyde insanlarla hemhâl olup gülebilmişim, güldürebilmişim, mutlu edebilmişim ne mutlu bana… Yılların tükenişini unutturan tebessümler, sesler duyarım.. Şimdi buradayım, bu güne seninle geldim öğretmenim diye.

Hayallerimin en güzel köşelerinde, mutluluk düşleri gibi kalmadan yaşadığım sevincin adı oldu yıllarım. Sevgi sözcüklerinden kurulu repliklerimin nakaratı hep zihnimde. Ne çok sevmişim, ne çok… Sevgi sözcükleri ile kurulu küçük cümlelerin hep en büyük öznesi oldum. ‘‘Öğretmenimiz dedi ki, öğretmen geliyor öğretmen, öğretmenim.” diye başlayan cümlelerde okudum küçük çehrelerin büyüyen coşkusunu. Sahi öğretmenlik mutlu edebilme san'atı değil miydi? Terbiye ederken, geliştirirken mutlu edebilmeyi de becerebilmekti. Rehin kalacak duyguları kendi payına bırakıp, sevinci, coşkuyu, mutluluğu karşılıksız dağıtabilmekti.

Uzak coğrafyalarda hasreti aralayan mesafeler kadar artan özlem duygusunu bastırıp, küçücük yüreklere ses olabilmekti. Kederli çehrelere ses olacak tılsımı, bütün duyguları ile ifade edebilme mahareti ya da. Hayat içindeki bilmeceleri çözüme kavuşturmak için yolculuğa hazırlamanın adıydı. Kimselerin bilmediği yerler olsa da orada da sevgiye ve mutluluğa ihtiyacı olan insanların olduğu hakikatini prensip edinerek vatan toprağını karış karış gezen eğitim neferlerinden biriydik. Kimimiz Elif misali, tek ve yalnız kalsa da kararlı ve inançlı, bir amaç uğruna, kimimiz Yusuf misali engellerin yıldıramadığı bir sadakatle, kimimiz Hızır misali en onulmaz zamanlarda kapısı çalınan ya da çaldığı kapılara yardım elini uzatan çehreler olduk hep… Öğretmenlik elif olarak kalabilmek, Yusuf’un sadakatiyle Hızır gibi yaşayabilmekti..

Karmakarışık zamanların ötesine geçip varlığının sebebini ortaya koyma, hayata geçirmekti. İmkânsızlıkların bahanesine gizlenmeden, elindekilerle mükemmeli yakalama, mükemmele yaklaşmak için çalışan sevgi bekçileri olduk çoğu zaman. Zorlukların ardındaki bahaneye sığınmaktansa zorlukları aşma yolu olan onurlu bir mücadeleyi seçtik, takdir beklemeden, alkış beklemeden. En büyük alkışın yankısı vicdanlarda duyulmuyordu zaten. En büyük alkışın coşkusu renk olmuyor muydu çehrelere…

En büyük alkışı sen aldın öğretmenim, en büyük takdiri, en büyük onuru, en büyük gururu. Çünkü sen bir öğretmensin, öğretensin, ekip büyütensin.Yeşerdi dal tuttu, meyve verdi çiçeklerin… Bunlar yeter bana, istemem gayrı ne alkış ne de taltif…

Osman AKTAN

24.06.2008


GELECEĞİN MESLEĞİNİ ARAYAN, MESLEKSİZ KALIR

Üniversite sınavı sonrasında, sınava giren öğrencilere geleceğe dair neler düşündüklerini sorduğumda oldukça ilginç cevaplar aldım. Öğrencilerin birçoğu hâlâ sınav stresinden kurtulamamış ve yoğun bir başarısızlık korkusuna kapılmış. ‘‘Hangi mesleği seçeceksin’’ sorusuna öğrenci hiç düşünmeden; ‘Geleceğin mesleğini’’ diyor. Peki bu geleceğin mesleği nedir?

Bu meslek için özel bir yetenek, ilgi, bir ön araştırma gerekmiyor mu? Bu güne kadar hayalini kurduğumuz, bize çalışma azmi veren mesleklere ne oldu da, henüz adını bile bilmediğimiz bir mesleği seçebilmek için bu denli acı çekiyoruz?

Meslek seçimi hayatımızı etkileyen bir süreçtir. İlk bakışta bunun pek mümkün olmadığını düşünsek de, daha üniversite yıllarında mesleğin bizi ne kadar değiştirdiğini görünce, şaşırıp kalıyoruz. Öncelikle, üniversitedeki arkadaşlarımızı bir araya getiren, seçtiğimiz meslektir. Öğretmenlerin hepsi mesleğimizle ilgili, konuştuğumuz insanlar, iş arkadaşlarımız hep mesleğimiz vasıtasıyla tanıdığımız bireyler. Onlarla, evde geçirdiğimiz zamandan çok daha fazla bir arada bulunuyoruz. Derdimizi sıkıntımızı, meslektaşlarımızla paylaşıyoruz. Çevremizdeki her şeyi bambaşka görmeye başlıyoruz. Kavramları bile mesleğimize göre farklı şekillerde anlamlandırıyoruz.

Oysa tercih formlarını bir hafta içerisinde, henüz hayallerimizi, isteklerimizi, beklentilerimizi doğru dürüst düşünmeden, pişmanlıklarımızı dairelerin dışına taşırmadan yumuşak uçlu kurşun kalemle dolduruyoruz. Sonra… Üniversitenin ilk yıllarında okulu bırakan pırıl pırıl çocuklar, mesleğini sevmediği için sürekli iş değiştirenler, pişmanlıklar… Bütün bunları yazarken amacım gözünüzü korkutmak ya da tercih sürecinizi zorlaştırmak değil. Meslek seçiminin, mesleğin popülerliğine göre değil, yeteneklerimize, beklentilerimize ve hayallerimize uygun olup olmadığına göre değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamak.

Gençlerimizin birçoğu puanına göre meslek seçeceğini söylüyor. Böyle söyleyip, sonuçların açıklanmasını beklemeniz, tercihlerinizi sağlıklı yapmanızı engelleyecektir. Çünkü 100’den fazla üniversite arasından bölüm seçmek, puanlarını kontrol etmek, çevremizdekilere ve rehber öğretmenlerle görüşmek bu süreci dolduracaktır. Bu durumda size meslekleri araştırmak, düşünmek için çok az vakit kalacaktır. Bütün bunları göz önüne aldığımızda meslekleri tanımak için hemen çalışmaya başlamak büyük önem taşıyor. Geçtiğimiz yılın tercih rehberini edinerek buradan mesleklerin gerektirdiği özellikleri, puanları öğrenebilirsiniz. Sonraki aşamada meslekî testleri kendi kendinize uygulayabilir, farkında olmadığınız özelliklerini keşfedebilirsiniz.

Tercih ettiğiniz mesleklerde çalışanlarla mutlaka görüşün. Onların tecrübeleri sizin merak ettiğiniz pek çok noktaya ışık tutabilir. Kendinize zaman ayırın ve neleri yapmaktan hoşlandığınızı belirleyin: İnsanlarla rahat iletişim kurabiliyor musunuz, matematiği mi seviyorsunuz, evde elektronik gereçleri tamir etmek hoşunuza gider mi, edebiyatla ilgilenir misiniz, yarışmalara katılmayı sever misiniz, sürekli masa başında çalışmak sizi sıkar mı, sportif faaliyetlere katılır mısınız, alerjiniz ya da mesleğinize engel olacak kronik hastalığınız var mı, başkalarına yardım edip onların sıkıntılarını çözmeye çalışır mısınız, okulda grup çalışmalarında görev alır mıydınız?...

Bir ormanda iki kişi ağaç kesiyormuş. Birinci adam sabahları erkenden kalkıyor, ağaç kesmeye başlıyormuş, bir ağaç devrilirken hemen diğerine geçiyormuş. Gün boyu ne dinleniyor ne öğle yemeği için kendine vakit ayırıyormuş. Akşamları da arkadaşından birkaç saat sonra ağaç kesmeyi bırakıyormuş. İkinci adam ise arada bir dinleniyor ve hava kararmaya başladığında eve dönüyormuş.

Bir hafta bu tempoda çalıştıktan sonra ne kadar ağaç kestiklerini saymaya başlamışlar. Sonuçta ikinci adam çok daha fazla ağaç kesmiş. Birinci adam öfkelenmiş: ‘‘Bu nasıl olabilir? Ben daha çok çalıştım. Senden daha erken işe başladım, senden daha geç bitirdim. Ama sen daha fazla ağaç kestin. Bu işin sırrı ne?’’ İkinci adam yüzünde tebessümle cevap vermiş: “Ortada bir sır yok. Sen durmaksızın çalışırken ben arada bir dinlenip baltamı biliyordum. Keskin baltayla, daha az çabayla daha çok ağaç kesilir” Kendimizi geliştirmek, baltamızı bilemektir. Kendimize zaman ayırıp, hayatımızı objektif bir akışla gözden geçirmektir. Zayıf olduğumuz alanlarımızı geliştirmek için çaba göstermektir. Bu zihnimizin, ruhumuzun, karakterimizin güçlenmesi için olmazsa olmaz bir şartıdır…

Mutlu bir hafta geçirmeniz dileğiyle, sevgiyle kalın…

Mustafa OĞUZ

24.06.2008


TEBESSÜM

Kimin işi?

MAKİNE, elektrik ve bilgisayar mühendisi üç

arkadaş arabayla giderken, araba bozulur. İlk olarak makineci derki bu makine mühendisinin işi bana bırakın ve motor, aksan, derken başarısız olur ve işi bırakır. Elektrik mühendisi herhalde elektrik sisteminde sorun var ben hallederim der. Akü, sigorta, marş hepsini kurcalar işe yaramaz. Diğer ikisinin kendisine baktığını ve sıranın geldiğini anlayan bilgisayar mühendisi: “Arkadaşlar, arabadan bir çıkıp tekrar girsek” der.

24.06.2008


SÖZ BİRLİĞİ

Hayat uyku, sevgi ise onun rüyasıdır

BİZİ öldüren yeis, canlandıran ümittir (Bediüzzaman). Gençliğimizde düşüncelerimizi oluşturan bütün konular sevgiyle ilgilidir. Sonraları ise bütün sevgilerimiz düşüncelerimiz olur (Albert Einstein). Çocukları seven hayatı da sever (Dostoyevski). Dostlarını armağanlarla satın alma, armağan veremeyince onlar da seni sevmekten vazgeçerler (Emerson). İnsanın bir şeyi öğrenebilmesi için her şeyden önce o şeyi sevmesi gerekir (Goethe). Eğer hayatımızı ve çabalarımızı düşünürsek yaşayış ve isteklerimizin öteki insanların varlığına bağlı olduğunu görürüz. Bildiğimiz ve inandığımız şeyleri bize başka insanlar öğretmişlerdir. Herkesin değerini bilmeliyiz (Albert Einstein). Sevgi, çiçek açmayan yere uğramaz (Platon). Yalnızca kültürlü insanlar öğrenmeyi sever, cahiller ders vermeyi tercih eder (Edouard Le Berquier). Beni az, ama uzun sev (Marlowe). Düşmanlarınızı sevin, çünkü kusurlarınızı yalnızca onlar açıkça söyleyebilir (Benjamin Franklin). Az korkun, çok umut edin, az yiyin, çok çiğneyin, az konuşun, çok ifade edin, az kızın, çok sevin. İyi şeyler sizindir (Lord Fisher). Annelerin çocuklarına gösterebileceği en büyük sevgi, onlarla kuracağı arkadaşlıktır (Henry Ward Beecher). Çocukları sevmek şımartmak değildir, çünkü mutluluğun ortamı sevgidir (Thomas Gray).

24.06.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Gezi Eki Pdf
© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır