“Bahtiyar Almanya”
Yaklaşık 25 senedir Yeni Asya Gazetesini okuyor ve takip ediyorum.
Şunu da peşinen söyleyeyim, gazeteye ilk defa yazı yazıyorum. Yazı yazmak gibi bir özelliğim yoktur, ama insan mecbur olunca içinden gelenleri yazıya dökmek istiyor.
Son zamanlarda Yeni Asya Gazetesinde ve Yeni Asya International’da Mainz-Gustavsburg’la ilgili bir çok haber çıkmıştı. Umarım okumuşsunuzdur. Ama bu haberleri hep Türkiye’den gelen misafir ağabeylerimizin kaleminden okudunuz. İstedik ki, bir de bizden duyun.
Mainz-Gustavsburg’da ilk defa okuma programı yapmak istedik. Bunun için Urfa’dan S. Bahattin Yaşar ve eşi Yasemin Yaşar Hanımı dâvet ettik. Beraberce bir program yaptık. İlk defa yapmamıza rağmen çok verimli oldu. Her yaştan kardeşlerimiz vardı. En gencimiz Hasan Sinan Koşmaz, en yaşlımız Erol Kocatürk Ağabeyimizdi. Bir okul talebesi gibi defterimiz, kalemimiz yanımızda notlar alıyorduk. Erol Ağabeyi yanımızda görmek bize ayrı bir şevk veriyordu. Anladık ki okumanın yaşı yokmuş. Peygamberimiz (asm), beşikten mezara kadar ilim öğrenin demiyor muydu? Güzel dinimizin ilk emri ‘oku’ değil miydi? İşte tam da bizler bunu gerçekleştiriyorduk.
Bizim için de bir değişiklik olmuştu. Pür dikkat dinliyor, sorular soruyorduk. Şunu da itiraf etmeliyim ki, hanımlar bizden daha faal idiler. Yasemin Hanım canla başla koşturuyor, her saniyeyi değerlendiriyorlardı. Bir günde 3-5 yerde dersler yapıyorlardı. Diğer yerlerden de dâvet alıyorlardı. Usanmadan, yılmadan koşturuyorlardı. Yakın bir kasabada konferans bile vermişti. Herkes çok istifade etmişti. Tam iki hafta sürmüştü.
Bu arada bizim bir de kermes programımız vardı. S. Bahattin Bey ve Yasemin Hanım bizim kermes programı için de çevre kasabadaki ehl-i iman kardeşlerimizle irtibata geçip bize destek sağlamışlardı. Bir yandan okuma programı yapıyor, diğer yandan da kermes hazırlıklarımızı yapıyorduk.
Okuma programını bitirmiştik, bir kaç günlük zamanımız kalmıştı. Misafirlerimizin dönüş zamanı geldi, hava alanına eşimle beraber götürdük. Ayrılık zor olmuştu. Bir dahaki okuma programında buluşmak üzere ayrıldık.
İlk defa kermes yapacaktık, çok heyacanlıydık. Çoluk çocuk, beyler, hanımlar, çevredeki bütün ehl-i iman kardeşlerimiz ve Almanlar iştirak etmişlerdi. Herkes canla başla çalışıyordu. Ama bütün yük, hanım kardeşlerin omuzlarındaydı. Dolu dolu geçmişti, ama çok da yorulmuştuk. Bu yorgunluk bize ayrı bir tat veriyordu. Onun için okuma programında ve kermeste emeği geçen bütün kardeşlerimize ve bacılarımıza teşekkür ediyoruz.
ALMANYA'DAN BİR LAİKLİK DERSİ
Sizinle paylaşmak istediğim bir mesele daha var. Mainz-Gustavsburg medresesi kiralık bir bina. Bu binanın sahibi bir Türk vatandaşı. 20 seneden beri bu bina medrese olarak hizmet veriyor. 2007 yılında ev sahibi bizden burayı boşaltmamızı istedi ve çıkış verdi. Bir türlü anlaşamadık. Birgün bir kardeşimize binaya girme yasağı koydu, bunun üzerine polislik olduk. Polis çağırdık, polisler geldi. O anlattı, biz anlattık. Sonunda polisler ona aynen şunu dedi: “Burası din ve vicdan hürriyetinin olduğu, insanların ibadetlerini istedikleri gibi yapabildiği bir ülke. Bu insanları rahatsız edemezsin. Fazla itiraz edersen, seni karakola götürmek zorunda kalırız.”
Ve “Kilise çanından rahatsız olan, evini kiliseden uzakta kursun” (bir Alman atasözü) diyerek ayrıldılar.
Ama sonunda mahkemelik olduk. Ramazan’ın 10’unda mahkemeye girdik. Hakim hanım, dosyayı inceledikten sonra onların avukatına söz verdi. O da yalan yanlış anlattıktan sonra hakim hanım döndü ve dedi ki: “Siz bu binayı alırken buranın cami olduğunu biliyordunuz. Buraya insanların geleceğini, namaz kılacaklarını, çocukların okuyacağını, teravih namazı kılınacağını, bayram namazı kılınacağını biliyordunuz. Şimdi şikâyet edemezsiniz. Çıkış veremezsiniz. İddialarınız geçerli bir sebep değil. Ayrıca elinizdeki kira sözleşmesine göre 30 sene çıkış veremezsiniz.”
Yalnız biz de boş durmadık, bütün sebeplere başvurduk. Meselâ Almanya’da İslâm Arşivi denen bir kurum var, bu kurumun başında Müslüman bir Alman var, Muhammed Salim Abdullah Bey. O da bizim için olumlu bir yazı yazdı mahkemeye. Hakime hanım da bunu bir refarans olarak değerlendirdi. Almanya’daki ve Türkiye’deki medreselerde bizim için hatimler, Cevşenler, duâlar okundu. Hakime hanım sanki bizim avukatımızmış gibi, onların iddiâlarını geçersiz saydı. Sanki Kur’ân’ın ve Risâle-i Nur’un koruyucusu gibi davrandı. Biz bile şaşırmıştık. Onlara bir şans verdi, “Ancak bunlara başka bir yer bulur, kiralarını karşılarsan ve onlar da isterse, ancak o zaman çıkarabilirsin” dedi. Ev sahibi ve avukatı diyecek başka bir şey bulamadılar. Bir celsede mahkemeyi bitirdi. Bir kez daha anladık ki, Üstadımız niye “Bahtiyar Alman milleti” demiş. Gerçek laiklik işte budur. İnsanların din ve vicdan hürriyetine saygı göstermek. Türkiye’deki ve eski Rusya’daki gibi değil.
Son bir mahkememiz daha var 21 Ocak 2009’da. Yine duâlarınızı bekliyoruz. Osmanlı zamanında bir Yahudi ve bir Hıristiyan ‘kadı’ya gelir, haklarını ararlardı. Zaman değişti, iki Müslüman bir Hıristiyana hak aramak için müracat ediyor. Çok acı değil mi?
|