02 Nisan 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Benden sonra saltanat için çarpışan idareciler gelecek. Bazıları, bazısını öldürecek.

Câmiü's-Sağîr, No: 2402

02.04.2010


İslâm, karıncayı dahi incitmekten men eder

Acaba bir şeriat, karıncaya bilerek ayak basmayınız dese, tâzibinden men etse, nasıl benî Âdem’in hukukunu ihmâl eder?

Adalet-i mahzâ ile adalet-i izafiyenin izahı şudur ki:

“Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir” (Mâide Sûresi, 5:32.)

Âyetin mânâ-ı işarîsiyle, bir mâsumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi, umumun selâmeti için feda edilmez. Cenâb-ı Hakkın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet namına, rızasıyla olsa, o başka meseledir.

Adalet-i izafiye ise, küllün selâmeti için cüz’ü feda eder. Cemaat için, ferdin hakkını nazara almaz. Ehvenüşşer diye bir nevî adalet-i izafiyeyi yapmaya çalışır. Fakat adalet-i mahzâ kabil-i tatbik ise, adalet-i izafiyeye gidilmez. Gidilse zulümdür.

Mektubat, s. 57

***

Evet, îmanlı fazîlet, medâr-ı tahakküm olmadığı gibi, sebeb-i istibdat da olamaz. Tahakküm ve tegallüb etmek fazîletsizliktir. Ve bilhassa ehl-i faziletin en mühim meşrebi, acz ve fakr ve tevâzu ile hayat-ı içtimâiye-i beşeriyeye karışmak tarzındadır.

Târihçe-i Hayat, s. 165

***

Acaba bir şeriat, karıncaya bilerek ayak basmayınız dese, tâzibinden men etse, nasıl benî Âdem’in hukukunu ihmâl eder?

Münâzarât, s. 66

***

(...) Şefkatle cihazlanmış şehamet-i imaniyedir. Yani tezellül etmemek, haksızlara, zâlimlere zillet göstermemek, mazlûmları da zelil etmemek. Yani, hürriyet-i şer’iyenin esasları olan müstebitlere dalkavukluk etmemek ve biçarelere tahakküm ve tekebbür etmemektir.

Hutbe-i Şâmiye, s. 40

***

Sual: Nasıl hürriyet imânın hassasıdır?

Cevap: Zirâ, rabıta-i iman ile Sultan-ı Kâinata hizmetkâr olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye o adamın izzet ve şehamet-i imaniyesi bırakmadığı gibi; başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeyi dahi, o adamın şefkat-i imaniyesi bırakmaz. Evet, bir padişahın doğru bir hizmetkârı, bir çobanın tahakkümüne tezellül etmez. Bir biçareye tahakküme dahi o hizmetkâr tenezzül etmez. Demek iman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saâdet...

Münâzarât, s. 59

***

Üç yüz, belki dört yüz milyon İslâmın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer’iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer’iyedir ki, o hürriyet-i şer’iye, âdâb-ı şer’iye ile süslenip garp medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır.

İmandan gelen hürriyet-i şer’iye iki esası emreder:

Yani, İman bunu iktiza ediyor ki, tahakküm ve istibdat ile başkasını tezlil etmemek ve zillete düşürmemek, ve zâlimlere tezellül etmemek... Allah’a hakikî abd olan, başkalara abd olamaz. Birbirinizi, Allah’tan başka kendinize Rab yapmayınız. Yani, Allah’ı tanımayan herşeye, herkese nispetine göre bir rububiyet tevehhüm eder, başına musallat eder. Evet, hürriyet-i şer’iye Cenâb-ı Hakkın Rahman, Rahîm tecellîsiyle bir ihsanıdır ve imanın bir hassasıdır.

Hutbe-i Şâmiye, s. 67

LÜGATÇE:

adalet-i mahzâ: Adaletin tam hakikisi, tam adalet.

adalet-i izafiye: Toplumun selâmeti için ferdin gizli veya açık rızası alınarak sağlanan göreceli adâlet.

küll: Bütün, hep, her, tüm.

cüz’: Kısım, parça.

ehvenüşşer: İki şerden (kötülükten) daha zararlı olanın tercih edilmesi.

medâr-ı tahakküm: Tahakküm, zorbalık sebebi.

tegallüb: Galip gelme, üstün çıkma, baskın olma.

şehamet-i imaniye: İmandan kaynaklanan kahramanlık ve cesaret.

seyyiat: Kötülükler.

abd: Kul.

02.04.2010


‘Risâle-i Nur’u okudukça idrakim ziyadeleşiyor’

Bediüzzaman Said Nursî ve Risâle-i Nur Külliyatı...

Bizim kuşak, ilk olarak yetmişli yıllarda duymaya başladı bu kelimeleri. Yaşadığı yer veya içinde bulunduğu çevre itibariyle daha önce haberdar olanlar da mânâlarının farklılığını ancak o yıllarda idrak ettiler.

Bize göre başlangıçta sadece birer kelime grubuydu onlar. Telâffuzları zor, söylenmeleri güç, mânâları ağırdı, ama terennümleri câzipti. İçlerindeki Said ve Nur kelimelerine âşinâ olsak da onlara tek başlarına bir mânâ veremezdik.

O zamanlar, ülkeyi saran siyasî, içtimaî çalkantılar yüzünden akl-ı selimle düşünme imkânınız yoktu. Gençliği hedef kitle olarak seçen birbirine zıt fikir hareketleri, yalnız meydanları değil, hisleri ve zihinleri de bir nevî çatışma alanı hâline getirdiklerinden kimseye itimadımız kalmamıştı.

Gerçi öğretmenlerin her sabah söylettikleri andlarla, devlet büyüklerinin de her vesile ile tekrarladıkları monoton nutuklarla zihnimize kazımaya çalıştıkları resmî görüş ve millî kişilikler vardı. Bazı arkadaşlar da bizi içinde bulundukları fikir akımlarına veya yakınlık hissettikleri dünya görüşlerine çekmeye çalışırlardı.

Üstelik resmî ideolojiye intisap etmek, fikir gruplarına girmek bize maddî mükellefiyetler yükleyip mânevî mesuliyetler getirmez, aksine kolayca imkân ve itibar sahibi olmamızı sağlardı.

Buna rağmen biz, emsallerimizin ekseriyetinin aksine, hislerimizi saran merak saikasıyla yine de zor, tehlikeli, ama câzip olanı seçtik ve mânâsını bilmediğimiz, söylemekte zorluk çektiğimiz o terkiplerin derinliklerine dalmaya meylettik.

Normal şartlarda, önce Bediüzzaman Said Nursî’yi tanımamız, ardından da Risâle-i Nurları okumamız gerekirdi. Eğer kabullenirsek sıra, öğrendiklerimizi hayatımıza aksettirme safhasına ancak ondan sonra gelirdi.

Lâkin öyle olmadı. İçinde bulunduğumuz çevrelerin fiilî tazyiki ve arkadaş gruplarının fikrî tehacümleri yüzünden, onların karşısına güçlü bir fikirle çıkma ihtiyacı hissedince ikisini birden yapma kararlılığıyla harekete geçtik.

Bu maksatla, çeşitli tehlikeleri göze alarak elde ettiğimiz her risâleyi gizli gizli okumaya ve o mevzularda bilgi sahibi olduğunu duyduğumuz insanları bulup merak ettiğimiz şeyleri sormaya başladık.

Üçüncü isimler, yani Nur Talebeleri işte o zaman çıktı karşımıza.

Mezkûr terkiplerle üçüncü isimleri birlikte mütâlâa edince zihnimiz karıştı. Çünkü Bediüzzaman Said Nursî ile Risâle-i Nur Külliyatı arasında bir irtibat kurabiliyorduk. Biri müellif, diğeri de telif ettiği eserlerdi. İkisinin arasında bulunan üçüncü isimlere ise bir mânâ veremiyorduk.

Onların aralarındaki münasebet; yazar, eser, okuyucu ilişkisine de pek benzemiyordu. Ortada fevkalâde bir hâl ve hadiseler silsilesinin olduğunu anlayıp meseleyi bu cihetiyle mütâlâa edince bizi cezbeden câzibenin esrarı çözüldü.

Emirdağ Lâhikası’nda, “Hakîkat-ı ihlâsla, herşeyin fevkinde hakaik-i îmâniyeyi on adama ders vermeyi, büyük bir kutbiyetle binler adamı irşad etmekten daha ehemmiyetli görüyorum. Çünkü o on adam, tam o hakikati her şeyin fevkinde gördüklerinden, sebat edip, o çekirdekler hükmünde olan kalpleri, birer ağaç olabilir” diyen Bediüzzaman’ın onları itina ile yetiştirdiğini anladık.

Nur hareketinin milletle irtibatını sağlayan üçüncü isimlerin birinci kuşağı, Said Nursî’nin irticalen söylediği aklî ilhamları, kalbî sünûhatları, sür’atle yazarak Risâle-i Nurların telifine ve istinsahına yardım eden Barlalı, Savlı, Kuleönülü, İslâmköylü, Ispartalı fedakâr insanlardı.

İkinci kuşak ise, memleketin değişik yerlerinden gelerek Said Nursî’nin etrafında pervane olan ve Risâle-i Nur Külliyâtının intişarını sağlayıp Nur hareketini ihya eden ‘aziz, sıddık, gayretli, fedakâr, sarsılmaz, kahraman’ sıfatlı isimlerden müteşekkil saff-ı evvel Nur Talebeleri idi.

İşte onlardan biri de, vefatının 39. yıl dönümünde rahmetle andığımız Zübeyir Gündüzalp idi.

***

Zübeyir Gündüzalp.

Kafkas muhacirlerinden Mehmed Efendinin ve Seyyide Hanımın kurdukları yuvanın ilk çocuğu olarak, 1920 yılında Ermenek’te dünyaya geldi. Ona isim olarak baba tarafından dedesinin adı verildi. Ziver denildi.

Aile büyüklerinin itinası sayesinde çok iyi bir terbiye gördü ve dinî eğitim aldı. Zamanın meşhur müderrislerinden Hafız-ı Kurra Mahmud Nedim Efendiden Kur’ân-ı Kerim’i okumayı öğrendi.

Şahsiyetini ata diyarı Kafkasların mehâbeti ile hayat mekânı Torosların şehâmeti şekillendirdiğinden, bakışı kartalvâri keskin, duruşu yüce dağlar gibi muhkem, hissiyâtı coşkun nehirler kadar hareketliydi.

Biraz da bu yüzden, ele-avuca sığmayan çocukluk yılları ve heyecanlı, hareketli gençlik çağları hep, Ermenek yakınlarındaki bir dağdan çıkıp Akdeniz’e ulaşma çabasıyla coşan Göksu Nehri’nin çağlayışını andıran hayat hâlleri içinde geçti.

İlkokulu Ermenek’te bitirdi. Yaşı küçük olduğu hâlde mahareti, kabiliyeti, çalışkanlığı sayesinde postahaneye memur olarak girdi. Müdürün tavsiyesi üzerine Silifke’de ortaokula gitti. Oradan mezun olduktan sonra tekrar eski işine döndü.

Okumaya çok meraklı olduğu için, kasabada bulabildiği her kitabı okuyarak kendini iyice yetiştirmeye çalıştı. 1941 Şubat’ında askere gitti. Terhis olduktan sonra Konya’ya tayin edildi.

O zamana kadar Türk ve dünya klâsiklerinin çoğunu okuduğundan, Konya’da okuyacak yeni kitap arayışına girdi. Bundan haberdâr olan hemşehrisi Hafız Ahmed Efendinin tavsiyesi ve Sabri Halıcı’nın yardımı ile Risâle-i Nurları tanıdı.

Ondan aldığı Küçük Sözler’i ve Gençlik Rehberi’ni okuduktan sonra büyük bir iman, fikir ve tefekkür hazinesinin eşiğinin dibinde olduğunu anladı. Sair kitapları bir kenara bıraktı, mahallî gazeteye yazı yazmaktan vazgeçti ve memuriyetin dışındaki bütün zamanını risâle okumaya ayırdı.

Muhsin, Ziya, Kâmil, Ahmed, Rıfat, Feyzi, Mehdi, Ömer, Hasan, Said gibi lise talebesi gençlerin yaptıkları Nur derslerine katıldı, onlarla birlikte diğer talebelere Nurları tanıtmak maksadıyla yeni hizmet hamleleri yaptı.

“Risâle-i Nurları okudukça anlayışım fazlalaşıyor, idrakim ziyadeleşiyor ve bu anlamanın hazzı, zevki içinde mütehassis oluyordum. Nurları okudukça Allah’a ibadet ve tâati, mücahede-i diniye yolunda içimde bazı kuvvetlerin hâsıl olduğunu hissediyordum. Okuyor, okuyor, okudukça okuyasım geliyor, okumaktan yorulunca dinlenmek için gene okumak sevgisi içimde doğmaya başlıyordu.”1

Kendisinin bu şekilde de ifade ettiği gibi Risâle-i Nurları okudukça Bediüzzaman’a hayranlığı arttı. Onu görme heyecanı iştiyak hâlini alınca, 1946 yılında Mehdi Halıcı ile birlikte Emirdağ’a ziyaretine gitti.

-DEVAM EDECEK-

Dipnot:

1- İhsan Atasoy. Nurun Büyük Kumandanı. İstanbul Nesil Yayınları 2005 s: 27.

İslâm YAŞAR [email protected]

02.04.2010


ZÜBEYİR AĞABEY

Üstad’da fanî olmuş aziz Zübeyir Ağabey,

Her şey ona malûmdur, fenafi’l-Üstad ağabey.

 

Eşiğine başını çakmış çıkmayasıya,

Uykuyu feda etmiş, göze bakmayasıya,

Uyumamak için hep, cehd etmiş kıyasıya,

Canını fedâ etmiş, gözün kırpmayasıya.

  

Üstadını bire bir gölge olmuş izlemiş,

Bin bir marazı varken, sabrederek gizlemiş,

Gidememiş yıllarca ana-baba özlemiş,

“Her şeyim sana feda olsun Üstadım” demiş.

 

Kim kendini ihbar edip attırır hapislere,

Tek gayesi Üstadına hizmet sunayım diye.

Kim derisini kâğıt, kanını mürekkep eder,

Risâleler çok lâzım tayyarelerle gönder der.

“Servetim olsa idi, harcardım bu uğurda,

Bilirim ebedî saadet, Risâle-i Nur’da.”

 

“Üstad için senelerce, hapislerde kalırım,

Ona hem hizmet eder, hem dersimi alırım.

Risâle-i Nur uğrunda idam olunacaksam,

Allah Allah diyerek boynumu uzatırım.”

 

“Kurşunla öldürüleceksem, göğsümü gereceğim,

Bu uğurda çekinmeden canımı vereceğim.

Hançerleri saplayıp kanımı akıtsalar,

Akan o kanlarımın ‘Risâle-i Nur, Risâle-i Nur’

Yazmasını, Rabbimden niyazlar edeceğim.”

  

Falakaya yatırıp insafsızca vurdular,

“Vur! Vur!” diye haykırdıkça, vuramayıp durdular,

Karşısında baş eğmeyen bir alperen buldular.

 

Ziver iken ismine Zübeyir dedi Üstad,

Ne büyük bir iltifat, ele geçmez saltanat.

 

Kafkas kartalı, şahin bakışlı, bir büyük velî,

Gülmeyen, fakat gülümseyen, gül-nikâb çehreli.

 

Cuma günü ayrıldı, genç yaşında dünyadan,

Belli ki, dâvet geldi cihandeğer Üstad’dan,

Enîn etti ağabeyler beklenmedik iftirâktan,

Cennetin pür nûr olsun unutulmaz kahraman.

EYÜP OTMAN

02.04.2010

 
Sayfa Başı  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl