09 Temmuz 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Askerin sivile bu kadar güvensizliğiyle ne istikrar olur, ne de demokrasi!

Askerin bu ülkede sivile dönük güvensizliği yeni de değil, sır da değil.

Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek Paşa, 2003-2004 darbe tertiplerinin yer aldığı günlüklerinin 30 Haziran 2004 tarihli sayfasında, ‘TSK eleştirileri’ başlıklı bölümde bu güvensizliği şöyle itiraf eder:

“Terfi senesinde çektiğim sıkıntıyı çok iyi biliyorum. Beni defalarca siviller ile ilişkide olmamam için uyarmışlardı. Lojmanda yaşayıp, orduevlerinde eğlenen ve OYPA’lardan alışveriş yapan bir toplum, nasıl siviller ile ilişki kurabilir ki.

Subayların sivil arkadaşları olmadığı gibi, sivillerin de subaylardan arkadaşları yoktu.

AKP iktidarda iken onlar ile görüşmek günahtır. Hemen Atatürkçülüğe karşı olmakla suçlanırsınız. Ama kimse, ‘Peki, biz bu insanlar ile aykırı fikirdeyiz ama nasıl birbirimizle diyalog kuracağız, nasıl birbirimizi kendi inandıklarımıza ikna edeceğiz’ sorusuna cevap vermez.

Sivillerin yurt sevgisi eksiktir. Çoğunlukla onlar vatanlarını ve milletlerini düşünmeden şahsi yararları için hareket ederler. Onlar tembeldir, çalışmaz ve bedava olarak para kazanmaya bakarlar. Bu nedenle TSK’da herkes çok çalışır ve fedakâr oldukları için her şeye layıktırlar.”

Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın kendilerine dönük bu eleştirel bakışı askerle ilgili derin gerçeğe işaret eder.

Kendinden başka kimseye güvenmeyen, kendini ‘kurtarıcı’, sivili ‘başı bozuk’ gören, hele seçim sandığından çıkan siyaset kadrolarına hiç mi hiç güven duymayan, toplumsal farklılıklardan kaygı duyan ve kendini kendi dünyasına kapatan bir anlayıştır bu.

Askerin bu zihniyet dünyasının sağlıklı bir psikolojiyi yansıttığı söylenemez. Askerin bu kendi kendisiyle dolu, eski deyişle meşbu hali ve kibirli duruşu, Türkiye’de siyaset ve istikrarı öteden beri olumsuz etkilemiştir.

Asker bu ülkede kendisini ‘üstün’ ve ‘ayrıcalıklı’ bir zümre haline getirirken, etrafına da toplumla kendisini ayıran yüksek duvarlar örmüş ve surların gerisine çekilmiştir.

Bu da askerin gerçekle bağını zedelemiş, Özden Örnek Paşa’nın itiraf ettiği gibi toplumdan koparmıştır.

Şu da var:

Asker Soğuk Savaş sonrasının dünyasını da iyi okuyamadı.

Kimliklerin, farklılıkların damgasını daha çok vurduğu yeni demokrasi anlayışını, bu açıdan Amerika ve Avrupa’da Türk ordusuyla ilgili olarak kendini belli eden zihniyet değişimini de tam kavrayamadı asker.

Kısacası:

Neyin nereye gittiğini göremedi.

28 Şubat’la da göremedi.

27 Nisan’la da göremedi.

Siyasete yaptığı müdahalelerin 1960’lardan beri sürekli istikrarsızlık tohumları ektiğini, siyaset meydanında kendi gönlünde yatmayan yollar açtığını, hatta yaptıklarının bazen tümüyle ters teptiğini görmek istemedi.

Veyahut nedenlerini anlayamadı.

Asker kendi bildiği yolda devam etti. Hep kendi duymak istediklerine kulak verdi. Hep kendi ezberlerine inandı. Ve hep aynı şeyleri yaptı. Ve ne acıklıdır ki, her seferinde de ‘farklı bir şeyler’ olmasını bekledi.

Ama olmadı.

Hayal kırıklığına uğradıkça da, kendi yüksek duvarlarının arkasına çekildi, toplumla irtibatı koptukça koptu, (sakın yanlış anlama olmasın, asker bu süreçte rejim üzerindeki ağır ‘vesayet’ini tabii gevşetmedi; her fırsatta güçlendirdi.) böylece kendini toplumdan tecrit eden askerin parmak ucu hissi gitgide köreldi.

Orgeneral Başbuğ’un 37 general ve amiralli gösterisi belki de bu gerçeğin çekilmiş en hazin fotoğraflarından biridir.

Milliyet, 8.7.2009

Hasan Cemal

09.07.2009


‘Teminatlar’ın marşları

Geçen haftanın öne çıkan tartışmalarından birisi Başbakan’ın İstanbul Emniyeti’nin bir toplantısında “Emniyet Teşkilatımız, hem demokrasinin, hem hukuk sisteminin, hem de daha genel anlamda rejimin sarsılmaz bir güvencesi, bir sigortasıdır” şeklindeki sözlerinden kaynaklandı.

Bu sözlerin niçin üzerine atlandığını tahmin etmek zor değil. Bu çerçevede akla ilk gelen itiraz da, “asker” dururken “Emniyet Teşkilatı”ndan ne münasebetle “rejimin sarsılmaz bir güvencesi” olarak söz edildiğiydi.

Yasin Doğan, geçen hafta iki yazısında bu konuyu gözden geçirdi. Doğan, ikinci yazısında bir CHP milletvekilinin “Polis Teşkilatı rejimin güvencesi olamaz. Bu kurumun başındaki kişilerin tamamı da hükümet tarafından atanıyor” şeklindeki sözlerini haklı olarak şöyle eleştiriyordu: “Peki böyle bir yaklaşım olabilir mi, kabul edilebilir mi? Devlet kurumlarındaki atamaların çoğu hükümet tarafından yapılıyor. Bunların hepsini politize olmuş, hatta AK Partili olmuş gibi görmek mi gerekiyor? Böyle şaşı bir bakış, böyle komik bir yorum olur mu?”

Söylediğim gibi Doğan, eleştirisinde haklıydı. Ükede “asker-polis” ekseninde bir gerilimin yaşandığını sağır sultan bile duymuş olsa da, eleştiri haklıydı. Çünkü yazarımızın dediği gibi, sonuç olarak, bütün devlet memurlarının atanmasında -tabii ki belli kriterler doğrultusunda- hükümetlerin bir biçimde rolü olduğuna göre CHP milletvekilinin idare ve memurlar arasında kurduğu siyasal “bağlılık-partizanlık” ilişkisinden hareketle değil sadece Türkiye’yi, hiçbir ülkenin idari yapısını anlayamazdık.

Ancak hemen şunu da söylememiz gerekiyor: Başbakan’ın da söz konusu konuşmasında dile getirdiği gibi, sadece “polis”, ”asker” ya da “jandarma” değil, akla gelebilecek başka kurum-teşkilat hakkında da”rejimin teminatıdır” tarzında cümleler kurmak doğru değildir. Eğer bir demokrasinin keyfini çıkarıyorsak tabii ki…

Bir kere her şeyden önce, bu tür değerlendirmeler (ya da “nutuklar” diyelim) demokrasinin dili ile asla uyuşmaz. Siz hiçbir demokraside birilerinin ortaya çıkıp falanca kurum “rejimimizin teminatıdır” gibi sözler sarf ettiğine rastladınız mı? Bu türden sözler -eğer sarf edilirse- bir demokraside gülünç kaçar.

(...)

Ayrıca, “rejjmin teminatı” gibi bir tamlamanın kullanımının da artık çok gerilerde kaldığını unutmamalıyız. Dikkat ederseniz, demokrasilerde bu sözcükle de karşılaşılmaz. Bu çerçevede kullanılması memnu olmayan kavram “demokrasinin teminatı”dır. “Rejim” sözcüğü artık güzel şeyler çağrıştırmamaktadır.

İşin bir de şu yönü var:

Siz seçtiğiniz bir kurumla beraber “teminat” sözcüğünü kullanmaya başladığınız andan itibaren, söz konusu kurum da bu çerçevede kendisine “marşlar” bestelemeye koyulur…

Yazıya “polisler”le başladığımıza göre, isterseniz, gelin şu “Polis Marşı”na bir göz atalım:

“Polis Marşı” şu dörtlükle başlıyor:

“Yurtta sulh cihanda sulh amacımız her işte

“Türk, öğün, çalış, güven, bekleyenin var işte

“Hudutta ordu bekler, dahilde biz bekleriz

“Biz kanunun rejimin timsali POLİSLERİZ.”

Görüyorsunuz (sonraki iki dörtlüğe de göz atın isterseniz), fazla “çocuksu”, fazla “ham”, fazla münasebetsiz dizelerdir bunlar.. Ama bakın; kafiyesi ve vezni bozuk bu marş bile “Rejimin timsali polisleriz” diyor. Bunu ne münasebetle diyor acaba?

Anlaşılan o ki, Emniyet Teşkilatı’na bir tane marş yetmemiş. “Polis Marşı”nın yanına bir de “Akademi Marşı”nı koymuşlar. Bu marşın dizeleri de şöyle:

“Bölünmez bütünlüğün, huzurun bekçisiyiz,

“Cumhuriyet polisi, kanunların sesiyiz.

“Ufuktan doğan güneş, gökteki parlayan ayyıldız,

“İnsanlığın erdemi, sevginin simgesiyiz.

“Albayrağa renk veren, şehitlerin kanıdır,

“Polis Akademisi, Türk’ün şeref şanıdır.”

Siz söyleyin: Bu marşın (diğer dizelerine de bakın) sözlerine inanan bir polis memurunu kim tutabilir! “Bölünmez bütünlük” bile ondan soruluyor.

Bitirmeden “Jandarma Marşı”ndan da bir iki dize aktaralım da “dedikodu” olmasın.

“Güzel yurdun güvenliği emanettir bizlere

“Jandarmadır ulaştıran adaleti her yere

“Haksızlıkla savaşırız, kötülüğü boğarız

“En karanlık köşelerde güneş gibi doğarız.”

Demek ki, demokrasinin teminat altına alma çerçevesinde yapılması gereken ilk iş, “rejjmin teminatı” olduğu söylenen bu kurumların marşlarına -eğer çok gerekli ise- bir çeki düzen vermektir. Çünkü bir demokrasi önümüzde duran bu “şeyi” asla kaldıramaz.

Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu’na göre tanımlanan görevlerden biri de “kamu düzeni ve kamu güvenliğini sağlamak”tır. Kanun diyor ki: “Polis devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Anayasa düzenine ve genel güvenliğine dair önleyici ve koruyucu tedbirleri almak, emniyet ve asayişi sağlamak üzere, ülke seviyesinde istihbarat faaliyetlerinde bulunur, bu amaçla bilgi toplar, değerlendirir, yetkili mercilere veya kullanma alanına ulaştırır. Devletin diğer istihbarat kuruluşlarıyla işbirliği yapar.”

Polis ve rejim…

Dün bazı yazarlar sınırları koruma görevinin TSK’da, demokratik rejimi koruma görevinin Emniyet’te olduğu yönünde yorumlar yapıyorlardı. Polis Marşı da benzer bir nakarata sahip:

“Hudutta ordu bekler, dahilde biz bekleriz

Biz kanunun rejimin timsali POLİSLERİZ”

Bu noktada kıskançlığa düşmeden elbirliğiyle demokrasiyi, hukuku, cumhuriyeti ve kamu düzenini korumak gerekiyor.

Yeni Şafak, 8.7.2009

Kürşat Bumin

09.07.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.