25 Temmuz 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Dergilerimiz

Görüş

Başet başını bilir misiniz?

Bursa’da aziz dostum Dr. Abdullah Günen’e ithafen

Van’a bağlı Gürpınar kazasının sınırları içinde bütün haşmetiyle seyreden başı yüce bir dağdır Başet… Nice gönül sultanlarına makam ve mekân olan Başet Dağı, zirvesinde zirvedeki sultan Üstadım Bediüzzaman’ı da misafir ederek ağırlamıştır…

Bir gönül sultanı, bir maneviyat eri medfundur zirvesinde… Adı sanı pek bilinmez denilir, ama, namı yüce bir gönül eridir burada yatan…

“Başet-i Mihendanı” ünvanıyla maruf bir maneviyat eridir…. Rivayet edilir ki, Peygamberimiz (asm) yıldızlardan Adiyy bin Müsaffir’dir. İslâmı yaymak ve mazlûmları zalimlerden kurtarmak için “Asr-ı Saadet”te başlayan ilâ-yı kelimetullah seferiyle buraya kadar gelir. Adiyy bin Müsaffir ve 40 cengâver silâh arkadaşı bu civarlarda şehit olurlar.

Şüphesiz rivayetler muhteliftir Başet’in zirvesinde yatan gönül sultanı hakkında…

Derler ki….. “Büyük bir evliyadır.” Yine derler ki “O zat büyük bir veliyullahtır.” Dedik yâ, rivayetler pek muhteliftir. Başet başında yatan zat hakkında..

Hazret-i Üstadın gençlik yıllarında bu zirve mekânda kalıp, o mânâ dolu zirvede talebelerine ders vermesi de manidardır.

Nasıl gidilir?

Başet Dağı, aziz Üstad’ımıza gençlik yıllarında makam ve mekân olma özelliğinden dolayı da oldukça kıymet arz etmektedir. Bir Nur menzili olduğu için her yıl bilhassa yaz aylarında bir çok yerli ve yabancı ziyaretçinin uğrak yeri olmaktadır.

Başet Dağına gidebilmek için, evvelâ Van’a, oradan da Gürpınar İlçesine gidilir. Gürpınar’dan veya Van’dan hususî arabanızla gittiğinizde, Başet’in eteklerinde bulunan köylerden olan Put (Yedisalkım) veya Zahos’â (Bağrıyanık)—ki bu köy yazarımız Halil Uslu’nun köyüdür—gitmek durumunda kalırsınız.

Geceyi bu iki köyden birinde geçirdikten sonra köylülerin size temin ettikleri atlarla Başet eteklerine kadar tırmanırsınız….

Zirveye doğru…

Başet eteklerinde zirveye yakın yerlerde atlarınızı veya işleklerinizi Başet eteklerinde bırakıp zirveye tırmanmaya başlamak zorundasınız.

Zirveye uzun bir tırmanıştan sonra ancak varabilirsiniz. Zirveye vardığınızda muhteşem bir kâinat manzarasıyla muhatap olmakla birlikte son derece manevî bir huzur kaplar ruhunuzu…

Bu manevî huzur zirvede yatan Gönül Sultanı ile Hazret-i Üstad’ın manevî tasarrufu olan şuâlarının ruhunuza aksetmesi olmalı ki, huzur ve saadeti solursunuz Başet zirvesinde…

Başet zirvesine ne zaman çıkılmalı?

Başet başına genellikle yaz aylarında çıkılır. Zirvesi oldukça yüksek olan bu dağın zirvesinin en önemli özelliklerinden birisi de sabah namazının akabinde güneşin doğuşunun net ve harika bir şekilde buradan seyredi-lişidir. Başet zirvesinde bulunmanın en güzel ve anlamlı vakti sabah namazını burada eda etmek ve akabinde yedi rengi içinde güneşin muhteşem doğuşunu seyretmektir.

Bir hatıra:

3650 rakımlı Başet’le Üstadın alâkadarlığını araştırırken, yıllar önce Başet eteklerindeki Put (Yedisalkım) Köyünde oturan yüz onsekiz yaşındaki Nezir Dönmez’le görüşmüştüm. Üstad ve Başet’le alâkalı hatıralarını dinlediğim bu zat gençlik yıllarında Üstad’ın Talebeleriyle Başet başında bulunduğunda, “Molla Said” olarak bildiği Üstad’ı ziyaret etmiş ve ona, verdiği paraya mukabil köylerden yoğurt-süt gibi gıdalar alır gelirmiş.

Üstad’a hayran olduğunu göz yaşları içinde anlatırken, bizim de sevinç gözyaşları dökmemize vesile oluyordu Nezir Dönmez.

“Ah Seyda .. Ah Molla Said” diyor, her deyişinde gözleri doluyor ve ötelere gidiyordu.

Aziz Üstada hasret duygularıyla son birkaç defa Başet zirvesine tırmanan bir kardeşiniz olarak tavsiyem bu mânâyı solumanın en kestirme yolu Başet başına çıkmaktır.

MUSTAFA ÖZTÜRKÇÜ / [email protected]

25.07.2009


Dedeoğlu

Afyonkarahisar ve Sandıklı ilçesi ve köylerinde yediden yetmişe herkesin tanıyıp bildiği bir halk ozanının lâkabı Dedeoğlu’dur. Mesleği dolayısıyla her köye, kasabaya defalarca gitmiş, kalmış, görüşmüş konuşmuştur. Uzun yıllar düğünlerde çalgıcı tabir edilen müzik icra etmesi onu meşhur etmiş. Güler yüzlü, konuşkan, hoş sohbet bir insan olması; zengin, yoksul herkesin durumuna göre ücrette yardımcı olması ve halkın örf adet inançlarına uygun türküler, destanlar, ağıtlar, hikâyeler ve oyunlarla eskiden köy odalarında mesleğini icra ederdi. Bu programlarda adet, gelenek ve örflere uygun davranılmasını sağlayan bir yapısı vardı. Gaz lambası ile yaşanan uzun kış gecelerinde çeşitli orta oyunları düzenler, halkı güldürür, sonunda ibret dersi verip düşündürürdü. Ayrıca gençlere görgü kuralları, büyüklere saygı, küçüklere sevgi, misafir ağırlama, uğurlama gibi konuları söz arasında misallerle anlatırdı.

Uzun yıllar önce yine bir kış günü köyümüzün odasında bir düğün gecesi vardı. Yaşlı insanlar odada baş sedirde otururlar, gençler kenarlarda bulunur hizmet ederler, bizim gibi küçük çocuklar da fırsat buldukça kalabalığın arasından yapılan eğlenceye bakmaya çalışırdı. Programın bir bölümünde söz annelerden açıldı. Annelerimizin çektiği sıkıntılardan bahsetti. Bu durumu yarı mizah, yarı drama anlatıp, arkasından da doğum anında ölen bir annenin destanını okuyacağını söyledi. Köy odasında seyirciler ve eğlenceye katılanlar, erkek olması dolayısıyla aralarından anne rolünü oynayacak bir kişi çağırdı, bir de çocuk lâzımdı. En küçük olarak beni gözüne kestirdi. Utana sıkıla ben de oyuna katıldım. Doğum esnasında vefat eden bir anne ve yeni doğan çocuk olarak oyun bitecekti. Dedeoğlu da doktor rolünü oynayacaktı. Anne rolündeki, ağrılı bir annenin rolünü iyi yapıyordu. Biz yere yattık, üzerimize bir çarşaf örtüldü, biraz sonra doktor benim elimden tutarak Maşallah Maşallah, aslan gibi, diyerek çarşaftan beni çıkarırken taze çocuk gibi ben de bastım çığlığı... Seyircilerin kahkahaları ve alkışları köy odasının isli raflarında, tavanlarında yankılanıyordu. Arkasından çarşafın altında sessizce teslim-i ruh eden annenin hüznü sardı içeriyi... Dedeoğlu aldı sazı eline ve yanık yanık destanı okumaya başladı... Birden gülmeleri ağlamaya, neşeyi kedere çevirdi. Köy odasında, gece gaz lâmbasının verdiği ışık peş peşe yanan düğün sigaralarının dumanlarının gölgesinde küçüldü gitti..

Uzun yıllar sonra, yarım asra yakın bir zaman geçti aradan. Dedeoğlu ile Huzurevi’nde karşılaştık. Yaşlı, sakallı, pir-i fani bir ihtiyar, bir elinde baston öteki elinde valizi ile Huzurevi’nin girişinde, yorgun adımlarını yavaş yavaş ilk defa kapıdan içeriye atıyordu. Meraklı bakışlarla etrafını süzüyordu. Kendimi tanıttım ve ‘müdür’ odasına aldım. Babamı iyi tanıyordu. On çocuklu bir kişiyi onun tanımaması mümkün değildi. En az dokuz defa sadece bizim aileye düğün için gelmiştir. Yaşı, başı, saçı, siması, duruşu, tavırları değişmiş ancak; tatlı dili, güler yüzü ve sohbeti muhabbeti değişmemişti. Onu nezaketle kabul edip en uygun odaya yerleştirdik. Uzun muhabbetten, geçmişten, gelecekten, hayattan, maldan, evlâttan anlatırken maziye gidip geliyordu. Daha sonra rahatsızlıklarını anlattı. Astım bronşit dolayısıyla türkü söyleyemediğini, parkinson rahatsızlığı sebebiyle de saz çalamadığını anlattı.

Huzurevinde yeni bir hayat ve taze bir dünya başlamıştı onun için. Dedeoğlu, bütün dünya meşgalesini bir tarafa bırakarak kendisini, iç dünyasında kalbinin derinliklerinde yeniden keşfediyor gibi bir hali vardı. Dünyadaki görünen muhteşem renklerin, çiçeklerin varlıkların güzelliklerini, nizam ve intizamdan sık sık bahsederdi. Allah’ın bizlere ikram ettiği nimetlere şükür etmemiz gerektiğini anlatırdı. Odasına sık sık ziyarete gittiğimde ya Kur’ân-ı Kerim okur, ya da ibadet ederken görürdüm. Kendisini bilenler türkü, destan, ağıt söylemesini ya da müzik aleti çalmasını istediklerinde “Allah onları benden aldı” derdi. Bazen astım krizine girdiğinde nefes alamayacak kadar zorlanır, yüzü kızarır, hıçkırırdı. Bu durumdan hiç şikâyetçi olmadığı gibi, espri yapmayı da ihmal etmezdi: “Zamanında bu nefes çok düdük öttürdü, şimdi de olacak böyle” derdi. O düdük dediği klarneti, geçmişte çalmaya başladığı zaman yoldan geçenlerin bile durup dinlediği söylenir.

Odasından dışarı fazla çıkmayan Dedeoğlu, vaktini ibadetle, duâ ile Kur’ân ve zikirle süslüyordu. Rahatsızlığından dolayı dayanılmayacak ağrılarını tevekkül ve teslimiyetle geçiştirmeye çalışır, her haline şükür ederdi. Yağmurlu bir sonbahar günü beni odasına çağırtmış. Ben varıncaya kadar yatağında Hakkın rahmetine kavuşmuş. Odasına girdiğimde bir asra yakın yaşamış Allah dostunun cansız bedenini görüyordum, ölüm gerçeğiyle birlikte. Üzerine beyaz bir çarşaf örttüm. Geriye, yan tarafında açık kalmış Kur’ân-ı Kerim, valizi, bastonu, gözlüğü ve hatıraları kalmıştı. Onunla rolleri değişmiştik sanki. Uzun yıllar önce beyaz bir çarşafın altından benim doğumumu karşılamıştı (temsilî de olsa). Ben de onu uzun yıllar sonra ebediyete uğurladım sessizce, üzerine beyaz bir çarşaf örterek. Allah rahmet eylesin.

MUZAFFER KARAHİSAR / [email protected]

25.07.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.