"Gerçekten" haber verir 19 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

ÇEKİP GİTMEK

Sabah saatleri akşam çekeceği ağrıdan bihaber geçiyordu. Ağrısız yaşamanın büyük nimetler arasında en kıdemlisi olduğunu biliyordu. Bugünlerde ağrıdan uzak olmanın rahatı içindeyken öğleden itibaren kulağına arada bir sızı iniyordu.

Acil yapılması gereken işler günün listesinde sıralanmış ve hemen bitmesi için gün ışığınca yola çıkmıştı. Ne çok yapması gereken iş varmış, sanki ömür bunların toplamını günlerin ayarına hapsetmişti. Bu koşuşturmada inceden inceye kendini hissettiren bir sızı var ama onun da günün hengâmesinde kaybolmasını istiyordu. “Sırası değil; işler var.” deyip ağrıyı hissetmemeye çalışıyordu. Ağrı günün koşuşturmalarına dahil değildi.

İşte bir ağrı daha. El kulakların mesafesinde dönerken inim inim inlemenin vecdine gelmeye başladı. Kulağın içindeki ağrı başına vurdu. Lavaboya koştu. Yüzünü yıkadı. Aynaya baktı. Yüzünün çizgileri bu ağrının koylarında gezmenin muhtaçlığına düştü. Salonda misafirleri vardı. Arkadaşlarının sesleri banyonun duvarlarına vuruyordu. Hasta olmadığı izlenimini vermesi gerekiyordu. Salona geçip onlara iştirak etti. Konuşmalarına, gülücüklerine katıldı. Onlardan onu ayıran tek özellik kulağındaki ağrıydı. Geçen her saniyede şiddetini arttırıyordu. Bir ara ellerini sıktı. Ağrının oraya sirayet etmesini umdu. Bu hareket dayanamamanın işaretiydi. Sabah ağrısız uyanmıştı. Akşam ise gündüzden sinyalini veren ağrıya boyun eğmişti. Bu boyun eğiş tahammülün sınırlarını zorlayacak gibiydi.

Bütün çabaları boşuna gitti. Bir arkadaşı onun acı çektiğini anlayınca, kulağına usulca eğilip neyi olduğunu sordu. Ağrısı olduğunu söyleyince sabah hastaneye gitme uyarısıyla karşılaştı. İşlerin çok olduğunu söylemesi arkadaşının onu ikna etmesinin önüne geçemedi. Sabahta ağrı olursa gideceği sözünü duyunca arkadaşı diğer misafirlere kaş göz işareti yapıp kalkmaları zamanı geldiğini hissettirdi. Misafirlerin kalkışı genç kıza iyi geldi.

Misafirleri gidince hemen yatağa koştu. Yatakta sağa sola dönmeye başladı. Uyku sanki bu gece haram oldu. Uyuyamıyordu. Ağrı şiddet derecesini arttırınca uyku kaçıyor bir daha da gelmek bilmiyordu. Dayanamadı; başını yastıktan kaldırdı. Yatakta oturuş vaziyetindeydi. Başını iki elinin arasına koydu. Gözlerini kapattı. “Ne çekilmez bir ağrı” dedi. Şimdi rahat uyumak varken kör olası bir ağrı gelip ansızın misafir olmuştu. Bu misafir gidici değildi. Git artık, beni yordun; uykusuz bıraktın demesine rağmen gitmeye niyeti yoktu. Sabah ezanları göklerde yankılanırken başı hâlâ iki elinin arasındaydı. Hâlâ ağrı baş köşede idi. Vazifem daha bitmedi dercesine bas bas bağırıyordu.

Genç kız başını ellerinden çekti. Sabah nasıl oldu; saatler nasıl geçti? Sanki çok uzun bir gecenin sabahını etmişti. Zorla da olsa yataktan kalkmalıydı. Kalktı. Hastaneye gitmek için hazırlanmaya başladı. Kendisini gölge gibi takip eden ağrıyla beraber evden çıktı. Gün yeni aydınlanıyordu. Yollarda tek tük insan vardı. İl kez bu kadar erken evden çıkmıştı. Otobüs beklerken devam eden ağrı daha çok artmıştı. Eli durmadan kulağındaydı. “Ne bitmez yol” dedi. Her zaman kısa gelen yol niye bu kadar uzun geliyordu. Hastaneye geldiğinde fiş sırasının uzunluğu onu tedirgin etti. Dün akşamdan beri ne çok uzun olmuştu her şey. Nihayet fiş bitmeden sıra ona geldi. Şimdi doktorun odasına girme sırasının ona gelmesini bekleyecekti. Bekleme salonunda boşalan bir yere oturdu. Sanki saniyeler geçmek bilmiyordu. Sıranın kendisine gelmesine çok vardı. Ağrının şiddeti, artçılardan çıkıp deprem haline geliyordu. Sanki ağrı son raddesini hissettiriyordu. Genç kız dayanamıyordu. Elini sıktı; gözü kapattı ve ağzını açıp nerdeyse bağıracaktı ki, kulağından sıvı bir şey aktı. Öyle derinden bir oh çekti ki, bütün dünyayı ona verselerdi bu oh çekişin lezzetini ona hissettiremezdi. Kulağının akmasıyla ağrı şiddetini azalttı. Demek ki kulağın rahatlaması için akması gerekiyordu. Çantasından mendil çıkartıp kulağını sildi. Sıra kendisine geldi. Doktor kulağına baktıktan sonra akıp akmadığını sordu. Evet cevabını aldıktan sonra “Orta kulak iltihabı” olduğunu söyledi. Reçeteyi yazdıktan sonra odadan çıktığında ağır bir ağrıdan az da olsa sıyrılmanın rahatı vardı. İlâçlarını düzenli kullandı. Birkaç gün sonra ağrısı tamamen ortadan kayboldu.

Ağrısız yaşamanın kıymeti hastalıkla anlaşılırmış. Ağrıdan kurtulmak ne güzel bir oh çekişmiş. O lezzeti duymak için insan ağrıya bile katlanırmış. Rutin hayatına bırakılmış anlık değişiklikler aslında ne güzel nimetmiş.

Gün yine meşgalesini rutinliğin havasına bulaştırmıştı. Rutubetini, nefes aldırmayacak derecede nemini vuruyordu.

Genç kız yirmi dört saat süren bu değişikliği ilk başta pek hoş karşılamasa da sonra yine o rutinliğe dalınca değişikliğin ne kadar önemli olduğunu anlamıştı.

Evet, çekip gitmek bu rutinliğin darmadağın havasından. Bezdirilmiş, ama alışmışmış yazgısından. Bağlı kaldığın bu kökleri ya da solumak sorunda kaldığın bu şehri terk etmek. Canım böyle istiyor ya da biraz değişiklik olsun diye. Gerekçesi ne olursa olsun, her günün hatimesine en güzel notu iliştirmek için. Rutinliğin pilini çekip, ateşlendirmek; çekip git hayatımdan demek için. Taklidin vurdum duymaz pasını cilalamak, bu hayatın hissetmediğin heyecanlarını sezmek için. Kâinatın zahirindeki nakşını seyrederken ülfetin paydos ettiğini görmek, hep gittiğin yolda adımlarını değiştirip çekip gitmek bu yerlerden.

Genç kız kararını verdi. Kendisini bu rutinlikten kurtaracaktı. Bu kararı vermesinden yardımcı olan kulağının ağrısına minnettarlık hissederek bir otobüs bileti aldı. Başka bir şehre tatile gidecekti. Ama bu tatil her sene yine rutinlikten pay alan diğer tatiller gibi olmayacaktı. Tabiatla baş başa kalmak, yeryüzündeki muhteşem sergiye doyasıya bakıp ülfeti ortadan kaldırmak niyetiyle dopdolu idi. Bu şehre yeniden geldiğinde eski ben olmamak için rutinliğinin hep farkında olup onu ortadan kaldırmak umuduyla…

Büyük bir heyecan genç kızı çoktan sarmaladı. Hep denize giderdi. Çılgınca eğlenirdi arkadaşlarıyla. Şimdi tabiatla baş başa ve yalnızdı. Yalnız olması hep gürültüye alışmış bu genç kızı tedirgin etmedi. Çünkü çok ihtiyacı vardı.

Bu çiftlik, onu bambaşka bir yolun yolcusu yapacağı belliydi. Zaten istediği buydu. O dayanılmaz ağrının akabinde oluşan güzel düşüncelerin devamını getirmek için geldiği bu yer artık rutinliğin pis havasına temiz bir oksijen bırakacaktı.

Fadime KAYA

19.07.2008


Bir Barla serüveni (GEZİ)

Barla! Ehli imanın manevî imdadına gönderilen Risâle-i Nurların telif edilmeye başladığı mübarek belde!

Bir seher vakti kuş cıvıltıları, horoz çığlıklarıyla karşılıyor bizi Barla. Bir yıllık -bizce uzun- bir ayrılıktan sonra tekrar burada olduğumuza seviniyoruz.

İzmir Yeni Asya Genç Hanım Okuyucuları ve Uşak’tan programa katılan kardeşlerimizle birlikte 50 kişilik bir grup ile Yeni Asya Vakfı Dinlenme Tesislerinde başlıyoruz Barla serüvenine. Daha sonra çok sevdiğimiz Şükran Ablamız sürpriz yaparak katılıyor programımıza. Bir de kilometrelerce uzaklıktan, Almanya’dan üç sevimli evlâdıyla birlikte Barla havasını solumak için gelen Tuba N. Abla ile tanışıyoruz.

Barla’nın yüreklerimizi alıp Risâle-i Nurların telif edildiği yıllara götüren manevî atmosferiyle birlikte dop dolu ve hızlı bir program da bizi bekliyor. Neler sığdırmadık ki bu yedi güne...

Sabah, öğle ve akşam ikişer fasıladan oluşan müzakereli Risâle-i Nur derslerinde tecrübeli ablalarımızın bilgilerinden istifade ediyoruz. Gruplar halinde kardeşlerimizin Risâle-i Nur Külliyatı’ndan yapmış oldukları araştırma ve sunumları merakla dinliyoruz.

Hakikatleri öğrendikçe aklımız ve kalbimiz inbisat ediyor ve ruhumuzun açlığını gidermek için okumaya ve dinlemeye devam ediyoruz.

Akşam sohbetlerinde derin mevzuları okuyor, zihnimizi kurcalayan suallere cevap buluyoruz.

Etüt saatlerimizde Nur Talebelerinin pusulası hükmünde olan İhlâs, Uhuvvet, Hücumat-ı Sitte, İktisat vb. risâleleri derinden derine mütalâa ediyoruz.

Okumaktan yorulunca biraz da kâinat kitabını okuyalım diye yaptığımız gezilerde, Barla’nın muhtelif yerlerine kardeşlerimiz o mekânlarda yaşanmış Üstad Bediüzzaman ve talebelerinin hatıralarını anlatarak gezimize anlam katıyorlar.

Tatlı bir yorgunlukla batan günün ardından akşam çaylarımızı yudumlarken Hasan Ağabey’in ve Nurbanu Ablamızın hizmet hatıraları ve ard arda gelen Barla şiirleri, fıkralar, lâtifelerle bütün yorgunluğumuzu unutuyoruz.

Barla’nın havası, toprağı gülleri bile hizmet kokuyor. Burada her sahne, her saniye anlam yüklü, her şeyde bir anlam var. Yol kenarında nazlı nazlı süzülen sarı çiçek bile güzel bir emanetin ağırlığını hisseder gibi boynunu eğiyor. Sarı çiçekleri takip ederek gidiyoruz Süleyman Ağabey’in ‘Cennet Bahçesi’ne. Dünyada cennetin misal-i musağğarı olan bu mekânda sanki zaman kavramı yok oluyor. Etrafı temaşa edip tatlı sohbetler ederken vakit bir hayli geç oluyor.

Gece oluyor. Fısıltıdan daha sessiz esen bir rüzgârın eşliğinde leyli kuşların zikrini dinliyoruz. Bir an bile zikri bırakmayarak, sanki Nur Kervanının yolcularına “hizmete devam!” mesajını veriyorlar.

Her şey Üstad’ı anlatıyor Barla’da. Rüzgârın fısıltısında, kuşların cıvıltısında, güllerin kokusunda hep ondan bir iz var. O yüzden gözlerimiz dolu dolu geziyoruz bütün Nur menzillerini. Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin 1926’da Barla’ya sürgün edildiğinde ikamet ettiği evini ziyaret ederken ‘Ulu Çınar’ın azametini temaşa ediyoruz. Gayr-i ihtiyarî,1950’den sonra sürgünler, hapisler, işkencelerle geçen 15 yılın sonunda Barla’ya tekrar geldiğinde Çınar ağacına sarılıp ağlayışı geliyor gözlerimizin önüne... Ağlıyoruz!

Her yıl olduğu gibi bu yıl da Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin 1950’den sora ikamet ettiği evinde Mehmet Amca ve Mukaddes Teyzemiz, mübarek simalarından hiç düşmeyen tebessümleriyle misafir ediyorlar bizi. Mehmet Amcadan nurlu hatıralar dinliyoruz. Ertesi gün Üstadın evini ulvî bir haz ve heyecanla temizledikten sonra Üstadın hizmet safahatını ve bütün zahmetlere rağmen dâvâsından taviz vermediğini anlatan semineri dinliyoruz. Onun yaşadığı bu mekâna tevafuk eden bu derste hep birlikte hizmetimizi ve kendimizi gözden geçirip dâvâya olan sadakat yeminimizi bir kez daha yeniliyoruz.

Aziz Barla! Sen yalnız yolları uzak, dağları sarp, suları berrak bir beldenin adı değilsin. Çünkü Barlam, sen bir dâvâ çilesisin.

Sen dünyayı aydınlatan bir güneşin doğduğu yersin.

Sen, insanların yardımına koşmaktan çekindiği ‘Bahtiyar bir İhtiyar’a kucak açan Nurlu beldesin.

Sen, bir söz ile başların kesildiği, söylenmesi gereken bütün hak sözlerin derin bir nefes ile içe çekildiği bir zamanda; sözlere yeniden anlam kazandıran “Sözler”in zuhur ettiği mübarek yersin.

Sen kelimelerin kifayetsiz kaldığı, ancak göz yaşlarıyla anlatılan bir efsanesin...

Aziz Barla. Şimdi gitmek zamanı. Senden ayrılmak öz vatanından ayrılmak gibi zor. Ruhum bu hissi beşerî kelimelerle anlatmaktan aciz.

Cennetten bir mekânda, cennetasa bir hafta! Dostlar yanımızda, Üstad’ın, Saff-ı evvel talebelerin maneviyatı yanıbaşımızda.

“Mümkün olsa kalacaktım, bir ömür boyu Barla’da” mısralarını yazdıran hissiyatı, şimdi yaşayarak anlıyoruz.

Hizmete safiyane yürekleriyle bağlanan ilk talebeleri nakıs bir taklid ile; “Cennetten bile çağırılsalar hizmeti bırakıp gitmeyecekler..” hakikatine muhatap olup zahmet ve rahmetle yoğrulmuş hizmetimize dönüyoruz.

Isparta kahramanlarını kahraman yapan sırrı ve “Barla ruhunu” bütün insanlara, bütün şehirlere, hatta bütün dünyaya neşredip yaşamak ve yaşatmak için hizmetimizin başına dönüyoruz.

Betül DOĞRUER / İzmir

19.07.2008


Barla katrelerinden gönlüme düşenler (GEZİ)

Bir Cumartesi sabahı, Amanya’dan Türkiye’ye gelmek üzere yola çıktık. Üstadımın himmetiyle hiçbir meşakkat ve zorlukla karşılaşmadan, Nur ve Gül fabrikalarının mütemadiyen işlediği gül kokulu, mis kokulu, cennet kokulu, Nur kokulu Barlaya ulaştık.

Gelirken “Yeni Asya Vakfı Barla Tesislerinde bir okuma programı olursa, ben de iştirak ederim yoksa da ailece değerlendirmeye çalışırız” diye düşünmüştüm. Tevafuka bakın ki tam bizim geldiğimiz akşamın sabahına İzmir’den bir grubu Barla’ya gelmişler. Bunu öğrendiğimde zaten Rabbime müteşekkir oldum.

Kızlarımızı ziyaret için ders odasına girdiğimde kendimi cennet bahçesine girmiş, Nur deryasına dalmış gibi hissettim.

Rabbim! Hepsi Nur yüzlü, Nur sözlü dâvâya sevdalı ve adeta hal diliyle; “biz Üstadın cennet asa baharlarında sümbül veren gelincikleriyiz” diyen sevdalılardı.

İlk ders aman Ya Rabbi... ne güzeldi, ne tatlıydı, ne feyizliydi. Ben bam başka bir âleme düşmüştüm. Kendimde değildim hislerim coşmuştu ve adeta uçuyordum.

“Rabbime sonsuz defa şükürler olsun ki bana bunu nasip etti” diyordum. O kızlarımız sanki birer canlı Risâle olmuş, anlatıyorlardı iman hakikatlerini coşkuyla. Ben söz san’atını pek beceremem, kelimelerle anlatılacak gibi değildi.

Barla bam başkaydı taşı, toprağı, ağacı, kuşu...

Cennet bahçesi, Üstadımın evi, kabristan, hele Çam Dağı... Rabbim! Tam ilham kaynağı mekânlardı. Barla’nın sokakları, kollarında kırmızı kitaplarla dolaşan Nur talebeleriyle, Fatmanurlarla, Hasanlarla, Nurbanularla doluydu. Bu dâvâya gönül vermiş, bu hizmete baş koymuş ve Üstada sadakte demiş olan her kardeş, imkânı varsa Barla’yı görmeli diye kanaat getirdim.

İzmirli kızlarımızın programına katılmayı Rabbim nasip etti demiştim. Gerçekten Nura çok susamıştım. Bu kitap okuma programı bana dâvâmın ulviyetini, şakirt olmanın sadık olmak, “Ene demeyiniz nahnü deyiniz’i” düstur edinmek olduğunu birkez daha iliklerime kadar idrak etmeme vesile oldu. Sanki Nurculuk hayatımda manevî bir inkilâp yaşıyordum. Evvela Üstadım ve bu kızlarımızın şahsı manevisiyle halden hale giriyordum. Yapmış olduğumuz ziyaretlerde Üstadımın manevî büyüklüğünü, hizmeti Kur’âniyenin ulviliğini ruhumuzla ve kalbimizle yad ettik. Dâvâmızın esaslarını bilmeden yaşamanın, hizmet yapmanın adeta hizmeti hafife almak olduğunu öğrendim.

Rabbim bu dâvâya gönül vermiş bütün Kur’ân talebelerinden razı olsun. Ayrıcada bu kızlarımızla ilgilenen, onları bir fidan gibi ihtiyatla Risâlei Nur suyuyla sulayan, onların gönül bahçelerini fetheden kardeşlerimizden razı olsun. Üstadımız himmet ve yardımını eksik etmesin.

Barla’daki geçen zaman süresince yağmur adeta hizmetimizi tebrik edercesine sık sık rahmet olup yağdı. Hatta son Cuma günü gökkuşağı Barla semasını renkleriyle süslendirdi.

“Şu istikbal inkilâbı içinde en yüksek gür sada İslâmın sadası olacaktır” diyen Üstadımın müjdelerini gün geçtikçe daha bir ihtişamla seyrediyordum. Barla bahçelerinde açan çiçeklerin bütün dünyaya rayihai tayyibelerini saçtığını görüyordum. “Biz istikbale namzediz”, “zahmet, sebebi makbuliyettir” diyerek her zorluğa ve meşakkate seve seve katlanmayı şimdi öğrenmiştim. “Hayatımızdan arta kalan zamanımızdan Nur talebeliliği yapmayacağız. Nurculuktan arta kalan zaman olursa hayatımıza bakabiliriz” diye şimdi öğrenmiştim.

Hani Kastamonu Lâhikasında “Bu defa kudsî kalemle hediyeleriniz o kadar beni minnettar ve mesrur etti ki, güya dünyayı ışıklandıracak bir Nur Fabrikası ve mazi ve isikbali rayihai tayyibesiyle muattar edecek bir Gül Fabrikası semadan bizim imdadımıza gönderilmiş ve benim arkamda kuvvetüzzahr olarak duruyor ve mütemadiyen çalışıyorlar diye mesrur oluyorum” (Kastamonu Lâhikası, 2007, s. 63) diyordu Üstad.

Nur şakirtleri bütün dünyayı ışıklarından elektrik santrallerinin makinistleri hükmündedir diyen Üstadımdan ve hakaikı imaniye yolunda gönül verenlerden Rabbim razı olsun. Bizi bu dâvâda ebedül abad kılsın derken Cumartesi ayrılık vakti gelip çatmıştı. Barla’dan, hatıralardan ve Nur şakirtlerinden firak zor olsa da, Rabbim bu misafirhane-i dünyada tekrar karşılaştırsın duâsıyla vedalaştık. Zaten “kimimiz Şarkta, kimimiz Garpta, kimimiz dünyada, kimimiz ahirette de olsak biz yine manevî âlemde beraber” olduğumuzun idrakiyle, hem “İmanı billah nuru ihtar ettiki Cenâbı Hakkın baki isimlerinin cilveleri olan vaziyetler; dairei ilimde ve elvahı mahfuzada, ve elvahı misaliyede baki oldukları gibi nuri imanın verdiği bakiyane münasebet noktasında, fevkazzaman bir vaziyetle mevcuddurlar sen o vaziyetleri çok cihetle ve çok manevî sinemalarla görebilir ve girebilirsin diye anladım” (Kastamonu Lâhikası, 2007, s.139) diyen Üstadımızın müjdesiyle, birbirimizi Allah’a emanet ederek gözyaşları içinde ayrıldık, Nurlu Barla diyarından.

Tuba NURLAN / Almanya

19.07.2008


D.I.P.

Bu rumûz da ne ola? “Zâten, Türkçemiz herkesin kendi ilgilendiği alanlarda yakıştırdığı sayısız kısaltmalarla dolu; bir de sen mi ekleyeceksin!” diyeceksiniz. Haklısınız. Maksadım kafanızı karıştırmak değil. Dikkatlerinizi çekmek için böyle bir kısaltma yakıştırdım. Efendim, başlığımız aslında “Dünyâyı Islâh Projesi”dir. Ama, modaya uyarak, şimdilerde en ciddî müesseselerin yaptığı gibi, esrârengîz ve alicengiz olsun diye böyle yazdım.

Bu proje aslâ, “toplum mühendisliği” filân değil; yalnız kendi dünyâmı düzeltmek için, şahsî ve ferdî bir çalışma taslağıdır. Ülkemizin hayâtî mes’eleleri için T.B.M.M. tarafından Anayasa ve Kanûnlar muvâcehesinde kurulmuş bulunan, anlı–şanlı müesseselerce, kendi faâliyet sâhaları dışında tasarlanan “eylem planları” ile ilgisi kat’iyyen yoktur…

Planımın gayesi: Allah tarafından bana verilmiş bulunan bir takım duygularımı aklımın, kalbimin ve rûhumun hassâsiyet gösterdiği konulara yönlendirmek ve harekete geçirmektir. Bunun için de, “beni günahlara sürükleyen hareketlerin sorumlusu” olarak gördüğüm şeytanıma, “Allah’ın (cc) emirlerine değil, şeytanın vesveselerine uyarak cehenneme yuvarlanmama vesîle olacak olan” nefsime, “Cenâb-ı Hakk’ın fıtrat kanûnlarına riâyet etmeyen anarşist ve terörist” hayvânî duygularıma A.K.R’un (Akıl, Kalb, Rûh) görüşleri doğrultusunda yön vermek maksâdıyla bir dizi karar almış bulunuyorum.

Planımın esasları da: Duygularımı, AKR’un hassâsiyet gösterdiği konularda kendi çizgisine getirmek, AKR hakkında yanlış fikirlerin gelişmesine mâni’ olmak ve AKR içinde fikirde ve eylemde birlik ve berâberliği sağlamak olarak özetlenebilir.

Bu amaçların hayâta geçirilmesi esnâsında; şeytan, nefis ve hevâ ile çatışmaya girilmemesi ve onların işlerine müdâhale ediyor görüntüsü verilmemesi gereklidir. Bu durumu te’mîn için de: bâtinî ve zâhirî duygularım üzerinde kamuoyu oluşturma gücüne sâhib olduğuna inandığım bilgi kaynakları, hüküm organları, ulaştırıp yayma vâsıtaları, san’at ve tefekkür vesîleleri ile yakın temasta bulunmak lâzımdır. Onların AKR ile aynı paralelde hareket etmeleri sağlanmalıdır.

Bu projenin uygulanması sırasında, hedeflerin gerçekleştirilmesi zamânında yapılacak işler: faâliyet, yöntem, işlem makamı, koordine makamı başlıkları altında ele alınmıştır. Fakat, hedef aldığımız grupların derin sırlarımıza vâkıf olmalarını önlemek açısından, bu bölümleri şifreleyip q, w, x, y, z, ?, ß, ?, ? olarak ifâde etmek ihtiyâta muvâfıktır.

Tatbîkatımın merhaleleri, finansmanı, uygulama tâkibi sorumlusu gibi ayrıntıların, bir takım nâdanlar tarafından muhâlif cepheye sızdırmaları ihtimâline binâen, şimdiden bir açıklama gereği de duymuyor değilim: “Şu anda, kafa kayıtlarımda, üst makamım tarafından onaylanmış böyle bir resmî belge bulunmamaktadır. Bu konuda havada, suda, toprakta dolaşan bir takım rivâyetler tamâmen uydurmadır. Aslı, faslı yoktur. AKR’un sonsuza kadar korumak ve kollamakla görevli olduğu bedenimi yıpratmak için bâzı çevreler tarafından uçurulmuş ucuz balonlardır. Bunların yakın zamanda sönmesi veyâ patlaması kaçınılmazdır. Telâş edilecek bir şey yoktur. AKR’um böyle şeylerden etkilenmeyecek kadar güçlüdür.”

Tabiî, şu boyunduruk altına almaya çalıştığım süflî duygularımın hürriyet nâmına yaptıkları ve yapacakları sizleri fazlaca ilgilendirmiyor olabilir, sayın okuyucu! Çünkü, onlar benimdir ve benim vücûdumundur ancak… Onlara gerekli terbiyeyi vermek, istediğim çizgiye çekmek kimin vazîfesidir? Dışarıdan dayatılmaya çalışılan bir takım projelerin bana ne kadar zararlı olduğunu sizler mi bileceksiniz, ben mi bileceğim?!. AB, BOP, TOP, HOP HOP ve emsâli nice senaryo ile beni benden kapmak isteyen iç ve dış kötülere bırakılacak pabuç bizde yok! Sizde var mı?

Şimdi, sizler bekleyin. Şu tasavvurlarımı hayâtımda tatbîk edeyim. DIP bana fayda verirse, projemi sizlerle paylaşacağım, hem de bedâva; söz! O zaman, bütün ayrıntılarını dosta–düşmana açıklamak da boynumun borcu olsun…

Ekrem KILIÇ

19.07.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır