16 Mart 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Görüş

Dünya Vicdan Günü ve Rachel Corrie

Bir çoğumuzun ilk kez duyduğu ama önemli bir cümle “Dünya Vicdan Günü”.

Otuzuncu Harf Edebiyat ve Düşünce Dergisi 16 Mart’ı Dünya Vicdan Günü olarak ilan etti. Sebebi ise Amerikalı bir barış eylemcisi olan 23 yaşındaki Rachel Corrie’nin 16 Mart’ta Gazze’de yaptığı insani mücadele sonucu İsrail buldozerinin ezerek öldürülmesi. Evet kıtalar aşıp tamamen insan sevgisi, vicdanı, acıması sebebiyle Filistine geliyor. Buradaki yaşayışlarla adeta bir oluyor. Müslüman olmamasına rağmen cesaretiyle, vicdanıyla İsrail’e kendini siper ediyor. Biz de Müslümanız ama... İşte vicdanlarımızı hesaba çekeceğimiz bir gün. Rachel Corrie’nin ailesi de kızlarının ölümünün 7. yılında ülkelerinde 16 Mart Dünya Vicdan Gününü kutlayacaklar. Rachel’in ailesine yazdığı mektuplar içimizi titretiyor. Rachel’i mektuplarından biri şöyle:

“20 Şubat 2003

“Anneciğim,

“Şu anda İsrail ordusu Gazze’ye giden yolu kazdı ve ana kontrol noktalarının ikisi de kapandı. Bu, üniversiteye gidip yeni dönem kaydını yaptırmak isteyen Filistinlilerin, bunu yapamayacağı anlamına geliyor. İnsanlar işine gidemiyor ve diğer tarafta kalanlar evine dönemiyor; yarın Batı Şeria’da toplantıları olan enternasyonaller de bunu yapamayacak. Uluslararası beyaz insan imtiyazımızdan ciddî biçimde faydalanmayı deneseydik muhtemelen bunun üstesinden gelebilirdik fakat bu aynı zamanda, hiçbirimiz yasadışı bir iş yapmamış olsak bile, bu yüzden tutuklanma ve sınır dışı edilme tehlikesini doğuruyor.

“Gazze şu anda üçe bölünmüş durumda. ‘Gazze’nin yeniden işgali’ ile ilgili konuşmalar var, fakat benim bunun olacağından ciddî olarak şüphem var, çünkü bu, şu anda İsrail adına jeopolitik anlamda aptalca bir hareket olacaktır. Bana göre daha muhtemel olanı, daha küçük çapta olan, uluslararası halk protestosu radarının fark edemediği baskın harekâtlarının ve belki de sık sık işaret edilen ‘toplu nakiller’in hızlandırılması olacaktır.

“Şu anda Refah’tayım ve kuzeye gitmeyi düşünmüyorum. Nispeten güvenlikte olduğumu hissediyorum ve daha büyük çapta bir baskında benim için en büyük tehlikenin tutuklanmak olacağını düşünüyorum. Gazze’nin yeniden işgali yönünde bir hareket, Şaron’un her tarafa yerleşimler kurma yolunda şu anda çok düzgün işlemekte olan ve yavaş yavaş fakat emin adımlarla Filistinlilerin azminin kırılmasına neden olan, barış görüşmeleri sırasında suikastlar / toprak işgali stratejisine karşı yapılan protestolardan, çok daha büyük çapta protestolara sebep olacaktır. Bana bakmakta olan bir sürü, çok iyi Filistinli olduğunu bilin. Biraz grip mikrobu kaptım, onlar da bana iyileşmem için çok hoş, limonlu içecekler verdiler. Ayrıca, halen yattığımız kuyunun anahtarlarını saklayan kadın bana durmadan seni soruyor. Zerre kadar İngilizce bilmiyor, fakat çok sık senin hakkında soru soruyor; seni aradığımdan emin olmak istiyor.

“Sana ve Babama ve Sarah’a ve Chris’e ve herkese sevgiler.

“Rachel.”

Mekânın Cennet Olsun Rachel Corrie...

ARZU KONAN




HABER - YORUM - ANALİZ
www.sentezhaber.com

**************************************************************************************************

16.03.2010


Ölüm provaları

Kaç gündür zihnimde derin düşüncelerle bata çıka kendi içimde ilerliyordum. Edebiyatçı giderken, bir kitap uzatmıştı bana; Ağlayan Dağ, Susan Nehir. Bir masalı çağrıştırıyordu ismi. Kulağıma uzak diyarların hikâyesi geliyordu. Elime alıp, sayfalarını karıştırdım. Kelimelerinin davetkâr bakışlarına dayanamadım; bir anda kendi dünyasına çekti, sarıp sarmaladı. Yenik düştüm; albenili sözcüklerin büyüsüne kapıldım, dünyaya dair hikâyeler anlatan bu kitabın kapısını yavaşça araladım.

Bazen okuduğumuz dünya halli bir roman, hızla ahirete yaklaştırır bizi. Hakikatin değişik tanımlarını kolayca fark ederiz sekülerleşen kelimelerin ardında. Dünyanın geçiciliğinden dem vurur farkında olmadan; uyarır zihnimizi, düşüncelere sevk eder. İşte böyle bir kitaptı, eşiğinden bakakaldığım. Sadece bir cümlesiydi, bana daha önce kırmızı kitaplarda okuduklarımı hatırlatan. “İnsanın evini yanında taşıyabileceğini bana Naciye Abla öğretmişti.”

Gerçekten evimizi yanımızda taşıyabilecek kadar hür müyüz? Hâlbuki yüksek dozda hayat çeken bir müptelâsı değil miyiz ömrün? Dünya bir gün bize dışarı demeden, biz çıkıp gidebilir miyiz? Gülümseyerek el sallayabilir miyiz ona?

Sevdiğin şeyleri; eşini, çocuğunu, anneni, babanı, arkadaşlarını, çikolatayı, kıyafetleri, gezmeyi, eğlenmeyi, televizyon izlemeyi bırakabilir misin kolayca? Kitaplarını, film arşivlerini, oyunlarını, mesleğini, kariyerini silebilir misin bir çırpıda?

Koca bir hayır çıktı ağzımdan. Yanımda oturan yaşlı kadın, “efendim” diye sordu endişeyle. Çizgilerin kat kat şekillendirdiği yüzüne bakıp gülümsedim. Yetmişini aşmış olmalıydı. Ne kadar çok yaşamıştı ne kadar çok… Yaşadığı dünyayı terk edip gider miydi öte âleme? Sorsam… Herkes gibi söyleyecekti; ya bir gün ya da daha az yaşadım.

Bir türlü idrak edemediğimiz bir gerçek var. İnsan ebed için halk edilmiş ve ebede gidecektir; bu dünya, ona bir misafirhanedir ve ahiretine bir intizar salonudur (10.Söz). Okuyoruz defalarca, anlıyoruz kelimelerin bize ne söylemek istediğini. Buna rağmen ne kadar da uzak geliyor her şey.

İnsan, kendisinin öleceği gerçeğini kabullenemez der, psikologlar. Ortada iki gerçek vardır. Başkasının ölümü ve kendi ölümü. Çevresinde gördüğü ölümler sadece bir adım yaklaştırabilir kendi ölümüne insanı. Sonrası mı? Sonrası evimizi yanımızda taşıyamamanın hikâyesi.

“Her ölüm erken ölümdür/biliyorum Tanrım,” derken Cemal Süreya yaşadığımız o ölüm psikolojisini bir çırpıda özetlemiyor muydu bize? Belki de bu yüzden en çok güz mevsiminde hissediyorduk ölümlülük duygusunu. Kuruyan tabiata, sararan yapraklara, soyunan ağaçlara bakıp etrafımızdaki değişikliği fark ediyor, kendi gerçeğimize adım adım yaklaşıyorduk. Bazen bilincinde oluyoruz, oysa çoğu zaman gafletteyiz.

Her akşam yatağımızda derin düşüncelere dalıp, günümüzün muhasebesini yaparken kendimize defalarca sesleniyoruz: “Eyvah! Aldandık. Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zâyi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat, bir uykudur; bir rüyâ gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi, bir rüzgâr gibi uçar gider (17.Söz).”

Bu hiç bitmeyen ölüm provalarına rağmen bir türlü uyanamıyoruz… Belki de gerçekten uyanmak istemiyoruz. Kim bilir?

SALİHA FERŞADOĞLU

[email protected]




"HABERDE DOĞRULUK, YORUMDA İSABET"
www.sentezhaber.com

**************************************************************************************************

16.03.2010


Depremde nerede durmalı?

Son günlerde depremler hayatımızı iyice sarsmaya başladı. Önce Haiti, sonra Şili ve son olarak Elazığ merkezli depremlerde birçok ölümler ve yaralanmalar oldu. İnsan ve Müslüman olarak etkilendik.

Köşe konumuz İş Sağlığı ve Güvenliği olduğuna göre depremler de konumuzun içine girmektedir. Depremler önlenemez. Ama depremlerin etkisinden, en az zararla kurtulmanın birçok yolu vardır. Zamanı geldiğinde ileriki haftalarda onlardan bahsedeceğiz. Bugün, dünyanın en tecrübeli kurtarma birimi “Amerikan Uluslararası Kurtarma Ekibi’nin kurtarma şefi ve afet olayları müdürü” Doug Copp’un bir yazısını aktarmak istiyorum. Herkese (tabii dikkatli okuyup, ders alanlara) faydası olması ümidiyle:

“Adım Doup Copp. Şu ana kadar 875 yıkılmış binaya sürünerek girdim, 60 ülkeden kurtarma ekipleriyle çalıştım, birçok ülkede kurtarma ekipleri oluşturdum ve çok sayıda ülkede birçok kurtarma ekibinin üyesiyim. 2 yıl boyunca Birleşmiş Milletler ‘felâket azaltma’ uzmanıydım. 1985’ten beri aynı anda gerçekleşenler hariç dünyadaki bütün büyük felâketlerde çalıştım.

“1996’da benim hayatta kalma metodumun geçerliliğini ortaya koyan bir film yaptık. Türk hükümeti, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Üniversitesi, Case yapımcılık ve ARTI bu pratik ve bilimsel testin filme alınmasında işbirliği yaptılar. İçinde 20 maket olan bir okulu ve evi yıktık. On maket ‘çömel ve korun’ metodunu uygularken, 10 maket ‘hayat üçgeni’ metodumu uyguladı. Tasarlanmış yıkımdan sonra görüntüleri filme almak ve sonuçları belgelemek için enkazı geçip binaya girdik. Bina yıkımlarında oluşabilecek şartlar dâhilinde direkt olarak gözlemlenebilen ve bilimsel şartlar altında hayatta kalma tekniklerimi uyguladığım film ‘çömelip korunan/saklanan’ kişiler için hayatta kalma şansının sıfır olduğunu ortaya koydu. Hayat üçgeni metodumu kullananlar için hayatta kalabilme şansı yaklaşık olarak yüzde 100 oldu. Bu film Türkiye, ABD, Kanada, Güney Amerika ve Avrupa’nın birçok kısmında milyonlarca izleyici tarafından izlendi. Enkazına girdiğim ilk bina 1985 Mexico City depreminde bir okuldu. Bütün çocuklar sıralarının altındaydı. Her bir çocuk kemiklerinin kalınlığına kadar ezilmişlerdi. Sıralarının yanındaki koridorlara uzanmış olsalardı hayatta kalmış olabilirlerdi. Bu ‘ayıptı, gereksizdi’ ve çocukların neden koridorlarda (sıraların arasında) olmadığını merak ettim. O an, çocuklara bir şeyin/eşyanın altına saklanmalarının söylendiğini bilmiyordum.

“Basitçe ifade edilirse, binalar yıkılırken, objelerin üzerine düşen tavan ağırlığı veya içerideki mobilyalar bu nesnelere çarparken yanlarında bir yer, boşluk bırakırlar. Bu boşluk benim ‘hayat üçgeni’ dediğim alandır. Nesne ne kadar büyük ve ne kadar dayanıklı olursa daha az ezilecektir. Nesneler ne kadar az ezilirse boşluk ve bu boşluğu kullanan kişinin yaralanmama ihtimali o kadar artar. Bir dahaki sefere televizyonda yıkılan binaları izlerken gördüğünüz üçgenleri sayın. Her yerde olduklarını göreceksiniz.

“750 bin nüfuslu Trujillo kentinin İtfaiye bölümünü eğittim. İtfaiye Departmanının kurtarma şefi Üniversitede profesördür. Bana her yerde eşlik etti. Kişisel ifadeleridir: ‘Adım Roberto Rosales. Trujillo kurtarma ekibi şefiyim. 11 yaşındayken çöken bir binada mahsur kaldım. Mahsur kalışım 1972 yılında 70.000 kişini öldüğü depremde oldu. Erkek kardeşimin motosikletinin yanında oluşan ‘hayat üçgeni’ içinde hayatta kaldım. Yataklarının veya sıraların, masaların altına giren arkadaşlarım ezilerek öldüler (isim, adres vb detayları anlatıyor). Ben hayat üçgeninin yaşayan örneğiyim. Ölen arkadaşlarım ‘çömel ve korun’ örnekleridir.”

Doug Copp'un önerilerini yarın da aktarmaya devam edeceğiz inşaallah. Ancak, bir mü'minin sebeplere (tedbirlere) başvurmakla birlikte gerçek tesir sahibinin ancak Allah olduğunun, dolayısıyla ölümün de hayatın da Onun elinde olduğunun şuurunda olması gerektiğini unutmadan...

M. FAHRİ UTKAN [email protected]

—DEVAMI YARIN–

**************************************************************************************************

16.03.2010

 
Sayfa Başı  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl