13 Ekim 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Dizi Yazı

Kaptanın seyir defterinden altı ayda altı kıta. - Vebi Horasanlı

‘Vira Bismillah’ diyoruz - 1

Okuyucularımızdan gelen yoğun talep sebebiyle gemi ile yaptığım yolculukları kaleme alma lüzumunu hissettim. Zira Vira Bismillah köşesinde çıkan yazılardan en çok gezi notları dikkati çekiyordu. Aslında tarihî, dinî ve askerlikle ilgili konularda yazı yazmayı çok sevdiğim halde mecbur kaldım seyahat notlarını yazmaya. Umarım daha önce beğendiklerini ifade ettikleri bu notlar yine hoşlarına gider.

Son seyahatim farklı ülkelere ve farklı coğrafyalara doğru oldu. 7 İklim 4 köşe misali çok değişik yerlere gittim. İstanbul’dan bindiğim gemimizle Süveyş Kanalı’nı geçip korsan yatağı Aden Körfezine vardık. Korsanlardan paçayı kurtarıp Pakistan’a demir aldık. Buradan Güney Afrika Cumhuriyeti’ne oradan da Arjantin’e ulaştık. Arjantin’den sonra Sırasıyla Cebelitarık, İspanya ve Portekiz’e gittik. Buradan Amerika Birleşik Devletlerine oradan da Panama Kanalına ve Okyanusya da adı verilen Pasifik Okyanusunu boydan boya geçerek önce Hawai Takımadalarına ve Çin’e ulaştık. İşte Kutup bölgeleri hariç neredeyse bütün kıtalara uğramış olduk. Bu arada gün değiştirme çizgisini doğudan batıya doğru geçerek bir gün daha yaşamamış olduk. Yaklaşık on yıl önce de aynı şekilde geçtiğim için dünya bana ikinci turu da bindirmiş oldu. Bu ilginç halimizi de anlatacağım yazılarla benimle birlikte seyahat etmek isterseniz, buyurun hoş geldiniz.

Gezi notlarına Karacaoğlan’ın güzel bir şiiri ile başlamak istiyorum. Zira yazılarımın edebi bir üslubu yok. Aklıma estiği gibi yazdığım için kulağa hoş gelmesi için konuyla ilgili bir iki şiir koymayı uygun gördüm. Belki Karacaoğlan sayesinde yazılarıma bir parça güzellik katmış olurum.

İndim seyran ettim Frengistan’ı

İlleri var bizim ile benzemez

Levin tutmuş goncaları açılmış

Gülleri var bizim güle benzemez

Göllerinde kuğuları yüzüşür

Meşesinde sığırları böğrüşür

Güzelleri türkü söyler çığrışır

Dilleri var bizim dile benzemez

Seyr edüben gelir Karadeniz’i

Kanları yok sarı sarı benizi

Öğün etmiş kara etli domuzu

Dinleri var bizim dine benzemez

Akılları yoktur küfre uyarlar

İmanları yoktur cana kıyarlar

Başlarına siyah şapka giyerler

Beyleri var bizim beye benzemez

Karacaoğlan eydür dosta darılmaz

Hasta oldum hatırcığım sorulmaz

Vatan tutup bu yerlerde kalınmaz

Elleri var bizim ele benzemez

Evet, Karacaoğlan’ın yolculuğu gibi bizim de seferimiz gayet sakin ve güzel başladı. İstanbul, Zeyport’ta katıldığım gemimde ilk iş olarak önceki kaptanla devir teslimimizi yaptık.

Kaptan Bey yaşlı bir kişiydi bu sebeple 6 aylık kontratı bitirmeden ayrılmak istemişti. Zira sağlık sorunları vardı. Bu sebeple apar topar gemiye gitmek zorunda kalmıştım. Sağ olsun Yusuf kardeşimiz beni iskeleye kadar bırakmıştı.

Bir an önce devir teslim işlemimizi bitirmemiz gerekiyordu. Çünkü gemimiz “time charter” adı verilen bir çeşit kiralama usulü ile bir başka şirketin emrine verilmişti ve İstanbul Boğazında beklememize izin verilmiyordu. Bu sebeple su, yedek parça ve kumanya ikmallerimizi de yaparak bir an önce Kumkapı demir yerinden kalkmak zorunda kaldık.

Kiralama deyince tam olarak neyi kastettiğimi anlamamış olabilirsiniz. Bu yüzden isterseniz bu kiralama usulünden biraz bahsedeyim.

Efendim, gemi sahipleri gemilerini ya sefer olarak ya da süre olarak operatör veya kiracı adı verilen şirketlere kiralarlar. Sefer kirası daha basittir ve sefer sona erdiğinde kiracı gemiyi geriye yani gemi sahibine (armatör-owner) teslim eder. Bu çeşit kiralama usulünde genellikle yakıt ve liman masrafları tamamen armatöre ait olur. Yük teslim edildikten sonra navlun yani taşıma ücreti alınır ve gemi serbest kalır.

Süreli olarak kiralamalarda ise yakıt ve liman masrafları kiracıya aittir. Armatör sadece kumanya, maaş, gemi yedek parça ve bakım masraflarını öder. Geminin kontrolü neredeyse tamamen kiracının elindedir. Kiracı belirlenen süre boyunca gemiyi istediği yere gönderir. İsterse seferi iptal edip bir başka sefere karar verebilir. Nitekim bu seferimizde aynen böyle oldu.

İşte kiralama ve gemi operatörlüğü bunun gibi bir şey. Elbette detaylarına girildiğinde çok karmaşık ve uluslar arası sözleşmelere dayanan birçok husus ortaya çıkacaktır. Burada çok basit olarak anlatmaya çalıştım.

Her neyse, İstanbul’da çarçabuk devir teslimimizi yaptıktan sonra Marmara Denizine açıldık ve Çanakkale Boğazına ulaştık.

Bahriye’de iken deniz stajımı Çanakkale’de yapmıştım. Ayrıca yakıt alımı ve güdümlü mermi transferleri için sık sık Çanakkale’ye gelmiştim. Nara burnu önlerinden geçerken ister istemez insanın eski hatıraları canlanıyor. Bunlardan bir tanesini anlatayım.

Bir gün Çanakkale Güdümlü Test İstasyonuna yanaşıp mermi transferi yapacaktık. Yanaşma manevramız gayet emniyetli ve güzel bir şekilde devam ediyordu. Fakat gemi komutanı demiri erken funda ettirmişti. O esnada baş üstünde yetkili amir olarak ben bulunuyordum.

Yanaşma manevramız devam ederken demirin sonuna yaklaşmıştık. Durumu devamlı şekilde Köprüüstüne rapor ediyordum. Geminin yarısı rıhtıma yanaşmıştı ki demir hırça mapaya dayandı. Yani sonuna kadar geldi ve artık akmamaya başladı.

Bu durumda mermi transferi yapmamız imkânsız gibiydi. Yeniden demir alıp yanaşmak mecburiyetindeydik.

Bu arada aklıma ilginç bir fikir geldi. Gemimizde köstek adını verdiğimiz Gölcük’te yanaştığımız zaman kullandığımız bir zincir vardı. Bu zinciri gemi zincirine ilave ederek bir kilit boyu yani yaklaşık 30 metre daha yanaşabileceğimizi Gemi Komutan’ına söyledim. Komutanımız kara kara düşünürken benim bu önerimi duyunca önce pek bir anlam veremedi. Belki de o güne kadar hiç yapılmamış bir şey olduğu için olacak, bunun mümkün olup olmadığını sordu.

İnsanın başı sıkışınca yapmayacağı şey yoktur. Aslında bu işlem basit bir işti. Demir zincirinin “kenter kilit” adını verdiğimiz bölümü açılıp kapatılabilir cinstendir. Önce demiri emniyete alıp kilidi açtıktan sonra köstek zincirini araya monte edebileceğimizi ve bunun için sadece 15 dakikaya ihtiyacımız olduğunu söyledim.

Komutan “peki hemen yapın o zaman” dedi ve bizde baş üstü ekibi olarak hemen işe koyulduk. Gerçekten çok kısa bir süre içinde köstek zincirini demir zincirine ilave etmeyi başarmıştık. Porsun astsubayımız işin ehli bir kişiydi. Porsun askerleri ile birlikte kilidi kolayca açtılar ve yeni zincirimizi yerleştirdiler. Elimizde yedek kenter kilitler vardı ve bir tanesini bu işte kullanmak zorunda kalmıştık.

Sonunda manevraya hazır olduğumuzu Komutana rapor ettim. Komutanımız bu kadar kısa zamanda zinciri uzatabileceğimizi beklemiyordu, oldukça şaşırdı fakat sonunda yaklaşık 30 metre daha yanaştık ve emniyetli bir şekilde mermilerimizi almaya muvaffak olduk.

Yıllardır denizlerde çalışıyorum (yaklaşık 27 yıl oldu) böyle bir usulü hiç kimseden duymadım. Ne askeri gemide ne de ticaret gemisinde çalışan hiçbir kimse böyle bir şeyi yapmamıştı.

Belki yapan olmuştur fakat en azından ben duymadım. Aslında bu olay şunu göstermektedir ki insan zor duruma düştüğü zaman hemen pes etmemelidir. Yapılacak bütün çareler araştırıldıktan sonra eğer mümkün olmuyorsa o zaman pes edilip vazgeçilebilir. Bizim köstek zinciri ile yaptığımız işlemi bir başka denizci diğer zinciri sökerek de yapabilir. Bu işlem biraz uzun ve dikkatli olmayı gerektiriyorsa da denizci adam sıkışınca pratik yollara başvurmak zorundadır. Bu gibi işler hiçbir denizcilik kitabında yazmaz. Fakat iyi bir denizci sadece kendisine öğretilenle yetinmemelidir. Mevcut durumu iyi analiz edip çözüm tekliflerini düşünmek ve amirlerine söylemek zorundadır.

İşte ne zaman Nara’yı geçsem hep hatırıma bu olay gelir. Gerçi burada daha çok hatıralarım var fakat şimdi bunları yazmak çok zaman alacak, iyisi mi biz yolculuğumuza devam edelim. Çanakkale’yi geçtikten sonra Ege denizine çıktık ve rotamızı Rodos Adasının batısından Süveyş Kanalı’nın kuzey ucu olan Port Said limanına çevirdik.

Seyir güzel geçiyordu ki sabah vakti çarkçıbaşı apar topar Köprüüstüne geldi ve “derhal stop etmeliyiz, 1 numaralı pistonda kaçak var” dedi. Piston çekilmesi gerekiyordu ve bu iş için 7–8 saate ihtiyaç vardı.

Bu şekilde Port Said’e kadar devam etmemiz gerektiğini söyledim. Nasılsa limanda kanal geçiş sıramızı bekleyecektik. Bu arada bu onarımı yapabilirdik.

Başmühendisimiz işin biraz acemisiydi ve çok panik yapmıştı. Hâlbuki böyle durumlar benim başıma çok gelmişti. Gemiyi stop ettiğimizde “off hire” adı verilen duruma girecektik ki bu durum armatör aleyhine oldukça masraflı olacaktı. Zaten birkaç saat sonra demirleyecektik.

Başmühendis, oluşabilecek bütün sorumluluğu üzerime bırakan bir yazı verdi ve limana kadar bu şekilde seyrimize devam ettik.

Port Said’e demirledikten kısa bir süre sonra kanal geçiş programımız belli olmuştu ve liman yetkilileri bizi iki saat içinde şamandıraya bağlayacaklarını söylediler. Geçişten önce yaklaşık 12 saatlik bir zamanımız kalıyordu ki bu sayede onarımlarımızı tamamladık ve gemi sahibini hiçbir maddî kayba uğratmadan kanal geçişini tamamladık.

Süveyş Kanalının güney ucunda kanala ismini veren Süveyş şehri bulunur. Oldukça büyük bir liman kenti olan Süveyş’te oyalanmadan yolumuza devam ettik. İyi ki de ettik zira burada genellikle yakıt ve yağ alımı yapılır. Her ne kadar trafik kontrolünü yapan bir istasyon var ise de burada gemi trafiği oldukça tehlikelidir. Her an önünüze bir yakıt barcı veya bir balıkçı gemisi çıkabilir ve çatışma gibi kötü durumlar meydana gelebilir.

Bir yıl önce sancak baş omuzluğumda seyreden bir balıkçı aniden iskeleye dönmüş neredeyse sürtünürcesine gemimize yaklaşmıştı. Eğer dümeni sancak alabandaya basmasam balıkçı gemisini ezebilirdim.

Balıkçı kaptanını yaptığı emniyetsiz hareketinden dolayı ikaz ettim ama adam hiç oralı bile olmadı. Maalesef denizlerde bu tip insanların sayısı bir hayli fazla. Gemi kazalarının sonucunda ölen insanlar kimsenin umurunda değil. İnsan hayatı Afrika kıtası başta olmak üzere bazı ülkelerde o kadar ucuz ki, hiç kimse bu konuya yeterince önem vermiyor.

Halbuki dinimiz “kim ki günahsız bir insanı öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi suç işler” mealindeki ayet ile insan hayatının önemini vurgular. Hatta bırakın başkasını, insan kendi canına bile kıyamaz. İntihar etmek büyük günahlardan bir tanesidir. Allah’ın verdiği canı Allah’tan başka kimse alamaz.

Hal böyle olduğu halde ne yazık ki bazı ülkelerde insan hayatına gereken önem yeterince verilmiyor.

Kızıldeniz’e çıktığımız gün bütün personeli toplayarak geleneksel tanışma toplantısını yaptım. Her gittiğim gemide bu toplantıyı yaparım. Gerçi adı tanışma toplantısıdır lakin toplantının sonunda bir konuya çok önem verdiğimi ve gemideki herkesin buna dikkat etmesini söylerim.

Kaptan olduktan sonra aralıksız bütün gemilerde aynı nakaratı tekrarlarım. Kısaca insan hayatının en değerli şey olduğunu, Allah korusun, gemi batsa bile yerine yenisinin konulabileceğini fakat insanın tekrar geriye dönemeyeceğini anlatmaya çalışırım. Sadece canımız değil diğer uzuvlarımızın da önemli olduğunu iş emniyetine ve çalışma şartlarına uyduğumuz takdirde kazaların daha az olacağını, hiçbir protezin elimizden, kol ve bacağımızdan daha iyi olamayacağını söylerim.

Gerçekten de denizcilik dünyanın en ağır mesleklerinden bir tanesidir. Madencilik sektöründen sonra ölümcül kazaların en yoğun olduğu sektör, denizciliktir. Bu sebeple bütün kaptanların hatta zabitlerin dikkat etmesi gereken en önemli şeyin emniyet olduğuna inanıyorum. Zaten gemilerde belki görmüşsünüzdür “Safety First” yazısı iri harflerle yazılıdır. “Önce emniyet” şeklinde Türkçe yazıldığı da olur. Fakat bütün gemilerde bu yazıları görebilirsiniz.

Cenab-ı Allah’a sonsuz şükürler olsun kaza veya bir başka sebeple hiçbir personelimi kaybetmedim. Sadece bir gemide, bir gemicimi beyin kanaması endişesi ile helikopterle hastaneye göndermek zorunda kaldım. Zira heyecandan da olsa düşme sonucu kusuyordu. Fakat çok şükür ertesi gün iyi olduğu haberini aldık. Bir iki gün Yunanistan’da bir hastanede müşahede altında kaldıktan sonra taburcu edilmişti ve yeniden görevinin başına döndü.

Rabbimden başta bütün Müslüman kardeşlerim olmak üzere denizcilerimizi korumasını niyaz ediyorum.

Kızıldeniz dünyanın en güzel dip tabiatı olan denizlerinden biridir. Sina yarımadasının güney ucundaki Şarm El Şeyh şehri deniz dibini fotoğraflamak isteyen milyonlarca turisti bu bölgeye çeker.

Yeri gelmişken ifade etmeye çalışayım. Bu seferimizde Karadeniz’den yüklediğimiz buğdayımızla önce Akdeniz’e şimdi de Kızıldeniz’e gelmiştik. Peki, düşündünüz mü hiç; denizlere niçin böyle farklı renkler ile isimler konulmuş? Gerçekten denizler böyle rengârenk mi? Ayrıca denizlere rengini veren nedir?

Bütün bu sorularınızı daha önce Yeni Asya’da yayınlanmış bir makalemden alıntı yaparak söylemeye çalışayım.

Denizin rengi; bulunduğu bölgeye, mevsime, suyun kimyasal özelliklerine ve hatta içinde yaşayan canlılara göre değişkenlik göstermektedir. Suya rengini veren en önemli şey gökyüzü ve gökyüzündeki renklerdir. Eğer gökyüzü mavi ise ultramarine denilen derin mavi rengi, gri bulutlar ile kaplı ise gri rengin her tonu denizin rengini gösterir.

Akşam güneşin batması ile veya sabah doğarken gökyüzünün kızıla boyanması denizin renginin de değişmesine yol açar. Peki bazı büyük denizlere verilen adlar da gökyüzünün aldığı şekilden dolayı mıdır?

Pek öyle söylenemez zira sahillere yakın sularda ve 50 metreden daha az sığ sularda hâkim renk yeşildir. Genelde denizin dibindeki kum sarı renklidir. Gökyüzündeki mavi renkle birleşince yeşil renk ortaya çıkar. İşte sahillerdeki güzellik bu renk kaynaşması ile meydana gelir. Zaten yeşil ve mavi renkler dinlendirici renk diye tarif edilir. Gerçekten de denizlere ve ormanlara bakarak tefekkür ettikçe insan zihnen dinlenmiş olur. Bu yüzden tatil köyleri genellikle denizle ormanın birbirine karıştığı yerlerde inşa edilir.

Nehirlerin denizle kaynaştığı yerlerde ise denizin rengi kahverengidir. Çünkü toprağın ve alüvyonların rengi, kahverengidir. Bir zamanlar gemi ile gittiğim Arjantin ve Uruguay arasındaki denizin ve Hindistan’daki Bombay körfezinin kahverengi olduğunu görmüştüm. Elbette sadece bu bölgelerde değil, birçok delta açıklarında da denizin rengi kahverengidir.

Denizlerde yaşayan bitkiler ve hatta planktonlar da denizin rengini farklı hale getirebilir. Örneğin Kızıldeniz’de yaşayan bir tür canlı organizmalar aktif olduklarında deniz zaman zaman kızıl bir renge bürünmektedir. Bir ara İzmit Körfezinde de benzer bir canlı türü yüzünden Körfez kızıla boyamıştı.

Bazı denizlerde ve özellikle de Karadeniz’de bol miktarda sülfür bulunur. Bu sebeple özellikle sığ olan sahil kesimlerinde denizin rengi siyahlaşır. Belki de bu yüzden denize Karadeniz denilmiştir.

Denizaltıların Karadeniz’de derinlere dalması pek istenilen bir durum değildir. Zira sülfür oranı dibe daldıkça artar ve denizaltı saclarının aşınmasını ve paslanmasını çabuklaştırır.

— DEVAM EDECEK—

13.10.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (11.10.2009) - Singapur ileride, biz neredeyiz?

  (10.10.2009) - Bediüzzaman ın görüşleri ışığında Kürt Sorunu na demokratik çözüm.- HAZIRLAYAN: RİSALE-İ NUR ENSTİTÜ

  (09.10.2009) - Resmî ideolojiden arınmış, DEMOKRATİK EĞİTİM

  (08.10.2009) - DEVLET ETNİK KİMLİKLERE BİNA EDİLEMEZ

  (07.10.2009) - Bediüzzaman,BİRLİK için çalıştı

  (26.09.2009) - Endonezya’yı tanımak zaman ister

  (25.09.2009) - İstiklâl Camiinde sabah namazı

  (24.09.2009) - En kalabalık İslâm ülkesi

  (08.09.2009) - Bu evlere güneş de girmiyor, doktor da

  (07.09.2009) - Lübnan'da Ramazan Coşkusu - 3 - AHMET TURAN SÖYLER

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.