16 Temmuz 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Her sabah ‘Türküm, doğruyum’

12 Eylül askeri darbesinin en ağır baskılarının yaşandığı günlerdi. Mamak Askeri Cezaevi’ndeydik. Daha sonra Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı da yapacak olan ve dönemin MHP yöneticisi olduğu için tutuklu bulunan Yaşar Okuyan ailesiyle yaptığı görüşten gözleri yaşlı döndü.

“Neden? Başına neler geldi?” diye sorduğumuzda şunları anlattı: “Tel örgülerle çevrili görüş yerine gittiğimizde tel örgünün öte yanında küçük kızım ve eşim duruyorlardı. Bizi götüren çavuş, ‘andımız’ı okumamızı emretti. Yoksa ‘görüşme’ izni verilmeyecekti. Okudum, hançeremi yırtarcasına bağırarak okumamızı istediler. Benim bu halimi gören kızım ağlıyordu. Ona bakınca ben de gözyaşlarımı tutamadım.”

Aynı zorlamanın bizim de başımıza geleceğini anlamıştık. Zaten daha önce de Mamak Cezaevi’nin 1 Nolu bölümünde kalırken, başka bir metin dağıtılmış ve bu metin her sorulduğunda yüksek sesle ve ezbere tekrar etmemiz emredilmişti. O metin ‘Atatürk kimdir?’ sorusuyla başlıyordu.

‘Andımız’ı görüş yerlerinde ne kadar okuduk hatırlamıyorum. Diğer bölümlerde nasıl bir uygulama sürdürüldü onu da bilmiyorum.

***

Diyarbakır’da Mazlum-Der’in her gün sabahları ilkokullarda okutulması mecbur olan ‘Andımız’ başlıklı yemin merasiminin kaldırılmasını isteyen afişlerine ilişkin haberi okuduğumda Mamak’ta başımıza gelenleri hatırlamıştım. Mazlum-Der’in afişleri mahkeme ve savcılık kararı olmadan bilbordlardan kaldırılmıştı. Mazlum-Der yöneticileri afişleri bir haftalığına asmayı üstlenen reklam şirketinin polisin baskısıyla onları kaldırmak zorunda kaldığını açıkladılar.

Ortaya çıkan tablo şu: 1933 yılından bu yana ilkokullarda her sabah okunması mecbur olan ‘Andımız’ın ırkçı/militarist içeriğe sahip olduğu gerekçesiyle kaldırılmasını istemek bile bu ülkede hâlâ mümkün değil.

Bu yasak, ‘andımız’ın sözlerini ve ilk söylendiği günden bu yana geçirdiği değişimleri merak etmeme de yol açtı. Bizim öğrencilik dönemimizdeki ‘andımız’a 12 Mart askeri darbesi döneminde, 26 Ağustos 1972 tarihinde şöyle bir ek yapılmıştı: “Ey bugünümüzü sağlayan Ulu Atatürk, açtığın yolda, kurduğun ülküde, gösterdiğin amaçta hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim. Ne mutlu Türküm diyene.”

Ekim 1997 yılında ise bu bölüm biraz daha geliştirilmiş ve şu hale getirilmişti: “Ey büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim. Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türküm diyene.”

Bu yazıyı yazmak üzereyken Amerikalı arkadaşımız Sue’dan ABD’de de bir sabah andının olduğunu öğrendim. ABD’li çocukların andı şöyle: “Amerika Birleşik Devletlerinin bayrağına ve bir millet olarak Tanrının gölgesinde ayakta duran, hepimize özgürlük ve adalet sağlayan bölünmez cumhuriyete bağlılığıma söz veririm.”

ABD ‘and’ına ‘Tanrı’nın gölgesinde’ ifadesi, dolara eklenen ‘Tanrıya güveniriz’ deyimi gibi 1954 yılında anti-komünizmin yükseldiği McCarthy döneminin ürünü olarak girmişti.

İki andı karşılaştırdığımız zaman ABD andı’nda bizimkindeki gibi ırkçı bir vurgu olmayışı göze çarpıyor.

***

‘Andımız’ tartışması, olumlu sonuçlar doğurma potansiyeli olan bir tartışma...

Her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı ilk eğitimini aldığı 8 yıl boyunca, hangi etnik kökene sahip olursa olsun, güne ‘Türküm’ diye başlamak zorunda. Sözlerini de ‘varlığım Türk varlığına armağan olsun’ diye bitirmek zorunda. Ama kendisine ‘Türk varlığı nedir’ diye sorulması durumunda net bir cevap vermesi zor.

Ulus-devletin inşası sırasında ve bu amaçla, bugün ‘ırkçı’ sayılabilecek bir dizi ideolojik metin, yemin, ritüel saptanmış ve uygulamaya sokulmuştu. Daha sonra askeri darbeler döneminde bu metinlerdeki vurgular daha da sertleştirildi, ritüeller daha da katılaştırıldı.

İlkokullarda sabahları okutulan ‘Andımız’a ilk tepkinin, ya da açık tepkinin Diyarbakır’dan gelmesinin bir anlamı var. O kentteki insanların anadilleri Kürtçe ve kendilerini ‘Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı bir Kürt’ olarak tanımlamayı tercih ediyorlar.

Bu nedenle ‘Türküm’ diye başlayan bir yeminin onlara uzak gelebilmesi bizleri şaşırtmamalı. Bir insanın (hangi milletten olursa olsun) varlığını bir varlığa ‘armağan’ etmesi neden söz konusu olsun ki? Varlığınızı bir varlığa armağan etmeniz, sıradaki parçayı dayınıza armağan etmeniz kadar basit bir işlem değil. Etnik çeşitliliğin olduğu toplumlarda bu armağan etme işlemi daha da sorunlu hale geliyor.

Toplumları, halkları birbirine bağlayan, onların ortak bir ülkede barış içinde ve kardeşlik içinde yaşamasını sağlayan manevi değerlerin önemli oluşu, herkes tarafından kabul edilen bir olgudur.

Bu manevi değerlerin, benzerlikleri, ortaklıkları ön plana çıkararak yeni sentezler yaratabilecek olanlar arasından seçilmesi daha sağlıklı görünüyor.

‘Andımız’ böyle bir sentezi içermekten uzak. Bu tür metinlerin ıslah edilmesi, ne zaman ve nasıl okunacağının yeni baştan düzenlenmesi ve çağımızdaki çok kültürlülük anlayışına uygun bir hale getirilmesi gerekiyor.

Radikal, 15.7.2009

Oral Çalışlar

16.07.2009


Kritik savcılar topun ağzında

HaftalardIr beklenen hakim ve savcıların yaz kararnamesi dün çıkacaktı. En azından beklenti bu yöndeydi. Üstelik bakan Sadullah Ergin de ‘Salı günü açıklanabilir’ demişti.

Fakat HSYK Başkan Vekili Kadir Özbek sabah saatlerinde ‘hassas gündemlerimiz var, bugün çıkmayabilir’ dedi. Tabi Ankara kulisleri de hareketleindi. Özbek’in kastettiği ‘hassas gündemler’ neydi acaba?

Gerçi tahmin etmek çok zor değildi. Ergenekon Soruşturması başladığından bu yana çeşitli şekillerde savcılara ve mahkeme heyetine müdahale edilmek istendi. Önce savcı Öz görevden alınmaya çalışıldı. Bunun için spekülatif kapak haberleri bile üretildi. Fakat davanın çapı göz önüne alındığında Öz’ün görevden alınması ‘kör göze parmak’ olacağı için yeni bir formül devreye sokuldu.

Agresif açıklamalarıyla tanınan bir dernek başkanının yoğun kulisleriyle ‘abi savcı formülü’ devreye sokuldu. Yaş ve kıdem olarak Öz’den büyük bir savcı mahkemeye atanarak soruşturma sulandırılacaktı. İş yoğunluğu gerekçesiyle Rasim Işıkaltın ve iki savcı daha Ergenekon Soruşturması’na verildi. Gerçi 367’nin mucidi Sabih Kanadoğlu ‘en az 40 savcı atansın’ demişti ama o olmadı.

Fakat davaya müdahale girişimleri hiç bitmedi. CHP ‘mahkemeden belge sızıyor’ diyerek HSYK’ya başvurdu ve Ergenekon Savcıları’nın davadan el çektirilmesini talep etti.

Son olarak geçen hafta gazete manşetlerine yansıyan olay meydana geldi. İddiaya göre Türkiye’nin günlerdir konuştuğu İrticayla Mücadele Eylem Planı’nın müellifi Albay Dursun Çiçek’i şipşak tahliye eden Faik Saban’ın 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne; Başkan Köksal Şengün’ün yerine atanması girişimleri vardı.

Bütün bunlar da gösteriyor ki bazı çevreler rahatsız oldukları soruşturmanın bir şekilde rotasından çıkmasını istiyor. Düne dönersek; HSYK toplantısı öncesi; pazartesi akşamı kurul üyeleri son kez bir araya geldi. Maksat yaklaşık bin 500 hakim savcıyı ilgilendiren kararnamenin son şeklini vermekti.

Özbek’in ‘hassas gündemler’ dediği şey de bu noktada oldu. Kulislere göre HSYK’nın asıl üyelerinden Ali Suat Ertosun yeni bir listeyi kurula sundu. Kurul üyelerinden Bakan Ergin ve Müsteşar Ahmet Kahraman’ın tepki gösterdiği ‘son dakika müdahalesi’nde çok ince hesaplar vardı.

Detaya girersek. Son dakika talepleri içinde Ergenekon mahkemesi ve savcılarına müdahale var. Başkan ve bazı savcıların yeri değişiyor. Ayrıca PKK’nın şehir yapılanmasına darbe vuran ve en az Kuzey Irak operasyonu kadar önemli KCK operasyonunu yürüten savcıların yerlerinin değiştirilmesi isteniyor. PKK’nın şehir yapılanmasını çökertmeye yönelik çok başarılı bir operasyon kimi neden rahatsız eder acaba?

Son dakika müdahaleleri bunlarla da sınırlı değil. Malum Güneydoğu’daki faili meçhul cinayetlerle ilgili Kayseri Alay Komutanı Albay Cemal Temizöz tutuklanmıştı. Cizre’de herkes ‘Cemal Binbaşı’nın dönemini çok iyi hatırlar. İşte Temizöz dosyası başta olmak üzere çok sayıda faili meçhul cinayetin izini süren savcılar da masada. Ayrıca polis bölgesinde jandarma operasyonuna izin veren Erzincan Başsavcısı’nın da Erzurum’a nakli konuşuluyor. Yani ince hesaplanmış ‘kritik nokta atışları ile süren davaların seyri değiştirilmek isteniyor’ şüphesini güçlendiren işaretler bunlar.

Peki bundan sonra ne olur? Kulislere göre Adalet Bakanı, müsteşar ve üçü Yargıtay, ikisi de Danıştay’dan olmak üzere 7 üyeden oluşan HSYK’da bıçak sırtı dengeler var. 4 oyu olanın dediği olacak. Bakana rağmen karar çıkabilir. Örneği Ferhat Sarıkaya dosyasında.

HSYK’nın davalara müdahalesinin de örneği çok. Mesela Susurluk Davası’nı 3,5 yıl sürdüren Sedat Karagül’ün yerine karar aşamasında Metin Çetinbaş atandı. Bugün Ergenekon sanıklarının avukatı olan Çetinbaş yüzlerce klasörlük dosyada kararı 3 ayda verdi. Müebbet bekleyen sanıklar tahliye olurken kendileri bile şaşırmıştı. Yine batık banka davalarının hakimi Mustafa Akın davadan alınmıştı.

Daha önce de yazdık ama yaşanan olaylar tekrara mecbur etti. HSYK’nın mevcut yapısı yargı sisteminin temel sıkıntısı. Üstelik bunu AİHM de defalarca söyledi. AİHM yargıçları Kayasu Kararı’nda mealen şöyle diyor; “Danıştay ve Yargıtay’dan HSYK üyelerinin seçilmesi, HSYK üyelerinin de daha sonra Danıştay ve Yargıtay’a üye seçmeleri antidemokratiktir. Üstelik kararlara itiraz yolunun kapalı olması da hiçbir demokratik sisteme uymaz. Yargı bağımsızlığının önündeki en büyük engel HSYK’nın kendisidir” Başka söze gerek var mı?

Bugün, 15.7.2009

Adem Yavuz Arslan

16.07.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.