08 Ekim 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Dizi Yazı

DEVLET ETNİK KİMLİKLERE BİNA EDİLEMEZ

Bediüzzaman Said Nursî'nin geçen yüzyılın başında, yerinden yönetim konusunda Prens Sebahaddin'e verdiği cevap manidardır. Said Nursî, yerinden yönetimi olumlu karşılamakla beraber, etnik milliyetçiliğin yaygın olmasından dolayı endişelerini dile getirmiştir. Yani ayrılıklara sebep olabileceğini ifade etmiştir.

II. YÖNETİM: İNSAN MERKEZLİ BİR YAKLAŞIM

Bediüzzaman, yönetimin insana hizmet için var olması gerektiğini belirtmiştir. Emeviler’den miras kalan “hükümetin selâmeti ve asayişin devamı için eşhas feda edilir… milletin selâmeti için her şey feda edilir” anlayışını eleştirerek, bütün düşüncelerin merkezinde insanın olması gerektiğini vurgulamıştır. Bugün modern demokrasilerde de görülen bu yaklaşımın Türkiye’de pek çok sıkıntıları gidereceği muhakkaktır. Bu anlayış bugün Doğuda ve Güneydoğuda yaşanan pek çok olayı nasıl değerlendirmek gerektiğine dair önemli ipuçları vermektedir.

1. İDARÎ YAPI

Türkiye, etnik kimliklere göre şekillenen bir devlet olmamalıdır. Bilâkis, demokratik değerlerle geliştirilmelidir. Yani bugün Kürtlerin ya da başka etnik grupların yaşadığı bölgelere verilebilecek federasyon, başka bölgeler için de örnek olacak ve devletin idarî yapılanmasında etnisite ön plana geçecektir. Bugün modern demokratik değerler, insanları etnik kimliklerine göre ayırmayı değil, refah içinde bir arada yaşatmayı amaçlamaktadır. Bu konuda, Bediüzzaman Said Nursî’nin geçen yüzyılın başında, yerinden yönetim konusunda Prens Sabahaddin’e verdiği cevap manidardır. Said Nursî, yerinden yönetimi olumlu karşılamakla beraber, etnik milliyetçiliğin yaygın olmasından dolayı endişelerini dile getirmiştir. Yani ayrılıklara sebep olabileceğini ifade etmiştir.

Bugün Kürtlerin yoğun yaşadığı yerlerde, hizmete yerel bir nitelik katmakla beraber, siyasal anlamda bir federasyona gidilmesi tehlikelidir. Ekonomik faaliyetler, hizmetin halka ulaşması, eğitim faaliyetleri, yerel yönetimlerin hızlı ve daha iyi görebilen ellerine teslim edilmelidir. Ancak ayrılığı çağrıştıracak, hatta istetecek ve körükleyecek bir federasyon için Bediüzzaman’ın yüzyılın başında taşıdığı kaygılar hâlâ geçerliliğini korumaktadır.

2. RESMÎ DİL

Her ülkenin bürokratik yazışmalarında ve ortak konularda birlik sağlamak için kullandığı bir resmî dili vardır. Türkiye’nin resmî dili de Türkçe’dir. Bu, devlet yönetiminde birliğin sağlanması için gereklidir. Ancak bu durum insanların anadillerini konuşmalarına engel olmamalıdır. Kürtçe’den ya da Arapça’dan başka dil bilmeyen insanlara, hizmet aldıkları resmî kurumlarda çeşitli kolaylıklar getirilmeli, bürokratik işlemlerde yardımcı olacak tedbirler alınmalıdır. Bu çerçevede, hizmet alanlarla iletişimin kolaylıkla sağlanabilmesi için mahallî dilleri bilen memurlar atanmalıdır.

Bediüzzaman, dilin eğitim ve sosyal hayattaki önemine de ayrıca vurgu yapmıştır. Bu anlamda “Medresetüzzehra” projesi çerçevesinde Türkçenin lâzım, Arapçanın vacip, Kürtçenin ise caiz olduğunu ifade etmiştir. Buradan, Arapça’nın dinî vecibelerden dolayı öğrenilmesi gerektiğini, Kürtçe’nin günlük hayatta serbestçe kullanılabilmesini, Türkçe’nin ise sosyal hayatın bir gereği olarak herkes tarafından bilinmesinin faydalı olacağını anlıyoruz. Ayrıca, Bediüzzaman halka ulaşmada mahallî lisanlara öncelik verilmesini vurguladıktan sonra, bilginin ortak bir dille ifade edilebilmesi gerektiğini dile getirmiştir.

Bütün bu bilgilerden anlaşıldığı üzere, insanlara anadilleri üzerinde sınırlayıcı bir baskı uygulanmamalıdır.

3. YÖNETİCİLERİN

HALKA YAKLAŞIMI

Cumhuriyet döneminde devlet ile halk arasındaki kopukluğun sebeplerinden birisi de memurların halka karşı davranışları olmuştur. Bediüzzaman, baskıcı devlet yerine, hizmet eden devlet modelini önermiştir. Bu modelde memurlar halka tahakküm eden değil, hizmet eden olmalıdır. Bediüzzaman, Doğu ve Güneydoğu bölgesinin önemli bir özelliğine dikkat çekmiş ve bölgede din hissinin insanlar arasındaki ilişkileri belirlemede önemli bir fonksiyon icra ettiğini ifade etmiştir. Bölge halkı, kendi dindar olmasa da yöneticisinin dindar olmasını tercih eder.

Bediüzzaman bu konuda, başbakan Adnan Menderes’e gönderdiği mektuplarda da çeşitli ikazlarda bulunmuştur. Yöneticilerin halka yaklaşımında, devletin şefkat elini göstermesi gerektiğini ifade etmiş, halkın arasında etnik ayrımcılığı körükleyen politikalardan vazgeçilmesini ve halkı dinleyerek, anlayarak onları küçük görmeden hizmet götürülmesini tavsiye etmiştir.

III. KÜLTÜREL ÇALIŞMALAR: FARKLILIKLAR ZENGİNLİKTİR

Türkiye’de yaşayan farklı din, ırk ve mezhebe sahip insanları bir zenginlik olarak algılamak gerekmektedir. Cumhuriyetin kurucu ifadesinin tercih ettiği tek tip insan yetiştirme amacından vazgeçilerek, demokratik yaşama biçimlerinin zorunlu bir gerekliliği olan farklılıkların bütün özelliklerini geliştirmelerine izin verme yolu tercih edilmelidir.

1. ENSTİTÜLER

Türkiye’de yaşayan farklı kültürel grupların her birine kendi kültürlerini geliştirme imkânı verilmelidir. Toplumların dinlerini, dillerini, yaşama biçimlerini, gündelik hayatlarını araştırmak, geliştirmek ve onları başkalarına anlatmak, demokratik haklarındandır.

Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusunda yaşayan Kürtlerin de kendi kültürlerini geliştirmek amacıyla, enstitüler kurarak, dil ve kültürlerini araştırmaları tabiî bir durumdur. Bediüzzaman, Kürtçenin elifba ve sarf-nahvini yazan Mutkili Halil Hayali Efendi’yi bu gayretlerinden dolayı takdirle beraber, Kürtçe üzerine yapılacak çalışmaları teşvik etmiştir.

Burada Kürt ırkçılığı yapan eserlerle Kürtlerin kültürel eserlerini ortaya çıkaran eserleri birbirinden ayırmak gerekir. Çünkü ırkçılık nerede olursa olsun ve kimden gelirse gelsin reddedilmesi gereken bir zehirdir. Buna karşın kültürel araştırmalar toplumların gelişmesi açısından yararlı çalışmalardır. Bugüne kadar Kürtlerle ilgili çalışmaları çoğunlukla, ırkçı ve nasyonal sosyalist insanların yapmış olması bir handikap olmakla birlikte, bugün demokratik açılım çerçevesi içerisinde objektif ve samimî çalışmaların yapılmasına büyük ihtiyaç vardır.

2. YAYINLAR

Türkiye’de kullanılan Türkçe dışındaki dillerde yayın yapılmasının önündeki engellerin günden güne kaldırılması olumlu bir gelişmedir. Geçtiğimiz dönemde TRT Şeş’in kurulması devletle Kürtçe konuşan vatandaşlarımız arasındaki kopukluğun giderilmesinde önemli bir fonksiyon icra edecektir. Bu gelişmeler devlet-toplum kaynaşmasının zeminini oluşturacaktır. Bu çerçevede Türkiye’de kullanılan Türkçe dışındaki dillerde gazete, dergi ve kitap yayınlanmasından çekinilmemelidir. Bu konuda gerekli hukukî düzenlemeler yapılmalıdır.

3. YER ADLARI

İnsan, yaşadığı topraklarla zaman içinde bütünleşir. Oralara, tarihi yüzyıllarca eskiye giden isimler verilir. Bu isimler de o toplumların geçmişlerine dair pek çok kültürel hikâyeyi içerir.

Bundan dolayı, o topraklara sanki yeni taşınılmış gibi yeni isimler vermek doğru değildir. Biliyoruz ki, sadece Kürtlerin yaşadığı yer isimleri değil, Anadolu’nun pek çok yerinde isimler tepeden inme kararlarla değiştirilmiştir. Bu tavır, yüzyıllar içinde oluşan kültürel birikimi hiçe saymaktır. Yer adlarının o beldenin geçmişinde hikâyesi olan kelimelerden seçilmesine izin verilmeli, şu andaki isimler de istenirse eski haline getirilebilmelidir.

IV. GÜVENLİK: SUÇLU

İLE MASUMU AYIRMAK

Bugün, insanın modern devletten en büyük beklentilerinden birisi, hiç kuşkusuz güvenliktir. Başta Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgemiz olmak üzere Türkiye genelinde bir güvenlik sorunu yaşanmıştır. Güvenlik sorunlarından dolayı ölüm haberlerinin gelmediği gün hemen hemen yok gibidir. İşte bundan dolayı acilen alınması gereken bazı tedbirler, güvenliğin daha iyi hale gelmesine zemin hazırlayacaktır.

1. KORUCULUĞUN KALDIRILMASI

Silâh, tabiatı gereği kontrol edilmesi gereken bir alettir. Kontrol etme yeteneğine sahip olmayan insanların elinde bir ölüm makinesine dönüşebilir. Silâhların kontrol edilebilmesi için de belli bir eğitim düzeyi gerekmektedir. Bu sebeple, Doğu ve Güneydoğu gibi, düşmanlıkların yaygın olduğu yerlerde, halktan bazı insanlara silâh dağıtmak, kargaşayı daha da arttıracaktır.

II. Abdülhamid, Osmanlı Devleti’ni ayakta tutabilmek ve Müslüman ahaliyi kendisine bağlayabilmek için İttihad-ı İslâm’ı, resmî politika olarak uygularken, toplumsal anlamda da çalışmalar yapmıştır. Bunların başında Arap, Arnavut ve Kürt Müslümanlarını bir çatı altında tutmak için yaptığı çalışmalar gelir. Padişah, bütün Müslüman unsurları bir arada tutmak için Araplardan aşiret okulları, Arnavutlardan muhafız alayı kurdurduğu gibi, Kürtlerden de Hamidiye Alaylarını kurmuştur. Bu alaylar, II. Abdülhamid döneminde devlete sadık bir teba ortaya çıkarmışsa da, sonraki dönemde, halkın içinde düşmanlık ve rekabetlerin artmasına, çatışmalara ve sosyal huzursuzluklara zemin hazırlamıştır.

Koruculuk sistemi de böyle bir uygulamadır. Belli kişilerin korucu yapılarak ellerine silâh verilmesi, halkın ikiye bölünmesine zemin hazırlamıştır. Korucu olamayan aşiretler terör örgütünün tarafına itilmiştir. Ayrıca, eli silâhlı bir kısım cahil insanlar bu silâhları yanlış yerlerde kullanabilmişlerdir. Zaten Doğu ve Güneydoğu toplumun en önemli özelliklerinden birisi rekabet, ayrılık ve ihtilâftır. Bir de ellerine silâh geçince karışıklıklar daha da artmıştır. Geçtiğimiz günlerde yaşanan Bilge Köyü katliâmı bunun somut örneklerinden sadece bir tanesidir.

2. SUÇUN ŞAHSÎLİĞİ MESELESİ

Terör olaylarına karşı önleyici tedbirler almak elbette bir zorunluluktur. Ancak, bu teşebbüslerde dikkat edilmesi gereken en önemli konulardan birisi, suçlu ile suçsuzun ayrılması meselesidir. Geçtiğimiz yıllarda, Doğu ve Güneydoğuda güvenliği sağlamak amacıyla yapılan çalışmalarda, bu kuralın ihlâl edildiği, suçlu birkaç kişi için köyünün cezalandırılması, bir suçlu için akrabalarının takibata uğraması gibi pek çok vak'alar görülmüştür. Bediüzzaman’ın eserlerinde en çok ikaz ettiği konulardan birisi budur. Bediüzzaman’ın ilk eserlerinden son mektubuna kadar pek çok eserlerinde bu konuda ikazlarda bulunduğu görülmektedir.

Yakın tarihte, Ergenekon dâvâsı vesilesiyle tekrar hatırlanan pek çok vak'ada bu kuralın ihlâl edildiği görülmektedir. Şemdinli dâvâsı da bu çerçevede ele alınması gereken önemli bir örnektir. İnsanları potansiyel suçlu olarak kabul etmek ne demokrasiye ne de İslâm’a uyan bir durumdur. Bu sebeple yapılması gereken, sadece suçlunun cezalandırılmasıdır. Bu konuda geçmişte mağdur olan insanlara, adil bir yargılama sonucunda hakları teslim edilmelidir.

3. KÖYLERİN BOŞALTILMASI

Bu çerçevede ele alınması gereken konulardan birisi de güvenliğin sağlanması için köylerin boşaltılması meselesidir. Doğu ve Güneydoğuda güvenliği sağlamak amacıyla, yapılan çabalar içinde köylerin boşaltılması ve zorla göçe zorlanması da vardır. Hâlbuki bir köyde birkaç suçlu varsa sadece o kişiler cezalandırılmalıydı. O köyün tamamını cezalandırmak anlamına gelen köy boşaltma uygulaması doğru bir uygulama değildir.

Bu tür uygulamalar pek çok sorunu da beraberinde getirmiştir. Yerinden yurdundan kovulan insanlar zaten yetersiz olan geçim kaynaklarından mahrum bırakılmış, sığındıkları şehirde işsizliğin, sefaletin pençesinde aile bütünlüğünü muhafaza edemez olmuşlardır. Aile bütünlüğünün zayıflamasıyla ortaya çıkan otorite boşluğu yoğun genç nüfusu suç ve terör örgütlerinin istismarına açık hale getirmiştir. Sorunları giderilmesi için köylerin güvenlik soruları çözülmeli, hayat standartları yükseltilmeli ve göç eden insanların yeniden kendi topraklarına dönmelerine imkân tanınmalıdır. YARIN: RESMÎ İDEOLOJİDEN ARINMIŞ, DEMOKRATİK EĞİTİM

08.10.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (07.10.2009) - Bediüzzaman,BİRLİK için çalıştı

  (26.09.2009) - Endonezya’yı tanımak zaman ister

  (25.09.2009) - İstiklâl Camiinde sabah namazı

  (24.09.2009) - En kalabalık İslâm ülkesi

  (08.09.2009) - Bu evlere güneş de girmiyor, doktor da

  (07.09.2009) - Lübnan'da Ramazan Coşkusu - 3 - AHMET TURAN SÖYLER

  (06.09.2009) - ŞATİLLA KAMPI, AÇIK HAVA MÜZESİ GİBİ - AHMET TURAN SÖYLER

  (05.09.2009) - Lübnan kendine geliyor

  (05.08.2009) - Tarihin derinliklerine girdik

  (04.08.2009) - ‘Elveda ey gelin libasını giymiş acûze-i şemta!’

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.