17 Mart 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Normalleşme böyle olmaz

GENELKURMAY Başkanı İlker Başbuğ, Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret Bila’ya “Balyoz planı” başta orduya yönelik suçlamalarla ilgili önemli açıklamalar yaptı. Dün de Hürriyet’te Enis Berberoğlu ile söyleşisi yayımlandı.

12 Eylül darbesinden sonra Evren’in Anayasa turlarını saymazsak, 28 Şubat süreci dahil Genelkurmay başkanlarının bu denli sık konuştukları bir dönem hatırlamıyoruz.

Büyükanıt’ın 27 Nisan gecesi internet sitesine koydurduğu “e-muhtıra” da ordunun “Sözde değil özde laik bir cumhurbaşkanı adayı”ndan yana olduğunu açıklamasının ardından gelmişti. Seçime açık bir müdahale niteliğindeydi. Demokratik ülkelerde ordu bu denli ön plana çıkmaz.

Başbuğ’un demeçlerinin sekiz sütun manşet olduğu medyada, Başbakan çift sütun, ana muhalefet lideri tek sütun yer bulabiliyor! Türkiye’de askerlerin konuşma ihtiyacı son aylarda ortaya çıkan Balyoz, Kafes gibi eylem planları, darbe iddiaları, ıslak imza tartışmaları, suikastlar, intiharlar, emekli ordu komutanlarına ve görevdeki üst düzey askeri personele ilişkin soruşturma ve dava süreçlerinin de bir sonucu. TSK, bir “moral sorun” olarak bu iddialara Genelkurmay Başkanı düzeyinde yanıt verme ihtiyacı duyuyor. Ancak suçlanan kişilerle ilgili yargılamaların devam ettiği göz önüne alındığında, ordunun kurumsal saygınlığı ile kişileri “temize çıkarma” arasındaki hassas denge çok iyi korunmalıdır.

“Psikolojik harekât”tan korunmanın yolu “askeri vesayet”i güçlendirmek olmamalı. Örneğin Genelkurmay Başkanı Başbuğ, ordunun emekli subaylarla ilgili dayanışma sergilemesini “Mezara kadar sürecek” silah arkadaşlığına bağlıyor. Oysa elinde sadece kalemleri olduğu sürece gazetecilerin Mustafa Balbay konusunda böyle bir şansları yoktur. Prof. Mehmet Haberal için de durum aynıdır. Dursun Çiçek hâlâ savunulmaktadır. Saldıray Berk’in ifadesi bu gidişle alınamayacaktır!

23 Şubat’ta Ankara’daki “or”lar toplantısında bu kararlılık sergilendiği için eski kuvvet komutanları serbest bırakılmışlardır. O gece, “istifa” konuşulmamış, ancak hükümet bile olayı bir “muhtıra” hazırlığı şeklinde algıladığı için Başbakan’a vekâlet eden bakan, karargâhı ziyaret ihtiyacı duymuştur.

Bunlar normal demokratik ülkelerde olan şeyler değildir. Susurluk skandalının yaşandığı bir ülkede, el bombası yüklü bir kamyon Ankara’ya valilikten habersiz girebilmektedir. Başbuğ, olayı değil, ihbarı “ürkütücü” bulmaktadır.

Şeffaflık ve hesap verebilirlik açısından bu tür konuşmalar işe yarıyor olabilir. Ancak Genelkurmay başkanlarının sürekli demeç verme ihtiyacı duyduğu, manşetlerden inmediği Türkiye bu haliyle AB adaylığının uzağında “üçüncü dünya ülkesi” görünümü çizmektedir.

Normalleşme böyle olmaz!

Derya Sazak / Milliyet, 16.3.2010

17.03.2010


AK Parti’nin babalanma politikaları...

SİYASET bilimi derslerinde iktidar ilişkisi şöyle anlatılır:

A kişisi B kişinden bir talepte bulunursa ve B kişisi bu isteği yerine getirmediği takdirde maddî-manevî kayba uğrayacağını bilir, bu nedenle isteği yerine getirirse, bu iki kişi arasındaki ilişkiye iktidar ilişkisi adı verilir.

Devamı vardır bu tanımın...

Eğer A kişisi kendi gücünü ya da o gücün B kişisi üzerindeki etkisini iyi hesaplayamamışsa, karşı taraf onun isteğini reddettiği halde bir yaptırım uygulama imkânına sahip değilse, bu kez iktidar ilişkisi tersine döner.

Bu tanım bir devrin ünlü siyaset bilimcilerinden R. Dahl’ın tanımıdır.

Kişiler arasındaki ilişkiler kadar devletler arasındaki ilişkilerin özüne işaret eder.

Uluslararası sahada, güç merkezli ilişkiler, bu kaba güç olmasa da, çeşitli siyasi, kültürel, ekonomik yaptırımlarla, üstelik uluslararası kurumlar ve yapılar vesilesiyle her zaman devrededir.

Bu tanımı aklıma getiren, Türkiye’nin Ermeni soykırımı tasarılarından ötürü ABD ve İsveç’e karşı aldığı tavır oldu.

Türkiye ABD ve İsveç büyükelçilerini geri çağırdı.

Tasarıları kabul edilemez ve Türkiye’nin kayıtsız ve yaptırım bırakmayacağı gelişmeler olarak ilan etti.

Yakında benzer oylamalar İngiltere ve İspanya’da da yapılacak.

Bu sertlik, aşırı özgüven böyle giderse Türkiye’nin muhtemelen İngiltere ve İspanya büyükelçilerini de geri çekeceğini varsayabiliriz.

Türkiye kendisi A ülkesi olarak ilan ediyor...

Peki diğerleri B ülkesi rolünü benimseyecekler mi?

Hiç sanmıyoruz...

O zaman ne yapacak Türkiye:

Birçok ülkeden büyükelçisini çekerek içine mi kapanacak?

Ya da büyükelçileri çekme hamlesiyle bu ülkelerin yürütme organlarına mesaj mı verecek?

Bu durum kaybeden taraf olmaktan, kayba oynamaktan başka hiçbir anlam ifade etmez...

Bumerang etkisi malumdur...

Kuzey Irak’ta özerk Kürt bölgesinin kurulmasını bile kavga nedeni sayan Türkiye, nereden nereye geldi, gelmek zorunda kaldı?

Bu konuda kayıp yaşanmadıysa, bu, Ankara’nın, gücünü, imkânlarını, koşulları, karşısındaki tarafları dikkate alarak siyasetini esnetmesi ve değişmesi sayesinde olmuştur.

1915 konusunda esneklikten uzak bir tavrın, “ Ermenistan’a ağır bedel ödetmeliyiz” çıkışıyla 1940’ların Almanya siyasetçilerini andıran CHP’ tavırlarından ne farkı kalıyor.

Sadece ilkesel açıdan değil, pragmatizm açısında da çıta düşüyor...

Ermeni soykırımı meselesi Türkiye’nin her geçen gün daha çok başını ağrıtacaktır.

Bunun nedeni çeşitli ülkelerde soykırımla ilgili tasarı ve kanunların kabul edilmesi olmayacaktır.

Bunun nedeni Türkiye’nin bu dalga karşısında akılcılıktan ve çağın ruhuna uygun davranmaktan uzak durmayı ısrarla sürdürmesi olacaktır.

Türkiye’nin son günlerde yaptığı hamleler ve sert çıkış, mutlak inkârcı tavrı, karşı tarafı ve karşı dalgayı da sertleştirmekten, kendi içinde attığı adımları doğrulamaktan başka işe yaramıyor.

Son yıllarda Batı’da örneğin Fransa’da, ABD’de, parlamentoların tarihi konusunda hüküm verip, yasa çıkarmasına yönelik politik ve entelektüel bir itiraz başlamıştır.

Bu itiraza Türkiye katkısı, “babalanma politikaları”dan dolayı değil, tersine kendi içinden gelen farklı seslerden, 1915’e soykırım denmesinin suç olmasına yönelik tepkilerden, 301. Madde tartışmalarından hareketle olmuştur.

Türkiye kendi resmi görüşleri istikametinde bugün, bu pisti açacağına, tıkamakla meşguldür.

Bu pisti açmak iki yolla olur:

İlk yol parlamento kararlarına içerik olarak değil; şekli açıdan itiraz etmek, bunları önemsizleştirme politikaları uygulamaktadır

İkinci yol ise, birinciye paralel olarak, soykırım telaffuzuna gerek olmadan, devletin 1915’te yaşananlarla ilgili üzüntüsünü belirtebilmesidir...

Türkiye o zaman gerçekten güçlü olur...

Özgüven kendine bakabilmekten, içeriye dönebilmekten, ilkeler üzerinde yürümekten geçer...

Dış politikayı yürüten siyasilere bir noktayı hatırlatmak gerekir:

Ülke bugüne kadar uluslararası sahada hangi konuda başarılı olduysa, bu o konuda çağın ruhuna ve gerekleriyle paralel hareket etmesinden kaynaklanmıştır.

Yoksa sanmayın ki Kanuni Sultan Süleyman aramızda ve o döneme geri döndük...

Ali Bayramoğlu Yeni Şafak, 16.3.2010

17.03.2010

 
Sayfa Başı  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl