"Gerçekten" haber verir 10 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Gez dünyayı gör Konya’yı…

Yıl boyunca derslerine sıkı sıkıya sarılıp; sonunda başarılı olan ve bir hediyeyi hak eden can kardeşlerimize hoş bir sürpriz yaptık. Ve onları Mevlânâ diyarı Konya’ya götürmeye karar verdik. Allah’ın izniyle tatil için de hayırlı bir başlangıç yapmış olduk. Uzun uğraş ve bir bekleyişten sonra nihayet Kayseri’den Konya’ya doğru yola çıkabilmiştik.

İlk durağımız Konya Ereğli idi. Bir kardeşimizin, bizi “kestirme yollardan!” götürmesiyle 3 saatlik yolu 4.5 saatte gitmeyi başarmıştık. Aslında bizim yolculuğumuz, programımızın ne kadar eğlenceli geçeceğinin bir işaretiydi… Yanlış yollara girip, saatlerce ters yolda gitmekten tutun da; dağ taş demeden her türlü yerden giderek adeta ralli yapmışçasına yorulmuştuk. Gece geç saatlerde varabildiğimiz Ereğli’de yatsı namazımızı kılıp, kendimizi uyku âleminin derinliklerine bırakabildik nihayet. Uykunun da Rabbimizin biz kullarına verdiği bir nimet olduğunu da böylece anladık.

İlköğretimde okuyan kardeşlerimiz yolculuk boyunca çok yorulmalarına rağmen, programda yaşayacakları unutulmaz anları hissetmişçesine tek kelime bile etmemişlerdi. Biz de can kardeşlerimizin bu davranışlarını dikkate alarak onlara hayatlarının en güzel günlerini yaşatmaya çalıştık—inşallah muvaffak olmuşuzdur—.

Zamanımızın en kıymetli anlarını kitap okuyarak geçirdikten sonra sıra gezmeye gelmişti. İlk olarak Evliya Çelebi’nin de seyahatnamesinde bahsettiği “Peygamber Efendimiz’in (asm) tükürüğünün bulunduğu” İvriz çayına gittik. Hep birlikte bu güzel ve tatlı suyu, kaynağından içme şerefine nâil olmuştuk; ama biz sadece içmekle kalmadık... Su, buz gibi olmasına rağmen donma pahasına da olsa suya girdik. Derin olmayan kısımlarına girerek; suyun buzlu âhengini hissettik. Tabîi sudan çıktığımızda özellikle ayaklarımız soğuktan buz kesmişti ve kendimize gelene dek epey bir zaman geçmişti.

İvriz kayalıklarından indikten sonra küçük kardeşlerimizi at çiftliklerine götürdük. Ve hatta bir sünnet-i seniyyeyi gerçekleştirip, bizler de ata bindik. Önce binmem diye mırın kırın eden can kardeşler, daha sonra defalarca binerek, hatta attan inmeyerek bizleri şaşırttılar.

Derken en büyük gün gelip çatmıştı artık. Mevlânâ’ya gidip oraları gezip görmeye gelmişti sıra. Yine Kayseri’den Seydişehir’e programa giden liseli kardeşlerimizle buluşup gezecektik. O kadar heyecanlıydık ki, heyecanımız yüzümüzden okunuyordu. Gezimiz sırasında bize rehberlik edecek olan Konya’nın en iyi rehberlerinden araştırmacı-yazar Halil Uslu Ağabeyimizle buluşup gezimize başladık. Halil Ağabeyimiz anlatırken mânevî bir haz alarak, can kulağıyla onu dinliyorduk; ama bizim ve can kardeşlerimizin dikkatini en çok çeken şey, bir kibrit kutusu büyüklüğündeki, el yazısı ile yazılmış olan Kur’ân-ı Kerîm idi. Halil Ağabeyimiz bize, birçok turistin, buraları, özellikle de bu küçük Kur’ân-ı Kerim’i gördükten sonra Müslümanlığı şeçtiğini söyledi. Ve bazısının da bu topraklardan ayrılamayacak derecede buraya bağlanarak Konya’ya yerleştiğini, yerleşemeyenlerin ise senede birkaç kez ziyarete geldiğini söyledi. Şimdi bizim de içimize yavaş yavaş hüzün çöküyordu. Çünkü kimsenin gelmesini istemediği o ayrılık vakti gelmişti.

Halil Ağabeyimizle vedalaşıp, Mevlânâ diyarına el sallayarak; huzurlu ve mutlu bir şekilde evimize dönüyorduk. Can kardeşlerimizin aklı o küçük Kur’ân-ı Kerim’de kalmış olmalıydı ki, yorgunluktan gözleri kapanana kadar o Yüce Kitap’tan bahsettiler. Konya’da bize yardımcı olan Halil, Durhasan ve Ali ağabeylerimize, Şükür ve Mehmet kardeşlerimize teşekkür ediyoruz. Cenâb-ı Hak, Kayserili ve Konyalı ağabey ve kardeşlerimizden razı olsun.

Son söz; “Gez dünyayı gör Konya’yı”…

Hatta, görmeden gitme Mevlânâ’yı...

Ahmed ALTUNER

10.07.2008


ANAYASA MAHKEMESİ: KANUNLAR GERİYE YÜRÜTÜLEMEZ!

ANAYASA Mahkemesi, Avukatlık Kanunu’na eklenen geçici 21. madde ile Avukatlık Kanunu’nun 163. ve 164. maddelerinde 4667 ve 5043 sayılı Yasalarla yapılan değişikliklerin bu Yasaların yürürlüğe girdiği tarihten daha önce yapılan avukatlık sözleşmelerinden doğan ihtilâflarda uygulanmasına ilişkin kanunî düzenlemeyi anayasaya aykırı bularak iptal etti.

Anayasa Mahkemesi 1 Temmuz 2008 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanan kararında, “kamu yararı ve kamu düzeninin gerektirdiği özel durumlar dışında kanunların ilke olarak yürürlüğe girdikleri tarihten sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılmalarının ve bu tarihten önceki kesinleşmiş hukuksal durumlara etkili olamamalarının hukukun genel ilkelerinden olduğu, hukuk devleti ilkesi uyarınca yasa koyucunun yalnızca Anayasa’ya değil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun hareket etmek zorunda olduğu ve yasalarla konulacak kurallarda adalet ve hakkaniyet ölçülerinin yanı sıra hukuk güvenliğinin de sağlanması gerektiği” belirtildi.

Kararda; Hukuk devleti ilkesine atıfta bulunularak hukuk devleti’nin “Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlet” olduğu vurgulandı. Anayasa Mahkemesi, “hukuk güvenliği” ilkesinin de kanunların geriye yürütülmesine mani olduğunu belirterek kararında bu ilkeyi tarif etti. Mahkeme kararında “Hukuk güvenliği ilkesi”, hukuk devletinde uyulması zorunlu temel ilkelerden birini oluşturmaktadır. Anayasada öngörülen temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının ve insan haklarının yaşama egemen kılınmasının önkoşulu olan hukuk güvenliği ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar” değerlendirilmesinde bulunuldu. Kararda daha önce tesis edilmiş bulunan işlemlerin doğurduğu hukukî sonuçları ortadan kaldıracak şekilde yasama tasarrufunda bulunulması, hukuk güvenliği ilkesine aykırılık oluşturur değerlendirmesinde bulunularak, “Hukuk devletinin gereği olan hukuk güvenliğini sağlama yükümlülüğü, kural olarak yasaların geriye yürütülmemesini gerekli kılar. “Yasaların geriye yürümezliği ilkesi” uyarınca yasalar, kamu yararı ve kamu düzeninin gerektirdiği, kazanılmış hakların korunması, malî haklarda iyileştirme gibi kimi ayrıksı durumlar dışında ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar. Yürürlüğe giren yasaların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili olmaması hukukun genel ilkelerinden” olduğu belirtildi.

10.07.2008


ANAYASA MAHKEMESİ: PLAKAYA CEZA, ANAYASAYA UYGUN

ANAYASA Mahkemesi 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 116. maddesinde yer alan, trafik kural ve yasaklarına aykırı davranışları belirlenen ancak sürücüsü tesbit edilemeyen araçlara, trafik zabıtasınca tescil plâkasına göre ceza veya suç tutanağı düzenleme imkânı tanıyan düzenlemenin anayasaya aykırı olmadığı sonucuna vardı.

Mahkeme, 2918 sayılı Kanun’un 116. maddesinin birinci fıkrasında sayılan ihlâller sebebiyle, sürücüsü tesbit edilemeyen araçlara tescil plâkalarına göre ceza veya suç tutanağı düzenlenmesinin, bir trafik kuralının ihlâl edildiğine dair suç isnadı niteliğinde olduğu bu sebeple suçsuzluk karinesine aykırılık taşımadığına hükmetti. Kararda; “Suçsuzluk karinesi kapsamında yer alan ve iddia edenin iddiasını ispatla yükümlü olması kuralı da Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasının bireylere sağladığı anayasal bir güvencedir. Ancak genel anlamda suçun kanıtlanması yükümlülüğü iddia edende kaldığı sürece, savunmasını oluşturmak için ispat yükünü sanığa devreden kurallar ile hukukî veya fiilî varsayımların olduğu durumlarda ispat yükünün yön değiştirmesi, masumiyet karinesine aykırılık” taşımadığı sonucuna varılarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de birçok kararında ispat külfetini tersine çeviren hukukî veya fiilî karinelerin kabulünü, Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasına aykırı bulmadığına atıfta bulunuldu. Kararda, kural ihlâli yapan ve sürücüsü tesbit edilemeyen araçların, trafik zabıtası tarafından tesbit edilebilecek plâkasından başka ayırt edici bir özelliğinin bulunmadığı, ancak plâka ile de araç sahibine ulaşılabileceği belirtilerek “Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülen düzenlemenin, gelişen, büyüyen, çeşitlenen ve çoğalan trafik sorunlarını zamanında ve etkin bir biçimde denetleyebilmek ve toplum hâlinde yaşamanın güvenli bir biçimde sürdürülebilmesi amacıyla, demokratik toplumda zorunlu olarak getirilen uygulamalar” olduğu değerlendirilmesinde bulunularak düzenlemenin anayasaya aykırı olmadığı sonucuna varıldı.

10.07.2008


Tüketici Sorunları Hakem Heyeti kararı ilâm gibi takibe konulacak!

ANAYASA Mahkemesi 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 4822 sayılı Kanun ile değiştirilen 22. maddesinin beşinci ve son fıkralarının Anayasa’nın 9. ve 36. maddelerine aykırılığı iddiasını yerinde bulmadı.

Tüketici Sorunları Hakem Heyeti kararının ilâmların icrası hükümlerine göre takibe konulmasına karşı, bu kararın ilâm niteliğinde olmadığı ileri sürülerek icra takibinin ve ödeme emrinin iptali istemiyle açılan dâvâda, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme düzenlemenin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurdu. Başvuru kararında, kuralda belli değerin altındaki uyuşmazlıklarda Tüketici Sorunları Hakem Heyetlerine başvuru zorunluluğu getirildiği, bunun mahkemelere başvuruyu önleyerek hak arama özgürlüğünü kısıtladığı, belli değerdeki uyuşmazlıklara ilişkin kararların mahkeme ilâmı niteliğinde sayılmasının yargı yetkisinin bağımsız mahkeme dışında bir kurula verilmesi anlamına geldiği, bu sebeplerle Anayasa’nın 9. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Mahkeme; Tüketici Sorunları Hakem Heyetlerinin, yargı işlevi yerine getiren bir kurul olarak düzenlenmedikleri, belli değerin altındaki uyuşmazlıklar için Tüketici Sorunları Hakem Heyetlerine başvurunun zorunlu olduğu ve heyetlerin vereceği kararların bağlayıcı nitelik taşıdığına dikkat çekti. Yine bu kararlara karşı on beş günlük süre içinde Tüketici Mahkemelerine de itiraz edilebileceği, Tüketici Sorunları Hakem Heyetleri yargı yetkisine sahip olmamakla birlikte kanun koyucu, bu heyetlerin vermiş olduğu kararların yerine getirilmesi için etkili bir takip yolu olan ilâmlı icra yolunu kabul ettiği vurgulandı.

Kararda Tüketici Sorunları Hakem Heyetlerinin belli değerin altındaki uyuşmazlıklar hakkında verdiği kararların İcra ve İflâs Kanunu’nun ilâmların icrası hakkındaki hükümlerine göre yerine getirileceğinin öngörülmesinin, bu kararların ilâm niteliğinde olduğunu değil ilâmlar gibi infaz olunacağını göstermekte olduğu ve ilâmların yerine getirilmesi usûlüne ait bir kural koyduğu vurgulanarak, dâvâ ve itiraz hakları önlenmediğinden hak arama özgürlüğünün kısıtlandığından da söz edilemeyeceği gerekçesiyle 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 6.3.2003 günlü, 4822 sayılı Yasa ile değiştirilen 22. maddesinin beşinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına karar verildi.

10.07.2008


VAKIFLARIN ÜYE KABUL YASAĞI SONA ERDİ. VAKIFLARA ÜYE OLUNABİLECEK!

ANAYASA Mahkemesi 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 101. maddesinin üçüncü fıkrasının, Anayasa’ya aykırılığı iddiasını yerinde buldu.

Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi; Ülkemizde yeni vakıfların 1967 tarihli 903 sayılı Kanun’a göre kurulmaya başlandığı, bu vakıfların hemen tamamında vakıf üyeliği bulunduğu, Anayasa’nın 33. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin, önceden izin almaksızın dernek kurma, bunlara üye olma hürriyetine sahip olduğu ve son fıkrasında, bu madde hükümlerinin vakıflarla ilgili olarak da uygulanacağının belirtildiği, ancak 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 101. maddesinin üçüncü fıkrasının, vakıflara üyelik hakkını kullanılamaz hale getirdiği, vakıf ve dernekler arasında üyelik yönünden var olan eşitliği ortadan kaldırdığı, tek başına vakıf kurma imkânı olmayan, fakat bir vakfa üye olarak topluma ve kamuya maddî yardımda bulunmak veya ismini üye olacağı vakıf içerisinde yaşatmak isteyen gerçek ve tüzel kişilerin bu anayasal hakkını kullanmalarını engellediği, belirtilen sebeplerle kuralın, Anayasa’ya aykırı olduğu ve iptali gerektiğini ileri sürerek Anayasa Mahkemesine başvurdu.

Anayasa Mahkemesi kararında, itiraz konusu kuralda, vakıflarda üyelik olmayacağı belirtilmek suretiyle, gerçek ve tüzel kişilerin vakıflara üye olmalarının engellendiği değerlendirmesi yapıldı. Mahkeme; Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğunun belirtildiği, hukuk devletinin, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlet olduğu vurgulandı. Kararda, temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamalarında, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı değerlendirmesinde bulunuldu. Mahkemece, Anayasa’nın 33. maddesinde, herkese, önceden izin almaksızın dernek kurma, derneklere üye olma ya da üyelikten çıkma özgürlüğü tanındığı, derneklerin ve vakıfların kuruluşları, amaçları, işlevleri, işleyişleri ve yönetimleri aynı değil ise de, Anayasa’nın 33. maddesinin birinci ve son fıkraları birlikte değerlendirildiğinde, herkesin, vakıflara üye olma özgürlüğüne sahip olduğu değerlendirmesinde bulunularak Anayasa’nın 13. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği öngörüldüğünden, vakıflara üye olma özgürlüğünü ortadan kaldıran, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 101. maddesinin üçüncü fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğu sonucuna varılarak iptaline karar verildi.

10.07.2008


Aşiretten devlet çıkaran ecdadın huzurunda

Bilecik, Türkiye’nin nüfus olarak en küçük illerinden biri olmasına rağmen gerek sanayii, gerek Şeyh Edebali, Ertuğrul Gazi, Savcı Bey, Dursun Fakıh, Umur Bey, Akçakoca gibi Osmanlı İmparatorluğunun temel taşlarını bağrında barındırdığından dolayı da önemli bir il.

ŞEYH EDEBALİ TÜRBESİ

Daha çok Selçuklu mimarisi eseri olduğu anlaşılan tarihî Orhan Gazi Camii’nde öğle namazlarımızı kıldıktan sonra, yüksekçe bir yerde eski Bilecik’i ve ötelerde çağlayan küçük bir şelâleyi, yeşile bezenmiş vadinin derinliklerinin seyrine doyum olunmayan güzelliklerinin görüldüğü Şeyh Edebali Hazretlerinin türbesine doğru tırmanışa geçtik.

Şeyh Edebali Hazretlerini ziyaret edenlerin çokluğu merdivenleri inenlerden, çıkanlardan anlaşılıyor. Bir anda Şeyh Edebali Hazretlerinin türbesi karşısında kendinizi bulunca, hayallere dalıp gidiyorsunuz. Eski Bilecik’ten vadinin yeşil güzelliklerinden sıyrılıyorsunuz… Şeyh Edebali Hazretleri sizi, isteseniz de, istemeseniz de birden Osmanlı’yla, Osman Bey’le baş başa bırakıyor. Gözleriniz önünde Şeyh Edebali Hazretlerinin Osman Bey’e nasihatleri canlanıyor. İsterseniz türbe duvarlarına asılan bu sözleri, Şeyh Edebali Hazretleri yerine siz okuyorsunuz ya kendi nefsinize ya da devleti yönetenlerimize ithaf ederek. O an kâh Şeyh Edebali oluyorsunuz kâh Osman Bey… Dalıp gidiyorsunuz Osmanlı’ya… 600 yıl ayakta kalan koca devletin, bir imparatorluğun tarihine… Edebe, saygıya, hürmete, gaye-i hayale… Osmanlı’daki İlâhî mefkûreye…

Bilecik denilince akla en evvel Şeyh Edebali gelir. Çünkü Şeyh Edebali, Osman Bey’e, Osmanlı’yı devlet yapacak, imparatorluk yapacak yolu sunmuştur nasihatleriyle, o altın sözleriyle… Şeyh Edebali Türbesinde kılınan namazlar, okunan aşır ve duâlardan sonra Dursun Fakih’i ziyaret etmek üzere Küre Köyüne doğru hareket ettik.

KIL ÇADIRDA DERS DİNLEDİK

Dursun Fakih’in Türbesi, Bilecik-Söğüt arasında Küre Köyünde yüksek bir tepenin üzerinde. Onun türbesi çok uzaklardan fark edilebiliyor. Yüksekte olmasına rağmen türbeye kadar rahatlıkla araçlarla çıkılabiliyor. Türbenin etrafını dolaştığınızda Edebali Hazretlerinin türbesinde olduğu gibi derin bir vadi ve az ötedeki Küre Köyünü görebiliyorsunuz. Türbeye her gün yüzlerce ziyaretçi geldiği belli. Bizim türbeye vardığımızda bazı ziyaretçiler vardı. Bizden sonra da ziyaretçiler geldiler. Sanırım Küre Köyünün belki de yakındaki başka köylerin de adeti olsa gerek, düğünlerde gelin ve damat Dursun Fakih Türbesine çıkarılarak duâ ediliyor. Bizler Dursun Fakih’e duâ ettikten sonra Risâle-i Nur dersi okurken, kornalar çalarak şen bir düğün alayı geldi.

NASİHATLERİ DİNLERKEN

Bizler, Dursun Fakih’in türbesinde duâlar okuduktan sonra hemen yanı başına kurulmuş ‘kıl çadır’ın gölgesinde, cep bilgisayarına sığdırılmış külliyattan Risâle-i Nur dersini dinledik. Her birimizin ‘Keşke devlet büyükleri Osman Bey’in Şeyh Edebali’yi dinlediği gibi bu nasihatleri dinleseler, bu eserlerden istifade etseler’ dediğini lisan-ı hallerden anlamak mümkündü. Dursun Fakih’in medfun bulunduğu bu yüksek tepeden ayrılırken de duâ ederek Söğüt’e doğru yola çıktık.

ELLER DUÂYA AÇILIYOR

Söğüt topraklarına girişte seramik sektörü fabrikaları ile birlikte “Osmanlı’nın Kurulduğu Bu Topraklara Hoş Geldiniz” hoşamedisiyle karşılanıyorsunuz. Söğüt’ü değerli kılan da zaten bu topraklarda medfun bulunan Türk Büyükleri. Söğüt’e girdikten sonra geniş bir park içinde Ertuğrul Gazi’nin Türbesi bulunuyor. Türbeye girdikten sonra Ertuğrul Gazi’nin medfun bulunduğu kısma geçmek için bir kapıdan daha içeri geçmeniz gerek. Türbenin içi gayet bakımlı, duvarları süslemeli. Türbeye girer girmez adeta eller kendiliğinden duâya açılıyor. Ey koca Ertuğrul Gazi. Osmanlı Devletinin Beyinin, Osman Bey’in beyi. Kayıyı Domaniç’e, oradan Söğüt’e taşıyan büyük Gazi. Türbenin giriş kısmında duvarlarda türbenin eski hali, yeni hali fotoğrafları var. Bakıyoruz. Ertuğrul Gazi’nin paramparça edilmiş kabrini görüyoruz. Fotoğrafların altındaki yazıları okuyoruz, anlıyoruz ki, işgalde düşman askerleri, ecdadın bu kabirlerini paramparça ederek, vahşice hareket etmişler, güya 1000 yıldır İslâma hizmet eden ecdadın kabirlerini böyle yıkarak Osmanlı’dan intikam almak istemişler.

AŞİRETTEN DEVLETE

Ertuğrul Gazi Türbesinin yan tarafında sıra sıra kabirler var. Kabirler üzerindeki isimleri okuyoruz. Ağzımızdan çıkan kelimelerden sonra yine yüz yıllar öncesine dalıp gidiyoruz. Tarihteki büyüklüklerinin aksine mütevazi kabirlerde yatanlar Savcı Bey, Akçakoca, Umur Bey… Aşireti devlete taşıyan, Osman Bey’in dâvâ arkadaşları…Osmanlının kuruluşunu yaşıyoruz hayallerimizde… Okuduğumuz tarih kitaplarındaki, Osmanlı’yı aşiretten “Devlete” götüren cengâverler yanı başımızdaydı. Eller İlâhî Kelimatullahı gaye edinen bu erlere duâya kalktı. Fatihalar onlar için okundu. İkindi esnasında birbirimizi şevklendirmek, manevî kuvvet vermek, almak ve yeni açılan nur menzilini tebrik etmek için geldiğimiz Bilecik’ten, şevk alarak, Şeyh Edebali’nin, aşiretten devlet çıkaran yiğitlerin manevî varlığını her adımda hissederek, güzel duygularla Ecdada ve bir daha buluşmayı arzu ettiğimiz dostlara elveda diyerek ayrıldık.

Salih AYTEMUR

10.07.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır | Site yöneticisi | Editör