"Gerçekten" haber verir 12 Kasım 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Röportaj

“AKP’ye karşı CHP’nin yanında olamayız”

2002 YILINDAN BU YANA TÜRKİYE’DE NE DEĞİŞTİ?

YENİ ASYA: Altı yıllık AKP iktidarı için değerlendirmeniz nedir?

SOYLU: 1950-60 arasında Türkiye’ye her açıdan 40 Türkiye ilâve edilmiştir. Kim ne söylerse söylesin. 1965-71 arası Türkiye’ye 25-30 Türkiye ilâve edilmiştir. 2002’den sonra Türkiye’de hangi değişim oldu? Altı yıldır AKP ne yaptı? Hastanelerde mi değişim oldu? Türkiye’de daha fazla insanın hastanelere gidebilmesi değildir mesele. Her bireyin GSMH’den daha fazla sağlık payı almasıdır. Bu alanda şimdi yapılanlar bizim projemizdi zaten. Bakımevlerinde, çocuk yetimhanelerinde mi bir değişiklik var?

Peki, 2002’de Kahramanmaraş meydanında ‘Başörtüsü bizim namusumuzdur’ diye haykıranlar nerede? Üniversitelerimizde bireysel hak ve özgürlüklerin sonuna kadar sorgulanmadığı, bırakınız tartışılmak, sorgulanmadığı bir özgürlükler ülkesi mi oldu Türkiye? Türkiye’de enerji açısından mı büyük bir gelişme oldu? Amerikan seçimlerinin en önemli süreci alternatif enerji kaynakları üzerindeki tartışmalardan yürümüştür. Dünyadaki, Avrupa ülkelerindeki en önemli tartışma ‘Ben kazanacağım, para vereceğim, Rusya bana karşı hoyratlık yapacak’ üzerinedir. 27 Avrupa ülkesindeki Başbakanın en önemli derdi bugün bu. Türkiye altı yıldır bir enerji yatırımı yaptı mı?

Türkiye bir maddî-manevî zenginlikler coğrafyası. Bu manevî coğrafyada ışık bekleyen milyonlarca insana ışık verebilecek bir anlayışı mı ortaya koydu? ‘Kıbrıs’ta çözümsüzlük çözüm değildir’ dedik. Çözebildik mi altı yıldan beri? 600 yıl egemen olduğumuz, kardeşçe yaşadığımız bir coğrafyada, Irak’ta bir milyon insan öldü. Bir milyon insan mecburî göçe tâbi tutuldu. Bir milyon insan da kayıp. Utansın Türk siyaseti. Türk siyasetçileri Obama kadar cesaretli değil. Onun o savaşı tanımladığı biçimde tanımlayacak kadar cesaretli değil.

Türkiye son altı yıldır hangi zihniyet devrimini gerçekleştirdi? Hâlâ çocuk ölümlerindeki yüksek oranla karşı karşıyayız. Hâlâ taşımalı eğitim rezaletleriyle karşı karşıyayız. Hâlâ tarım dünyadaki en geri yöntemlerle yapılıyor. Bu kadar iletişimin olduğu, her türlü teknolojinin bulunduğu bir dünyada teknolojiden yararlanılamıyor. Türkiye’nin bilim adamları, entelektüelleri ülkenin 20 yılını, 30 yılını, bu coğrafyanın 50 yılını planlayabilme şansına mı sahip oldu? TÜBİTAK’ın yanına dört tane TÜBİTAK mı eklediniz? Dünyanın yaşadığı bu değişimlere karşı Türkiye’de hangi zihniyet devrimini yaşadık? İnanç özgürlüklerinde altı yıl öncesinden ileride miyiz, geride miyiz? Bütün bu söylediklerimde Türkiye daha ileriye mi gitti? Herkesin sıfatlandırıldığı, yaftalandığı bir dönemle mi karşı karşıya kaldık?

TÜRKİYE JEOPOLİTİK

BİR DEV, SİYASî BİR CÜCE

Kim ne söylerse söylesin, Türkiye jeopolitik bir dev, siyasî bir cüce. Biz siyasette bir dev olmalıyız. Cüce olmamalıyız. Neden bu dünya böyle bir dünya. Bütün dünya biliyor ki, Rönesans’tan itibaren Batı bir merkez oldu. Şimdi bu merkez Doğu’ya kayıyor. Önümüzdeki 25 yıl içinde Çin, Hindistan ve Rusya ekonomik büyüklük açısından Amerika’dan, Avrupa Birliği’nden güçlü hale geliyor. Türkiye buna karşı hangi tedbirleri almaya çalışıyor? Rusya-Gürcistan-Osetya ve Abhazya arasında problem çıktı. Ertesi gün Başbakan oradaydı. Konuşmalar yaptı. Rol kapmaya çalıştı. Ama biz hangi kutbun, hangi anlayışın safında yer alıp onu temsil ediyoruz? Onun bile farkında değildi. Türkiye bin yıllık tarihi, coğrafyası açısından hangi konumu almalıdır, onun da farkında değildir. Bugün Türkiye’yi yönetenler bunların hiçbirinin farkında değil. Akıl karışıklığı yaşamaktadırlar. İç kavgalarındaki kısır döngüye Türkiye’nin geleceğini mahkûm ederek siyaset yapmaya çalışıyorlar. AKP’nin Türkiye’ye getirmiş olduğu en büyük kötülüklerden biridir bu.

Ben vicdansız, acımasız bir adam değilim. Bir bilânço var: Yapabildikleri ve yapamadıkları. Kaybettirdikleri. Küresel ekonomik krizi doğru okuyamayan bir Türkiye var. Güney Kore’den Portekiz’e kadar bütün ülkeler küresel ekonomik kriz konusunda hem işin finans boyutuyla, yani malî piyasalarla, hem de reel sektörle ilgili çok ciddî tedbirler almakta, rekabet güçlerini azaltacak bütün unsurlara kafa tutmakta olmalarına rağmen benim ülkemde bu konuda sadece verginin 18 aya bölünmesi, bir de dışarıdaki kara paranın Türkiye’ye nasıl getirileceği dışında başka üçüncü bir çözüm teklifi yok. Gerisi sadece “cek, cak”tır.

Son 10 aydır Türkiye’yi adım adım dolaşıyorum. Benim kadar Türkiye’yi dolaşan yok. Türkiye’yi gözleyen bir adam yok. Bu hükümetin bu ülkeye yaptığı kötülüğü gördüm. Biz bugünümüzü iyi kullanamıyoruz. Bugünümüzü iyi yönetemiyoruz.

Her tarafı zenginliklerle dolu böyle başka bir coğrafya dünyanın neresinde var? Bir tarafta Mevlânâ’sı, bir tarafta Hoca Ahmet Yesevî’si, bir tarafta İdris-i Bitlisî’si, bir tarafta Hacı Bektaş-ı Veli’si, bir tarafta Yunus’u var. Türkiye’nin her köşesinde, her tarafında sadece maddî zenginlikler değil, manevî değerler, kendine has zenginlikler var.

ZENGİNLİKLERİMİZİ

FIRSATA ÇEVİRMELİYİZ

Maddî zenginlikler açısından iki önemli eksen güvenlik konsepti olarak gelişmektedir. Bir tanesi gıdadır. Öbürü de enerjidir. Biz tam bunun göbeğinde ve merkezindeyiz. Biz dünyadaki küresel ekonomik krizde, önümüze fırsatlar penceresi açan bu iki ekseni fırsata döndürmeliyiz. Çünkü dünyada bir küresel ısınma vardır. Mevsim değişiklikleri vardır. Bu dünyada bütün ülkeleri korkutan, ürküten, hatta yer değiştirmelere, büyük göçlere sebebiyet verebilecek, büyük üretim kanallarını engelleyecek, yeni üretim kanallarını tetikleyecek en önemli unsurdur.

Enerji maliyetleri, taşıma maliyetleri dünyanın önemli meselesidir. Biz bunların tam göbeğindeyiz. En önemli enerji yataklarından, en önemli enerji havzalarından dünyanın talep ettiği enerjiyi taşıyabilecek en önemli enerji koridoruyuz. Nereden geçerse geçsin, en güvenli ülke biziz. Bu ülkenin adı Türkiye’dir. Sadece bunun daha iyi yönetilmesi gerektiğini anlatmaya çalışıyorum.

Bu kadar zenginlikleri olan Türkiye bundan 20 sene öncesinin Türkiyesi değil. Türkiye insan kaynağı açısından 20 yıl öncesinin en az 30-40 katı daha ilerisindedir. İnsanlarımızı daha iyi yetiştirmeliyiz. En önemli zenginliklerimizden biri de budur. Milletin kafasına kazınsın diye her yerde söylüyorum. Nüfusumuzun yüzde 62’si 35 yaşın altındadır. Yaş ortalaması 28 olan bir nüfusumuz var. Avrupa’ya siz bu imkânı verin, inanın her gece en az 3 saat daha rahat uyku uyur Avrupa’yı yönetenler.

Böyle zenginliklerin içerisinde bir ülkede yaşıyoruz. Ama bunu yönetmeliyiz: Plânlamalıyız. Koordine etmeliyiz. Koordine ettikten sonra dünyadaki bütün ülkelerle ilişkilerini geliştir. Dünyadaki bütün ülkelerin varlık ve zenginliklerini kendi ülkene taşı. Baş aktör sen olursun. Yöneten sen olursun. İzleyen değil.

Türkiye’nin son altı yılında en çok itiraz ettiğim noktalardan biridir. Tek başına iktidar Türkiye için bir fırsattı. Onun yanına bir fırsat daha döndü. Son yüz yılın en verimli ekonomik iklimi tüm dünyada 2001-2006 yılları arasında oldu. Dünyadaki birçok devlet zenginlikten âbâd oldu. Rusya dediğiniz ülke IMF’den kurtuldu. Ondan sonra çift kutuplu dünyanın tekrar bir unsuru haline gelmeye çalıştı. Yeni yeni ülkeler çıktı. Bütün etrafımızdaki gelişmekte olan ülkeler nereye bakarsanız bakın büyüdü, zenginleşti. Endonezya, Arjantin nereye bakarsanız bakın bütün ülkeler. Biz bu fırsatı da heba ettik.

HÜKÜMET AB ÜYELİĞİNDE SAMİMİ DEĞİL

YENİ ASYA: Bir de AB üyeliği hedefinde dile getirilen reformlar yapılarak Türkiye’nin AB’ye hazır olması gerekiyordu. Bu da yapılamadı. Bunda da fırsat kaçtı.

SOYLU: Türkiye gelişmiş ülkelerin tarzlarını kendine örnek almalıdır. Bunu söylerken bir kopyacılıktan filan bahsediyor değilim. Yalın olmalıyız. Siyasetçi de yalın olmalı. Sen hükümet olarak Dışişleri Bakanı ile AB Başmüzakerecisini aynı kimlikte buluşturursan, adamlar senin samimî olmadığını anlarlar. Ve anladılar da. “Sen samimî değilsin” diyorlar. Çünkü AB Başmüzakerecisi farklı bir makam. Başlı başına bir iş. Sabahtan akşama kadar orada lobi yapacaksınız. Bu bir uyum süreci. Müzakere süreci. Bu bir teslimiyet süreci değil. Yani kendi ülkenizin gerçekleriyle AB’nin talep ettiği realiteyi uyumlaştırma süreci. Bu bir karşılıklı ikna sürecidir. Bizimkisi bir teslimiyet veya topyekûn reddetme sürecine dönmüştür. İkisi de yanlıştır.

Biz oradaki imkânlardan yararlanmalıyız. 9.5 milyar euro Fransa’da Sarkozy’nin AB’den elde ettiği tarım desteklemesinin miktarıdır. Hırvatistan bizimle beraber başlamış müzakere sürecine ve süreci götürmüş. Biz bu ülkenin çok arkasından hiçbir şey yapamamanın ezikliğiyle bakıyoruz.

YENİ BİR DÜNYA DÜZENİ

KURULACAK, FIRSAT KAÇMASIN

Bunların tamamı bir zihniyet değişikliği meselesidir. Türkiye’nin bir zihniyet devrimine ihtiyacı vardır. Bu fırsatı kaçırmışız, ama yeni bir fırsat gelmektedir. Türkiye ne olur bu fırsatı değerlendirsin. Ben bunu ülkem için söylüyorum. Yeni gelen fırsat şu: Yeni bir dünya düzeni kurulacak. Son küresel ekonomik kriz dünya siyasetini, ülkeler siyasetini yönetmeye çalışan şımarık, paradan para kazanmayı kendilerince en büyük önemli güç olarak addeden küresel sermaye diyebileceğimiz, bizim “sıcak paracılar” diye adlandıracağımız, özellikle gelişmekte olan ülkelerin canına okuyan ve dünyanın efendileri olarak dünyayı yönetmeye talip olan insanların sırtlarını yere getirmiştir. Bu kriz Türkiye ve bütün gelişmekte olan ülkeler için yeni bir fırsattır. Bu yeni bir dünya düzeni demektir. Bunu herkes böyle anlamalıdır. Türkiye, bu yeni dünya düzeninde aynen Birinci Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi, aynen İkinci Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi, aynen uzay çağının başlangıcındaki dönem sonrası gibi, aynen soğuk savaş dönemi sonrasındaki gibi yerini almalıdır. Şunu herkes kabul etsin. Biz 21. yüz yıla iyi hazırlanamadık. Türkiye, 21. yüz yıla istediğimiz düzeyde hazır bir ülke olarak giremedi.

DP TÜRKİYE’NİN YENİ

KAHRAMANI OLMALI

YENİ ASYA: Çünkü 28 Şubat’a yakalandık...

SOYLU: Evet, çok doğru. Ama Demokrat Parti 21. yüzyılın yeni dünya düzenini en iyi şekilde algılayabilecek, Türkiye’yi yeni fırsatlara göre hazırlayabilecek vizyona ve birikime sahiptir. Bunu rutin, statik bir biçimde değil, hem dinamik, hem değişimci, hem üretken, hem iletişime dayalı biçimde sağlayabilecek bir siyasî partidir. DP yeniden millet kahramanı olmak zorundadır. Buna hangi kahramanın ismini verirsek verelim, yeniden millet kahramanı olmak zorundadır. Ve milletin bugün yeniden bir kahramana ihtiyacı vardır. Bunu lider olarak söylüyor değilim. Düşünce olarak söylüyorum. Anlayış olarak söylüyorum. Zihniyet olarak söylüyorum. Bu DP’nin kendisidir. Türkiye korku istasyonlarının, paranoyalara yönelik korkuların esareti altındadır. Bu da patolojik bir durumdur. Türkiye buradan çıkmalıdır.

YENİ ASYA: Nasıl çıkacak? DP nasıl bir çıkış öngörüyor?

SOYLU: Ankara siyaseti farklı. Bizler İstanbul’da reeli yaşayan, en ufak bir bakıştan etkilenen insanlarız. Yani reel hayatın içerisindeyiz. Öyle bürokratik bir halimiz yok. Başta da uzun uzun anlattım. Demokrat misyon uzun süredir çok tahrip edildi. Özellikle 1990 sonrası iktidara gelişimizden itibaren bu tahrip süreci başladı.

Partimizi tekrar köklerine döndürmek, kendisini bulmasını sağlamak için çalışıyoruz. 800’ün üzerinde il ve ilçe kongresi gerçekleştirdik. En son partimizin kurucularıyla bir toplantı yaptık. 100’ün üzerinde eski milletvekili geldi. O eski milletvekillerimizle konuştum. Bunların arasında çok ciddî insanlar vardı. Meselâ Gıyasettin Karaca var, Erzurum milletvekili. Yıllarca bakanlık yapmış bir milletvekilimiz. Ezan-ı Muhammedî’nin Türkçeden Arapçaya, aslî şekline çevrilmesindeki ortamı anlattı toplantıda: “Ezan ‘Allahü ekber, Allahü ekber’ diye okunduğu anda bütün insanlar bulundukları yerlere secde etti. Secde ettikleri yerler belki taştı, belki sokaktı. Belki başka birşeydi.” demesi hepimizi duygulandırdı.

Bizim böyle milletvekillerimiz var. Olacak. Toplantımızda kimileri dedi ki: “Böyle alanlara yaklaşmayalım.” Başkaları çıktı; “Hayır” dedi. “Siz Türkiye’de ‘Kahrolsun Şeriat’ diye bağıramazsınız. Şeriat Kur’ândır. Biz sağ bir partiyiz. Merkez bir partiyiz. Demokrat bir partiyiz. Muhafazakâr bir partiyiz. Bu meseleye CHP gibi bakamayız.” Başkaları çıktı, daha farklı birşeyler söyledi. Normaldir. Biz bir kitle partisiyiz. Demek ki bu farklı düşünceler olacak. Buradan makul fikirler çıkacak. Tahammül çıkacak, mutabakat çıkacak, hoşgörü ve tolerans çıkacak. Demokrat Parti’nin en önemli özelliğidir bu. Senelerdir böyle gelmiş. Partimiz çok farklı fikirlere sahip insanları demokrasi ve hukuk devleti anlayışı, kalkınma, sanayileşme, büyük Türkiye ideali etrafında bir araya getirmiştir.

Söylediklerimizin toplumda karşılıkları öyle ya da böyle var. Ama bir taraftan kitle iletişim araçlarının bize karşı mesafeli duruşu, bir taraftan da iktidara alışmış partililerimizin sabırsızlıkları var. Ama yıllardır süren tahribatı birkaç ayda düzeltmek mümkün değildir. DP sadece 22 Temmuz seçimleri öncesinde yapılan hatalar yüzünden yüzde beş buçuklara düşmedi. Uzun süredir yapılan hataların neticesidir bu sonuç. Biz uzun süreli, ama kalıcı ve Demokrat Parti’yi önümüzdeki 50 yılda Türk siyasetinde en önemli aktör haline getirecek çok ciddî çalışmaların içindeyiz..

CHP MİLLETTEN

ÖZÜR DİLEMELİ

YENİ ASYA: Siyaseti CHP-AKP eksenine hapsetmeye çalışan anlayış için ne diyorsunuz?

SOYLU: Türkiye’de AKP karşısında CHP merkezli bir blok oluşturmaya çalışanlar var. Böyle bir anlayışa sonuna kadar karşıyız. Bizim bakışımıza göre eğer AKP tehlikeliyse, CHP ondan daha tehlikeli. Aslında benim 10 aydır yaptığım mücadelenin temelinde bu var. Milletin değerleriyle kavgalı, 27 Mayıs 1960 darbesinin tahrikçisi ve Türkiye’deki her türlü antidemokratik oluşumun destekçisi olan bir CHP’yle bizim ne işimiz olabilir? Biz Demokrat Parti olarak CHP’nin tek parti zihniyetiyle mücadele ederek gelmişiz. CHP bizim savunduğumuz değerlerin karşısında olan bir parti. Demokrat Parti CHP’nin antitezidir. Tek parti icraatları ve 27 Mayıs darbesindeki kışkırtıcı rolünden dolayı bu milletten özür dilemedikçe, hatasını kabul etmedikçe CHP’yle bir asgarî müşterekte buluşmamız mümkün değildir.

Ama maalesef, son dönem bu hassasiyet kaybolmuş. Meselâ bu partide görev yapmış bazı eski milletvekilleri, bakanlar CHP zihniyetindeki bazı oluşumlarla irtibat halinde. Tamam, kişisel dostluk, arkadaşlık olabilir. Ama bu insanların adının bu tarz siyasî oluşumların içinde zikredilmesi Demokrat Parti Genel Başkanı olarak bana sıkıntı veriyor. Bu tarz davranışları tasvip etmemiz mümkün değil. İnsanlar her şeyden önce ilkeli olmalıdır. Parti olarak en temel ilkemiz de millî iradeye saygı ve demokratik değerlere bağlılıktır.

Ben bu konuda zorlanmıyorum. Çünkü Demokrat Parti geleneğinden aldığım terbiye ve eğitim, sahip olduğum fikirler demokrat bir felsefenin tezahürü. İlkeleri, kodları belli. Konjonktüre göre de değişmiyor.

YENİ ASYA: Son günlerde tırmanan AKP-DTP gerginliği için ne diyorsunuz?

SOYLU: Deniyorsa ki, “10 bin poşulu genç özgürlüğünü istiyor.” Eğer bu gençler demokrasi istiyorsa, iş istiyorsa, daha fazla ekonomik kalkınma istiyorsa bunlar verilmeli. Ama bunlar Apo’ya payandalık yapıyorsa, Türkiye’nin bölünmesi için mücadele ediyorsa bunu kabul etmek mümkün müdür? Buna hepimiz karşı çıkarız. Bir ülkenin Başbakanına “Hakkâri’ye gidemez, Tunceli’ye gidemez” demeye kimin hakkı var? Buna kim cür’et edebilir. Siz kimsiniz? Bu benim başbakanım, hepimizin başbakanıdır. Bunu böyle söyleyebilme hakkını nereden buluyorsun? Sen buraya nasıl geliyorsan, ben Bilecik’e, Kütahya’ya nasıl gidiyorsam oraya da öyle giderim. Peki, problem nerede? Hükümeti nerede eleştiririm? “Olayı neden bu duruma getirdin?” diye eleştiririm.

HUKUKUN DIŞINA

ÇIKANLAR SAVUNULAMAZ

YENİ ASYA: Derin devlet, Ergenekon, Susurluk tartışmalarına bakışınız nedir?

SOYLU: Devletlerin dünyanın her tarafında kendisine göre refleksleri vardır. Ama bunlar hukukun içerisinde olmalıdır. Meselâ Türkiye tarafından 1950’den sonra Kıbrıs’ta Türk Mukavemet Teşkilâtı kurulmuştur. Oradaki insanlarımızın haklarını savunmak için. Hiçbir olumsuzluğu çıkmamıştır. Daha sonra 1959–1960 Londra ve Zürih Anlaşmalarıyla İngiltere’nin kursağından Kıbrıs çekilip alınmıştır. Gene o dönemde Cezayir’in bağımsızlığı için Menderes Fas Kralı üzerinden silâh göndermiştir. Birleşmiş Milletler’de belki ülke olarak çekimser kalmışız, ama Cezayir’in bağımsızlığına başka yollardan destek olmuşuz. Devlet dediğiniz böyle birşey. Ama bugün Ergenekon için ne söylenebilirse Susurluk için de aynısını söylemek lâzımdır. Hukukun dışına çıkan yapılar savunulamaz.

12.11.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (11.11.2008) - Cemaatler sivil toplum yapılarıdır

  (10.11.2008) - Statüko, DP’yi “terbiye” edemez

  (03.11.2008) - Eruygur’a ne oldu?

  (02.11.2008) - Karikatür, yasakçının korkulu rüyasıdır

  (31.10.2008) - Başarılı temsilcimize ödül

  (22.10.2008) - Artık, internetsiz bir dünya yok

  (20.10.2008) - Ekonomide Bediüzzaman’ın tesbitlerini yaşıyoruz

  (17.10.2008) - HATALARIN ÜZERİ ÖRTÜLMEMELİ

  (13.10.2008) - REFORMLAR ZATEN DURDURULMUŞTU

  (09.10.2008) - OHAL ZATEN KÂGIT ÜZERİNDE KALKTI

 
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır