24 Nisan 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Rezaletin son perdesi

BU askerlerin kırdığı ceviz kırkı aştı. Şimdi de okulları, öğretmenleri ve öğrencileri fişledikleri ortaya çıktı. Fişlemeyi yapanlar da milli güvenlik dersine giren ‘asker öğretmenler’. Halkın askerleri mi bunlar, Truva atı mı okullarımıza sızan?

Öğrencileri hakkında bilgi toplayan, onların nasıl giyindiğini, ne okuduğunu, neye inandığını başkalarına ispiyonlayan bir ‘öğretmen’ düşünemiyorum. Bu ‘iş’i yapanlar açıkça öğretmenlik mesleğini ‘kirletmişlerdir’. Sorunun temelinde, yine, TSK’nın üzerine vazife olmayan işleri yapma merakı var. İşini, ‘dışarıdan gelebilecek saldırılara’ karşı hazırlık yapmak olarak tanımlayacağına, hep kendi halkına karşı ‘hazırlıklar’ peşinde olan bir ordu var karşımızda.

Yoksa neden okullarda istihbarat çalışması yapsın? Öğrencileri namaz kılıyor, oruç tutuyor, solcu, şu veya bu gazeteyi okuyor diye fişlesin? Ne yapacaklar bu bilgileri sonra? Çocukları ‘ıslahevleri’ne mi kapatacaklar, üniversitelere mi sokmayacaklar, ilerde bir iş edinmelerini mi engelleyecekler? Öğrencilerin kıyafetinden, inancından, düşüncesinden onlara ne?

Kendi halkını, çocuklarını fişleyen bir ordu... Nasıl bir ordu bu, işgal ordusu mu?

Taraf’ın haberine göre 1998-2008 yılları arasında milli güvenlik derslerine giren muvazzaf ve emekli subay öğretmenler, Genelkurmay’ın emriyle öğretmen ve öğrencileri, ‘solcu’, ‘türbanlı’, ‘namaz kılıyor’, ‘sol görüşlü’ ve ‘bölücü’ olarak fişlemişler. Asker öğretmenler, rapor haline getirdikleri fişlemeleri ‘bağlı oldukları’ istihbarat birimlerine sunuyorlarmış. (...)

Bilinen yaklaşık 40 okulda yapılmış bu fişlemeler... Öyle rastgele de değil, son derece sistematik. İşin standart bir formunu da üretmişler; “Milli Güvenlik Bilgisi Dersi Öğretmenleri İçin Kontrol Formu”. Formda öğrencilerin başörtüsü, namazı, okudukları gazeteler, dergiler, kitaplar, gittikleri dershaneler kayıt altına alınıyormuş. ‘Ordu Komutanlığı’ düzeyinde toplantılar yapmışlar ‘asker öğretmenler’le durumu değerlendirmek üzere.

Çocuklarımızı ‘dikizleyen’ bu kişileri okullardan bir an önce çıkarın. Bunu yapacak cesaretiniz ve ufkunuz yoksa da okulları Genelkurmay Başkanlığı’nın psikolojik operasyonlar birimine bağlayın gitsin.

Bunlara, ‘Elinizi öğrencilerin ve öğretmenlerin üzerinden çekin’ demenin hiçbir faydası yok. Onlar bildikleri yolda yürümek isteyeceklerdir. Bu işe dur demesi gereken Milli Eğitim Bakanlığı... Kurtarın çocukları ispiyoncuların elinden, kaldırın ülkenin ‘militarist’ geçmişinden kalan şu ucube dersi. Fişçi asker öğretmenler de kendilerine başka iş arasınlar.

Şu soruları sormadan olmaz; okullarda neden hâlâ milli güvenlik dersi okutulmaktadır? Ve üstelik bu ders neden asker kişilerce verilmektedir?

Bu ülkenin okulları ‘militarizmin arka bahçesi’ olmaktan acilen çıkartılmalı. Bir yandan anayasayı değiştirmeye çalış, demokratik açılım yap, ama öte yandan da sokakta ona buna yumruk atan adamları yetiştiren ‘militarizm’i okullarda besleyip büyütmeye devam et... Bu, olmaz.

Türkiye’yi hâlâ Enver Hoca’nın Arnavutluk’u sananlar var. Onlara kalsa memleketi baştan sona sığınaklarla donatır, milletin tümüne de üniforma giydirirler. Dünyada tek bir örneği kaldı ‘milli güvenlik devleti’ anlayışının. O da Kuzey Kore... Arnavutluk çoktan dönüştü, Çin bile aştı Mao’yu.

Bizde de hükmü kalmadı ‘milli güvenlik devleti’nin. Korkularla ‘hiyerarşik ve disiplinli bir toplum’ yaratmak ne mümkün! Ama bu ‘eski Türkiye’nin anakronikleşmiş ve fakat hâlâ yürürlükte olan uygulamalarına da artık bir son vermeli. Sınıfa ‘dikkat!’le giren, üniformasıyla ‘ders’ anlatıp ‘hangi’ otoriteye itaat etmek gerektiğini öğrencilerin bilinçaltlarına kazıyan, yetmedi çocuklarımızı fişleyen ‘sözde öğretmenler’e ihtiyacımız yok. Faşizmden kalan bu ilkel ‘eğitim’ pratiğine son vermeden militarizmin kaynaklarını kurutamayacağımız gibi, fişlenmekten de kurtulamayız.

İhsan Dağı, Zaman, 23 Nisan 2010

24.04.2010


Zorunlu askerlik-bedelli askerlik

BEDELLİ askerlik, internet gençliğinin son günlerde en yoğun şekilde tartıştığı konuların başında geliyor. Bedelli askerlik yanlısı gençlerin de bedelli askerlik karşıtı gençlerin de konuyu çeşitli açılardan ele aldıklarını ve konunun internet dünyasında yoğun bir beyin fırtınasına yol açtığını gözlüyoruz. Bedelli askerlik konusuna ezberlenmiş klişelerle yaklaşan gençler olduğu kadar, yaratıcı ve sorgulayıcı yaklaşımları tercih eden gençler de var.

Her köşe yazarına olduğu gibi bana da askerlik dönemindeki gençlerden ‘bedelli askerlik’ mektupları gelir. Çok ilginç yaşamöyküleri içeren bu mektuplarda en sık rastlanan ‘tema’ şu: “İşletmekte olduğum bir firma var, yanımda şu kadar insan çalışıyor. İşimi bırakıp askere gidecek olursam, burası dağılır ve bir istihdam alanı yok olur.”

Bir başkası ise örneğin şöyle bir öykü anlatıyor: “Türkiye’nin ücra bir köşesinde uzman doktor olarak çalışıyorum. Ben buradan askere gittiğim zaman burada uzman doktor kalmayacak. Ben ise askerde ne yapacağım?

Ot yolacağım, angarya işlerde çalışacağım.”

Geçen akşamların birisinde Diyarbakır AK Parti milletvekili İhsan Aslan’ın “Asker azaltamayız, ihtiyacımız var deniyor. Halbuki orduevlerinde ve askeri gazinolarda 65 bin askerin çalıştırıldığı söyleniyor” şeklinde bir değerlendirmesi oldu. Gazetede İsmet Berkan’a bunu söylediğimde “Hayır o sayı daha yüksek 80 bin civarında” dedi. Askerlik görevini yerine getiren binlerce gencin ülkenin savunmasıyla ilgili olmayan birçok alanda çalıştırıldığını, emir erliği, şoförlük, garsonluk gibi hizmetlerde istihdam ediliyor olması da, kamuoyunun giderek daha çok dikkatini çekmeye başlayan bir olgu.

TSK’nın konunun tek karar vericisi konumunda olması da, demokrasiyle adeta alay eden bir durum olarak görülebilir. Bedelli askerliğin çıkıp çıkmayacağı konusundaki karar sivil siyasi irade tarafından verilmediği sürece, bu konuda gerçek anlamda demokratik bir irade sergilendiğinden söz etmek pek mümkün olmayacak.

***

Tartışmanın sadece ‘bedelli askerlik olsun mu, olmasın mı’ noktasına indirgenmesinin sağlıklı olmadığı da ortada. ‘Zorunlu askerlik’ olgusunun daha genel bir çerçeve içinde tartışılması gerekiyor. Avrupa Birliği ülkelerinin birçoğunda artık zorunlu askerlik kaldırılmış durumda. ‘Vicdani ret’ hakkı bir temel hak olarak kabul görüyor. Türkiye’de ise ‘vicdani retçi’ gençlerin çektikleri eziyetlerin sonu gelmiyor.

‘Asker ihtiyacı’na yapılan vurguyu gözden geçirdiğimizde, bunun da çok gerçekçi olmadığını görebiliyoruz. Türkiye, nüfusuna oranla en çok asker besleyen NATO ülkesi konumunda. Türk ordusu, dünyanın en kalabalık ordularından birisi.

Konunun özellikle son 10 yıldır birçok köşe yazarı tarafından dile getirilen bir boyutu da şu: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin etkinliğinin artırılması için bir modernleşme atılımı gerekli. Asker sayısının azaltılıp, ordunun teknik altyapısının ve gelişmiş silah gücünün artırılması öneriliyor. 700 bin askerin karnının doyurulması, silah eğitiminin yapılması bile büyük giderlere neden oluyor. Asker sayısı azaltılsa, ekonomik kaynaklar ordunun modernleşmesine harcansa, bugünkünden daha etkin bir silahlı kuvvetler yaratmak mümkün.

***

Askerlikten biraz olsun anlayan herkesin bu kadar yüksek sayıda asker beslemenin etkili bir savunma stratejisi olmadığını görebildiği bir ortamda TSK farklı yaklaşımlara neden bu kadar kapalı bir tutum sergiliyor? ‘Vicdani ret’, ‘asker sayısının azaltılması’ gibi fikirlerin TSK tarafından görmezlikten geliniyor olmasının nedenleri üzerine birçok farklı değerlendirme yapılabilir.

‘Türkiye terör tehdidi altında. Türkiye’nin içinde bulunduğu bölge daha çok asker beslemeyi gerektiriyor’ şeklinde de formüle edilen ‘Türkiye’nin özel şartları’ tezi üzerine de birkaç söz söylemekte yarar var... ‘Türkiye’nin özel şartları’ klişesi, yalnızca ‘kalabalık ordunun gerekliliği’ savunulurken değil, demokrasi standartlarının yükseltilmesine karşı çıkılırken de çok yoğun olarak kullanılıyor. ‘Türkiye’nin özel şartları’, Türkiye’nin geriliğe mahkum bir durumda kalmasını meşrulaştırmak için kullanılan en ‘popüler’ gerekçelerden biri.

***

Askerlik hizmetinin otoriter niteliği ve baskıcı koşulları da gençlerin askerlikten ‘kaçınma’larında önemli rol oynuyor. Yakın çevremizden askere giden gençlerin anlattıkları bile, hâlâ anlamsız baskıcı uygulamaların sürdüğünü gösteren birçok örnekle karşılaşmamızı sağlıyor. Birçok yakınımızın çocuğunun askerlik sonrası psikolojik tedavi gördüğünü belirtmekte yarar görüyorum.

Avrupa Birliği ülkelerinde, ‘vicdani ret’ hakkının yanı sıra, askerlik yapmak istemeyene kamu hizmeti seçeneği sunuluyor. Ayrıca askerlik hizmeti, Avrupa Birliği ülkelerinde de, dünyanın birçok yerinde de, göreceli olarak çok daha olumlu ve insani koşullar altında gerçekleştiriliyor. Ülkemizde askerlik hizmetinin cep telefonu, internet gibi temel iletişim ve haberleşme olanaklarının yasaklandığı(gerçi bu yasakların da artık her yerde tam olarak ‘uygulanamadığı’ söyleniyor) bir ortamda, otoritenin bireyi ezdiği bir ‘kurumsal ruh’ altında yapılıyor olması, konunun sorgulanmasını daha da acil bir gereklilik haline getiriyor. Zorunlu askerliğin bu ülkede tam olarak neye hizmet eden bir kurum olduğu konusunda daha gerçekçi bir tartışma ortamının oluşmasına ihtiyacımız var.

Ekonomik, kültürel, sosyal vb. açılardan ‘bizden geride’ olduğunu düşündüğümüz birçok ülkenin (hatta bazı üçüncü dünya ülkelerinin bile) zorunlu askerlik uygulamasından vazgeçmekte olduğu bu dönemde, Türkiye’nin askerlik konusunu artık daha özgür bir şekilde tartışabilmesi gerekiyor. Bu tartışma, bize, ‘zorunlu askerlik olmalı mı, olmamalı mı’ sorusunun çok ötesine uzanan ufuklar açabilir

Oral Çalışlar, Radikal, 23 Nisan 2010

24.04.2010


Mecburi askerlik son bulmalı

“BEDELLİ” isteyenler tezlerini iki temel noktada toparlıyor:

1) Artık bu yaştan sonra yurt korumasında bir işe yaramayacakları... 2) Askere alınmalarının kaynak israfı olması...

Bence askeriye, birinci şıkkı hiç önemsemez. Çünkü 35 yaşını aşanlar; yerleri süpürmek, orduevinde garsonluk yapmak, makam aracı kullanmak gibi işlere koşulabilirler.

Balyoz sanığı Çetin Doğan’ın bir zamanlar emir eri olduğunu iddia eden kişi, medyaya gönderdiği mektupta ne yazıyordu?

Hatırlayalım:

Bir general arkadaşı, Çetin Doğan’a... “Almanya ve Fransa’nın, asker sayısı 250 bin kadar... Bizdeyse 800 bine ulaşan, lüzumsuz bir kalabalık var... Orduevleri ve sosyal tesislerde çalışan asker sayısı 60 bini geçti ki bu orta halli bir ülkenin ordusu kadar...

Niye tüm kentlerde asker bulunduruyoruz; ne gereği var? Profesyonel orduya geçmemiz şart” diyor.

Ve Doğan’dan şu cevabı alıyor:

“Olmaz öyle şey! Her erkeğin bu tezgâhtan geçerek bizi tanıması lazım. İlçelere kadar askerin yayılması da, iç tehditlere karşı, halkı kontrol etme stratejimizin gereğidir.”

***

Bu konuşma gerçek mi?

Bilmiyorum. Ama temel fikir doğru:

Silahlı Kuvvetler ülke kaynaklarını güvenlikle ilgili olmayan bazı görevlerle israf ediyor.

Ancak generaller, para kendi ceplerinden çıkmadığı için, tipik bir bürokrat zihniyetiyle meseleyi dert etmiyor.

Buradan çıkan sonuç şudur:

Kaynak israfını askeriye değil, ancak hükümet önemser.

Oradan da, bedellicileri aşan, “asıl meseleye” geliriz:

“Mecburi askerlik” artık son bulmalı. Türkiye profesyonel orduya geçmeli.

Asker bir güvenlik elemanıdır, hizmet elemanı değil!

E

Emre Aköz, Sabah, 23 Nisan 2010

24.04.2010


Bunlar film senaryosu değil

SAMSUN’DA Ahmet Türk’e yapılan yumruklu saldırının bir başlangıç olduğunu, Anayasa değişikliği ve referandum sürecinde ‘büyük provokasyonlar’ olabileceğini büyük harflerle söylemiştik.Bunun için ekstra duyum almaya da gerek yok. Çünkü Türkiye tarihi bu tip saldırılarla dolu. 33 erin şehit edilmesi, Reşadiye Pususu, Danıştay saldırısı gibi. 4 yıl sonra ortaya çıkıyor ki Danıştay’ın güvenlik kamerası kayıtları silinmiş, harddiski değiştirilmiş.

Bu durum bile ne kadar büyük bir provokasyonla karşı karşıya olduğumuzun tek başına delili sayılabilir. Aslında mahkemenin eksik soruşturma ve yargılama yapması gibi sorgulanacak çok şey var.

Ama bugünlerde ‘perde gerisi’ çok hareketli. İç karartıcı senaryolar dolaşıyor. Duyumlara göre ‘büyük kaos planı’ yürürlüğe kondu. (...)

Bu yüzden, Meclis’teki gergin oturumları, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın önemli uyarılarını bir başka yazıya bırakıp ‘muhtemel gelişmelere’ dönelim.

‘Duyumlara göre’ zinde güçler kıyıda köşede kalmış grup ve terör örgütlerini sahaya sürecekler.

DHKP/C ve Hizbullah öne çıkan iki örgüt. Ayrıca bazı cemaat ve tarikatlardaki ‘etki ajanları’ harekete geçecek. (...)

Daha önceki olaylardan tecrübe edildiği için şunu söylemek de mümkün. Bu tip dönemlerde, kaos ortamı için ses getirecek eylemler taktik ve operatif seviyede olur.

Ankara’da siyasete kilitlendiğimiz için çok yer veremedik ama son günlerde Güneydoğu’da ilginç toplantılar ve yürüyüşler oluyor. Ellerinde Arapça flamalar ve sloganlar taşıyan gruplar var. ‘Domuz bağı’ ile bilinen örgütte hareketlilik yüksek.

Kaos ortamı oluşturma dönemlerinin demirbaşı her zaman PKK’dır. Bu noktada PKK’nın ‘derin ilişkileri ile dikkat çeken’ lideri Murat Karayılan’ın röportajını tekrar okumakta fayda var. Karayılan’ın verdiği ipuçları, aslında perde gerisindeki senaryolarla pişti oluyor.

Şöyle ki; Karayılan, Roj TV’deki röportajında Tokat Reşadiye eyleminin bağımsız gruplarca ve tepki olarak yapıldığını söylemişti. Ama Habertürk’e verdiği röportajda konuyu ETÖ bağlantısı olduğu iddia edilen Cemil Bayık’a ve dolaylı olarak İran’a bağladı. Yani PKK cephesinde daha büyük bir planın yürürlükte olduğunu söylemek mümkün.

İlginç noktalardan birisi de şu: Samsun-Ladik’te eylem olacağı, başta Genelkurmay olmak üzere ülkenin tüm güvenlik birimleri tarafından biliniyordu. Ama gerekli tedbir alınmadı. Neden göz yumuldu acaba?

Yine gözden kaçan bir ayrıntıyı not edelim. Geçen hafta Batman’da belediye mezarlığının PKK’lılara ait bölümünde 30 mezar tahrip edildi. Ahmet Türk’e saldırı gibi bu tip provokatif eylemler önümüzdeki günlerde artarak devam edebilir.

Bölgeden gelen haberler ve teknik takip verilerine göre son günlerde ‘eylem baskısı’ artıyor. Anayasa görüşmeleri sürecinde BDP’nin TBMM oylamalarına girmelerini engelleyen Öcalan’ın ‘eylem yapın’ talimatı verdiği tespit edildi. Hatta bu amaçla Karadeniz’de eylem için neredeyse piyasadan çekilen bazı radikal sol örgütlerle iş birliğine bile gidildi.

‘İnşallah istihbaratlar yanlış çıkar’ demekle birlikte uyarı amaçlı olarak şu istihbari bilgiyi de not edelim.

Hakkari-Irak sınırına yakın bölgelerde PKK’nın 8-9 adet SA-7 füzesi getirdiği bilgisi var ki bahar aylarında bu bilgi çok önem kazanıyor. 2006 yılında PKK’nın bazı Ortadoğu ülkeleri üzerinden benzer füzeler aldığı tespit edilmişti.

Tekrar edelim. Türkiye çok önemli bir süreçten geçiyor. Anayasa değişiklikleri, demokratik açılım, Ergenekon davaları ve cunta soruşturmaları nedeniyle gündem yoğun. Yani provokasyona uygun bir zemin var.

Bu aşamada 33 erin şehit edilmesi gibi büyük bir provokasyon tüm dengeleri değiştirir. Ayrıca büyük çaplı sabotajlar, siyasilere suikastlar ve Dağlıca saldırısı gibi infial yaratacak karakol baskınları olabilir.

İnsanın yazarken bile ruhu sıkılıyor. Ama bu konuda güçlü duyumlar var. Dikkatli olmak şart.

Adem Yavuz Aslan, Bugün, 23 Nisan 2010

24.04.2010

 
Sayfa Başı  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Yeni Asya Gazetesi - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat-Promosyon - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım