27 Ocak 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

“Neden yapmadınız” denilecek

AK Partİ Hükümeti’nin yarınlarda eleştirileceği en önemli konu, demokratikleşme alanında yeterli yasal adımları atamamış olması olacaktır.Şayet başına bir şey gelmiş olsa, peşinden gelecek yorum, “Bunu önleyecek bir şey yapmadılar, işte olacak olan oldu” şeklinde olacaktır.

Yarınlarda hükümetin önüne gelecek net eleştiriler şunlardır:

- Parti kapatmayı zorlaştıracak Anayasa değişikliğini neden yapmadınız?

- Seçim Kanunu’nu, Siyasi Partiler Yasası’nı neden değiştirmediniz?

- EMASYA protokolünü neden iptal etmediniz ya da sivil iradenin belirleyici olacağı bir duruma getirmediniz?

- TSK İç Hizmet Kanunu 35’inci maddeyi, neden iptal etmediniz ya da hükümetin- Meclis’in belirleyici olduğu bir duruma getirmediniz?

Bu sorular çok net olarak sorulacaktır.

Çünkü şu anda bu sorular, toplum zemininde dolaşım halindedir.

Gittiğimiz her yerde, bize “Hükümet bunları neden yapmıyor” sorusu sorulmaktadır.

EMASYA’yı ele alalım:

28 Şubat günlerinde çıkmış bir protokol bu. “Gizli”lik damgası taşıyor. Bilinen kısmında, jandarmaya, sivil mülki erkana sormadan meydana gelen olaylara müdahale yetkisi veriyor.

Jandarma, bu protokole dayanarak istihbarat yapıyor, yaşanan olayları, süreci değerlendiriyor ve ne yapacağına “re’sen” karar veriyor. Jandarma, yasal anlamda İçişleri’ne ama komuta hiyerarşisi itibarıyla Genelkurmay’a bağlı. Bu niteliği ile EMASYA hadisesi, askeri kadrolarla iç içe gerçekleşiyor.

TSK İç Hizmet Kanunu 35’inci maddedeki “Cumhuriyeti koruma-kollama” görevi de bugüne kadar TSK tarafından “re’sen” işletilen bir görev. Yani ortamı değerlendirme, 28 Şubat’ta Çevik Bir tarafından ifade edilen jargon gereğince, “durumdan vazife çıkarma...” ve en hafifi e-bildiri olmak üzere, sonra balans ayarı, sonra, MGK’nın kullanımı, sonra muhtıra, sonra darbeye kadar uzanan fiili inisiyatif...

Asker, bu mantıkla defalarca hareketlenmiş... Kendini göstermiş. “Ben buradayım, demiş. Rahatsızım, demiş. Kafam kızıyor, demiş. Canımı sıkmayın” demiş.

Bir de bakmışsınız, sivil iradenin ayakları yerden kesilmiş... Askerin silah gücüyle yargı kullanılmış, medya kullanılmış, sivil toplum kuruluşları kullanılmış, üniversite kullanılmış... Seçimle gelen muallâkta kalmış...

Silahlı Kuvvetler, dışa karşı bir harekâtta Meclis’in ve hükümetin kararını beklerken, içerideki bir silahlı harekâtta, kimseye danışma gereği duymamış.

Üstelik bunu “yasal bir görev” olarak yaptığına inanmış.

Elindeki silahı, halk iradesi ile oluşan Meclis’i ve hükümeti devirmek için kullanırken, en doğrusunu kendisinin bildiğini düşünmüş.

Yasal çerçeve ona bu imkânı vermiş.

Şimdi bunun nasıl abes bir durum olduğunu dünya alem biliyor.

Bu düzenlemeler üstelik asker-egemen bir ortamda gerçekleşmiş.

Durum, neresinden bakarsanız bakın abesten başka türlü izah edilemez.

Askerin bütçesini Meclis ve hükümet yapıyor ama asker, üstelik bir kurum olarak, Meclis’i ve hükümeti izliyor, değerlendiriyor ve alaşağı edilmesi kararını verebiliyor.

Abes.

Peki, hükümetler ne yapıyor, Meclisler ne yapıyor?

Yutkunuyor.

Durumun abes niteliğini biliyor, bunun değiştirilmesi gerektiğine inanıyor ama yutkunuyor.

Neden?

“Asker ne der” sorusuna takılıyor.

AK Parti 8 yıldır iktidarda.

Askerin kaç kere hareketlendiğini biliyor. “Bunları biliyorduk” diyor Başbakan.

Peki, ne yaptınız?

“Gerilim olmasın diye bir şey yapmadık.”

İşte böyle yapıyor sivil irade.

Ve bir gün, hareketlenen, plan yapan, yeni dönemi kurgulayan asker, diyelim kendi planının dış konjonktürün hesaplarına uygun düştüğü anı buluyor ve son sözü söylüyor, ondan sonra sivil irade hiçbir şey yapamaz hale geliyor.

(...)

Herkes şu anda, EMASYA protokolünün masaya yatırılmasını bekliyor.

Herkes şu anda, TSK İç Hizmet Kanunu’nun, Genelkurmay Başkanı ile haftalık görüşmede “Bu böyle olmuyor Sayın Başbuğ, Cumhuriyeti korumak kollamak tamam ama bu, hükümetin ve Meclis’in iradesi dahilinde olmalı, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde böyle kıpırdanmalara, fesat oluşumlarına sebebiyet veren bir düzenleme bir an önce sona ermeli. Bu yasayı, ‘TSK Cumhuriyeti, hükümetin ve Meclis’in görevlendirmesi çerçevesinde korumakla yükümlüdür’ şeklinde değiştirilmeli” diyerek gündeme konmasını bekliyor.

Herkes şu anda, Anayasa değişikliği paketinin devreye sokulmasını bekliyor.

Herhalde bir iktidar için en kötü şey, “8 yıl, on yıl geçti, neden sakatlığı bu kadar aşikâr olan düzenlemelerin değiştirilmesi için bir şey yapılmadı” diye sorgulanmak, yargılanmaktır.

Ahmet Taşgetiren Bugün, 26.1.2010

27.01.2010


Listeler isabetli

‘Balyoz cuntası’nın ‘listeleri’ düzmece mi değil mi? Öyle olmuş olduğunu temenni edenler, ‘faydalanılabilir ve tutuklanacak gazeteciler listesiyle ilgili soru işaretleri yabana atılır gibi değil’ diyerek tutunulacak bir cankurtaran simidi arıyorlar. Çünkü listede tutuklanacak isimlerden birinin, 2003’te siyaset dışı yazılar yazdığı saptanmış, faydalanılabilir isimlerinden biri ise o sırada işsiz olduğunu iddia ediyor. Yani ‘listeler’e güvenilmez mi? ‘Listeler’ düzmece olabilir mi? Hayır. ‘Listeler’, içinde hata barındırmakla birlikte, gayet isabetli. ‘Listeler’deki yanlışlar istisna, doğrular kural. (...) ‘Tutuklanacak gazeteciler listesi’ndeki 36 isme baktım. Bunların 25’i darbeciler nezdinde ‘İslamcı’ bilinen isimler. 36 kişiden 11’i ‘İslamcı’ etiketine uymuyor ama onların önemli bir bölümü 28 Şubat’a karşı duran isimler. (...) Gazeteciler listesi, 28 Şubat performanslarına ve ‘cunta’nın algılamasına, bulundukları yayın grubuna, o yayın grubundaki sıfatlarına ve yayın gruplarının 28 Şubat’taki tavrına göre oluşturulmuş.

Yani, ayrıntıda yapılmış olsa da, esasta hata yapılmamış.

Cengiz Çandar, Radikal, 26.1.2010

27.01.2010


Darbe lâfı neden bitmiyor?

1- “SİlahlI Kuvvetler, resmi ve gayri resmi mekanizmalar yoluyla, uygun olmayan şekilde siyasi nüfuz kullanmaya devam etmiştir.

Silahlı Kuvvetlerin kıdemli mensupları, çeşitli vesilelerle Kıbrıs, etnik köken, Güneydoğu meselesi, laiklik, siyasi partiler ve diğer askeri olmayan konular dâhil olmak üzere yetki alanları dışında kalan iç ve dış politika konularında görüşlerini açıklamışlardır.

Genelkurmay, siyasi partilere ve medyada çıkan haberlere kamuoyu önünde defalarca tepki göstermiştir.

Nisan ayındaki bir basın açıklaması sırasında Genelkurmay Başkanı, Ergenekon davası ve iddianamesi hakkında yorumda bulunmuş, dolayısıyla yargıyı baskı altında bırakmıştır.

Silahlı Kuvvetlerin bazı kıdemli mensupları, yargılanmakta olan askeri personeli desteklemişlerdir.”

2- “Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununda ya da Milli Güvenlik Kurulu Kanununda hiçbir değişiklik yapılmamıştır.

Bu Kanunlar, Türk Silahlı Kuvvetlerinin görev ve yetkilerini belirlemekte ve milli güvenlik kavramını geniş biçimde tanımlayarak Silahlı Kuvvetlere büyük bir hareket alanı vermektedir.

Emniyet, asayiş ve destek birimleriyle ilgili olarak imzalanan 1997 EMASYA gizli protokolü hâlâ yürürlüktedir.”

3- “Yasamanın, Silahlı Kuvvetler bütçesi ve harcamaları üzerindeki denetiminin güçlendirilmesiyle ilgili olarak hiçbir ilerleme kaydedilmemiştir.

Aynı şekilde, ihale projelerinin çoğunun finansmanını sağlayan Savunma Sanayii Destekleme Fonu (SSDF), hâlâ TBMM’nin kontrolünün dışında olan bütçe dışı bir fondur.

Geçen sene, Sayıştay, SSDF’yi denetleme yetkisine sahip olduğu yönünde bir karar almıştır. Ancak uygulama henüz başlamamıştır.

İç denetimle ilgili olarak, güvenlik kurumlarının iç denetime tabi olmasını öngören 2003 tarihli Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu henüz uygulanmamıştır.”

4- “TBMM’nin, güvenlik ve savunma politikaları oluşturma yetkisi bulunmamaktadır.”

5- “Askeri harcamaların denetimi konusunda, harcama sonrası dış denetim, Anayasaya göre, Sayıştay tarafından yapılabilmektedir.

Ancak, bu denetim, muhasebe kayıtlarına dayanmaktadır ve masa başı incelemeleri şeklindedir. Denetçilerin, yerinde inceleme yapmasına izin verilmemektedir.

Ayrıca, Sayıştay Kanunu Tasarısı kabul edilene kadar, Sayıştay, Silahlı Kuvvetlere ait taşınır malların denetimini yapamayacaktır.”

6- “Protokol, sivil makamların talebi olmaksızın, iç güvenlik sebebiyle askeri operasyonların yapılmasını mümkün kılmaktadır.”

7- “Sonuç olarak, özellikle askeri mahkemelerin yargı yetkisinin sınırlanması konusunda bazı ilerlemeler kaydedilmiştir.

Ancak, Silahlı Kuvvetlerin bazı kıdemli mensupları yetki alanları dışında kalan konularda açıklamalar yapmışlardır ve savunma harcamaları üzerinde TBMM’nin tam denetiminin temin edilmesi gerekmektedir.

Askeri personelin, Ergenekon soruşturmasıyla ortaya çıkan Hükümet karşıtı eylemlere katılmış olduğu iddiası ciddi kaygı uyandırmaktadır.”

«««

Bunlar ne?

AB’nin “İlerleme 2009 Raporu”nda, Türkiye’nin sivilleşme yolunda atması gereken adımların, değiştirmesi gereken yasaların ufak bir listesi...

Kısacası herhangi bir AB üyesine oranla içinde bulunduğumuz “askeri vesayet” rejiminin resmi.

Üstelik bu vesikalık bir resim, boy resmi de değil...

Boy resmi olabilmesi için, eşi menendi yeryüzünün hiçbir yerinde olmayan “askeri yargı”yı, tek parti zihniyetini ve onu yeniden cilalayarak parlatan yürürlükteki 12 Eylül rejimini ilave etmek gerek.

«««

Demokrasi kavramı ve halk iradesi uygulamasıyla bağdaşmayan böyle bir fiili durum olunca da, bunu yeniden tanzim etmeden, askerin konumunu korumak için sürekli darbe arayışı içinde olduğu inancı da hiç bitmiyor... Tabii sürekli suçluları koruması da buna tuz biber ekmekte...

Bitmesini istiyor iseniz, AB standartlarında bir demokratik rejimin savunma gücü olmayı içinize sindirin ve o noktaya geri dönün... Kısacası “İlerleme Raporu”nu hayata geçirmeyi TSK olarak bizzat siz talep edin ki, kamuoyu “beyanlarınıza” inansın...

Yoksa AB süreci ciddileştikçe, mevcut durumu bırakmamak için, sürekli darbe arayışı içinde olduğunuz bir kanaatten ziyade bir inanç olarak sürer, hem de pekişmeye devam eder...

Mehmet Altan Star, 26.1.2010

27.01.2010


Cuntacılara destek veren magazinciler

BİR ara 1960 darbesini inceliyordum. Kafamda bir hipotez vardı. Şöyle:

Medyada siyaset, ille de klasik siyaset yazısıyla yapılmaz. Magazin görüntüsü altında da etkili siyasi mesajlar verilebilir. Çünkü nihayetinde magazin ve magazinci de bu düzenin parçalarıdır...

Evet, işte bu hipotezi sınamak için Hayat dergisine baktım. Beklentim şuydu: 1960’ın 27 Mayıs haftasına kadar normal magazin haberleri yapan dergi, darbeden sonra cuntacıları yüceltip Demokrat Partilileri aşağılamış olsa gerek.

Tahminim yüzde 100 doğru çıktı:

Darbeye kadar dergini gözde konuları Avrupa sosyetesi ve Hollywood yıldızlarıydı: Kim kimle sevgili oldu, kim kimle evlendi, kimler boşandı, vb.

Bu arada DP iktidarıyla ilgili haberler de dergide yer alıyordu. Örneğin Şişli İlçe Teşkilatı’nın verdiği sosyetik çay partisi... Ya da, DP döneminde İstanbul’a kazandırılan geniş caddelerin büyük fotoğrafları gibi... Ancak darbeyle birlikte bütün manzara değişiyor; “lay, lay, lom” magazinciliği, yerini “Emrinizdeyiz paşam” haberlerine bırakıyordu.

«««

Kapakta Atatürk fotoğrafı... İkinci sayfada, kocaman Gençliğe Hitabe... Üçüncü sayfada, emeklilikten döndürülüp darbenin başına oturtulan Org. Cemal Gürsel’in bildirisi...

Hayat dergisi, “büyük ve etkileyici” fotoğraf kullanma politikasını da darbecilerin emrine sunmuştu: Daha önce hiç ama hiç değinilmemiş olan öğrenci gösterileri... Darbe destekçisi üniversiteli kızlarla yapılmış sade suya tirit söyleşiler... Cuntayı yücelten cenaze fotoğrafları...

Bir başka kapakta, “Yaşa var ol Harbiye...” yazısı ve fotoğrafları... Yeni Hükümet ve Anayasa Komisyonu üyelerinin ve darbeye katkıda bulunan üniversite hocalarını ile gazetecilerin tanıtılması...

O güne dek dergide hiç yer almayan halk da aniden ortaya çıkmıştı: Bileziklerini, yüzüklerini cuntaya bağışlayan başörtülülerin ve sakallıların fotoğrafları...

Bir grup üniversitelinin, İngilizce pankartlarla yabancı basına poz vermesi de, Hayat’ta kocaman yer almıştı:

Pankartlarda, düzinelerce ölü olduğu, 3 bin öğrencinin toplama kampına atıldığı yazılıydı (ki külliyen yalandır!)

«««

Bugün de durum farklı değil.

Örneğin bazı gazetelerin TV sayfalarına bakarsanız... Hem haber, hem de yorumlarda, “Ergenekon dostu” medyacıların yer aldığı programlara öncelik verildiğini görürsünüz.

Buna karşılık, darbecilerin ipliğini pazara çıkaran programlar hemen hiç tanıtılmaz.

Başkası yarısını yapsa, demediğini bırakmayacak olan kimi TV eleştirmenleri... Cuntacı bir emekli generalin ekran taşkınlıklarını ya es geçer ya da en fazla “Olmadı paşam” der.

Dikkat edin: “Paşa” değil, “paşam”.

Emre Aköz, Sabah, 26.1.2010

27.01.2010

 
Sayfa Başı  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl