"Gerçekten" haber verir 11 Ocak 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

Brüksel’den Ergenekon’a Tuncer Kılınç Paşa!

Ergenekon soruşturmasında MGK eski Genel Sekreteri Tuncer Kılınç da gözaltına alınınca, Paşa’nın 5 yıl önce Brüksel’de yaptığı konuşmayı hatırladım.

Zira, 15 Nisan 2003’te Paşa’nın Türk büyükelçiliğinde farklı ideolojik görüşlerden dernek temsilcilerine yaptığı konuşma, Ergenekon’la ilişkilendirilen isimlerin kafa yapısına dair önemli ipuçları veriyordu.

Paşa’nın değinmediği konu yoktu. Dilden dine, AB’den mezhep tartışmalarına pek çok konuda görüşlerini açıkladı. “İslam’da hacı hoca yoktur” diyen Kılınç, Aleviliğin de yanlış olduğunu söylüyordu. Hızını alamayan Paşa, konuşmasında gurbetçilere de çattı: “Dünyanın hiçbir yerinde rastlamadığım bağnazlığı, Brüksel’de Schaerbeek semtinde gördüm. Dünyada bayanların, pantolon üzerine etek giydiği tek yer burası. Bu tür giyim şekli Anadolu’da bile yoktur.”

Ortam bir anda gerildi. Söz alan bir dernek temsilcisi, “Beyefendi, 32 senedir Schaerbeek’te yaşıyorum. Tek Türk kadınının böyle giyindiğini görmedim.” diyerek tepkisini gösterdi. Bu, demokrat birey ile jakoben zihniyetin karşı karşıya geldiği noktaydı. Ve belli ki Paşa, Avrupa’nın göbeğinde konuştuğunu unutmuştu. Karşısındaki insanlar, yıllardır inançlarını özgürce yaşıyordu. Temsil ettiği makamın da verdiği güçle, hiç beklemediği bu tepki karşısında Kılınç, yumruğunu sert bir şekilde masaya vurarak, “Susun yobazlar, bağnazlar. Aymazlar, susun.” diye bağırmaya başladı. Aslında bu tavır, ülkemizde yıllardır demokrasi talep eden, düşünce ve inançlarına saygı isteyen insanlara, belli odakların darbeler, entrikalar ve faili meçhullerle verdiği cevabın bir modeliydi. Onların bir ideolojisi vardı ve buna karşı çıkanlar, hain, yobaz ve bağnazdı. Etkisiz hale getirilmeleri için her yol mubahtı. Bu oyun, 27 Mayıs darbesiyle başlamış; 28 Şubat Süreci ile, Ayışığı, Sarıkız, Yakamoz darbe girişimleriyle ve 27 Nisan gece yarısı bildirisiyle sürüyordu.

Genelde her darbeden sonra topluma ölüm sessizliği çökerdi. Ama Paşa’nın ağır hakaretleri karşısında bu olmadı. Salonun orta sıralarında oturan bir öğretmenin ayağa kalkarak söylediği sözler, sadece şartların değiştiğinin değil, bunca yıldır çevrilen entrikaların hesabının sorulacağının da habercisi gibiydi: “Beyefendi, burayı kışla, bizi de erat mı sandınız? Ne demek sus, ne demek yobazlar! Ne demek bağnazlar! Ben liseyi Türkiye’de bitiren, üniversiteyi Belçika’da okuyan İslam komisyonunda görevli, 18 Mayıs seçimlerinde milletvekili adayı bir şahıs olarak sizin bu konuşmalarınızı şiddetle kınıyor, size yakıştıramıyorum.”

Salonu terk etmek isteyen Kılınç, zorla yatıştırıldı ve bu zihniyetin topluma ve değerlerine bakışını gösteren görüşlerini açıklamayı sürdürdü. Şöyle diyordu Kılınç: “AB’ye gireceğimize dair ümidim yok. İstanbul’un fethinden beri Avrupa bize düşman olarak bakmıştır. PKK, AB’nin gerçekleştirdiği bir örgüttür. AB Türkiye’deki terör örgütlerini gizli ve açık olarak desteklemiştir. AB, Türkiye’nin yeniden palazlanıp Osmanlı gibi olma korkusunu yaşamakta.”

“Yurtdışındaki insanımız bizden imam ve öğretmen istiyor. Bu iki esas evde öğrenilir. İslam’da hacı-hoca yoktur. Bunlar yanlış şeylerdir.”

“Tarikat yol demektir. Ayrı yollara gitmek demektir. Dini sömürmektir. Tarikat sapma demektir. İslam’ı bölmek demektir.”

“Anadolu kadını, rüzgârdan, yağmurdan korunmak için başını örtmüştür. Başörtüsünün dinle alakası yoktur. Havalar soğuyunca da Anadolu kadını başına şal almıştır. Olmuştur şallı başörtü.”

Türkiye’deki dindarlardan pek hazzetmediği halde, ne hikmetse İran elçiliğinde sık sık görülen Paşa, görevden ayrıldıktan sonra da susmadı. Sahte dolar basmaktan İran ve Rusya ile ittifak kurmaya ilginç önerileriyle hep gündemde oldu. Bugünlerde adı demokrasiye komplo kurmakla suçlanan Ergenekon ile anılan Paşa’nın, son açıklamalarından birinde, demokrasinin Türkiye için lüks olduğunu söylemesi manidar değil mi? Şimdilik susma hakkını kullanan Kılınç’ın, Ergenekon’da rolü olup olmadığını yargı belirleyecek. Ama son gözaltıları şaşkınlıkla karşılayanların, bu isimlerin geçmişte rol aldığı hadiselere ve yaptığı konuşmalara tekrar bakmasında yarar var.

Zaman, 10.1.2009

Abdülhamit Bilici

11.01.2009


Susurlukçuları feda ederek Ergenekon’dan kurtulmak mümkün mü?

Bir de Sivas’ta yakalanan ve tetikçi oldukları, suikast hazırlığında olduğu söylenen “ülkücü” kökenli bir grup var.

Bu grubun yanında, şimdi firari olan bir muvazzaf yarbayın evinde ve Özel Harekâtçı İbrahim Şahin’in evinin yanından silah, bomba ve cephaneler ele geçirilmiş durumda. Sadece bu silahlara bakmak bile Ergenekon davasının ciddiyetini anlamaya yetecektir. Ayrıca özellikle İbrahim Şahin’in evinde bulunan krokiyle ele geçirilen silahlar, Ergenekon davasına Susurluk’u da içine alacak yeni bir kapı aralayacaktır. Bu durumda Şahin’in yanında dönemin diğer yetkili bürokrat ve siyasetçileri de Şahin’le beraber yargılanabilirler.

Bilhassa İbrahim Şahin’in evinde ve krokisini çizdiği ormanlık alanda bulunan silahlar, davaya yeni bir yön verebilir. Bu gelişmenin Ergenekon’u Susurluk’a götüren “mecburî istikamet” olmasından şimdiden endişe edenlere hak vermek gerekiyor. Çünkü Ergenekon’u, başından itibaren Susurluk’la sınırlandırmak isteyen bir çevre var. Bu çevre, Susurluk dışına taşan her operasyona muhalif hava takındı. Bu ortam, Ergenekon örgütünü de “Susurlukçuları” feda ederek, kamuoyu ve hukuk baskısından kurtulmak şeklinde bir pazarlık anlayışına götürdü. AK Parti hükümetini ve mahkemeyi de bu pazarlığa icbar ederek, örgütü ve kendilerini kurtaracağını düşünen Ergenekon üst yönetimi “Susurlukçuların” üzerini çizdi. Şimdi gelinen bu noktada, Susurlukçular elbette artık dava sürecinin bir parçasıdırlar. Ancak Ergenekon’un Susurlukçulardan veya hatta 28 Şubatçılardan ibaret olmadığı açıktır. Bu itibarla Susurlukçuların dava sürecine dahil edilmeleri, davanın burada kesilmesi veya yönünün değiştirilmesine yol açmamalıdır. Tam aksine, Ergenekon’da Susurluk’u görmek isteyenlere, Susurluk’la beraber ötesini göstermek imkânı da şimdi ortaya çıkmıştır.

(...)

Bu kadar dalgaya rağmen, hâlâ iradesi kırılamayan örgütten Susurlukçuların tasfiyesiyle kurtulmak mümkün değildir. Şimdi yeni dalgalarla örgütün dışarıda kalan kısmının, iradesinin tamamen kırılması gerekiyor. Her yeni dalga, içerideki Ergenekoncuların direncini kırıyor. Mahkemeye intikal eden kavgalar, birbirlerine yönelik şüphe ve ithamlar çözülmenin başladığını gösteriyor.

Zaman, 10.1.2009

Dr. İrfan Yıldırım

11.01.2009


Şahin’in silâhları ve darbe planları

İbrahim Şahin’in adı Ergenekon davasıyla birleştirilen Danıştay Baskını olayında, emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin ile haberleşmesi çerçevesinde geçiyor.

Emekli Tuğgeneral Veli Küçük ile birlikte Susurluk davası ile Ergenekon davasını bağlayan isimlerden biri de İbrahim Şahin mi oluyor bu durumda. Bir de dün yine polis kaynaklı olarak verilen ‘silahlar 7 Temmuz 2004 tarihli gazeteye sarılıydı’ bilgisi var. 2004 önemli bir yıl. Emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’e atfedilen günlüklerle öğrendiğimiz Ayışığı ve Sarıkız kodlu ve Genelkurmay’ın engellediği darbe planlamalarının kaynatıldığı 2003-2004 döneminin bir anlamda son günleri o tarih. Ağustos 2004 Yüksek Askeri Şurası o dönemin büyük aktörlerini emekli etmiş, onlar da dışarıdan ‘istikrarsızlaştırma’ faaliyeti sürdürmüşlerdi bir senaryoya göre. Şahin’in 2003-2004’de sonuçsuz kalan girişimlerle bir bağı var mıydı?

Radikal, 10.1.2009

Murat Yetkin

11.01.2009


Demokrasi ve AB ipine sarılmak!

Ergenekon’da son dalga ilginç kabarıyor. Özel Harekatçılar’ın eski şefinin evinde bulunan krokiye göre, Gölbaşı’nda yapılan aramalarda cephanelik ele geçirildi.

Bombalar, patlayıcı maddeler, lav silahları, mermi... Halen aranmakta olan muvazzaf bir yarbayın Sapanca’daki evinde de çok sayıda bomba, patlayıcı madde, silah bulundu.

Nedir bütün bunlar?..

Ne için?..

Cumhuriyet gazetesine atılan bombaları anımsayın. Ümraniye’de, Ergenekon sanıklarıyla ilintili bir emekli asker kişinin evinde çıkmamış mıydı? Cumhuriyet’e bombaları atan kişi, eline tabancayı alıp kanlı Danıştay baskınını ne diye gerçekleştirmişti? Cumhuriyet’e bombayı atan ve Danıştay cinayetini işleyen o katilin, ‘Şeriatçılığı’ndan artık söz edilmiyor ama şu soru gündemdeki yerini koruyor: Ergenekon’un önde gelen sanıklarıyla ilişkisi neydi?

Ve bu çerçevede Yargıtay, Danıştay ve Ergenekon davalarının birleştirilmesini mümkün kılan bir karar vermedi mi?

Bunları da düşünün lütfen.

Biraz kafanızı yorun.

Büyük resmi görmeye çalıştığınız vakit mesele daha basitleşiyor. Ama aynı ölçüde tüyler ürpertici bir hal alıyor.

Çünkü, Türkiye bütün bu bombalarla, silahlarla, patlayıcı maddelerle bir ‘darbe ortamı’na sürüklenmek isteniyordu.

Bombalar patlayacak.

Suikastlar yapılacak.

Siyasi cinayetler işlenecek.

Ve “Türkiye bölünüyor, irtica geliyor!” gürültüsüyle asker kışkırtılacak, darbe yolu açılacaktı.

Kanlı oyun buydu.

Laik cumhuriyet ayağına demokrasiye son vermek yani...

AKP’nin 2002 sonunda seçimleri kazanıp hükümet olmasıyla birlikte düğmeye basıldı. Asker içindeki 2003-2004 yılllarındaki darbe tertipleri böyle bir çerçeve içinde yer alıyordu.

Altında, halen Ergenekon sanıkları arasında yer alan eski Jandarma Genel Komutanı emekli Orgeneral Şener Eruygur’un imzasının bulunduğu SARIKIZ ve AYIŞIĞI isimli darbe planları hikaye değil, gerçekti.

Bu hep böyledir.

Hiç değişmez.

Yukarıda planlar yapılır. ‘Mıntıka temizliği’nin genel ilkeleri saptanır. Anayasal ve yasal taslaklar hazırlanır.

Bu arada bazı ‘sivil’ler de çalışır.

Hukukçu, profesör, işadamı, gazeteci ve yazarlardan oluşan bir takım olarak, darbe tertiplerine hizmet arz ederler.

Kamuoyunun oluşturulmasında görev yapar, ‘beyin takımı’ olarak çalışırlar.

Bu takımda yer alan kimileri bilir ne yaptığını, kimileri de oportünisttir, güce tapar. ‘Aşağıda’ ne olup bittiğini bu takım fazla bilmez.

Bu darbe tertiplerinin ‘aşağıda’ki ‘operasyonel’ boyutu hayatidir. Bombasıyla, dinamitiyle, tabancasıyla, dezenformasyonuyla çalışır bu mekanizma...

Ben yaşadım bütün bunları.

12 Mart darbesi öncesinde...

Orduyu darbeye kışkırtırken...

Ve bunun kitabını yazdım.

Özeleştirimi de olanca açıklığıyla yaptım, ‘Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım’ adını taşıyan kitabımda...

Onun içindir ki, Ergenekon’un ciddiye alınması gerektiğini düşünüyorum baştan beri. Hukukun bu ülkede ‘hukuk üstü’ sanılan bazı yerlere dokunmaya başlaması çok önemli bir olay. Yoksa ‘darbe yolu’ açmak için bu ülke suikastlarla, siyasi cinayetlerle, bombalarla altüst edilecekti.

Gölbaşı’nda, Sapanca’da, Ümraniye’de ortaya çıkan cephanelikleri bu çerçeve içinde anlamaya çalışın. Tamam, Ergenekon soruşturmasında, yargılamasında yaşanan bazı hukuksuzlukları, ölçüsüzlükleri eleştirelim, adil yargı için bastıralım.

Ama sapla saman karışmasın.

Öyle saf olmayın.

Naiflik kaldırmıyor bu ülke.

Kaç darbe yaşadık, kaç darbe girişimi yaşadık. Yirmi bine yakın ‘faili meçhul cinayet’e sahne olmadı mı bu topraklar?

O zaman?..

Son sözüm hükümete, Erdoğan’a:

Eğer demokrasi konusunu, eğer hukuk devleti konusunu, eğer laiklik konusunu gerçekten ciddiye alıyorsanız, o zaman hiç vakit geçirmeden Avrupa Birliği ipine sıkı sıkıya sarılın.

Tıpkı 2003’de, 2004’de olduğu gibi...

Yoksa siz de ham olursunuz!

Milliyet, 10.1.2009

Hasan Cemal

11.01.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır