"Gerçekten" haber verir 07 Ekim 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

Aktütün saldırısıyla akla gelen sorular

Aktütün Karakolu’na PKK tarafından düzenlenen saldırı bazı soruları zorunlu hale getirdi artık.

Kamuoyunun, “Kanları yerde kalmayacak” türü açıklamalardan, Irak’a verilen “uyarı notalarından” ve “Terörle Mücadele Yüksek Kurulu’nun acilen toplanmasından” bu aşamada çok tatmin olacağı söylenemez.

Gerçek şu ki ortada ciddi bir sorun var ve mevcut yöntemlerle bunun üstesinden gelinemiyor. PKK’nın, kalabalık bir grupla ve ağır silahlarla, üstelik daha önce de hedef olmuş bir sınır karakoluna saldırıp 15 askerimizi şehit edebilmesi, sorgulanması gereken vahim bir olaydır.

Bu arada, Ayvalık’a bağlı Altınova beldesinde geçtiğimiz günlerde yaşanan etnik içerikli gerginlik ve Bolu’da bir gazetenin “‘Her şehit için bir DTP’li öldürülmeli’’ demesini “fikir özgürlüğü” sayan bir adalet sistemine sahip olmamız da işlerin nereye gittiğini göstermeye yetiyor.

DTP, ayrışmayı derinleştiriyor

Öte yandan, DTP’nin -Avrupa’da bile artık “anlaşılmaz” bulunan bir şekilde- PKK ile arasına mesafe koymayı bırakın, tüm enerjisini bu örgütü “meşru” göstermeye harcaması ise bu tehlikeli ayrışmayı iyice derinleştiriyor.

DTP’nin, bu yaklaşımı nedeniyle, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması halinde Batı’da fazla sempati toplaması da mümkün görünmüyor. İspanya’nın, terör örgütü ETA’nın siyasi kolu sayılan Batasuna’yı yasaklamasını haklı gören bir Avrupa, DTP’ye destek verebilecek durumda değil.

DTP kurmayları, AKP’nin kapatma davası nedeniyle Avrupa’da topladığı sempatiyi toplayacaklarını sanıyorlarsa hayal kırıklığı yaşayacaklar. Zira, Madrid ve Londra bombalarından sonra Avrupa’da teröre prim verecek hal kalmadı. Fransa ve Almanya’daki gelişmeler de zaten, PKK’nın Avrupa’da artık eski rahatına sahip olmadığını gösteriyor.

Sorular için bazı tabular yıkılmalı

Baştaki sözlerimize dönecek olursak, Aktütün saldırısı bazı soruları kaçınılmaz kılıyor. Ancak bunun için bazı tabuların yıkılması gerekeceği de ortada. Kıdemli yazarlarımızdan Melih Aşık da dünkü yazısında bunu dolaylı olarak ortaya koymuş.

Toplumdaki tepkilerin yetersizliğinden sitem eden Aşık, “Bu acı olaylar mesela futboldaki yenilgiler kadar etkili oluyor mu toplum üzerinde... İnsanımız AKP’ye, TSK’ya, ABD’ye karşı yeterince homurdanıyor mu?” diye sormuş.

İnsanımızın AKP ile ABD’ye yeterince homurdandığı ortada. AKP’ye bu konuda duyulan hoşnutsuzluk şehit cenazelerinde görülüyor. ABD’ye gelince, bırakın “homurdanmayı” şu anda bizden daha “Amerikan düşmanı” bir toplum yok dünyada.

Fakat Aşık’ın bu “üçlemeye” kattığı “TSK boyutu”na gelince durum değişiyor. Bu açıdan sorulması gereken sorular ya sorulmuyor, ya sorulamıyor ya da sorulmaktan çekiniliyor.

ABD istihbaratı etkin mi?

O nedenle biz sormuş olalım:

“Daha önce saldırıya uğrayan ve şehit veren bu karakol çok daha iyi korunamaz mıydı? Teröristlerin, ağır silahların da kullanıldığı bu denli kalabalık ve organize bir saldırı öncesindeki hazırlıkları tespit edilemez miydi?

“Karanlıkta gören dürbünlerden ısıyı tespit eden aygıtlar ve insansız casus uçaklarına kadar birçok teknik olanakla donatıldığı söylenen TSK’ya bağlı hava unsurları niçin derhal harekete geçemedi? Bu arada, ABD’den elde edildiği söylenen istihbarat gerçekten söylendiği kadar etkin mi?”

Bazılarına göre bunlar, TSK’nın imajını zedeleme potansiyelini taşıdığı için sorulmaması gereken sorulardır. Ancak bize kalırsa bu sorular şu anda asıl TSK içinde soruluyor.

Unutmayalım, sorulardan kaçınarak sonuç alınamaz. Aksine, bu soruların sorulması gerekiyor ki doğrulara bir an evvel ulaşılsın ve Aktütün Karakolu’na karşı düzenlenen türden saldırılara karşı daha hazırlıklı olunsun.

Milliyet, 6.10.2008

Semih İdiz

07.10.2008


Aktütün soruşturulacak mı?

Orgeneral Iğsız bu soruyu yanıtlamaya, idari ve hukuki konularda doğru ve yanlışın kesin çizgilerle ayrılabileceğini oysa silahlı mücadele gibi anında karar üretme zorunluluğu olan bir alanda bunun yapılamayacağını anlatarak başladı; belli ki o da anlatırken sıkıntı yaşıyordu.

Hayır, 15 (muhtemelen 2 kayıpla 17) askerin şehit düştüğü bu olay hakkında şu anda soruşturma açılmamıştı. İkinci Ordu Komutanı Orgeneral Necdet Özel’in Aktütün ve bölgesinde yapacağı inceleme sonrasında açılıp açılmayacağına karar verilebilirdi. Aktütün bugüne dek irili ufaklı 38 terörist saldırıya maruz kalmıştı. Karakolun yerini değiştirme kararı aylar öncesinden alındığı halde el çabuk tutulamamıştı. Iğsız’ın anlatımına göre PKK saldırısına karşı Bayrak Tepe’de destansı bir direniş sergileyen askerler, hayatlarını boşuna vermediler tabii ki. Ama ailelerine, topluma ve onların hatırasına şehit oluşlarında bir kişisel hatanın, komuta hatasının, ya da kavram hatasının payı olup olmadığını anlama hakkının verilmesi daha yerinde olmaz mı? Basın toplantısıyla sağlanan şeffaflık silahlı mücadeleyi idari ve hukuki alana da yansıtarak sürdürülemez mi?

Radikal, 6.10.2008

Murat Yetkin

07.10.2008


Aktütün, Dağlıca gibi olur mu?

Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Hasan Iğsız, terör örgütünce Aktütün sınır bölüğüne ağır silahlarla düzenlenen kanlı saldırıyla ilgili brifing verirken gazetecilerin zihinlerini kurcalayan tüm soruları cevaplandırdı.

Her şeyden önce, geçmişten farklı olarak bir eylemle ilgili medyanın bilgilendirilmesi ihtiyacının üst düzeyde karşılanması çok önemlidir.

Açık söylemek gerekirse, Iğsız Paşa’yı samimi ancak verdiği bilgileri eksik buldum. Daha doğrusu, zihnimi kemiren kimi sorulara tam cevap bulamadığım için tümüyle ikna olduğumu söyleyemem.

İstihbarat zaafı var mı?

Eğri oturup doğru konuşacağız. Gazeteci arkadaşlarımızın onlarca sorusuna baktığımda, ağırlık noktasının ‘istihbarat zaafı’ ile ilgili olduğunu gördüm.

Ama Iğsız, bir istihbarat zaafı olmadığını söyledi. Hatta, saldırıdan bir gün önce tepelerde hareket halinde birkaç kişinin tespit edildiğini, o noktalara topla taciz ateşi yapıldığını, saldırının yaşandığı gün sabah 05.00 sularında jandarma özel harekat timiyle takviye edildiğini anlattı.

Demek ki, şu ya da bu şekilde muhtemel saldırıyla ilgili bilgi toplanmış. O zaman şu soruya cevap bulmamız lazım: Yeterli tedbir alamadık mı, yoksa elimizdeki bilgiyi değerlendiremedik mi?

Gerçi Iğsız, bu tarz bilgilerin her zaman ‘saldırı planı’ olarak değerlendirilemeyeceğini, çoğu zaman benzer görüntülerin elde edildiğini anlattı. Bence doğru cevap bu değil.

Peki, ABD istihbarat yardımı yapıyor mu? Iğsız, ‘Hiçbir sıkıntı yok’ dedi. Samimi olalım ve hiçbir ön yargıya kapılmadan düşünelim. Bir anket yapılsa ve halka sorulsa; Sizce bu cevaptan kaç kişi ikna olmuştur?

Kimine göre 300, kimine göre 500 terörist elini kolunu sallaya sallaya sınırımıza dayanacak, yanlarında mermileriyle birlikte ağırlıkları 800 kilograma kadar çıkan havan, doçka tipi ağır silahları getirip 15 askerimizi şehit edecekler, milletin don rengine kadar uydudan tespit yapan ABD’nin bundan haberi olmayacak, kim inanır buna?

İşin vahim tarafı, bu yığınak bir gün gibi kısa süre içinde de yapılmış değil. Iğsız’ın aktardığına göre; Kalabalık terörist grup, zaman içinde yayılarak bölgede konuşlanmışlar. Böylesine geniş zamana yayılan yığınak girişimini önceden öğrenemiyorsak, bir yerde ‘arıza var’ demektir.

Dürüst olmak gerekirse; ‘Kuzey Irak yerel yönetimi terörle mücadelede Türkiye’ye destek vermiyor’ diyen Iğsız’ın aynı kararlılığı ABD ile istihbarat paylaşımı konusunda da göstermesini beklerdim.

Karakol gerçeği

Önemli bir tartışma konusu ise kaçakçılıkla mücadele yıllarından kalma karakolların, mevcut şartlarda terörle mücadelede yeterli olmadığı savıydı. Vadiye inşa edilmiş ve korunması çok güç olan Aktütün gibi sabit karakollarla bu mücadele nasıl verilebilir?

Genelkurmay 2. Başkanı, bu iddialara ‘kısmen’ hak vermekle birlikte sabit karakolların tümden kaldırılmasının mümkün olmadığını, sadece yer değişikliği yapılabileceğini ve bu kapsamda 5 karakolun (Aktütün, Alan, Samanlı, Yeşilova, Umurlu) hakim tepelere yeniden inşa edileceğini açıkladı.

Önemli bir gelişme.

Ne var ki, Aktütün’e ilk saldırının 1992 yılında yapıldığını ve bugüne kadar toplam 44 şehit verdiğimizi düşünecek olursak, geç alınmış bir karar değil mi? Iğsız, ‘mali imkanlar’ dedi. Keşke bu konuda daha açık olabilse, bu gerçeği ‘yeni görebildik’ deseydi.

İnanıyorum, 1992 yılından bu yana görev yapan hiçbir Türk hükümeti, talep olması halinde karakol finansman ihtiyacını asla geri çevirmezdi. Uçağa, tanka milyar dolarları yatıran siyasi iktidarlar, gecekondu fiyatına yapılacak karakoldan hiç imtina eder mi?

TOKİ’ye görev verseler, 6 ayda bitirir hepsini. Önce teşhisi düzgün koymak, sonra tedavi yöntemini belirlemek gerekir.

Vazifenin kutsallığı

Paşa, ‘Askerlerimiz bir hiç uğruna şehit olmadılar, vazifelerini canları pahasına yerine getirdiler’ dedi. Allah hiç birinden rahmetini esirgemesin. Kuşkumuz, bu mübarek insanların vatanseverliğine ilişkin değildir.

Acımız büyük ama şunu da kendimize sormamız gerekmiyor mu: Çatısı ince levhalarla örtülü soğuk iklim çadırı ve kum torbalarıyla örülmüş siperlerle nasıl karşılık vereceksiniz? İnanmayan, dün Vatan Gazetesi’nin birinci sayfasında yayınlanan fotoğrafa tekrar tekrar baksın.

Evet; Kimileri ‘bidon kafalı’ dedi, kimileri ‘göbeğini kaşıyan adam’ diye tarif etti ama o cesur yürekler kompleksi şahsiyetleri iterek bir kenara, vazife uğruna şehit olmayı göze aldılar. Peki, soğuk iklim çadırı reva mıydı onlara? Kum torbalarının arkasına mı gizlemeliydik onları?

Efendim, teröristin hiç mi kabahati yok? Elbette var. Ama onlar terörist. Kandan ve şiddetten besleniyorlar. Tedbirlikli olmak, senin işin.

(...)

Önemli olan hatayı savunmak değil hatalarımızdan ders çıkarmasını bilmektir. Terör örgütüne öfkemizi kusalım, lanet yağdıralım, lakin hatalarımızla yüzleşmesini de bilelim.

Aktütün, Dağlıca gibi örtülürse sadece kendimizi kandırırız.

Star, 6.10.2008

Şamil Tayyar

07.10.2008


Hariçten ağıt!

Buralardan oturup o açıyı göremeyiz... Ama o acıyı biraz olsun paylaşabilirse, çoğalır yüreğimiz.

En büyükleri 30’unda, 20’li yaşlarda evlatlar ve geride miniklerini bırakan babalar bunlar.

Kaçımız “Ramazan” bayramında, hem de “Ramazan” adı verilmiş bir oğuldan, “Bir haftada üç kez baskın yedik. Anne ben geriye biraz zor dönerim” vedası yüklenmiş bir telefon aldık.

Telefonunuzun markası her ne ise!

O 21 yaşındaki erlerin, 15 yılını doldurmaya 8 ayı kalmış uzman çavuşun “Komutanım” dedikleri ve birlikte can verdikleri, 21 yaşında bir “Komutan”: Astsubay Hasan Önal.

Öyle evlatlardan bir “dost” bunun ne demek olduğunu biliyor ve dün bana şöyle yazıvermiş:

“Merhaba Abi;

Ömrümün üçte birini karakol ve tim komutanlığında geçirdim.

Benzer bir karakola beni verip ‘Al bu gariplere ölmeyi emret” dediklerinde 22 yaşındaydım. O gariplerin sayısı 120 idi ve neyse ki çoğu kurtuldu.”

Yazdıklarını uzun uzun aktarmayayım; bir giden, bir bilen, bir dönebilen “Karakol”u biliyor.

Evine hırsız girdikten sonra konu komşu Nasreddin Hoca’yı “Onu şöyle yapsaydın, bunu böyle, bir de öyle” diye suçlayıp durunca, Hoca’nın cevabı malum:

“Ulan hırsızın hiç mi suçu yok?”

Çok doğru tabii.

Ama biz Hoca’nın eşeğe ters bindiğini de biliriz.

O eşeğe, elalemin lafına göre bir kendinin, bir çocuğun, bir hepsinin birden bindiğini, eşeği sonunda sırtına vurduğunu da.

Çok doğru tabii. “Hain terörist saldırı” varsa, onca şehit, onca acı varsa, gerisi teferruattır.

Lakin, bir yenilgide “Teknik direktör kellesi” isteyen bir toplumsal dokumuz ile medya kokumuz yok mu bizim?

21 yaşındaki “komutanlar” ile aynı yaştaki “garipler” toplu halde ölünce, tekrar tekrar baskına uğrayınca, “Anne ben geriye biraz zor dönerim” diyecek hale gelince...

Yerine göre en şahane zırhlı araca gücü yeten bu “asker” devlet ile “asker” milletin neyi eksik yaptığı da düşünülmez mi?

Bu “kanama” patladığında, şimdi öldürülen “Komutan Hasan” da doğmamıştı; “Er Ramazan” da. Bir karakolda ölüme yatırmak için mi doğurdu da büyüttü anaları?

Siyasi, idari ve askeri sorumlular ne tür bir hesap verdi?

Onca yıl onlara itibarlarından ne kaybettirdi?

Siyasi, toplumsal, ekonomik ve askeri “çözümleri”nin neresinde, öyle mırıldanarak değil, cesaretle sorumluluk üstlenerek, “Yanlış yaptık... Eksik yaptık... Düşünmedik... İhmal ettik” sesleri duyuldu?

Elbette biz bu “rahat” koltuklarda ancak “hariçten gazel” okuruz.

Ne 21 yaşındaki astsubayız, ne akranı yaşta er; ne kadar paylaşsak da, anaları, babaları, kardeşleri, evlatları, silah ve mahalle arkadaşları değiliz hepimiz; içleri elbet kan ağlamış komutanları da değiliz.

Ama biz de buralıyız.

“Hariçten ağıt” okuyabiliriz.

Askere gidecek ya da askerde başka evlatların anaları babaları, dağa çıkacak öteki evlatların anaları babaları, bugün daha doğmamışken belki de bir karakolda ölümüne bir kadere yazılacak torunların kalbi yorgun dedeleri, nineleriyiz.

Binlerce subay, astsubay, uzman ve er askerin kardeşi, yavuklusu, komşusu, dostu; Orgeneral Başbuğ’un deyişiyle, “Dağa çıkmalarını önleyemediğimiz” binlerce Kürt gencin ailesi, köylüsü, memleketlisi; canımız ülkemizin acılı sevdalarının birer parçası, gözyaşı sellerinin en azından birer damlası, Şemdinli oluk oluk kanadığında yürek yarası, Altınova kana kan birbirine girdiğinde o yürekte sızıyız.

Bunca yıldır hepimiz yaralı...

Hepimiz biraz ölüyüz.

Bir karakolda ölümüne buluştukları gibi...

Antalyalıyız ve Diyarbakırlıyız.

İstanbullu ve Siirtli.

İzmirli ve Bayburtlu. Kırıkkaleli, Kırklarelili, Mersinli, Osmaniyeli, Erzurumlu, Denizlili, Eskişehirli, Adanalı, Artvinli, Gebzeli, Sivaslı.

Çocukları için sadece “ölüm”ü isteyemeyecek kadar hayatla da dolu, kardeşliğe de yatkın, onca inanç, kültür, kimlik ve tarihi taşıyı yoğurmuş da yorulmuş, yorgun ama olgun toprakların her köşesiyiz.

21 yaşında “Komutan” ile 21 yaşında ona emanet “Ramazan” artık eve de dönebilsin isteriz!

Biz hepimiz, her birimiz yani hiçbirimiz; devleti yönetmekten de, askeri sevk ve idareden de pek anlamayız.

Ama anlayanlar, o makam ve iddiadakiler artık çözüm bulsun, yanlış varsa dönsün, hesap versin, sorumluluk üstlensin, daha iyi düşünsün, kanamayı durdursun, bu çocukları annelerine, bu evlatları kendi evlatlarına kavuştursun isteriz.

Sabah, 6.10.2008

Umur Talu

07.10.2008


Nasıl takviye bu?

Bak o dağlarda yıllarca çarpışmış, nice şehit vermiş emekli Albay Mithat Işık ne diyor: - Kardeşim böyle pusu olmaz.

Gündüz vakti elini kolunu sallaya sallaya gelmişler... 300 kişi gelmiş 15 şehit var. 2 kayıp. 25’ini bırakıp gitmiş. Olmaz öyle şey. Orası daha önce de vurulmuş. Yani takviye edilmiş bir karakol. Bu kabul edilemez. Böyle takviye mi olur? Böyle istihbarat mı olur?

Sky Türk’te emekli Albay Işık bunları söyleyince, emekli komutan ve koordinatör Edip Başer bağlandı:

- Böyle konuşmak doğru değil. Bu tür sözler teröristlere hizmet eder. Onlar bazen peşmerge kılığına giriyorlar, bazen başka türlü... Her türlü kirli yöntemi deniyorlar... Onların finans bağlantılarını kesmek lazım...

Albay Işık, Başer’in “diplomatça konuşması”nı uzun uzun dinledikten sonra devam etti:

- İster peşmerge kılığında, ister kuzu postunda gelsin. Adam oraya kadar geliyor. Hem de o kadar kalabalık, ağır silahlarla gündüz vakti nasıl geliyor? Olacak iş mi bu? Nerede bunun istihbaratı. Ben ancak oraya gelenlerin tümünü oraya gömersem o şehitler için tamam derim. Yani daha önce iki kez basılmış ve takviye edilmiş bir karakol. Nasıl takviye bu... Gerisi bu soruların sorulmasını gerektirir. Yeter artık...

Bir tarafta emekli Kara Kuvvetleri Komutanı ve Ankara’daki Terörle Mücadele Koordinatörü Orgeneral Edip Başer... Diğeri dağdaki çatışmadan gelen emekli Albay Işık... Nasıl da belli...

Hürriyet, 6.10.2008

Fatih Çekirge

07.10.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır