"Gerçekten" haber verir 07 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Osmanlıca ve Kur’ân hattı

Halen Rotterdam İslâm Üniversitesi Rektörü olan Ahmet Akgündüz Hocamızın enteresan bir hatırası ile yazıma başlamak istiyorum.

Çocuk iken Ahmet Akgündüz Hocayı babası Osmanlıca öğrenmesi için Osmanlıca bilen bir arkadaşına gönderiyor. Bu öğrenme okul zamanı ile aynı paralelde yürüyor. Komşuları Ahmet Bey’in babasına kızıyorlar. “Hem okul, hem Osmanlıca zor değil mi? Yazık ediyorsun çocuğa.”

Ahmet Beyin babası da onlara cevaben “Bir zaman gelecek benim oğlum iki maaş alacak.” şeklinde cevap veriyor. Zamanla Ahmed Akgündüz, Başbakanlık Osmanlı Araştırmalarında çalışıyor. Babasının dediği gibi bir maaş da oradan alıyor.

Ahmet Akgündüz Bey, Lübnan’daki bir TV kanalındaki yayında, Ohannes isimli bir Ermeninin iddialarına Osmanlı arşivindeki belgelerle cevap vermişti. Osmanlıca bilen hiçbir Dışişleri yetkilisi bulunamamıştı o programa çıkacak, onların yerine Ahmet Akgündüz Bey çıkmıştı. Bunu da Hollanda’da bir konuşmasında anlatmıştı.

Bu girişten sonra asıl meseleye gelelim. Vatan Gazetesi yazarı Can Ataklı şöyle demiş 26 Haziran 2008 tarihli yazısında: “Türk halkı okumayı yeni harflerle öğrendi.”

Demek ki, Ataklı’ya göre Türkler 1928 yılına kadar cahilmiş. Reşat Nuri Güntekin, ilk baskısı Osmanlıca olan Çalıkuşu isimli eserinden İslâmî bilgiler içerdiği için 60 sayfasını çıkarmıştı. Adana’lı tarih araştırmacısı Cezmi Yurtsever (yanılmıyorsam) bunu tesbit etmişti. Bu eserde şimdi ilk bilgiler yoktur. H. Edip ve epeyce bir edebiyatçı ve devlet adamımız Osmanlıca yazmıştır. Belki de yazmaktalar.

Çok sayıda Risâle-i Nur okuyucuları da Osmanlıca bilirler. Risâle-i Nurlar ilk önce her türlü baskıya rağmen 600.000 (altı yüz bin) nüsha elle yazılarak, tekniğe meydan okumuşlar. Hatırlarsınız, Sosyoloji profesörü Cahit Tanyol bir zamanlar şöyle demişti: “Bir de baktık ki, Nutuk’un karşısında Said Nursî’nin risâleleri gürül gürül okunuyor. Bizim devletin imkânları ile başaramadığımızı Nurcular her türlü zorluğa rağmen başardılar.”

Çobanlar, yörük efeleri, çiftçiler ve köylüler kadın erkek, çoluk-çocuk elleri ile Osmanlıca bilmeyenlerde çok kısa bir sürede öğrenerek bu eserleri her türlü sıkıntıyı göze alarak niye yazdılar Sn. Ataklı? Bu insanlara nasıl bir şevk yazdırdı dersiniz? Çünkü birinci sebep, toplum iman ve Kur’ân hizmeti bekliyordu. Hiçbir maddî ve manevî menfaat beklemeden imanları zayıf olanların imdadına Risâle-i Nurların hızır gibi yetişmesi gerekiyordu. Kur’ân harfleri ile yazmak, okumak aynı zamanda çok büyük sevaptır. Bir harfine, yerine ve zamanına göre 10 ile 50 bin ihsan edilmektedir.

Şimdi hâlâ, MEB kampanyalar düzenleyerek okuma yazma seferberlikleri başlatmıyor mu?

Şu an dünyada çok ileri milletlerin hiçbirisi alfabesini değiştirmemiştir. Misal mi? İşte Japonlar, İsrail, Rusya ve diğerleri.

Özellikle geçenlerde yapılan Sakıp Sabancı Ödüllerinin 1. 2. ve 3. sünü de Musevîler kazandılar. Musevîlerin Osmanlıcaya merakları belkide (bir ihtimal) Osmanlının onları İspanyolların zulmünden kurtarıp 500 sene önce Selanik ve İstanbul’a yerleştirmelerine bir şükran borcu olabilir mi?

H. KÜBRA AKDEMİR

07.07.2008


Demokrasi in, darbe out

12Eylül 1980 darbesinden iki gün önce bir yakınımı kaybedip, cenaze için köyümüzde bulunuyorduk. 15-16 yaşlarında bir delikanlının gözü ile 12 Eylül darbesini ilk duyduğumda korku, üzüntü, şaşkınlık, belirsizlik yanında tarihe şahitlik etmek gibi duyguyu da yaşadım. Darbenin anlı şanlı paşaları gerekçelerini sayarken bir karanlık dönemin başlangıcına şahitlik ettiğimizi fark etmemiz gecikmedi.

Aradan 28 yıl geçtikten sonra içinde yaşadığımız günler neredeyse erken kalkanın muhtıra verdiği veya yaklaşık 10 yılda bir darbe yaptığı ülkemizde, ilk defa yarım yamalak da olsa, darbeciler paçalarını adalete kaptırmış durumdalar. Bu yönüyle benim 28 yıl önce yaşadığım karanlık bir döneme girişin şahitliği yerine, günümüz gençleri “Demokrasinin in-darbenin out” olduğu bir döneme şahitlik edebilirler.

Darbelerin, toplum tarafından hak ettiği tarzda eleştirip, bunlarla yüzleşilmediğini düşünüyorum. Belki daha ileri giderek yüzleşilmemesi için, özellikle basın başta olmak üzere, karartma ve saptırma uygulandığını düşünüyorum. Bu gün hâlâ (ne yazık ki) darbe ve darbecileri büyük vazife yapmış kahramanlar gibi görenler olması ülkemiz ve milletimiz açısından ne kadar acı verici.

Bir toplumda herkesin demokrasi sevdalısı olmasını beklemek mümkün değildir. Fakat, siyasal parti liderlerinin demokrasiyi öncelikli görmesi ve meşrû hükümetleri devirmek için gayret sarf edenler ile aralarına mesafe koymaları gerekirken, ülkemizde CHP ve Baykal bunun aykırı örneği olarak durmaktadır.

Demokratik sistemin bir unsuru değil, sistem dışı ögelerin desteği ile iktidar olmayı çeşitli kılıflarla zar-zor ve kafa karıştırarak yapabilen CHP, Sosyalist Enternasyonali ikna edebilmiş değil. Bu sebeple Atina’da yapılan Genel Kurula Genel Başkan Yardımcısı Baykal gidememiştir. ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras’ın, bizim de katıldığımız tesbiti ile CHP zaten sol bir parti bile sayılamaz. Yine Ufuk Uras’tan öğrendiğimize göre, Sosyalist Enternasyonale gidemeyen, Sivas’a gidemeyen, işçilerin yanına gidemeyen nasıl bir sol parti olur?

Haksızlık kime yapılırsa karşı durmak gerekir. Ergenekon dâvâsında bir yıla yakın zamandır, sanıkların mahkemeye çıkarılmamış olması konusundaki eleştirileri kabul etmek gerekiyor. Bununla birlikte muhalefetin, malûm medyanın, Ergenekon olayını son gözaltlılara kadar görmezden gelen veya saptıran açıklamalarına ne demek gerekir? Muhalefet demokrasilerin vazgeçilmezidir. Bu anlamada gayet tabiî avukatı olmalıdır. Fakat, darbe, iktidara karşı yapılır ve iktidarın (bence) bunu biraz kişiselleştirmesi gerekiyor. Bu anlamda Baykal’ın siyasî bir söylem olarak, kendini avukat, Başbakanı savcı görmesi belki anlaşılabilir. Fakat, bu ülkede 1960’dan beri ağırlaşarak devam eden bir askerî-bürokratik vesayet var ne yazık ki. 1960 anayasası zaten bunun nasıl yapılanacağını ve uygulanacağını gösteren bir belgeydi. Baykal, darbe niyetinde olanları savunmak ile Nasrettin Hoca gibi bindiği dalı kesmektedir. İktidar olmak için bunlardan medet ummak yerine, Ufuk Uras’ın dediği gibi, millete hizmet ve demokrasiyi ileri götürmek için yarış yapsa, ne sosyalist enternasyonelde, ne kendi partisinde, ne de sol camia içinde ‘tek adam’ olarak eleştirilmezdi.

Her şeye rağmen, CHP lideri Deniz Baykal’ın ağzından Ergenekoncular için bile söylenmiş olsa da, genel bir ilke olarak aşağıdaki sözleri duymak bizleri sevindirmiştir: “Bir defa demokrasilerde, hiç kuşku yok, muhalefet, bütün mağdurların, mazlûmların, insan hakları ihlâl edilenlerin avukatıdır. Ben, hakkı yenen, insan hakları ihlâl edilen, mağdur, mazlûm, ekonomik olarak, hukukî olarak mağdur mazlûm bütün insanların avukatı olmaktan şeref duyarım.”

Şimdi ‘başörtüsü mağdurları, 12 Eylül mağdurları, 28 Şubat mağdurları Baykal sizi çağırıyor’ diyeceğim fakat, Baykal her zaman kendisini Avukat olarak görmediği ve muhalefet lideri olduğunu unutup, yüksek öğretimde başörtüsüne imkân sağlayan anayasa değişikliğinde ve AKP kapatma dâvâsında olduğu gibi savcı veya hakim olduğu zannına kapılabildiğinden ters bir işe vesile olmak istemem.

Esas olan Türkiye’ye özgü olmayan yüksek standartlı bir demokrasiyi kurmak ve kuralları ile işler tutmaktır. Bu anlamda Ergenekon dâvâsının başlaması, devamı ve neticesi ülkemizi kalıcı olarak etkileyecektir. Dâvânın neticesine göre ülkemizdeki demokrasi dışı özlem ve darbe heveslileri (müzminler hariç) bundan vazgeçecektir.

Son olarak; ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras, “Ayışığı” ve “Sarıkız” operasyonlarının darbe teşebbüsü olup olmadığının araştırılması konusunda hazırladığı Meclis Araştırma önergesini imzaya açtı. Bu önergenin yalnızca DTP grubu tarafından desteklenmesi, sanki darbe teşebbüslerinden sadece DTP rahatsız gibi bir görüntü veriyor. Bütün partiler buna destek vermeli veya en azından milletvekillerini bu konuda serbest bırakmalıdır. DTP destekli de olsa, (anayasa ve içtüzük engeli olmaz ise) demokratik sisteme ve dolayısıyla Meclise karşı darbe teşebbüslerini araştırmak, darbeye ve muhtıraya muhatap Meclis için hem ilginç, hem de bir ilk olacaktır.

EMİN TALHA KARAMUSA

07.07.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır | Site yöneticisi | Editör