10 Kasım 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Âdem'in (as) yaratılışından Kıyamet kopuncaya kadar Deccaldan daha büyük bir fitne yoktur.

Câmiü's-Sağîr, No: 3380

10.11.2009


Küfr-ü mutlaktan ve irtidattan kurtaran hakikat

Aziz, sıddık kardeşlerim,

“Allah’ın, kullarını sevkettiği ve onlar için seçtiği her şeyde hayır vardır” sırrıyla, bu mes’elemizin tehiri hayırdır. Çünkü bütün mekteplerde ve dairelerde ve halkta, o ölmüş dehşetli adamın muhabbeti telkin ediliyor. Bu hâl ise, âlem-i İslâma ve istikbale pek elîm ve acı bir tesiri olacaktı. Şimdi ihtiyarımızın haricinde, onun mahiyeti ne olduğunu, en başta ve en ziyade alâkadar ve en son ondan vazgeçecek adamların ellerine katî hüccetler gösteren ve ispat eden Risale-i Nur geçmesi, kemâl-i merak ve dikkatle okunması öyle bir hadisedir ki, bizler gibi binler adam hapse girse, hattâ idam olsalar, din-i İslâm cihetiyle yine ucuzdur. Hiç olmazsa küfr-ü mutlaktan ve irtidattan en mütemerridleri bir derece kurtarır, meşkûk bir küfre çıkarır, mağrurâne ve cüretkârâne tecavüzlerini tâdil eder.

Mahkemede son söz olarak yüzlerine söylediğim bu cümle, “Milyonlar kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikate başımız dahi feda olsun” ile, bizim nihayete kadar sebat edeceğimizi dâvâ etmişiz. Bu dâvâdan vazgeçilmez. İçinizde vazgeçecek yok ümit ediyorum. Madem şimdiye kadar sabrettiniz, “Daha kısmetimiz ve vazifemiz bitmedi” diye tahammül ve sabrediniz. Her halde Meyvedeki katî hüccetlerle kabil-i inkâr olmayan idam-ı ebedî ve nihayetsiz haps-i münferit mesleğini müdafaa etmek için Risâle-i Nur’a karşı anûdâne hareket edilmeyecek, belki musalâha veya mütareke çaresi aranılacak.

“Sabır, ferahlık ve genişliğin anahtarıdır.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 6:298, Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:21.)

Şuâlar, s. 298, (yeni tanzim, s. 534

LUGATÇE:

anûdâne: inat edercesine, inad ederek.

cüretkârâne: cesurca, yiğitçe, kahramanca.

haps-i münferid: tek başına hapis; hücre hapsi.

hüccet: senet, vesika, delil; bir iddiânın doğruluğunu ispat için gösterilen belge.

îdâm-ı ebedî: dirilmemek üzere yok oluş; âhiret inancı olmadığı için ölümü ebedî yokluğa gitmek olarak görme.

ihtiyâr: irâde, kendi isteğiyle seçme ve hareket etme, isteme; arzu etme.

irtidat: dinden çıkan.

kábil-i inkâr: inkârı mümkün.

katî: kesin.

küfr-ü mutlak: kesin ve tam bir inkâr.

mağrurâne: gururlanarak.

meşkuk: şüpheli.

musâlâha: barışma, kırgınlığı ortadan kaldırma, karşılıklı anlaşma.

mütareke: ateşkes, karşılıklı olarak anlaşıp silah ve kuvveti bırakmak.

mütemerrid: inatçı, dik kafalı, hakkı kabul etmekte direnen.

nihâyetsiz: sonsuz.

sebat: dayanmak, kararlı olmak.

tâdil: değiştirme, düzeltme.

tehir: ertelemek.

10.11.2009


Haşmetli dağlar

Kâinat fabrikasını insan için yaratıp işlettiren ve o fabrikanın çarklarına hayatı ve rızkı merkez yapan Yüce Yaratıcı, sanatının ve sanatkârlığının haşmetini, adeta bir sinemanın film şeridine takar gibi, zaman tünelinin muhteşem levhalarına takarak, günbegün, mevsimbemevsim, başta insan olmak üzere, tüm mahlûkatının nazarlarına arz eder.

Kâinat kitabının geniş bir hülâsa ve özeti olan Kur’ân-ı Hakim’de dağların arz gemisinin direkleri olarak yaratıldığı, ‘’Dağları birer kazık suretinde yaratmadık mı!’’ âyetleriyle, Nebe Sûresi’nde anlatılır. 1910’lu yıllarda inşâ edilip, banileri ve ona taparcasına perestiş edenleri tarafından, ihtişâmına binaen, hâşâ ‘’Bunu Allah bile batıramaz” denilerek inkârın ve dünyevî zevk ve depdebelerin azgınlaşmasının bir timsali olan 252 metre uzunluğundaki dev Titanic, bundan 97 yıl önce, 5000 yolcusu ve mürettebâtı ile buzullar arasında Kuzey Atlantik’ te, insan çığlıkları arasında okyanusun azgın sularına gömüldü.

Kader-i İlâhînin dümen ve tedviriyle, direkleri muhteşem dağlar olan arz gemisi, toprağının içinde ve üstünde seyahat eden milyarlarca yolcusuyla, Bediüzzaman’ın ifadesiyle ‘’top güllesinden yetmiş defa süratli”; bugünün ilmi ifadesiyle ise, saatte yüz bin kilometre civarında bir hızla, kendisi için belirlenen İlâhî hedefe doğru emin adımlarla yol almaktadır. Bu muhteşem geminin yanında, beşerin oyuncakları olan Titanik’lerin, değil “muhteşem” vb. tabirlerle anılması, belki de esamelerinin bile hiç okunmaması gerekirdi.

Cenâb-ı Hakk’ın muhteşem sanat eserleri olarak binâ ettiği dağlar, kültürümüzde ‘’yüce dağlar, haşmetli dağlar, karlı dağlar vb.‘’ sözlerle anılır. Fen ve din ilimlerinin mezc edilerek uzay çağı insanlığının hizmetine sunulduğu Risâle-i Nur Külliyatı’nda, Kâinat Kitabının mütalâasının ifadesi olan 7. Şuâ’da ise Bediüzzaman, dağların Yaratıcı tarafından, sapasağlam arz üstüne dikilen hazineli direkler olduğunu, karnındaki inkılâbât ve gazabı dindirmek için emr-i İlâhî ile arzdan fışkıran dağların menfeziyle gezegenimizin nefes alıp teskin olduğunu, böylece üzerindeki yolcuları incitmeden, sâlimen yolculuğuna devam ettiğini ifade eder.

Ayrıca, insanlık ‘’Derdime dermansın‘’ diyerek sırtını dayadığı dağlardan, onun karnındaki madenlerden, sulardan, otlardan, bitki ve ağaçlardan, sırtında açan çiçeklerden ve daha keşfedilmeyi bekleyen beşere faydalı binlerce maddeden medet ve şifâ bekler.

Haşmetli dağlardan bahsederken, Almanya ve Fransa’ya yıllar önce yaptığım bir seyahatte karşılaştığım bir hatırayı sizlerle paylaşmadan geçemeyeceğim.

Yabancı havayollarına ait bir uçakla Almanya’ya doğru uçtuğumuz bir anda, pencere kenarına oturduğumdan, bir yandan yeryüzündeki muhteşem manzaraları uzaktan seyrederken, bir taraftan da önümdeki koltuğun arka kısmındaki elektronik göstergeleri takip ederek, hangi ülkeye geldiğimizi anlamaya çalışıyordum. Bir ara gösterge İsviçre üzerinde durdu. Tam o anda harita monitöründe, bütün güzelliğiyle Alpler göründü. O anda o ülkelerde hava kapalı olduğundan, uzun süredir, atılmış pamuk gibi olan bulutların epeyce üstünden uçuyorduk. Tam o anda gözüm gayr-i ihtiyârî pencereden dışarıya odaklandığında bir anda bütün canlılığı ile başını bulutlardan binler metre yukarıya çıkarmış, arz gemisinin en muhteşem direklerinden biri olan Alp sıra dağları beliriverdi. Çok heyecanlanmıştım. Yaradanın muhteşem san’atı karşısında o an yaşadığım hazzı tarif etmem imkânsız.

Bu tefekkürî halde defalarca ‘’Allahüekber‘’ diyerek, Yaratanı tazim ve takdis ettim ve dudaklarımdan, eskiden Nur beldelerine yaptığımız seyahatlerde, Nur kardeşlerle hep birlikte söylediğimiz:

‘’Bak dağlara haşmeti gör

Bak bağlara rahmeti gör

Bak yollara (göklere) sürati gör

Bak Nurlara Cenneti gör’’

dizeleri bütün canlılığıyla hatıralarımda canlandı. Koca Kürre-i Zemin’i muntazam bir gemi gibi yapıp, bizleri içine koyup aktar-ı âlemde gezdiren Kadîr-i Zülcemal’e, “Sübhâneke ma a’zama şenek’’(*) demekten kendimi alamadım.

Dipnot:

(*) Ya Rabbi seni her türlü noksandan tenzih ederiz, Senin şanın ne yücedir. (Risale-i Nur, Külliyatı 25. Söz)

ABDULLAH ŞAHİN [email protected]

10.11.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.