12 Şubat 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

İSTİKLÂL MAHKEMESİ BELGELERİ NİYE GİZLİ KALSIN Kİ?

TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin 1876’da kurulan Meclis-i Ayan ve 1877’de kurulan Meclis- i Mebusan kararları ile Milli Birlik Komitesi, Cumhuriyet Senatosu, Temsilciler Meclisi, Milli Güvenlik Konseyi ve TBMM’nin kurulduğu tarihte verilen kritik kararların da aralarında yer aldığı, orijinal 12 milyon resmi belgenin kamuoyuna açılması için arşiv yönetimine talimat vermiş.

Akşam gazetesinden Ali Ekber Ertürk’ün haberine göre açıklanması şimdilik uygun görülmeyen tek istisnayı “İstiklâl Mahkemeleri”ne ait dosyalar oluşturmaktaymış.

Yakın tarihimize ilgi duyanlar bilirler.

TBMM’nin 1924-30 arasındaki “Gizli Celse Zabıtları” dört cilt halinde İş Bankası tarafından 1985’te yayınlanmıştı.

“Cumhuriyet’in Şeffaflaşması” açısından bir dönüm noktası oluşturan bu zabıtların yayınlanması, o dönemde TBMM Başkanı olan Necmettin Karaduman’ın onayı ile mümkün olmuştu.

Şimdiki Başkan Mehmet Ali Şahin’in “Şimdilik” yayınlanmaları için onay vermediği İstiklal Mahkemeleri’ne ait bazı zabıtlar ise “Ankara İstiklâl Mahkemesi Zabıtları-1926” başlığıyla 1993’te Ahmet Nedim’in editörlüğünde “İşaret Yayınları” tarafından kitaplaştırıldı.

“Şapka İsyanı Davası” olarak da bilinen “İskilipli Atıf Hoca Davası”nın zabıtlarının yayınlanması da, dönemin TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk’un onayı ile mümkün olmuştu.

Kanun yerine vicdan

Ali Ekber Aktürk’ün haberini okurken açıkçası Mehmet Ali Şahin’in İstiklâl Mahkemesi’ne ait 962 dosyayı neden şeffaflaşma dışında tuttuğunu anlayamadım.

İstiklâl Mahkemesi Belgeleri’ni genç kuşaklar okuyabildiği oranda, hukukun ve demokrasinin değeri daha fazla anlaşılacaktır.

TBMM açıldığı yıl olan 1920’nin 1 Eylül’ünde, yeni çalışma dönemine 1 Eylül 1920’de başladı. Ve o gün Menteşe mebusu Dr. Tevfik Rüştü (Aras) Bey’in verdiği önerge ile gündeme gelen İstiklâl Mahkemeleri’nin kurulması hakkındaki teklif, 11 Eylül 1920’de yasalaştı. (9 maddelik 21 Sayılı kanun)

İstiklâl Mahkemesi üyeleri olarak belirlenen görevliler 7 Eylül 1920’de TBMM’de toplandılar ve “Hiçbir kanun maddesine bağlı kalmadan kendi vicdani kanaatları ile karar verecekleri” şeklindeki bir içtihadı benimsediler.

İki dönemde 19 ayrı mahkemeden oluşan, kararları temyiz edilemeyen, idam kararlarını kendisi infaz eden bu yargı modelinin yakından bilinmesi, bugünün hukuk ve adalet anlayışını da mutlaka olumlu etkileyecektir.

Yassıada ayıbı

Ne yazık ki bizler, İstiklâl Mahkemeleri’nden 40 yıl sonra ve çok partili demokrasi deneyi yaşamış olmamıza rağmen 1960’ta bu modelin Yassıada Divanı’nda tekrarlandığını da gördük.

İstiklâl Mahkemeleri’nde yer alan bir duruşmanın zabıtlarından aktarma yaparak, bu dönemi o döneme benzetmeye çalışanları uyarayım.

Sorgusu yapılan kişi gazeteci-yazar ve Mehmet Akif ‘in (Ersoy) damadı, Kahire doğumlu Ömer Rıza Bey’dir (Doğrul).

S- Ne olursan ol Türk vatandaşları arasında yaşamaya hakkın yok.

C- Bendeniz burada bir yaşam kavgası vermeye çalışıyorum...

S- Daima Türk vatanı aleyhinde çalışıyorsun.

C- Katiyen vaki değildir reis beyefendi.

S- Tevhid-i Efkâr’da çalıştınız değil mi?

C- Evet efendim.

S- Sen de biliyorsun Tevhid-i Efkâr gazetesinin neşriyatı bu memleketin menfaatlerinin zararına olmuştur. Ve bu resmen ortaya çıkartılmıştır.

C- Benim dini konularda yazdığım yazılar ortadadır.

Başkasını istemiyorlarmış

S- Şimdi anlaşılıyor ki El Ahbar (Mısır gazetesi) gazetesinin şu veya bu suretle aleyhimizde bulunduğu ve bilhassa senin aracılığınla İstanbul’dan yazılan haberler de meydandadır.

C- Senelerce yazdığım yazılarım malumdur, meydandadır.

S- Sana daha açık söyleyeyim mi? Kendimizden başkasının bu toprakta oturmasını istemiyoruz... Mükemmel İngilizce biliyorsun. İngilizler hesabına gizli bir isimle casusluk yapmadığın ne malum?

C- Ne diyeyim efendim?

S- Onu bırak, sana soruyorum. Kayınpederinizin (Mehmet Akif Ersoy) “İkinci Grup” ile çalıştığını ve inkılap esnasında muhalefette yer aldığını biliyorsun değil mi?

.........................

Mahkeme Başkanı’nın Afyon Mebusu Ali (Çetinkaya), üyelerin Gaziantep Mebusu Ali (Kılıç) ve Rize Mebusu Ömer olduğu sorgulama böyle devam eder.

Ömer Rıza (Doğrul) bu davada beraat etmiş ve 1950’de de Demokrat Parti milletvekili olarak TBMM’ye girmiştir (ölümü 1952).

Mehmet Barlas / Sabah, 11.2.2010

12.02.2010


Bir hurafe: 61 Anayasasının özgürlükçülüğü

“DEVLETÇİ-bürokratik seçkinler”in 1961 Anayasasını Türkiye için en ideal anayasa olarak görmeleri anlaşılabilir bir durum. Ama şaşırtıcı olan, bunun, meşru çıkarları bürokratik seçkinlerinkiyle uyuşmayan kesimler dahil olmak üzere aşağı yukarı genel kabul gören bir fikir haline gelmiş olmasıdır.

Oysa, 1961 Anayasasının son derece özgürlükçü ve demokratik bir anayasa olduğu düşüncesi bir hurafedir. Ne var ki, aksi görüşün genel-geçer bir kabul görmesi, yakın zamanlara kadar bunun içeriğini “eski kuşak” hocaların belirlediği üniversitelerimizdeki hukuk öğretiminin odağında yer almasından kaynaklanmaktadır. Türkiye’nin bugünkü özgürleşme ve demokratikleşme adımlarından rahatsızlık duyanların başında aşağı yukarı aynı hocalar kuşağının gelmesi, bu hurafeyi anlamak isteyenler için ne kadar da öğreticidir!

Evet, 1961 Anayasası’nın özgürlükçü ve demokratik bir anayasa olduğu bir hurafedir. Bir kere, bu Anayasanın yapılış süreci demokrasi bakış açısından tam bir skandaldır. Nitekim, Anayasayı yapmak üzere teşkil edilen “Kurucu Meclis”, darbecilerle CHP ittifakına dayanan ve halkın yarısının temsilcilerini kategorik olarak dışlayan yapısıyla açıkça plebisitçi-otoriter bir organdı. Bu durum, bugün parlamentonun anayasa yapma yetkisi bulunmadığını savunanların da büyük bir çoğunluğunun hangi saiklerle hareket ettiğini anlamamızı kolaylaştırmaktadır.

Öte yandan, temsili-demokratik kurumlara karşı askeri-bürokratik isyanın resmi bir meşrulaştırmasına “Başlangıç”ında yer vermesi bakımından bu anayasa 1982 Anayasası’na da öncülük etmiştir. Bununla uyumlu olarak, bu Anayasa milliyetçilik ve Atatürkçülüğü harmanlayan bir ideolojiyi resmileştirmiştir. Kurduğu Milli Güvenlik Kurulu ve özerk silâhlı kuvvetler marifetiyle askeri gücü iktidara ortak etme “onur”u da 1961 Anayasasına aittir. “Sıradan” halkın “kalifiye olmayan” temsilcilerini, içinde darbecilerin de yer aldığı bir “okumuşlar” meclisinin vesayeti altına alma fikri de öyle.

1961 Anayasası, tabiatıyla, “sıradan” halkın -”avam”ın?- özgürlükleri konusunda da bir hayli cimri davranmıştır. Bu anayasanın “insan haklarına dayanan devlet”ten söz etmesi ve liberal görünümlü bir temel hak ve hürriyetler rejimine yer vermesi kimseyi şaşırtmasın. Aynı anayasa -1982 Anayasası’nın paralel maddesine de model oluşturan- 19. maddesinin son fıkrasıyla, dindar-muhafazakâr kitlelerin sadece siyasete katılma ve kamu meseleleri hakkında söz söyleme hakkını değil, onların sivil alanda özgür vatandaşlar olarak var olma haklarını da “din istismarı” bahanesiyle budamıştır. Kısaca, bu Anayasa, esas olarak “ilericiler”in kullanmasına açık bir “liberal” haklar rejimi getirmiştir.

Bu vesayet düşüncesinin başka bir eseri de Anayasa Mahkemesi’nin kurulması olmuştur. Böyle bir kurumu ihdas etmenin amacı devletin yurttaşların haklarına tecavüzünü önlemek ve herkese hukuk garantisi sağlamak üzere “devlet iktidarı”nı sınırlamak değil, fakat seçilmiş çoğunlukların iktidarını “devlet iktidarı” lehine sınırlamak idi. Ran Hirschl’in gayet açıklayıcı terminolojisiyle söylersek, devletçi-bürokratik seçkinler Anayasa Mahkemesi ve diğer vesayet kurumları aracılığıyla aslında kendi “hegemonik konumlarını koruma” amacı güdüyorlardı.

Bu arada, Anayasanın temel haklar rejimi sadece muhafazakârları değil, liberal eğilimleri de pek hoşnut edecek gibi değildi. Buna karşılık, 1961 Anayasası “ilericiler” arasında yer alan sol kanadı “sosyalist bir demokrasi” konusunda ümitlendiren unsurlar da taşıyordu. Nitekim, mülkiyeti her an “kamulaştırılabilir” ve “devletleştirilebilir” kılan hükümleri (m.38, 39) ve sadece ekonomiyi değil “sosyal ve kültürel kalkınma”yı da plân altına almayı öngören merkezi planlamacılığıyla (m.129) birlikte düşünüldüğünde, Anayasanın “sosyal devlet” niteliği ve öngördüğü “sosyal haklar” katalogu gibi unsurlar Mümtaz Soysal ve Bülent Tanör gibi sosyalist anayasacıları “Anayasanın sosyalizme açık” olduğu sonucuna götürmüştü.

1961 Anayasasını savunma konusunda solun -seçkinci olanlarını değilse de- “demokrat” olanlarını yanıltan da işte bu noktadır. Oysa bu, bürokratik seçkinlerin “gerici güçler” karşısında “ilerici” bir ittifak oluşturmak uğruna sosyalistlere verdikleri bir tavizden başka bir şey değildi.

Mustafa Erdoğan / Star, 11.2.2010

12.02.2010


Katsayı da bir darbe kamburu

DANIŞTAY’IN yeni katsayı uygulamasını iptal etmesi kafaları iyice karıştırdı. Alınan karar Anayasa ile çelişiyor.

131’inci madde üniversitelerin nasıl öğrenci alacağını düzenleme yetkisini net bir şekilde YÖK’e veriyor.

Danıştay da 2005 ve 2009’da iki kez aynı yönde karar alıyor.

Meslek lisesi öğrenci velilerinin yaptığı “Mağdur olduk” başvurularını, “Düzenleme yetkisi YÖK’e aittir” diyerek reddediyor.

Yani meslek liselerine katsayı uygulamasının önünü açıyor.

***

Katsayı engeli, 28 Şubat post-modern darbesinin bir diğer netameli ürünü.

İmam hatip mezunlarının İlahiyat dışında bölümlere girmesinin engellenmesi isteniyor.

Temmuz 1998 tarihli “talep” ya da “emir” yazısı dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir imzalı...

Yazıda “irticai grupların istismarının önlenmesi için Ortaöğretim Başarı Puanı hesaplamasında değişiklik yapılması” isteniyor.

Gerekçe asılsız bir korkuya dayanıyor: İmam hatip mezunları arttıkça, muhafazakâr sayısını yükseltiyor. Bu da 2030 yılında tek başlarına iktidarı belirlemeye yetecek...

YÖK de üzerine düşeni yapıyor ve 1999’da katsayı eşitsizliğini yürürlüğe koyuyor.

İmam hatiplere tek başına bu sınırlama uygulanamayacağı için diğer meslek okulları da bu kapsamda mağdur ediliyor.

Bugün bu okullarda okuyan öğrenci sayısı 800 binin üzerinde.

Hal böyle iken Danıştay’ın katsayı farkını yetersiz bulması ve iptal etmesine ne demeli?

2009 kararının mürekkebi kurumadan verilen son kararla Danıştay, YÖK’e ait anayasal yetkiyi devralıyor.

Düzenlemenin hukuka uygunluğunu değil, eğitim sistemine etkisini inceliyor.

Ortaöğretim Başarı Puanları’nın 0.13/0.15 şeklinde çarpılmasının yetersiz olduğuna karar veriyor.

İyi ama bu Danıştay’ın yetkisinde değil ki?

Bu durumda, 2005 ve 2009 yıllarında haklarında farklı kararlar verilen veliler, tazminat talebiyle mahkemelere ya da AİHM’e giderse bunu kim telafi edecek?

Eğitimde fırsat eşitliğine ne oldu?

Son kararı ilgi çekici kılan bir diğer unsur da, Genelkurmay’ın katsayı konusundaki çalışmalarının ve eski asılsız korkularının sürdürdüğünün de ortaya çıkması.

Genelkurmay istihbaratının 29 Ağustos 2009 tarihli ve “GİZLİ” ibareli raporu, YÖK’ün katsayı çalışmasını değerlendiriyor ve şu şaşırtıcı sonuçlara varıyor:

“Katsayı engelinin kaldırılmasıyla imam hatip lisesi mezunlarının avantajlı hale getirildiği, muhafazakâr yaşam tarzını benimseyenlerin kamusal alandaki varlıklarını genişleteceği...

imam hatip liselerinin yaygın şekilde ‘Müslüman okulu’ olarak tanımlanacağı, toplumda farklı bir kitle oluşturacağı ve bu durumun da Türk toplumunun birlik ve beraberliğine zarar verebileceği...”

İstihbarat raporu tüyler ürpertici.

İmam hatip mezunları “potansiyel tehlike” görülüyor.

Muhafazakârlaşmanın toplumu böleceği öngörülüyor.

Ardından da şu kritik değerlendirme geliyor:

“Düzenlemenin iptali istemiyle açılan davanın ve gelişmelerin takip edilmesinin uygun olacağı...”

Bu süreç içinde de Danıştay kendisi ile çelişen ve YÖK’ün Anayasal yetkilerini yok sayan tartışmalı kararları veriyor.

Sonuçta hiçbir sosyolojik gerçeğe dayanmayan korkular nedeniyle, milyonlarca gencimizin geleceği karartılıyor.

Daha da dikkat çekici olanı, darbeler döneminde yürürlüğe sokulan uygulamaları üzerinden 11 yıl geçmesine rağmen kaldıramıyoruz.

Başörtüsü yasağı, akreditasyon ayrımcılığı ve katsayı engeli...

Hepsi de toplumu bölen, sınıflara ayıran ve 28 Şubat darbesi ile başlayan uygulamalar.

Türkiye üzerindeki bu kamburları nasıl atabilir?

Çözüm yargının bağımsız ve tarafsız olmasının sağlanmasında.

Yani kapsamlı yargı reformu ve sivil bir anayasa hazırlanmasında...

Erhan Başyurt / Bugün, 11.2.2010

12.02.2010

 
Sayfa Başı  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl