"Gerçekten" haber verir 26 Şubat 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Görüş

Kırk bin kere maşaallah!

(Nurcuların dünyadaki tek gazetesine!)

Anadolu insanının; meşhur ve ma’ruf, bilinen duâsıyla tebrik ediyorum Yeni Asya’mızın kırkıncı şeref yıl dönümünü!

Kırk yıl, dile kolay… Bir insan ömrü… Yarım asra yakın bir zaman dilimi…

Hayatımızın baharı olarak gördüğümüz gençlik yıllarımızda kırk yaş, bizim için epey büyük bir insan demekti. İnsanın kemâlât yaşı…

O günleri hiç unutmuyorum. Gerçi Yeni Asya’yı ilk günlerinde ben okumuyordum. Çünkü, henüz Nurlarla müşerref olmamıştık. Ancak dört-beş ay sonra, ama aynı yıl içinde tanımıştım Yeni Asya’yı. Geçen seneki 39. yıl yazımızda “Ben Yeni Asya ile akranım” dememin sebebi oydu. Risâle-i Nur’a ve onun mesleğine hizmeti en büyük şiâr edinerek neşir hayatına başlayan gazetemizle aynı yıl içerisinde tanımıştım Nurları.

O kırk yıl içerisinde Yeni Asya’lı çok günlerimiz olmuştu. Ona hizmetin Nurlara da hizmet sayılacağını bildiğimizden, her türlü hizmetinde bulunmuştuk. Boş vakitlerimizde Ankara büromuza gider, yapılabilecek hizmet varsa yapardık. Yeri geldi, büronun işlerini yaptık. Yeri geldi muhabirlik yaptık. Yeri geldi gazetenin Ankara baskısını yapıp, Anadolu’ya sevk ettik. O arada bende edebî bir kabiliyet olduğunu keşfeden bir ağabeyimizin teşvikiyle yazı yazmaya da başladık. Hani biraz enaniyet falan olmasın diye “Yazmayayım” dediğimde o ağabeyimizin bana şu sözü tesir etmişti: “Kardeşim, bu Allah’ın bir ihsânıdır. Sen bu kabiliyetini bu şekilde kullanarak onun zekâtını veriyorsun” ve o gün bugündür, kırk seneye yakın yazıyoruz elhamdülillah.

Neler gördük, neler geçirdik biz o kırk yıl içinde. Yayına başlayışımızdan yaklaşık bir yıl sonra meydana gelen 12 Mart 1971 meş’um hadisesinden sonra yaşadığımız sıkıntılar... Gazetemizin bânisi olan, Üstadımızın meslek ve meşrebinden milim taviz vermeyen Zübeyir Ağabeyin rahmetli olmasından sonra hariçteki muârızlara bir de dâhildeki sıkıntılar eklenince çok rahatsız günlerimiz olmuştu. Hariçtekini anlıyorduk da, dahildeki bizim çok gücümüze gidiyordu.

1973 yılında MSP’nin kurulmasıyla beraber, neşir tarihi o günlerde münasip görülen Emirdağ Lâhikası 2. cilt yayınlanınca, o risâleyi kabule pek yanaşmayanlar tarafından başlatılan ve memleketim Ankara kaynaklı sıkıntılar bizi epey üzmüştü. Tabiî, Yeni Asya gazetesine karşı doğrudan ve açıktan bir itiraz hareketi yaparak art niyette bulunuyorlardı. Öyle ki, benim dershaneye ilk defa gitmeme vesile olan biri, babama “Osman, Yeni Asya’da yazı yazıyor” diye şikâyet etmişti. Babam da, sanki bir suç işlemişim gibi şikâyet olunca şaşırmıştı bu tutuma.

Neredeyse bir avuç kalmıştık gazete taraftarı olarak Ankara’da. Öyle acaip haller oluyordu ki, şaşırmamak elde değildi. Aslında çok şeyler var da... İşte kırılan kolu yen içinde bırakıp fazla serrişte etmek istemiyoruz.

Yeni Asya’nın birçok şeref yıl dönümünde yazı yazmış, orada çeşitli görüş ve düşüncelerimi dile getirmiş, bizzat yaşadığımız bazı hadiseleri de anlatmıştım. İlk yazıya şöyle bir baktım. Gençliğimizin en güzel zamanının, 20 Şubat 1975 tarihinin gazetesiymiş. Zaman zaman çok şeyleri yazmıştık. Bir hatıra daha yazıp, nihayete erdirmek istiyorum yazımı:

Yukarıda bahsettiğim günlerde, Hacı Bayram Camii civarında, terzi Turan Ağabeyin dükkânında oturuyorduk yine Lütfü’yle. (Orası merkez olduğundan, herhangi bir hizmet, vs. için de çoğu zaman Necati Yılmaz Ağabey de olmak üzere buluşur giderdik.) 12 Mart hadisesinde Van’da tutuklanıp hapsedilen iki öğretmen ağabeyimizi İzmir Sıkıyönetim Mahkemesine sevk etmişler; beraat neticesi Van’a giderken Ankara’ya uğramışlar. Fakat, gelirken yolda sârî hastalık gibi bulaşan bu gazete muarızlığını, biri lehte biri aleyhte olarak yol boyu konuşmuşlar. Bizimle karşılaşınca bize sordular. Biz de dilimizin döndüğünce anlattık. Ama, muarız olan bir türlü ikna olmuyordu. O zaman dedik ki: “Yakında 27 dershanemiz var. Bayram (Yüksel) Ağabey orada. Haydi gidip ona soralım meseleyi” dedik. Lütfi, ben ve o iki ağabey beraber gittik. İçeri girince baktık rahmetli Bayram Ağabey birkaç kişi ile sohbet ediyor. Biz de yavaşça oturduk. Tam o anda enteresan bir şekilde Bayram Ağabey dedi ki: “Gazetede (Yeni Asya’da) Üstadımızın hayatı neşroluyor. (N. Şahiner’in yazdığı ‘Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî’). Gazeteye muarız olan, Üstadımıza muârız olur. Üstada muârız olmak, Risâle-i Nur’a, Allah muhafaza İslâmiyete karşı gelmektir” demişti. Şaşırmıştık, Lütfi ile birbirimize baktık. İçimizden “Fesübhanallah” demiştik. Tarih de 10 Nisan 1974’tü zannederim.

Yukarıda da söylediğim gibi çok şey var ama işte… Dâvâmızın şanlı sesi, hizmetimizin ileri karakolu ve Nurcuların dünyadaki tek gazetesi olan Yeni Asya’mızın 40. şanlı yılını tebrik eder, daha nice kırk yıllar nasip etmesini ve her türlü dahilî ve haricî fitne hareketinden de hem gazetemizi, hem de cemaatimizi muhafaza eylemesini Cenâb-ı Hak’tan niyaz ederim.

OSMAN ZENGİN

26.02.2009


Değişim

CHP’nin çarşaf ve Kur’ân kursu açılımı yoğun kamuoyu tartışmalarını beraberinde getirdi. Yapılan yorumların mantığı, şekli ve içeriği ne olursa olsun ciddî bir değişim vakıası ile karşı karşıyayız.

Seçim sathı mailine girdiğimiz şu günlerde CHP’nin açılımı basit bir pragmatik çıkış veya seçime dayalı bir siyasî çıkar olarak yorumlanabilir. Fakat bir gerçeği göz ardı edemeyiz; cumhuriyet Türkiye’sinin sekülerleşme ve laikleşme seyrüseferinde başat rol oynamış bir kitle, söylem bazında da olsa ikinci bir ciddî değişim sürecine girmiştir.

CHP’nin tarihsel süreçteki birinci köklü kırılması 1945 sonrasına tekabül eder. Aslında değişim, hayatın vazgeçilmez gerçeğidir.

Değişim çok yönlü ve çok geniş bir kavram olup ontolojik anlamda zerrelerden yıldızlara kadar uzanan sonsuz bir etki alanına sahiptir.

Bu etki topluma kadar uzanarak beşeriyet alemini de içine alır. Bu anlamda hiçbir birey, grup ve toplum kendini değişim gerçeğinden soyutlayamaz. CHP dahil!

Öncelikle bu açılım, yıllarca ezilmiş ve horlanmış bir toplumun kendini bulma refleksinin CHP’ye izdüşümüdür. Bu dönüşüm, 1947 tarihli keskin manevra kadar tesirli olmasa da akıntıyı geri çevirememe gerçeğini hatırlatması açısından önemlidir. Sosyal değişmeler kendi doğal mecrasında gerçekleşmediği zaman karşılıklı gerilim ve çatışmaları beraberinde getirir.

Said Nursî der ki; “Hayat-ı içtimaiye-i insaniyede (toplum hayatında) bir çığır açan, kâinattaki fıtrat kanunlarına muvafık hareket etmek zorundadır.”

Böyle bir uygunluğu/paralelliği dikkate almayan her hareket anarşiyi doğurur ve ters teper.

Konuyu iyi analiz etme açısından ülkemizdeki toplumsal değiş(tir)menin tarihsel ve entelektüel kökenine inmekte fayda var. Bu coğrafyada yaşayan Müslüman toplumun yapısı, büyük sosyal mühendislik projeleri ile değiştirilmek istendi. Kökleri çok derinlere dayanan bu projeler, Bediüzzaman’ın çizdiğ şemaya uygun değildi. Yani fıtri değildi!

Sürecin hareket noktası olarak da Tanzimat’ı koymak daha doğru olur. Tanzimat büyük bir toplumsal ve zihni dönüşümün adıdır. Şerif Mardin, Tanzimat olayını Osmanlı’nın lâikleşme hareketi olarak görür.

Dönemin fotoğrafını iyi çekenlerden birisi de Ahmet Hamdi Tanpınar’dır. Tanpınar’a göre Tanzimat, bir medeniyet dairesinden başka bir medeniyet dairesine geçiştir. Pek tabiîdir ki bu geçiş süreci itikadi, fikri ve felsefi birçok buhranı beraberinde getirdi. Bu buhranları bilge sadrazam Said Halim Paşa çok iyi analiz eder.

Tanzimat neslinin hedeflediği sosyal ve siyasi atmosfer, İttihad ve Terakki geleneğini ve mantığını doğurdu. Bu geleneğin zihniyet taşıyıcısı bugün CHP’dir. Bu siyasi kökler üzerinde hayat bulan CHP, 1920-1950 tarihleri arasında tarihte emsaline çok az rastlanır manevi bir tahribat yaptı. Toplum çok büyük bir travma geçirdi.

Toplumu bin yıldır şekillendiren köklü inançlar, kısa zaman içinde şiddetli bir reaksiyon olarak karşı duruşa geçti. 1950 seçimindeki patlama budur!

Bediüzzaman’nın bu dönemdeki efsanevî duruşu çok dikkate değerdir. Bediüzzaman, şiddete başvurmadan, akılları, ruhları ve davranışları terörize etmeden bir destan yazmıştı.

Tek parti ideolojisi yaptığı yanlışı fark etmişti ama artık çok geç olmuştu. CHP’deki 1945 sonrası adım adım değişim bunun göstergesidir. 1947 Aralık ayında yapılan CHP kongresi bu geçiş döneminin başlangıcı sayılabilir. Bu kongrede yapılan konuşmalara baktığınızda bir devrin kapandığı görülür. Hedef toplumdaki dini hissiyatı politik bir manevra ile kullanmaktı! Bu dönem CHP’de sembolik anlamda ciddî dönüşümleri beraberinde getirmişti. Çok ciddî ve şaşırtıcı adımlar atılmıştı.

Mesela İmam-Hatip okulları ve İlahiyat Fakültelerinin açılması, ilkokul 4. ve 5. sınıflara seçmeli din derslerinin konulması, 1925 yılından beri kapalı olan türbelerden 19’unun ziyarete açılması, medrese kökenli ve Sebilürreşad kadrosundan Şemseddin Günaltay’ın Başbakanlığa getirilmesi bunlardan bazılarıdır.

Bütün bu kararlar elbette ki derinlikli fikri dönüşümler ve kapsamlı projeler değildi. Bunlar daha çok dönemsel ve pragmatik hesaplardı. Dünya siyasî konjonktürün etkisini de göz ardı etmemek gerekir. Rusya kaynaklı güvenlik endişeleri ve dünya genelindeki paradigmal dönüşümler bu değişimde büyük rol oynamıştı.

İşte tam bu atmosferde (1947) Bediüzzaman hazretlerinin CHP Genel Sekreteri Hilmi Uran’a yazdığı bir mektup dikkatimizi çeker. Mektup, din-toplum ve siyaset ilişkisini çok iyi analiz eden ve siyasî başarıların altında yatan gerçekleri anlatan bir mektuptu.

Bugünkü CHP yönetimine ve siyasi iktidara da yol gösterici olan bu mektubu sonraki yazılarda inşaallah ele alalım.

İBRAHİM KAYGUSUZ

26.02.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır