19 Ekim 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Röportaj

H. Hüseyin KEMAL

BEDİÜZZAMAN’IN KUŞATICI BİR VİZYONU VAR

İslâmın Zihin Tarihi, Türkiye’nin Zihin Tarihi, son olarak da Alafrangalığın Zihin Tarihi kitaplarının yazarı Yazar-Şair Hilmi Yavuz’la Türkiye’nin modernleşme deneyimini konuştuk. Kurulan devletin inşa ettiği sistem son günlerde kıyasıya eleştirilirken modernleşmeyi konuşmamak olmazdı. Bu konuda Yavuz, Türkiye’nin modernleşmeden çok oryantalistleşme yaşadığını ve Avrupalı değil, Avrupalı gibi olduğunu savunuyor…

Alafrangalığın Tarihi diye bir kitap neşrettiniz. Türkiye’deki alafrangalık ve modernizm algısından bahseder misiniz?

Türkiye’de modernleşme ve alafrangalığın ediniliş biçimine bakmanın doğru olacağını düşünüyorum. Ben Türkiye’nin modernleşmenin ötesinde oryantalistleşme yaşadığını savunuyorum. Bu da Avrupalı olmak değil, Avrupalı gibi olmakla ilgili bir durumdur. Eğer o medeniyete aitseniz Avrupalısınızdır, eğer sonradan intisap ilişkisiyle bağlı iseniz Avrupalı gibi olursunuz. AB bir medeniyet projesidir. Bizim medeniyetimiz hiçbir zaman bir Batı medeniyetine dönüşemez, olsa olsa Avrupalı gibi olunabilir. Onun için de ‘imtiyazlı ortaklık’ meselesi gündeme gelmiştir. Kemal Tahir, Türkiye’nin asla Batılılaşamayacağını söyledi, ancak modernleşmenin nasıl edinildiğine dair teşhiste bulunulmadı.

Sizce biz Batı gibi olmak konusunda ifrata mı kaçtık?

Gibi olmak doğru… Avrupa medeniyetine ait olmanın bazı hususiyetleri var. Hıristiyanlığa atıfta bulunmadan Avrupa medeniyetini tanımlayamazsınız. Bu medeniyet Hıristiyanlık, Eski Yunan ve Roma’nın sentezidir. Biz medeniyetimizin inşasında bu üç unsurdan da yararlanmadık. Aradaki farkı böyle görmek lâzım…

Türkiye nasıl bir hata yapmıştır?

Hiçbir toplum, kendi dünya görüşünün yerine başkasını ikame etmek isterken, radikal bir kopma gerçekleştirmez. Sanıldı ki, biz mevcut Avrupa medeniyet dairesine intisap ettiğimizde geçmişle ilişkimizi sıfırlayacağız. Böyle bir şeyin olmayacağının hesaba katılması gerekirdi. Bizi biz yapan değerlerin, zihin yapımızı inşa eden her şeyin tasfiye edileceği sanıldı. Doğuyla Batı arasında muvazeneli bir ilişki kurularak, gelenekler korunarak ve yeniden üretilerek bir şeyler yapılması gerekiyordu. Bu yapılmamıştır.

Modernizmi İslâma taşıtmak mümkün mü?

Ben modernlikle İslâm arasında bir karşıtlık olabileceğini düşünmüyorum. Mecelle’nin “Esmanın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz” hükmü, İslâmın değişimin karşısında olmadığını gösterir. Müslümanlar tarafından İslâmın donmuş, değişmez bir din olarak algılandığını düşünmüyorum.

Bilimde ve teknikte Batının üstün olması bu süreci etkilemiş olabilir mi?

Batı medeniyetinin bilim ve teknikte öncü olması başka, medeniyetlere tahakküm etmesi ve başka... Medeniyetler tarafından gayet tezellümkâr bir şekilde kabul edilmesi mânâsına gelmemeli. İslâm medeniyetinin de kendine mümeyyiz vasıfları var. Bu medeniyetin büyük bir şiir geleneği, musikîsi, mimarî geleneği, hat sanatı, minyatür sanatı v.b. var. Siz, sadece Batıyı referans alırsanız, musîki yoktur dersiniz. Çünkü, Batı çok sesli olduğu için, bizim tek sesli müziğimizi müzik saymazsınız. Biz, kendi kültürümüze bakarken, bir Batılı gibi bakmışızdır. Rahmetli Çelik Gülersoy; Yahya Kemal’in iyi bir şair olup olmadığını şiirlerinin Fransızca’ya çevrilip bir Fransız tarafından değerli bulunuyorsa mümkün olabileceğini söylemişti. Medeniyetimizin temel olan şiirimize bir aydının nasıl baktığını görüyorsunuz. Aynı şeyi, Orhan Pamuk İstanbul kitabında yaptı. “Kitabımı bir Avrupalı beğenirse, benim için bir mânâsı var” dedi. Bizim beğenmemizin bir mânâsı yok, çünkü biz ona göre ‘adam değiliz!’. Ben bunun üzerine eleştiri yazınca, ikinci baskıdan o cümleyi çıkardı. Akıllı çocuk!

Geçen gazetelerde bir haber vardı ve Orhan Pamuk kendini Osmanlı kültüründe bulduğunu söylüyordu ama…

Pamuk’un Osmanlı kültürüyle olan ilişkisi yüzeysel bir ilişkidir. Osmanlı kültürüne nüfuz etmek şöyle dursun, tam bir oryantalist tavırla bu kültürü dekor olarak kullanır.

Said Nursî, Batı medeniyetinin ırk temelli ve çatışmacı bir özelliğe sahip olduğunu söyleyerek Dünya savaşlarını buna örnek gösterir. Bu değerlendirmelere katılıyor musunuz?

Çok doğru, ben de tıpkı öyle bakıyorum. Batı medeniyetinin sömürgecilik ve ırkçılık üzerine inşa edildiğini söyleyebiliriz. Kant’ın, John Locke’nin yazılarına bakıldığında ne kertede ırkçı oldukları görülür. Robert Bernasconi Metis Yayınları’ndan “Irk Kavramını kim icat etti?” kitabında bunları bütün çıplaklığıyla anlatıyor. Kendi medeniyetleri dışındaki insanlara insandan daha aşağı bir bakış açısıyla yaklaştıkları bir gerçek. Bugün hâlâ Bosna’da yaşananlar karşısında “Sırplar insan değil, Müslüman öldürdüklerini düşünüyorlardı” ifadesi aşağılayıcı fikrin devam ettiğini gösteriyor. Düşünce oryantalist mecradan akmaya devam ediyor.

Siz Batıyla Hıristiyanlığı ayırmıyorsunuz değil mi?

Hıristiyanlığın dışında bir Batı yok…

Said Nursî Hıristiyanların bazılarının İsevîliğin hakikatini kaybetmemiş olduğunu söyler ve onlarla ilişki kurulabileceğini dile getirir…

Onlara Avrupa demek doğru olmaz, onlar iyi Hıristiyanlar. Bediüzzaman Avrupa’da aslolanın bu olmadığını bilecek derecede bir insan. Kendisi hoşgörülü bir yaklaşım göstermiş. İyi Hıristiyanların Avrupa hayatına hakim olmasını bekliyorsak bunda mesele yok, ama şu an böyle bir şey görünmüyor.

Zaten burada kastedilen de bu… Said Nursî, İslâm dinini rüşvet verenlerin dünyada da başarıya ulaşamayacağını söyler. Siz buna katılıyor musunuz? Çünkü bir sürü düşünür İslâm dininin bizi geri bıraktığını düşünüyor.

Müslümanlığı hayatımızdan tecrit etmek nasıl mümkün olabilir? Fransa’da ihtilâl kiliseyi ortadan kaldırdı, ancak ihtilâlin etkisi azalınca, aradan elli sene geçmeden, kiliseye gidenlerin sayısı beş kat arttı. Aydınlanma ve Sovyet komünizmi dini insan hayatından söküp atamadı. Din insanın fıtratında var…

Türk aydınlanmasında ne gibi problemler var?

Gerçek bir aydınlanma yaşamadığımız kanaatindeyim. Aydınlanmanın temel ilkesi akıldır. Kant’ın aydınlanma risâlesinde belirttiği gibi aydınlanmanın temeli insanın kendi aklının kılavuzluğudur. Yani hayatta en hakikî mürşid “akıldır”. Biz bunu “ilme” dönüştürerek temellük etmişiz. Yani bilim ne diyorsa akıl odur. Gündelik hayatımızda insanlar akla aykırı şeyler yapabiliyor. Onun için rasyonel olan başka rasyonalizasyon başkadır. Beş lira daha fazla olan bir ürünü, insanlar hemşehrisi olan birinden daha pahalıya alabiliyor. İlimle aklı aynîleştirirsen hayatın bazı rasyonalizasyonlarını dışarı atmış oluruz. Dolayısıyla en hakikî mürşid ilim değil. Bu hayatın bütün rasyonalizasyonlarını hurafeye atmanız demek olur.

Sistemin Batıdan alınması, belki kendi içinde rasyonel bir durumdu, ancak başka bir medeniyetin bize uymayacağı da akıl dışı değil miydi?

Rasyonalite edilemedi. “İtalyan Ceza yasasının, İsviçre Medenî Hukukunun Türkiye’ye uyarlanmasının esbab-ı mu'cizesi nedir? Nasıl rasyonalite edildi?” denildiğinde, bunun cevabı yok. Batı medeniyetinin hukukunu aldık demek, sadece bir olgunun izahıdır. Bu açıklama değil.

Sizce kurulan cumhuriyet oryantalist midir?

Meseleye siyasî değil, sosyolojik mesele olarak yaklaştığım için modenleşme üzerinden konuşabilirim. Siyasî bir değerlendirme yapmak isteseydim, cumhuriyet üzerinden konuşurdum. Modernleşmenin oryantalist olduğunu söyleyebilirim.

Siyasî açıdan baksaydınız cumhuriyeti oryantalist bulurdunuz yani…

Bunu ben söylemiyorum, sen söylüyorsun.

O zaman soruyu şöyle sorayım; Cumhuriyet modernleşmesi oryantalist midir?

Sadece cumhuriyet değil, Tanzimat’tan bu yana yapılan bütün modernleşme sürecimiz oryantalisttir. Modernleşme cumhuriyetle başlamamıştır, ancak radikal bir şekilde devam etmiştir.

Batıda kanunlar senelerce tartışıldıktan sonra meclisten geçer, neden bizde bir gecede anayasa değiştirilebiliyor?

Okumuş olsun olmasın, Türkiye’de insanların zihinsel tavrı, olayları politize ederek anlamak ve anlatmaktır. Bunu Osmanlıyla olan geleneksel ilişkimizle de açıklayabiliriz. Bizim insanımız siyasal bir insandır. Başbakan siyasî ve ekonomik kriterleri yerine getirdikleri halde neden AB’ye alınmadığımızı şaşırarak soruyor. Bu meseleyi siyasî bir perspektiften görmektir, ama AB siyasetin ötesinde medeniyet projesidir.

Alafrangalık meselesinde yeni yükseldiği söylenen İslâm Burjuvazisini de tartışmaya açmak gerekiyor değil mi?

Hazırladığım kitap da Türkiye’de söylenmemişleri söylüyorum. Bunda tabiî ki bir tartışma düzeyinde, bir iddia… Dine sadece şeriat ve akaid olarak bakılmasına karşıyım. Elbette ki, bir din şeriatsız ve akaidsiz olmaz. Bunun bir de medeniyeti var; Karahisarîsi, Sinan’ı, Bakî’si, Itrî’si var. İslâmın bir estetik medeniyet olarak temellük edilmesi gerekir. Türkiye’de yedincisi yapılan bienal var. Arkasında da Koç Holding bulunuyor. Siz bienali son derece Avrupalı konseptler üzerine inşa ederseniz olmaz. Meselâ, bu yılki bienalin konusu Mi'rac olabilirdi. Müslüman burjuvazinin Avrupalı değil, İslâmî değerlere ve entelektüel mirasa sahip çıkması gerekir. İtalyan burjuvazisi 13. y.y.’da bunu yapmıştır.

Hükümetin yeni burjuvaziyi temsil ettiğine katılıyor musunuz?

Bu tuzak bir soru. Ben meseleleri siyasî bir bakış açısıyla değerlendirmek istemiyorum. Müslüman burjuva bilinciyle İslâmî bilinç birbirinden ayrı tutulmamalı…

Ayrı mı tutuluyor şu anda?

Yapılan camilerden insan utanır. Sinan gibi bir mimarî mirası olan ülkenin haline bak. Yazılan şiire, yapılan müziğe bak. Bunların arkasında burjuvazinin sahip çıkmaması yatıyor.

Siyasete girmek istemiyorum, ama bienalin konusu Mi'rac olursa Genelkurmay irtica açıklaması yapmaz mı? Sizce pozitivist akıl Türkiye’yi terk etti mi?

Türkiye’de Müslüman burjuvazi sağlam bir şekilde ayakta duruyorsa, buna kimse karşı çıkamaz. Bunun ‘irtica’ neresinde, biz san’at yapıyoruz…

Bütün bu tartışmaların sonun da Said Nursî İslâm medeniyetinin Batı medeniyetine galebe çalacağını söylüyor.

Ben Bediüzzaman’ın vizyonuna sahip değilim. Onun kuşatıcı bir ufku var. Geleceğe yönelik çıkarsamalar yapabiliyor. Biz meselelere verili değerler üzerinden yorum getiririz. Onlar büyük vizyon sahipleri…

Siz kitabınızda modernleşmeyle ilgili değerlendirme yaparken, Ergenokon’a da atıfta bulunmuşsunuz. Bana ilginç geldi…

Volter gibi bütün aydınlanmacılar, kiliseye karşı bireyin aklını öne çıkarmaya çalışıyorlardı. Biz de pozitivist yaklaşımın sonucu olarak bireyin aklıyla bürokratik aklı yer değiştirdik. Bizim aydınlanmacı olarak bürokratik, devletin aklını eleştirmemiz gerekir. Bu yapılmıyor, tam tersine devletin aklı dayatılıyor. Bu da resmî ideolojiyle sınırlı bir akıl. Bunun dışındaki her şey hurafe sayılıyor. Bu dayatmanın temsilcileri Ergenekonculardır. Ergenekoncuları yanlış aydınlanmacılar olarak okuyabiliriz.

Ya Müslümanlar yeterince değişimi algılayabilmiş mi?

Bunu söylemek bana ağır geliyor, ancak Müslümanlık muhtevasını kaybetmiştir. Müslümanlığın kriteri kamusal alanda görünürlülükten ibaret kılınmıştır. Muhteva ne kadar boşaltılırsa, şekil öne çıkar. İslâmı sadece şekil olarak algılamak yanlış. Kızlarımız neden üniversiteye gidemiyor meselesini tartışırken, Müslümanlık neden sadece türbana indirgendi meselesini de düşünmemiz gerekir.

Her halde burada da bir siyasallaşma söz konusu değil mi?

Bravo çok iyi bir örnek. Bir Müslüman olarak kendimizi eleştirmek zorundayız.

Ama bir oryantalist gibi değil…

Şekil ve muhteva açısından değerlendireceğiz. Öncelikle Peygamber ahlâkına sahip çıkmamız gerekiyor. Medya ilâhiyatçıları hadislerin uydurma olduğunu söyler duruma geldiler. “Hiçbiri mütevatir değildir” dediğiniz zaman, Peygamberimizi (asm) devre dışı bırakmış olursunuz. Bu tür yanlışlıklar konusunda kamuoyu uyarılmalı.

Said Nursî de İslâmî muhtevanın yeniden inşa edilmesine çabalıyor…

Evet… Evet… Evet… (bir tasdik ve memnuniyet ifadesiyle). Peygamberimiz (asm) “İnsanın görevi dünyayı güzelleştirmektir” diyor. Dinimizin ne derecede estetik bir medeniyete sahip olduğunu bundan daha veciz bir şekilde anlatacak bir cümle bulamıyorum. Evliya Çelebi eserinde küçük bir caminin kayyumundan bahseder. O zât, Cuma günleri saf aralarına secdeye gidilecek yerlere bahçeden güzel kokulu çiçekler toplayıp yerleştirirmiş. Bu ne büyük incelik!

Said Nursî hakkındaki görüşleriniz neler?

Ben Bediüzzaman’ın büyük bir din düşünürü olduğu kanısındayım. Onun söylediklerinin, Türkiye’de, özellikle laik kesimler tarafından incelenmeden hurafe ve irtica olarak algılanmasından büyük rahatsızlık duyuyorum. Bediüzzaman büyükbir din bilgini ve önemli bir kılavuz.

Sizin estetik vurgunuza Bediüzzaman “Doğunun yükselişi san'atla” olacaktır, tesbitinde bulunuyor…

İşte teşhis bu! (Büyük bir hayranlıkla söylüyor.)

H. Hüseyin KEMAL

19.10.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (17.10.2009) - Bilinçaltımız Kur’ân’a göre programlanmış

  (13.10.2009) - SAİD NURSî TOPLUMSAL BARIŞI TEMSİL EDİYOR

  (08.10.2009) - GÖLCÜK’TE İKAMET EDEN 40 YILLIK OKUYUCUMUZ İSMAİL KELEŞ:

  (06.10.2009) - 1982 anayasasına ‘hayır’ oyu verdik

  (05.10.2009) - Barış açılımında asker sonsuza kadar susmalı

  (04.10.2009) - Bayramların hatırlattıkları

  (03.10.2009) - Din eğitimi ilk sınıftan başlamalı

  (02.10.2009) - Din dersi demokrasiyle başladı

  (01.10.2009) - BAŞÖRTÜSÜ AÇILIMINDAN SÖZ EDEN YOK

  (30.09.2009) - Önyargılarla demokrasi olmaz

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.