"Gerçekten" haber verir 24 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Allah’ı bir tanıyarak yüzünü dos doğru hak dine çevir ve sakın müşriklerden olma.

Yunus Sûresi: 105

24.08.2008


Açık saçıklık sadakati kırar

Malûmdur ki, kesret-i nesil, herkesçe matluptur. Hiçbir millet ve hükümet yoktur ki, kesret-i tenâsüle taraftar olmasın. Hattâ Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: “İzdivaç ediniz, çoğalınız. Ben kıyamette sizin kesretinizle iftihar edeceğim.”

Halbuki tesettürün ref’i, izdivacı teksir etmeyip çok azaltıyor. Çünkü, en serseri ve asrî bir genç dahi refika-i hayatını namuslu ister. Kendi gibi asrî, yani açık saçık olmasını istemediğinden bekâr kalır, belki de fuhşa sülûk eder.

Kadın öyle değil; o derece kocasını inhisar altına alamaz. Çünkü kadının-aile hayatında müdir-i dahilî olmak haysiyetiyle kocasının bütün malına, evlâdına ve herşeyine muhafaza memuru olduğundan-en esaslı hasleti sadakattir, emniyettir. Açık saçıklık ise, bu sadakati kırar, kocası nazarında emniyeti kaybeder, ona vicdan azâbı çektirir. Hattâ erkeklerde iki güzel haslet olan cesaret ve sehâvet kadınlarda bulunsa, bu emniyete ve sadakate zarar olduğu için, ahlâk-ı seyyiedendir, kötü haslet sayılırlar. Fakat kocasının vazifesi, ona hazinedarlık ve sadakat değil, belki himâyet ve merhamet ve hürmettir. Onun için, o erkek inhisar altına alınmaz, başka kadınları da nikâh edebilir.

Memleketimiz Avrupa’ya kıyas edilmez. Çünkü orada, düello gibi çok şiddetli vasıtalarla, açık saçıklık içinde namus bir derece muhafaza edilir. İzzet-i nefis sahibi birisinin karısına pis nazarla bakan, boynuna kefenini takar, sonra bakar. Hem memâlik-i bâride olan Avrupa’daki tabiatlar, o memleket gibi bârid ve câmiddirler. Bu Asya, yani âlem-i İslâm kıtası, ona nispeten memâlik-i harredir. Malûmdur ki, muhitin, insanın ahlâkı üzerinde tesiri vardır. O bârid memlekette, soğuk insanlarda hevesât-ı hayvâniyeyi tahrik etmek ve iştahı açmak için açık saçıklık belki çok sû-i istimâlâta ve isrâfâta medar olmaz. Fakat seriütteessür ve hassas olan memâlik-i harredeki insanların hevesât-ı nefsâniyesini mütemadiyen tehyiç edecek açık saçıklık, elbette çok sû-i istimâlâta ve isrâfâta ve neslin zaafiyetine ve sukut-u kuvvete sebeptir. Bir ayda veya yirmi günde ihtiyac-ı fıtrîye mukabil, her birkaç günde kendini bir israfa mecbur zanneder. O vakit, her ayda on beş gün kadar hayız gibi arızalar münasebetiyle kadından tecennüb etmeye mecbur olduğundan, nefsine mağlûp ise fuhşiyata da meyleder.

Şehirliler, köylülere, bedevîlere bakıp tesettürü kaldıramaz. Çünkü köylerde, bedevîlerde, derd-i maişet meşgalesiyle ve bedenen çalışmak ve yorulmak münasebetiyle, hem şehirlilere nispeten nazar-ı dikkati az celb eden, mâsûme işçi ve bir derece kaba kadınların kısmen açık olmaları, hevesât-ı nefsâniyeyi tehyice medar olmadığı gibi, serseri ve işsiz adamlar az bulunduğundan, şehirdeki mefâsidin onda biri onlarda bulunmaz. Öyle ise onlara kıyas edilmez.

Lem’alar, 24. Lem’a, 4. Hikmet

***

Kadın, kocasında fenalık ve sadakatsizlik görse, o da kocasının inadına, kadının vazife-i ailevîsi olan sadakat ve emniyeti bozsa, aynen askeriyedeki itaatin bozulması gibi, o aile hayatının fabrikası zîr ü zeber olur. Belki o kadın, elinden geldiği kadar kocasının kusurunu ıslaha çalışmalıdır ki, ebedî arkadaşını kurtarsın. Yoksa, o da kendini açıklık ve saçıklıkla başkalara göstermeye ve sevdirmeye çalışsa, her cihetle zarar eder. Çünkü hakikî sadakati bırakan, dünyada da cezasını görür.

Lem’alar, 24. Lem’a, 2. Nükte

ref’: Kaldırılma.

kesret-i nesil: Neslin çoğalması.

asrî: Zamâne.

izdivaç: Evlilik.

teksir: Çoğaltma, arttırma.

refika-i hayat: Hayat arkadaşı.

sülûk: Bir yolu takip etme.

inhisar: Yalnız bir şeye ait kılma; tekelleşme.

müdir-i dahilî: İç işlerini idare eden.

sehâvet: El açıklığı, cömertlik.

ahlâk-ı seyyie: Kötü ahlâk.

memâlik-i bâride: Soğuk memleketler.

memâlik-i harre: Sıcak memleketler.

mütemadiyen: Sürekli, devamlı.

tehyiç: Heyecanlandırma.

sukut-u kuvvet: Kuvvetden düşme.

tecennüb: Uzaklaşmak, uzak dürmek.

mefâsid: Bozgunculuklar.

24.08.2008


Bediüzzaman’ın zekî bir talebesi: CEYLAN ÇALIŞKAN

Merhum Ceylan Ağabeyin vefatının 45. yıldönümü münasebetiyle eşi Talia teyzeyle yapmış olduğumuz röportaj dünkü gazetemizde yayınlanmış ve orada Talia teyzenin Ceylan Ağabeyle çok fazla zamanı geçmediğine dikkat çekerek onun “Ceylan'la ilgili hatıraları Ağabeyler daha iyi anlatır” dediğini nakletmiştik. Bu sebeple ben de, özellikle Son Şahitler’den seçtiğim Ceylan Ağabeyle ilgili (bilhassa lâtifeli) hatıraları, vefat yıldönümünde rahmet ve duâ olması vesilesiyle sizlerle paylaşmak istedim. Beraber okuyalım ve ruhuna Fatihalar gönderelim.

“GÖNLÜMÜZÜ MÜ ALIYORSUN,

YOKSA YENİ DÜNYA MI?”

Bir meseleden dolayı Ceylân’ın canı sıkılınca, Üstad gönlünü almak için iltifat ederek, “Ceylân, size malta eriği alacağım” deyince; Ceylân, “Üstadım, gönlümüzü mü alıyorsun, yoksa yeni dünya mı alıyorsun?” diyerek mukabele etmiş.

ZEKERİYA'NIN DOLMUŞU

Bir gün babasının yazdığı hasret ve şikâyet mektupları üzerine Zekeriya Kitapçı, Abdullah Yeğin’e hitaben Emirdağ’a, Üstada gelmesi için mektup yazmış. Bunun üzerine Yeğin, Urfa’dan kalkıp Emirdağ’a, Üstadın yanına gelmiş. Üstad hiddet edip, böyle durup dururken niçin geldiğini sorarak hiddet etmiş. Zekeriya Kitapçı’nın mektubu üzerine bu işin olduğunu anlayan Ceylân Çalışkan, zekâsından fışkıran cevabını biraz da argoya sararak, hemen cevap vermiş: “Zekeriya’nın dolmuşuna binmiş Üstadım.”

“BİR HURİ BANA YETER”

Üstad iman ve Kur’ân hizmetinin ehemmiyetini, bu zamandaki fedakârlığı anlatarak, “Size yirmi huri de verilse, yine bu hizmeti terk etmemeniz lâzım” deyince, Ceylân Çalışkan yine lâtifesini yapmış: “Üstadım, bir tanesi yeter bana.”

NEZARETTE...

l96l yazında Nur talebeleriyle birlikte Ceylân Çalışkan’ı birinci şubede nezarete koymuşlardı. Hadisede mühim bir unsur olan Said Özdemir, elindeki içinde Nur’un matbaa klişeleri, formaları da bulunan çantasıyla birlikte, fırsatını bulup firar etmişti. Yirmi üç gün kadar Nur talebeleri nezarette kalınca Ceylân Çalışkan şu mısraları yazmıştı:

“Ağustos’un dördüncü haftası

“Said ve çantası

“Birinci şubeden bırakıp kaçtı

“Başımıza sevaplı belâlar açtı.”

Bu şiiri eline alıp okuyan Birinci Şube Müdürü, “Bunu kim yazdı?” diye sormuştu. “İçinizden en eski kimse onunla konuşalım” diyen Birinci Şube Müdürü Muzaffer Yılmaz’a Ceylân Çalışkan “Eskilere itibar olsa, bitpazarına nur yağardı” diye şaka yapmıştı.

“YASSI ADA'YA GİTMEYE HACET KALMADI”

Harbiye’de sabahleyin kapılar geç açılınca, içerde sıkışıp kalan Ceylan Çalışkan şu lâtifeli satırları yazmıştı:

“Saat on bire geldi

Yemeğe hacet kalmadı

Halimize demeye hacet kalmadı

Herkes hacetini içerde görür

Hacetim var demeye hacet kalmadı

Burası bir sivri adadır

Yassı Ada’ya gitmeye hacet kalmadı.”

“DİŞİMİN KOVUĞUNA GİTMEZ!”

Ceylan bir gün üzüm, armut ve elmadan karışık hoşaf yapar. Üstad yanına varıp hoşafı görünce aralarında şu konuşma geçer. Üstad:

“Bu kazan kimin?”

“Üstadım benim.”

“Bu kazandaki yemeğin hepsini sen mi yiyeceksin?”

“Ben yiyeceğim Üstadım.”

“Bu sana çok. Git yarısını çarşıda sat.”

“Üstadım bu tencere ne ki? Ben bunun yanında bir-iki tencere yemek yerim. Bunu da üstüne içerim”

“Fesübhanallah! Senin midenin şerrinden Allah’a sığınırım.” “Üstadım, talebe hocasına yalan söylemez. Sizin yediğinizle Zübeyir Ağabeyin yediği benim dişimin kovuğuna gitmez!” Üstad Ceylan’ın bu cevabına tebessüm eder.

ÜZÜMLER...

Mahmut Çalışkan anlatıyor:

Bir gün Isparta’dan bir ağabey, bağından bir sepet üzüm getirmişti. “Bu benim bahçemden Üstadım” diye vermişti. Üstadımız hediye kabul etmediğinden, ama gücenmesin diye de, ücretini verip aldı. Odasında, karyolanın karşısında, kapı ile pencere arasında gerili bir ip vardı. Üstadımız oraya bazen havlusunu falan asardı. Zübeyir Ağabeye, o ipe üzüm salkımlarını dizmesini söyledi. Karyolasında otururken o üzümlere bakıp bakıp tefekkür ediyordu. Onları asalı epey zaman olmuştu. Bir gün sabah dersini yapmıştık. Tam dışarı çıkacağız. Kapıya yaklaştık. Ceylan Ağabey durdu, birden geri döndü. “Üstadım, bu üzümler böyle, burada durup ne olacak?” dedi. “Bekleteceğine versen de, yesek” demek istiyordu. Üstadımız: “Keçeli” dedi “O üzümler orada öylece duracak, onlardan almak yasak. Siz ancak yere düşenlerden alabilirsiniz!”

Ceylan Ağabey gitti, ipi tutup salladı. Üzümler patır patır yere düşmeye başladılar. Hemen eğilip yerden toplamaya koyuldu. Üstadımız hiddetle: “Keçeli sen ne yapıyorsun?” dedi. Ceylan Ağabey sakin bir şekilde yerden doğruldu:

“Üstadım, siz ‘Yere düşenleri alacaksınız demediniz mi? Bende öyle yapıyorum!’ dedi. Bu cevap, Üstadımızın o kadar hoşuna gitti ki, birden hiddeti gitti, tebessüm etmeye başladı. O kadar ki, gülme sesi işitiliyordu.

KATIL BİZE

Ceylan, Üstad ve Risâle-i Nur hizmetinde bulunduğu müddetçe polis ve savcılardan bir türlü yakasını kurtaramaz. Bediüzzaman’ın yanında olmak, zaten sık sık ifadeye çağrılmaya yeterli sebeptir. Bir gün savcı ifadesini alırken alaylı bir ifade ile kendisine:

“Ohooo! Said Nursî’nin yanına getirilen yiyeceklerle keyif yapıyorsunuz!” der.

Ceylan, böyle durumlarda sözünü hiç esirgemez, zekâ ve hazırcevaplılığını konuşturur:

“Savcı Bey!” der, “O halde ne diye devletin angaryasını çekiyorsunuz? Katılın bize, siz de hayatınızı yaşayın!”

Savcı beklediği cevap karşısında ne diyeceğini şaşırır. Kendini toparlayana kadar Ceylan’ın ikinci hamlesi gelir: “Yalnız dikkat edin savcı bey! Bize katılmaya karar verirseniz, yolumuzun savcılar, hâkimler, karakollar ve hapislerden geçtiğini unutmayın.”

Savcı bu cevaplar karşısında bir şey söyleyemez, susmayı tercih eder.

CEYLAN ÇALIŞKAN’IN NOT DEFTERİNDEN...

* Bir nur talebesini, makam-ı sıddıkiyete götüren iki yol vardır: Sadakat ve fedakârlık.

* İhlâs, kelimelerin ruh-u manevisidir. İhlâs olmadığı zaman kelimeler, eğitim mermisi gibi, hedefi bulsa da tesir etmez. Onun için attığın fikir mermileri hedefini bulamıyor, tesirsiz kalıyor.

* Risâle-i Nur’un yolu sırr-ı ihlâstır, kulluktur. Bu hakikatleri başta iç dünyamızı mamur etmek için kullanacağız. İçimizdeki putları kırmak için kullanacağız.

* İhlâsa mani olan önemli bir şey yok! İhlâsa mani olan, önemsiz şeylerdir. Lüzumsuz, kederli, hodfuruşâne, sakil, riyakârane bazı hissiyât-ı süfliyedir.

* Az olduğumuza üzülmeyeceğiz! Çünkü keyfiyetten az değiliz. Kâinat kuruldu kurulalı bu böyledir. Cemâdât fazla, nebatat az. Nebatat fazla, hayvanat az. Hayvanat fazla, insanlar az. Kâfirler fazla, Müslümanlar az. Amiler fazla, veliler az. Veliler fazla, asfiyalar az. Asfiyalar fazla, enbiyalar az.

Yüksek zekâsı yanında şiire ve şairliğe de merakı, kabiliyeti olan Ceylân Çalışkan, Hanımlar Rehberi’nin sonundaki “Nurcuların Kasidesi” isimli şiirini, askerlerin “Annem beni yetiştirdi, bu vatana yolladı” marşına bir nazire olarak yazmıştı.

NURDAN HİLAL UÇAR

24.08.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır