"Gerçekten" haber verir 08 Aralık 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Röportaj

H. HÜSEYİN KEMAL

Bayramlar sevinçle hüznün dengesidir

İstanbul Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Tasavvuf Kürsüsü öğretim üyesi Dr. Ekrem Demirli, “Bayramlar toplumsal olarak hüzün ve sevinç dengesinin kurulduğu, barışın sağlandığı ortak bir imkân olarak görülmelidir” dedi.

Bugün bayram… Biz de bu hafta İstanbul Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Tasavvuf Kürsüsü hocalarından Ekrem Demirli’yle konuştuk. Demirli İbn-i Arabî üzerine çalışmalarıyla tanınan bir isim. Biz de Demirli’ye bir tasavvufçu gözüyle bayramı yorumlatmaya çalıştık…

Bugün bayram. Tasavvufta bayram ne anlam ifade ediyor?

Bayram insanın yoğun bir emek ve çaba sonucunda elde ettiği ve başardığıyla sevinmesi. İslâm geleneğinde başlıca iki bayram var. Birincisi Ramazan, öteki Kurban Bayramı. Her ikisi de yorulmanın, emek vermenin, erdemli ve ahlâklı bir hayat için terlemenin sonucunda gayeye ulaşmanın verdiği mutluluğu anlatır. Ramazan için yorulma, tutulan oruçlarla ilgili. Oruç insanı her türlü hazdan alı koyar ve onu geçici bir meşakkate sokar. Gayenin gerçekleşmesiyle insan sevinir. Kurban Bayramı ise hac ibadetiyle ilgilidir. Hac, bütün ibadetlerin en meşakkatlisi sayılabilir. Gerek ilgili âyetlerde ve gerek hadislerde hac sürekli imkân ve güç sahibi olmak şartıyla zikredilmiştir, “hacca gitmeye imkân bulanlar” denilmiş. Hac bütün ibadetler içerisinde en çok sembol taşıyan ibadettir. Haccı hayatın her anını ilâhî ölçülerle yeniden inşa etmeyi hedefleyen ibadet saymak gerekir. İhram giymekle başlayan ve kurban kesmekle sonuçlanan süreci, ömrün bir sembolü görmeliyiz. Öyleyse Kurban Bayramı, bu amaca ulaşmak ve bunun sevincini bütün insanlarla paylaşmak demektir. Sufiler aynı düşünceyi hayatın farklı alanlarında uygulamışlar. Bir sufi için uğruna gayret gösterilecek en önemli şey, benliğin kemale erdirilmesidir. En önemli ideal, ahlâklı bir insan olmaktır. İnsan bunun için yorulur ve bayram gayeye erince gerçekleşir. Bayramı bazen “Kadir Gecesi” diye isimlendirirler. Bazen ölümü gayenin gerçekleşmesi olarak görürler. Mevlânâ ölümü bayram ve düğün gecesi olarak niteler. Öyleyse bayram, bir emeğin sonucunda ulaşılan—daha doğrusu Allah’ın ihsan ettiği—başarının ortak yaşanmasıdır.

İnsanlar sanki hayatının belli kesimlerinde bayram yaşıyorlar gibi... Bayram neyi öğretiyor?

Sufiler dünyayı anlatırken ‘imtizaç’ yani karışıklık âlemi derler. Bununla hüznün ve sevincin, iyilik ve kötülüğün birlikte olmasını kast ederler. Bu bakımdan hayatta hüzün olacak, sevinç olacak, sıkıntı olacak, neşe olacak, vs. Fakat bunlardan birisinin bütün hayata hakim olması, meselâ tedavi edilmez bir pesimist haline gelmek veya vurdumduymaz bir iyimser haline gelmek, hayatı anlamayı zorlaştırır, insanı gerçekten uzaklaştırır. Bu bakımdan bayramlar, toplumsal olarak hüzün ve sevinç dengesinin kurulduğu, barışın sağlandığı ortak bir imkân olarak görülmelidir. Çünkü insan dengeyi ancak başka insanlarla birlikte bulabilir. Bunun için din, toplumsallaşmayı teşvik etmiş ve insan ile toplum arasında karşılıklı haklar ve yükümlülükler yerleştirmiştir. Her ferd, bir yanıyla topluma emanettir, öte yandan topluma karşı yükümlülükleri vardır. Bayramlar, ahlâklı ve erdemli bir insan olmanın, gerçekte “insan” olmanın başkasına karşı vazifelerimizi yerine getirmekle mümkün olduğunu bize hatırlatır.

Türkiye olarak topluma baktığınızda eksik olan şeyler neler?

Hiç kuşkusuz bireysel hayatımızda neler eksik ise, başkalarının hayatında da benzerleri eksiktir. Benim anlayışıma göre, Türkiye’de en büyük sorun, insanların gereğinden fazla beklenti içinde olmaları. Hayalleri ve kuruntuları çok olan bir toplumuz. Herkes kendi görevini ertelemiş veya paranteze almış, başkasından bir şey beklemekte. İşimizi hep başkasına havale ediyoruz. Halbuki ömür insana verilmiş bir ihsandır ve herkes kendi ömründen sorumludur. Kanaatimce, her insan enerjisini kendi görevine teksif etse, hayat daha keyifli hale gelecek. Buna bağlı başka bir sorun, bence tembellik. Başarıya emeksiz ulaşmak istiyoruz. Başarısız da bayram olmaz. Biz, çok bayramları olan bir milletiz. Ancak bu bayramları haklı hale getirecek enerjiyi harcamıyoruz. Hayatın her aşamasında bunu görmek mümkün. Halbuki emek olmadan kemal olmaz.

Sevmeyi biliyor muyuz?

Sevmek fıtrî bir duygu. Yaratılan her şey, sevme yeteneğine sahip ve herkes bir şey sever. Her şeyden önemlisi, herkes kendisini sever. Fakat sevgide sorun, yaratılıştan gelen sevginin sağlıklı düzeye çıkartılması. İnsan kişiliğini ezmeyen, öz saygısını kaybettirmeyen, onu toplumun saygın bir üyesi olarak hayata ve insanlığa katan bir sevgi anlayışını geliştirmek esastır. Bu sayede insan, kendini sevecek, çevresini sevecek, başka insanları sevecek, hayvanatı sevecek, bitkileri sevecek, vs. Sonuçta hayatın ancak bu bütün içinde anlam kazanan bir şey olduğunu öğrenecek. İnsana kendisini sevmenin sadece kendisi olarak gördüğü bir benliği sevmek demek olmadığını ve böyle gerçekleşemeyeceğini öğretmek gerekir. Yunus Emre ‘Yaratılanı sevdik yaratandan ötürü’ derken aslında yine insanın kendisini sevmesinden söz etmiştir. Ancak kendisini sevmenin bütün insanları sevmekten, insanları sevmenin ise neticede ve asıl itibarıyla Allah’ı sevmekten geçtiğini söylemektedir. Günümüzde unutulan husus budur. Allah’ı sevgimizin ve düşüncemizin ana konusu haline getirmedikten sonra, bütün insanlığı sığdıracak bir gönle sahip olmanın formülünü insanlık bulamadı.

Sevmenin kuralları var mı?

Sufilerin anlayışından meseleye bakarsak, konuyu daha rahat anlama imkânı buluruz: Onlara göre sevgi merkezden çevreye doğru yayılmıyor ve nihayetinde Allah sevgisine ulaşmıyorsa ortada bir sorun var demektir. Daha doğrusu ilk ibtidaî halindeki duygu sevgi zannediliyor demektir. Halbuki yaratılıştan gelen duygunun akıl süzgecinden geçirilerek, makul bir anlayışa yerleştirilmesi gerekir. Bu ise, sevginin sürekli olması, erdeme bağlı olması, ihya edici olması ve başkasına zarar vermemesi demektir.

Sevdiğimiz insan üzerine sonsuz haklara sahip miyiz?

Haklar meselesi başka bir konu. İnsanın haklarını ve yükümlülüklerini birlikte ele almak gerek. Hakları olmadan yükümlülüklere vurgu yapmak insanı aptallaştırır. Yükümlülükleri olmadan haklarından konuşmak ise onu asileştirir ve bayağılaştırır. Bu ikisini bir arada düşünmek, kaybettiğimiz en önemli değerimizdir. Sevgiyle ilgili hususta meseleye bakarsak, belki sevilene karşı yükümlülüklerden konuşmak gerekir. Çünkü sevmek bir iddia ve iddianın ispatlanması gerekir. Meselâ âyet-i kerime’de Yüce Allah “Allah’ı seviyorsanız, peygambere uyun” diye sevgiyi test eder. Çünkü Allah’ı sevmek bir iddiadır ve bunun ispatı peygambere uymak, yani ahlâka uygun bir hayat yaşamaktır. Tersi düşünülemez. Günümüzde burada da büyük sorun var. Herkes çok seviyor, ama sevginin göstergesi yok. Unutmamak gereken hususlardan birisi de, emanet duygusu. Herkes birbirine emanet olarak verilmiş ve bize ait her ne varsa, aslında emanet. Emanete hainlik etmemek lâzım.

Son dönemlerde herkesin kendini küçük bir ‘ilâh’ olarak gördüğü fikri yaygın, katılıyor musunuz?

Sorunu ‘son dönemlerde’ diye sınırlamak yanlış. İnsan yaratıldığı andan itibaren kendini öyle görür. Dinlerin temel hedefi de insana varlık içindeki yerini göstermek. İnsan bazen haddini aşıyor, bazen de kendisini büsbütün değersiz görüyor. Din insana “orta bir yer” —hayvandan aşağı olmak ile ‘Tanrı’ olmak sınırları arasında—tavsiye ediyor ve bu orta yerde durmanın sadece erdemle ve ahlâkla mümkün olabileceğini söylüyor. Orada durmak bir miras, bir ayrıcalık değil. İnsan ‘Tanrı’ olamaz ama ahlâklanabilir. İnsanın değeri de ahlâklanmaya bağlı. Fakat bir hususu unutmamak lâzım: İnsan ahlâksız olduğunda, onun alternatifi hayvan olmak değil, Kur’ân’ın ifadesiyle “hayvandan beter” olmaktır. Çünkü kendisine sunulan imkânları yok etmiştir. Bu bakımdan insanın kemali ve insan olmanın anlamı, dinin bize söylediği kadarıyla, Allah’ın ahlâkına sahip olmaya çalışmaktan geçer.

Hayatımızda, sizce yersiz ve anlamsız yere neleri tüketiyoruz?

Bence en anlamsız tükettiğimiz şey, zaman, sonra beden ve ruh sağlığımız. Meselâ çok öfkeliyiz. Bunun biraz genç bir toplum olmakla ilgisi var tabiî ki. Öfke aslında çok temel bir insanî özellik ve Allah’ın insana bir lütfu. İnsan yanlış bulduğu şeye karşı veya gerçekleştiremediği şey nedeniyle öfkelenir. Fakat öfke akıl tarafından dengelenmezse, tahripkâr ve kontrolsüz bir güce döner. İnsanlar pozitif anlamıyla daha “bencil” olmalı. Kendilerine zarar verecek yerlerden, kişilerden, düşüncelerden uzak durmalılar. Ömür kısa ve onu güzel işler için kullanmak lâzım. Zihnimizi ve gönlümüzü boş ve lüzumsuz işlerin, düşüncelerin, korkuların, hayallerin, beklentilerin cirit attığı bir yer haline getirmemek lâzım. Sonra kendimizi başka insanlar için bir yük, onlara zarar veren bir varlık haline getirmemek gerekir. Hz. Peygamber ‘İnsanların hayırlısı onlara fayda verendir’ buyurmuş. Bu hadisi düstur edinmek gerek. Unutmamak lâzım: Ahlâk, bize davranılmasını istediğimiz gibi başkasına davranmaktır.

Sokakta yürürken veya toplum içine çıktığınızda hangi tablolar sizi üzüyor? Fark edilmeyen fakat büyük anlamlar ifade eden üzücü kareler var mı?

İnsanların sürekli bir koşuşturma içinde somurtkan ve ilgisiz bir şekilde yaşamaları üzücü. Davranışlar ölçüsüz. İnsanlar bir çok davranışını bir şeyden kaçmak için yapıyor. Bir şey haz verdiği için, güzel olduğu için, yapılması gerektiği için yapılmazsa, insana kesinlikle bir şey katmaz. Meselâ pek çok davranışın gerekçesi “stres atmak.” Belki sorunların bir kısmı modern hayatın kendisinden kaynaklanıyor. Geleneksel değerlerimizi modern dünyaya nasıl tatbik edebileceğimizin formülünü bulmuş değiliz. Modern hayat da ahlâk ve insanlık değerleriyle barışık bir değer anlayışı geliştirebilmiş değil. Bu bakımdan bir sıkışma söz konusu. Meselâ Peygamber Efendimiz (asm) insanları rahatsız edecek bir halle toplum içine çıkmayı doğru bulmamış. Bunun için verdiği örnek ağır kokulu yemekler yemekle ilgili. Bu hadisin bir yorumu olarak şöyle diyebiliriz: İnsanlara yük olacak ve onların canını sıkacak, onlara negatif enerji verecek bir halet-i ruhiye ile topluma çıkmamak lâzım.

Bayram derken sorunlu alanlara girdik galiba... Biraz da güzel şeyler konuşalım isterseniz. Peygamber Efendimizin (asm) bayramları hakkında ne tür bilgiler var?

İslâm belki hiçbir dinle karşılaştırılmayacak ölçüde gerçekçi ve insan kabiliyetlerini dikkate alan bir din. Bu bakımdan ibadet var, emek var, yorulma var, sonucunda bayram var, neşelenme var vs. Hiçbiri ötekinin alternatifi görülmemiş, hepsi hayatın bir gerçeği kabul edilmiş. Her şey yeterli ve yerli yerince! Ne az ne fazla! Asr-ı Saadet, hüznün ve karamsarlığın hakim olduğu bir dönem değildi. İnsanlar peygamberin yanında eğleniyor, neşeleniyor, gülüyorlardı. Öte yandan, bayram cemaatin bir mutluluğu ortak paylaşması demek. Hz. Peygamber (asm) ‘Komşusu aç yatan bizden değildir’ der. Bunu bütün üzüntü ve sorunlar için düşünmek gerekir. Sevinçli insan üzülenin sevincini paylaşmalı, üzüntülü olan da sevinçlinin sevincine ortak olmalıdır.

Tasavvuf büyüklerimizin bayramla ilgili özel ifadeleri anlatımları var mı?

Bence sufiler için esas bayram, insanın tam bir insan olmasının verdiği mutlulukla gerçekleşir. Gerçekte de ancak bundan dolayı sevinilir. Çünkü bunun dışındaki her şey geçici. Bütün emeği ve gayreti kalıcı olan hususlara tahsis etmek gerekir. Belki Hacı Bektaş Veli’nin ‘İncinme, incinsen de incinme’ ilkesini her günü bayram gibi yaşamanın bir düsturu ve formülü olarak zikredebiliriz. Nice hayırlı ve mutlu bayramlara.

H. HÜSEYİN KEMAL

08.12.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (04.12.2008) - PKK, ABD VE İSRAİL’İN GİZLİ ORDUSU

  (03.12.2008) - Devlet önce kendi yanlışını düzeltmeli

  (01.12.2008) - KRİZ LOBİSİ, YALILARINI SATSIN, BORÇLARINI ÖDESİN!

  (24.11.2008) - ZAFERDEN SONRA YOLLAR AYRILDI

  (17.11.2008) - MUSTAFA KEMAL LOZAN’DA İNGİLİZLERE NE SÖZÜ VERDİ?

  (12.11.2008) - “AKP’ye karşı CHP’nin yanında olamayız”

  (11.11.2008) - Cemaatler sivil toplum yapılarıdır

  (10.11.2008) - Statüko, DP’yi “terbiye” edemez

  (09.11.2008) -

  (03.11.2008) - Eruygur’a ne oldu?

 
Ufo ısıtıcılar, infrared ısıtıcı, kumtel ısıtıcılar.
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır