27 Ocak 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Röportaj

Risâle-i Nur’daki iktisadî prensipler huzurun ve mutluluğun anahtarı

Yeni Asya Neşriyat tarafından “Risâle-i Nur’dan İktisadî Prensipler” adlı kitabı yayınlanan ekonomist yazar Mehmet Abidin Kartal’la kitabı hakkında konuştuk.

Risâle-i Nur’un müellifi olan Bediüzzaman’ın, geçmişin ilmî ve manevî birikimlerinden yola çıkarak geleceğe yönelik görüşlerini metodik ve sistematik şekilde ortaya koyduğunu söyledi. Onun eşya ve hadisenin açıklamasını iman mefhumunda aradığını ve bunu yaşadığı asrın idrakine büyük bir başarı ile kazandırdığını kaydeden Kartal, Bediüzzaman’ın Risâle-i Nur’daki iktisadî görüşlerinin, fertden topluma her konuda orijinallik arz ettiğini belirtti. İsraf, açlık ve insanların neden huzurlu mutlu olmadığına değinen Kartal, bunların çaresini de yine Risâle-i Nur’daki İktisadî Prensiplerle cevaplandırdı. Krizin asıl sebebinin dünyevîleşme olduğunu vurgulayan Kartal, çözümün de, iman alt yapısını sağlamlaştırarak, Kur’ân’a ve sünnete dayalı evrensel ahlâkî değerlerin yeniden ihya edilmesi olduğunu vurguladı. Kartal sorularımızı şöyle cevapladı;

Risâle-i Nur’dan İktisadî Prensipler eserinizde, iktisada farklı bir pencereden bakışı gündeme getiriyorsunuz. Konuyu biraz açar mısınız?

Çağdaş İslâm âlimi Bediüzzaman’ın fikirlerini incelediğimizde şu gerçekle karşılaşırız: O, günübirlik gayeleri olan ufku ve hedefi sınırlı bir insan değildir. Bediüzzaman, geçmişin ilmî ve manevî birikimlerinden yola çıkarak geleceğe yönelik görüşlerini metodik ve sistematik şekilde ortaya koyar. O, her şeyden önce eşya ve hadisenin açıklamasını iman mefhumunda aramış ve bunu yaşadığı asrın idrakine büyük bir başarı ile kazandırmıştır. İman ile aklın telif ve terkibini yapmak Bediüzzaman’ın çağımıza yönelik en belirgin misyonudur. İnceleme konusu yaptığımız iktisadî görüşleri, fertden topluma her konuda orijinallik arz etmektedir. O, herşeyden önce iktisadı, kâinatın en esaslı kanunlarından birisi olarak görür. Ona göre, Allah’ın kâinattaki Hakîm isminin tecellîleri hiçbir yerde israfa mahal bırakmaz. Kâinatı iktisat prensibi üzerine yaratan Allah, insanın da o hikmet sırrına uygun hareket etmesini ister.

Bu çalışmada Bediüzzaman’ın iktisat görüşü ve iktisadî bunalımlara getirdiği çözümler, iktisat ilmi disiplini içinde incelenmeye çalışılmıştır. İktisat kâinatın en esaslı kanunlarından biridir. Çünkü Allah Hakîm’dir. Bu ismin kâinattaki tecellîleri hiçbir yerde israfa mahal bırakmaz. En ehemmiyetsiz gibi görünen unsurlar dahi sayısız vazifelerde çalıştırılmış ve israf edilmelerine meydan verilmemiştir. Meselâ tek bir elma çekirdeğinin minicik deposunda ne kadar çok hikmet ve vazifeler saklanmıştır. İçinde sayısız elma ağacının, milyonlarca yaprağın, çiçeğin ve meyvenin özeti mevcuttur. Kâinatın nizam ve intizamla devamına dikkat ettiğimizde, en küçük varlıktan en büyük cisimlere kadar herşeyin iktisat kanununa uygun yaratıldığını ve bu kanun gereğince de, bütün varlıkların maksada uygun ve sayısız hikmetlerle donatılmış olduğunu görürüz. Bediüzzaman’ın İktisat Risâlesi’ndeki ekonomi öğretisi, idareli ve amaca uygun kullanım sayesinde kaynakları gelecek nesillere noksansız şekilde aktarır, hem de kanaatkârlık ile zenginlik veya fakirlik düzeyi ne olursa olsun, her insana huzur ve mutluluk sağlar.

Uygulanan ekonomik modeller veya uygulamalar insanları mutlu ve huzurlu yapamıyor, sizce neden?

Modern zamanlar başladığından beri insanlık çok fazla üretiyor ama âdil tüketemiyor. Dünya arka sokaklara dönüşüyor. Birileri kamyon gibi büyük jiplerle müthiş bir israf içerisinde, alış veriş ve eğlence mekânları arasında turlar atarken, sayıları azımsanmayacak birileri de çöpten birşeyler toplayabilme umuduyla çuvaldan arabalarını sırtlanıyor sokak sokak. Tarihin her döneminde fakir insanlar ve zengin insanlar olageldi elbette. Ama günümüzdeki kadar gelir uçurumu olan bir zaman yaşanmadı her halde. Zira artık yüz aç adamın huzurunda kemal-i âfiyetle çok yiyebilen, hatta bu tür gösterişlerle başkalarında haset ve imrenme duygularını uyandırmak sûretiyle kendisini tatmin eden, sonradan görme insanların da bulunduğu bir toplumda yaşıyoruz maalesef. Bediüzzaman, günümüz insanları için fevkalâde bir reçete olan İktisat Risâlesi’nde, ‘İsraf eden ve iktisat etmeyen, zillete ve mânen dilenciliğe ve sefalete düşmeğe namzettir. Bu zamanda israfata medar olacak para çok pahalıdır. Mukabilinde bazen haysiyet, namus, rüşvet alınıyor’ der. Dindar camiada bile artık mukaddeslerinden taviz vererek menfaat ve kazanç sağlamak normal karşılanmaya başlanmışsa burada durup derinlemesine düşünülmesi gerektiği kanaatindeyim….

Eserinizde israf konusunda önemli tesbitlerde bulunuyorsunuz, krizlerin temelinde israfın olduğunu belirtiyorsunuz. Bu konuda bilgi verir misiniz?

İktisat ilminin tedavi ve ıslâh etmek istediği beşerî davranış şekillerinden birisi, hiç şüphesiz israftır. Ferdin, maddî imkânlarını ihtiyaçlarına uygun olarak kullanmaması israfın en belirli özelliğini meydana getirir. Zarurî olmayan isteklerin, ihtiyaçlar listesinde mütalâa edilmesi tüketimi arttırmakta ve israfı teşvik etmektedir. Ferdin kazanç ve alım gücü ise masrafa kâfi gelmediğinden, zarurî olsun veya olmasın, ihtiyaçlarını karşılayamamanın ıztırabını çekmekte ve kendini gayrımeşrû kazanç yollarına başvurmaya mecbur bilmektedir. Bu şekilde lüks ve israf kapısı insanlığı rüşvet ve suiistimal gibi kötü ahlâk yollarına sürüklemektedir.

Bediüzzaman israf mefhumunu, sadece iktisat ilminin sahası içinde ele almakla kalmamış, onu teolojik açıdan da ele alarak yaratılışın reddettiği bir husus olarak görmüştür. “İsraf, abesiyet, faidesizlik, fıtratta yoktur. Bütün kâinatın en esaslı düsturu iktisattır.” ifadeleri onun bu görüşünü belirtmektedir.

İktisadî buhranların, krizlerin en önemli bir sebebi olarak ifade ettiğimiz israf, alışkanlık halini aldığı takdirde tedavisi daha da güçleşmektedir. Bu ancak dinî ve manevî nefis terbiyesi ile halledilebilir. Bu hususta Bediüzzaman’ın görüşleri şöyledir: “Hâlık-ı Rahim, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor. İsraf ise şükre zıttır, nimete karşı haseretli bir istihfaftır. İktisat hem bir şükr-ü manevî, hem nimetlerdeki rahmet-i İlâhiyeye karşı bir hürmet, hem kâfi bir sebeb-i bereket, hem bedene perhiz gibi medar-ı sıhhat, hem dilencilik zilletinden kurtaracak bir sebeb-i izzet, hem nimet içindeki lezzeti hissetmesine ve zahiren lezzetsiz görünen nimetlerdeki lezzeti tatmasına kuvvetli bir sebeptir. İsraf ise, mezkûr hikmetlere muhalif olduğundan vahim neticeleri vardır.” Bu ifadeler, israfın ferdin hayatında ne gibi neticeleri dâvet edebileceğini göstermesi bakımından önem arz etmektedir. Çünkü, aşırı harcama arzusuyla israfa girmek, nimetlerin kıymetini bilmemektir. Bu noktadan gelişen aşırı ve sorumsuz harcama alışkanlığının önlenmesi Bediüzzaman’a göre, önce vücudun maddî sıhhatini temin eder. Ayrıca israfa karşı maddî ve manevî bir sorumlulukla alınan tedbirler insanın fakirliğe ve zarurete düşmesini de önler, kimseye muhtaç olmadan izzetli bir hayat yaşamayı mümkün kılar. İsraf ise, vücut sıhhatine fikrî ve organik rahatsızlıklar verebildiği gibi, maddî bakımdan da başkalarına karşı muhtaç kalmayı netice verir.

“Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah, israf edenleri sevmez” âyeti yemede, içmede fayda ve maslahat olduğu ölçülerde ileri gidilebileceğini, ama faydadan aşan bir yiyip içmenin ise israf sayılacağını ifade etmektedir. Bu âyet-i kerime tıp ilminin en mühim esası olan sıhhati korumak prensibinin bir ifadesidir. Yeme ve içmede israf yapmamak şartıyla kolay kolay hastalığa meydan verilmeyeceği bugün bilinen bir gerçektir.

Ekonomik hayatta kendini gösteren israfın, bilhassa günümüz, İslâm âleminde örnekleri çokçadır. Önce, İslâm toplumlarında israfın görülmesi, önemli bir problem teşkil etmektedir. Bu durum daha ziyade zengin çevrelerin, fakir çevrelere ilgisiz kalışı şeklindedir. Çünkü, Müslüman zenginlerin, toplumun iktisadî meselelerine ilgisiz kalamayacağı gerçeğinden hareket eden Bediüzzaman, bu toplumlarda sosyal adaletin temini için şunları söylemektedir:

“Eskiden ekser İslâm aç değildi. Tereffühe (refaha) bir derece ihtiyaç vardı. Şimdi açtır, telezzüze (lezzet almaya) ihtiyaç yoktur.”

Bu cümleler, iktisat tarihi açısından ele alınırsa, eski zamanların ticaret, san'at ve bilhassa ziraata dayalı İslâm toplumları kendi bünyelerinde iktisadî bir yeterlilik içinde bulunmakta ve dengeli bir toplum kurmakta hayli başarılı olmaktaydılar. Sosyal adalet uygulaması, devletin olduğu kadar, ferdin vicdanındaki mesuliyetin dinamik ve şuurlu himayesindeydi. Böyle bir toplumda, maddî bir sıkıntıdan bahsedilmesi mümkün değildi. Bediüzzaman’a göre, bu durum günümüzde değişmiştir. İslâm toplumları iç ve dış siyasî sebeplerle uzun bir müddet sömürgeciliğin istilâsı altında kalmışlar ve bu yüzden büyük iktisadî problemlerle karşı karşıya gelmişlerdir.

Dünyanın bazı bölgelerinde zaman zaman açlık tehlikesinin gündeme gelme sebebi nedir?

Dünyanın bazı bölgelerinde insanların açlık tehdidiyle yaşadıkları bir gerçektir. Bu gerçeğe, “Mevcut gıda maddeleri insanların hayatlarını devam ettirmelerine yetmiyor” cevabı verilseydi, Malthus’un haber verdiği “kötü akibet’in yaklaşmakta olduğuna hükmedilirdi. Fakat zaman zaman ABD’li ve Avrupalı veya başka ülkeler ellerindeki gıda maddeleri depolarında birikirken, bu gıda maddelerine pazar arıyorlar. Bir bakıma, Carlyle’in geçen asırda şiddetle tenkit ettiği manzaranın bir benzeri yaşanıyor: “Bir yanda iki milyon gömleksiz insan, diğer yanda iki milyon gömleği nasıl satacağını düşünmekte olanlar.”

Bütün dünyayı istilâ etmiş bulunan israf, olayın bir başka yönüdür. Ekmek başta olmak üzere, bütün dünyada gıda maddelerinin sorumsuzca israfını herkes bizzat yaşıyor. Bir misal verilecek olursa, ABD’de sebze ve meyvelerin üçte ikisi çöpe atılıyor. Gelişmiş ülkelerde hayvanlara verilen tahılların yirmide biri açlık tehdidi altındaki ülkelere tahsis edilse, bu ülkelerin insanları aç kalmaktan kurtulacak.

Öyle görülüyor ki, pek çok ülkede milyonlarca insan lüks ve israf içinde yaşamaya devam edecek. Dünya devletleri silâhlanma yarışma milyarlar harcamayı sürdürecekler. Ve bazı insanlar açlık tehdidi altında yaşayacak, belki bu listeye yenileri de eklenecek. Acaba “komşusu aç iken tok olmama” düsturunun sadece fertlere değil, aynı zamanda dünya toplumlarının fertleri hükmündeki devletlere de şamil olduğu bilinseydi, bütün bunlar olur muydu?

Yaşanan son ekonomik kriz hakkında kaynağı

Kur’ân ve Sünnet olan Risâle-i Nur ne diyor?

Küresel kriz, insanın yaratılış gayesine uygun hareket etmemesinin bir sonucudur. Buna da Said Nursî’nin mimsiz medeniyet dediği dini, imanı, ahlâkı dışlayan Batı uygarlığı sebep olmuştur. Bu uygarlık, dünyevîleşmeyi amaçlayan materyalizme dayanır. Batı uygarlığının dinden uzak felsefi prensipleri, hak ve adalet yerine kuvvet, menfaat, insanların nefsanî arzularını tatmin ve insanların ihtiyaçlarını sürekli arttırmak gibi toplumda çatışmayı, haklara tecavüz etmeyi, boğuşmayı netice verecek ilkelerdir. Buna kendi menfaatini başkalarına zarar vermekte aramayı da ilâve etmek gerekir. Bu çerçevede, ihtiyaca göre üretim değil, üretime göre ihtiyaç prensibinden hareket edilen kapitalizmin esaretine girmiş olan toplumlarda, Said Nursî’nin tesbitleriyle zarurî olmayan ihtiyaçlar zarurî gibi gösterilmektedir. Birçok vasıtaların, insanlarda sun'î bir ihtiyaç meydana getirdiği hatırlanacak olursa, insanların gerekli gereksiz tüketime teşvik edildiği görülür. Buradan da anlaşılmaktadır ki, bugün, ekonomisi çökme emareleri gösteren Batı medeniyetini bu noktaya getiren sebeplerden birisi de “israf ekonomisi”dir. İsraf ekonomisinin tüketime teşvik ettiği insanlar, zarurî olmayan ihtiyaçlarını karşılayabilmek için hırs ile nasıl olursa olsun, helâl haram ayırımı yapmadan para kazanmaya çalışmaktadırlar. Bu da insanları, başkalarının haklarını gasp etmeye ve haksız kazanç elde ederek zulmetmeye sevk etmektedir.

Öte yandan küresel ekonomik krizin, İkinci Dünya Savaşından dört kat daha fazla ekonomik, bireysel, ailevî ve toplumsal bir yıkım getirmesinin en önemli sebeplerinden birisi olan faize dayalı bankacılık ve finans sektöründe de bu felsefî temeller görülecektir. Bankacılık sistemini benimseyen bütün ülkelerde de aynı felsefî temellerin işlediği inkâr edilmeyecek bir gerçektir. Bankacılık ve finans sektörünün çarkını döndüren faiz, Nursî’nin ifadesiyle, insanlığın sosyal hayatını sarsmakta, emeği sermaye ile çarpıştırıp, fukurayı zenginle çatışmaya sevk etmektedir. Bediüzzaman faizin tembelliğe sevk ettiğini, insanın çalışma aşk ve şevkini söndürdüğünü, teşebbüs ruhunu öldürdüğünü dile getirir. Ona göre faizle çalışan bankaların faydaları, insanlığın en fena, en kötü kısmı olan zalimlere, sefihleredir. Zalim kavramı haksız kazancı, sefih kavramı da, paranın sefahette israf edilmesini ifade etmektedir. Bediüzzaman’ın faizin sosyal hayatı sarsacak bir özelliğe sahip olduğunu söylemesi de günümüz küresel krizinin temelini anlamada yardımcı olacak bir ifadedir. Çünkü faiz sistemleri, dünyanın her yerinde kredi verdikleri şahıs ve kurumlardan alacaklarını belirli bir zamanda tahsil edemediklerinde, haciz yoluna gitmekte, bu da sosyal hayatı, aile hayatını, bireysel hayatı sarsacak sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca, Bediüzzaman, faiz sistemindeki suiistimallere de dikkat çekerken, günümüzdeki küresel ekonomik krizlere de işaret etmektedir. Ona göre, suiistimaller o dereceye vardı ki, bir sermaye sahibi, kendi yerinde oturup bankalar vasıtasıyla bir günde milyon kazandığı halde; biçare işçi, sabahtan akşama kadar yer altında madenlerde çalışıp, ölmeyecek kadar on kuruşluk bir ücret kazanıyor. Ona göre bu hal, müthiş bir kin oluşmasına sebep oldu.

Çözüm Yolları nelerdir?

Öcelikle, Batı medeniyetinin temellerini oluşturan dinsiz felsefenin prensipleri yerine; hakkı, Allah rızasını, yardımlaşmayı, nefsin arzularının tecavüzlerine set çekmeyi amaç edinen Kur’ân’ın prensiplerinin toplumlarda yerleştirilmesi gerekmektedir. Said Nursî bu gibi Kur’ânî prensiplerin, insanlar arasındaki birlik ve beraberliğe, dayanışmaya, yardımlaşmaya, kardeşlik ve sevgiye, sonuçta iki dünya mutluluğunu elde etmeye yol açacağını dile getirir. Buna, “insanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır” prensibini de ilâve etmek gerektirir. Görüldüğü gibi Kur’ân’ın ortaya koyduğu bu prensipler, çatışmayı, tecavüzü, kamplaşmayı, düşmanlığı, kini değil, birlik ve beraberliği, kardeşliği, yardımlaşmayı netice verecek ilkelerdir. Bu ilkeleri prensip edinen kişiler, üretirken ihtiyaca göre üretmeyi, tüketirken de ihtiyaca göre tüketmeyi amaç edinir. Daha çok para kazanma hırsına sahip olmaz. Aynı zamanda israfın haram olduğunu bilir, israf ekonomisine göre hareket etmez. Kendisini ve insanları üretim ve tüketime göre değerlendirme yanlışlığından kurtulur. Böyle bir insan, alacağı bulunan kimselere bir sille vurmak yerine, yardım elini uzatır. Zekâtını, borcunu ödeyemeyen insanlara verir. Allah için din kardeşine borç verir. Bunun kendisine sevap kazandıran bir ibadet olduğu bilinciyle hareket eder. Said Nursî, kapitalist sistemin faiz yoluyla insanları mutsuz hale getirdiği gerçeğinden hareket ederek, sadece Müslümanların değil, insanlığın da krizlerden kurtulması için faizin yasaklanmasını önerir. “Sen çalış, ben yiyeyim” şeklindeki özetlediği banka sisteminin ve “Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne” cümlesinin sebep olduğu ihtilâl, anarşi ve karışıklıkları önlemenin yolunun, faizi yasaklamak ve zekâtı vaz’ etmek olduğunu ifade eder. Bunun insanlık için de zarurî olduğunu dile getirirken, “Beşer salah isterse, hayatını severse, zekâtı vaz’ etmeli, ribayı kaldırmalı” der. İnsanlığın bu iki prensibi dinlememesi yüzünden İkinci Dünya Savaşıyla beşerin sille yediğini hatırlatan Bediüzzaman, “Daha müthişini yemeden bu emri dinlemeli” ikazında bulunur.

Kısaca ifade etmek gerekirse, modern dünyanın en büyük sorunu dünyevîleşmedir. Krizin asıl sebebi, dünyayı ahirete tercih etmekte düğümlenmektedir. Çözüm de, iman alt yapısını sağlamlaştırarak, Kur’ân’a ve sünnete dayalı evrensel ahlâkî değerleri yeniden ihya etmek, güven ve sorumluluk bilincinin geliştirilmesiyle mümkündür. İnanç alt yapısı sağlam olan bir insan, tıpkı Bediüzzaman’ın yaptığı gibi, iktisat ve kanaatle yaşamasını bilir, başkalarının dilenciliğinden kurtulur. Böyle bir insan zengin olduğu zaman da, dengeli, orta yolu benimseyen bir kimse olur, israf etmez. Fakirleri, yoksulları, borçluları görür gözetir. Buradan hareketle tahkiki bir imanın, her türlü krizi çözecek bir manevî kuvvete sahip olduğu söylenebilir.

Mehmet Abidin Kartal kimdir?

1962’de Hatay ilinin Yayladağı ilçesinde dünyaya geldi. 1979 yılında Yayladağı Lisesinden, 1985 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi, İktisat bölümünden mezun oldu. 1987 yılında askerliğini Mardin’de yedek subay olarak yaptı. 2001 yılında İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsünden “Demokrat Partinin İktisat Politikası, 1950-1954” tezini hazırlayarak master (yüksek lisans) mezun oldu. Değişik gazete ve dergilerde makale ve araştırmaları yayınlanmıştır. Malî Müşavir olan Mehmet Abidin Kartal, evli ve iki çocuk babasıdır.

Yayınlanmış eserleri

*Risâle-i Nur’dan İktisadî Prensipler

* Çocukluktan Gençliğe Başarılı Adımlar

*Küresel Krizden Küresel huzura

SAİD TEMUR - [email protected]

27.01.2010

 
Sayfa Başı  Geri


Önceki Röportaj

  (25.01.2010) - Kemalist milliyetçilik sonun başlangıcında

  (20.01.2010) - KISMî DEĞİŞİKLİKLER ÇÖZÜM DEĞİL

  (18.01.2010) - BEDİÜZZAMAN ŞİDDETİ ENGELLEDİ

  (21.12.2009) - Devletin yaptığı hatalar PKK'ya hizmet ediyor

  (14.12.2009) - PKK DA KEMALİSTLER GİBİ, DİN İLE KÜRTÇE'NİN BAĞINI KOPARMAYA ÇALIŞIYOR

  (07.12.2009) - Yeni Asya 12 Eylül’le uzlaşmadı

  (30.11.2009) - Türkiye’de asker ağalar var

  (23.11.2009) - Din özgürlüğü için devlet ideolojiden arındırılmalı

  (22.11.2009) - Hedef, kardeşliği perçinlemek

  (16.11.2009) - PERŞEMBE GECELERİ KİLİSEDE EZAN OKUNUYOR

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl