26 Nisan 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Güncel

 

Askerî hastanede intihar

İzmır’de vatanî görevini yapan bir er, görev yaptığı askerî hastanede tüfekle intihar etti.

Edinilen bilgiye göre, Konak ilçesindeki Hatay Askerî Hastanesi'nde askerliğini yapan 90/1 tertip er Hayrettin Gençarslan (20), piyade tüfeğiyle kendisini çene altından vurdu. Silâh sesini duyup gelen askerler, Gençarslan’ın olay yerinde öldüğünü belirledi. Otopsi yapılan Gençarslan’ın cenazesi, memleketi Kilis’e gönderilecek. Olayla ilgili geniş çapıl soruşturma başlatıldı.

26.04.2010


 

VESAYET REJİMİNİN DEVAMI İÇİN, GÜÇLÜ ORDU İSTENİYOR

Bugün yazarı Gülay Göktürk, zorunlu askerlikte ısrarın ideolojik ve siyasî olduğunu belirterek, güçlü ordunun güçlü bir askerî vesayet rejimi için gerektiğini savundu. Göktürk ideolojik boyutun daha vahim olduğunu ifade ederek “Evet, ordu her erkek Türk vatandaşını bu tezgâhtan geçirerek militarize ediyor, ehlileştiriyor, itaatkârlaştırıyor, ideolojik olarak şekillendiriyor. Her Türk vatandaşı devletin otoriter yüzüyle o ‘tezgâhta’ yüz yüze geliyor” diye yazdı.

Zorunlu askerlik ideolojik

KORKULAN oldu; Genelkurmay Başkanı kestirip attı. Bedelli askerlik çıkarılamazmış çünkü askere gelen yükümlü sayısı TSK’nın ihtiyacını karşılayamıyormuş.

Şimdi önemli olan, Genelkurmay Başkanımız’ın tespiti karşısında boynumuz kıldan incedir diye susup oturacak mıyız yoksa “nedir bu ihtiyaç; nereden kaynaklanmaktadır” diye soracak mıyız?

Ben şahsen şu ihtiyaçların bir dökümünü görmek isterdim doğrusu. Rivayete göre orduevleri ve sosyal tesislerde çalışan asker sayısı 60 bini geçmiş ki bu orta halli bir ülkenin ordusu kadar...

Balkanlar’ın ve Ortadoğu’nun en kalabalık ordusuna sahibiz. Ama ordumuz hâlâ ihtiyacını karşılayamamaktan bahsediyor.

Küçük bir askeri gücün katıldığı 74 Kıbrıs Harekatı’nı saymazsak, Kore’den beri, yani 60 yıldır savaşmayan bir ordu besliyoruz. Güneydoğu’da teröre karşı yürütülen savaşı derseniz, o savaşta acemi erlerin hiçbir işe yaramadığı; başarı için niceliğin değil niteliğin önemli olduğunu; terörle savaşı gerilla savaşında uzmanlaşmış profesyonel birliklerin yürütmesi gerektiğini artık askeri uzmanlar da belirtiyor.

Öyleyse nereden çıkıyor böyle devasa büyüklükte bir ordu ihtiyacı?

Yoksa halkın büyük bir kesimini içine alan “iç düşman” yüzünden mi?

***

Genelkurmay’ın “yükümlü sayısı ihtiyacımızı karşılayamıyor” gerekçesi bana Neş’e Düzel’in bir yıl kadar önce Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi siyaset antropologu Doçent Suavi Aydın’la yaptığı bir söyleşiyi hatırlattı.

“Düşmanların sayısı fazla olduğu için mi kalabalık ordu besleniyor? Yoksa orduyu kalabalık tutmak için mi böylesine geniş düşman tanımı yapılıyor? İşte orası kuşkulu” diyordu Suavi Aydın ve şöyle devam ediyordu: “Etrafınızdaki bütün ülkeleri düşman diye tanımlarsanız barış ordusuna geçemezsiniz, asker sayınızı azaltamazsınız.”

Sanırım mesele bu... On yıllardır dinlediğimiz “dört bir yanı düşmanlarla çevrili ülkemiz” klişesinin arkasında yatan bu...

Ve bu mesele bedelli askerlik konusunu çok aşan bir öneme sahip. Çünkü büyük ve güçlü ordu ihtiyacının altında yatan asıl gerekçeler askeri değil, ideolojik ve siyasi...

Siyasi ihtiyacı son yıllarda çok konuştuk ve hâlâ da konuşuyoruz. Güçlü bir askeri vesayet rejimi için güçlü ordu!

Ama meselenin bir de ideolojik boyutu var ki tek tek bireyler üzerindeki etkisi daha da vahim:

Yine rivayete göre, bir general arkadaşı Çetin Doğan’a... “Almanya ve Fransa’nın asker sayısı 250 bin kadar... Bizdeyse 800 bine ulaşan, lüzumsuz bir kalabalık var... Niye tüm kentlerde asker bulunduruyoruz; ne gereği var? Profesyonel orduya geçmemiz şart” diyor.

Ve Doğan’dan şu cevabı alıyor:

“Olmaz öyle şey! Her erkeğin bu tezgâhtan geçerek bizi tanıması lâzım. İlçelere kadar askerin yayılması da, iç tehditlere karşı, halkı kontrol etme stratejimizin gereğidir.”

Çetin Doğan tam böyle mi söylemiştir bilemem, ama Ortadoğu ve Balkanlar’ın en büyük ordusuna sahip olmakta ısrar etmenin en temel sebebinin bundan daha özlü ifade edilebileceğini sanmıyorum.

Evet, ordu her erkek Türk vatandaşını bu tezgâhtan geçirerek militarize ediyor, ehlileştiriyor, itaatkârlaştırıyor, ideolojik olarak şekillendiriyor. Her Türk vatandaşı devletin otoriter yüzüyle o “tezgâhta” yüz yüze geliyor. “Asker millet” o tezgâhta tekrar ve tekrar yaratılıyor. Devlet, saç tıraşından üniformaya, aşırı disiplinden ideolojik doktrinasyona kadar her türlü araçla kişiliksizleştirmeye çalıştığı vatandaşlarına orada güç gösterisi yapıyor. Orduyu “milleti yoğuran bir ocak” olarak kullanıyor. Vatan ve millet bilincine sahip olan ordu, “eğitimsiz milletin fikir ve duygularının gelişmesini, ruhunu ve maneviyatını yükseltmek yönünde güçlenmesini sağlama”ya çalışıyor. Ve bütün bunları dünyada giderek terk edilen zorunlu askerlikte ısrar ederek yapıyor.

Doğrusu “Her Türk asker doğar”, “Türk milleti asker millettir”, “Askere gitmeyen adam sayılmaz”, “Askere gitmeyene kız verilmez” gibi inanışların halk arasındaki yaygınlığına bakıldığında oldukça da başarılı oluyor.

Yazımızı ünlü Amerikan düşünürlerinden Ayn Rand’dan bir alıntıyla bitirelim:

“Zorunlu askerlik, askeri amaçlardan dolayı gerekli değildir, bu ülkenin korunması için gerekli değildir,, fakat devletçiler zorunlu askerliğin kendilerine sağladığı gücü bırakmamanın, hepsinden de öte kişinin hayatının devlete ait olduğu prensibinden vazgeçmemenin mücadelesini veriyorlar. Asıl mesele ve tek mesele budur.

Zorunlu askerlik, insanın hayatının devlete ait olduğu ve devletin, bireyden hayatını savaş alanında feda etmesini talep edebileceği şeklindeki devletçi ilkeye dayanmaktadır. Bir kere bu ilke kabul edildiğinde, gerisi sadece bir zaman meselesidir. (...) Eğer devlet, kişiyi anlamadığı veya onaylamadığı bir savaşta ‘şehit’ olmaya gönderebiliyorsa ve bunun için onun rızasına ihtiyaç duymuyorsa, bu durumda prensipte bu devlette tüm haklar ortadan kaldırılmıştır.”

Gülay Göktürk, Bugün, 25 Nisan 2010

TSK, kendini devletin sahibi olarak görüyor

Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin (TSK) kendisini resmî ideolojinin bekçisi, hatta devletin sahibi olarak gördüğünü belirterek, ‘’Resmî protokol de sivil demokrasinin gereklerine göre yeniden düzenlenmelidir’’ dedi.

Adaleti Savunanlar Derneği (ASDER) tarafından Rixos Otel’de düzenlenen ‘’Askerî Vesayetten Normalleşmeye’’ panelinde konuşan Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı Doç. Dr. Osman Can, Osmanlı İmparatorluğu’ndan itibaren militarizmin, kültürel bir değer olarak Türkiye’nin bulunduğu topraklarda inşa edildiğini söyledi. Türk ordusunun Prusya geleneğine sahip olduğunu ifade eden Can, Türkiye’de ‘’devleti kuran ordu’’ düşüncesinin içselleştirildiğini kaydetti. ‘’Türkiye’de tam anlamıyla bir millî güvenlik sistemi içinde yaşıyoruz. Yargı da bir mikro millî güvenlik sistemi’’ diyen Can, yargı olmadan millî güvenlik sisteminin ayakta tutulamayacağını savundu. Gündemdeki anayasa değişikliğinin Türkiye’nin sorunlarının çözülmesinde yeterli olmayacağını dile getiren Can, yeni bir anayasa yapılması gerektiğini ifade etti.

TSK, DEĞİŞİME DİRENİYOR

ASDER Genel Başkanı Emekli Albay Nevzat Tarhan ise Yüksek Askerî Şûrâ (YAŞ) kararlarıyla ordudan atılan personel arasında ağır depresyona girip intihar edenlerin bulunduğunu, aynı zamanda bu insanların sivil hayatta iş bulmakta güçlük çektiğini söyledi. Derneği bu konuda yapılabileceklere destek olmak için kurduklarını bildiren Tarhan, ancak bu konuda bir iyileşme sağlanması için ilk olarak Türkiye’de ve özellikle Türk Silâhlı Kuvvetlerinde zihinsel bir dönüşüm yaşanması gerektiğini, Türk Silâhlı Kuvvetlerinin şu ana kadar değişime ve dönüşüme direndiğini söyledi.

TANRIVERDİ: İÇ TEHDİT

TANIMLAMASI KALDIRILMALI

ASDER Onursal Başkanı Emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi de Türkiye’nin bir değişim sürecinden geçtiğini vurgulayarak, sorunun milletin iradesiyle anayasal kurumlar üzerinde otorite tesis edilememesinden kaynaklandığını belirtti. Türkiye’nin askerî vesayet altında olduğunu söyleyen Tanrıverdi, Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’ndeki iç tehdit tanımlamasının kaldırılmasının Türkiye’nin sivilleşmesi açısından faydalı olacağını kaydetti.

ASKER, YÜRÜTMENİN ORTAĞI

Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Erdoğan konuşmasında, Türkiye Cumhuriyeti anayasalarındaki askerlikle ilgili mevzuat hakkında bilgi verdi.

Millî Güvenlik Kurulu’nun anayasal bir kurum olmasıyla askerî yetkililerin yürütmenin ortağı haline geldiğini ifade eden Prof. Dr. Erdoğan, 1982 Anayasası’nın sivil-asker ilişkileri konusunda 1961 Anayasasının temel perspektiflerini koruduğunu belirtti. Erdoğan, Türk Silâhlı Kuvvetlerinin ayrı bir askerî hukuka tabi olmaması, askerî harcamaların da malî denetime açılması gerektiğini vurguladı. Türk Silâhlı Kuvvetlerinin kendisini resmî ideolojinin bekçisi, hatta devletin sahibi olarak gördüğünü belirten Erdoğan, ‘’Resmî protokol de sivil demokrasinin gereklerine göre yeniden düzenlenmelidir’’ dedi.

DEĞİŞİKLİK YERİNE YENİ ANAYASA

Eski Bakanlardan Hasan Celal Güzel de kendi anılarından örnekler vererek Türkiye’de sivillerin ancak kendilerine müsaade edilen alanlarda çalışabildiğini ifade etti. Türkiye’de bazı değerlere kutsiyet atfedilmesiyle istismara yol açan bir kültür doğduğunu belirten Güzel, ‘’Bürokrasi üzerindeki militarist vesayet hep devam etmiştir’’ dedi.

Türkiye’de bir demilitarizasyon programı uygulanması gerektiğini savunan Güzel, bu çerçevede anayasa değişikliği yerine yeni bir anayasa yapmak gerektiğini söyledi.

Panelin ardından, ASDER tarafından ‘’Adalet ve Hukukun Üstünlüğü, Ayrımcılığın Giderilmesi’’ yolunda gayret gösterenlere ödülleri dernek başkanı Nevzat Tarhan tarafından verildi.

26.04.2010


 

Özdemir Özok vefat etti

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok (65), 6 aydır kanser tedavisi gördüğü ABD’de vefat etti. Houston’daki MD Anderson Hastanesinde cilt kanseri tedavisi gören Özok, önceki gece vefat etti.

Özok, doğum gününde vefat etti

Türkıye Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok, 6 aydır kanser tedavisi gördüğü ABD’de öldü. Houston’daki MD Anderson Hastanesinde cilt kanseri tedavisi gören Özok, yerel saatle 17.30’da (TSİ 01.30’da) vefat etti. Doğum gönünde vefat ettiği belirtilen Özok’un cenazesinin, resmî işlemlerin tamamlanmasından sonra, gelecek hafta Türkiye’ye gönderilmesi bekleniyor. Özok’un ailesi de Huston’da bulunuyor. Türkiye Barolar Birliği internet sayfasını karartarak, Özok’un vefatını duyurdu.

26.04.2010


 

Anzak Koyu’nda şafak ayini

Çanakkale Savaşları’nın 95. yıl dönümü anma törenleri kapsamında Gelibolu’da bulunan Anzak Koyu’nda ‘’şafak ayini’’ düzenlendi.

Çanakkale’den Gelibolu’ya gece saatlerinde geçen binlerce Avustralyalı ve Yeni Zelandalı, soğuk havada törenin başlamasını, uyku tulumları içinde, kurulan dev ekranlarda Çanakkale Savaşı’na ilişkin belgesel ve röportajları, Yeni Zelanda kültürel müzik grubu ile Avustralya ordu bandosunun seslendirdiği konseri izleyerek bekledi. Tören, Avustralya Kraliyet Hava Kuvvetleri ve Yeni Zelanda ordu bandolarının sunduğu müzik dinletisi ile başladı. Törende konuşan Avustralya Genel Valisi Quentin Bryce, ‘’Avustralyalılar ve Yeni Zelandalılar için Gelibolu’nun sıcak bağrında, evlâtlarımızın huzur içinde yattığı bu topraklarda bulunmaktan daha büyük onur olamaz’’ dedi. Törende konuşan Yeni Zelanda Başbakanı John Key ise, oldukça zor şartla altında devam eden savaşta başlayan karşılıklı saygı ve dostluğun bugüne kadar uzandığını kaydetti. Key, “Bugün Yeni Zelandalılar, Avustralyalılar ve Türkler güçlü dostluklarıyla yan yana duruyor ve barış dolu, güvenli ve müreffeh bir dünya için çalışıyorlar” diye konuştu.

26.04.2010


 

Romanya, 35 Türk vatandaşını iade etti

Romanya’ya yasa dışı yollardan girdiği tesbit edilen 35 Türk, Dereköy Sınır Kapısı’nda Türk makamlarına teslim edildi.

Romanya’ya kaçak giden 35 kişi, burada Romen güçlerince yakalandı. Aralarında 2 kadın ile 3 çocuğun da bulunduğu 35 kişi, Dereköy Sınır Kapısı’nda Kırklareli Emniyet Müdürlüğü Yabancı Şube Müdürlüğü ekiplerine teslim edildi. Hayrettin Yesin Polis Merkezi’ne getirilen 35 Türk, işlemlerin ardından Kırklareli Adliyesine sevk edildi. Cumhuriyet savcılığında ifadesi alınan zanlılardan M.A’nın elektrik borcunu ödemediği için İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca arandığı öğrenildi.

26.04.2010


 

Maratona devam

Meclıs, ‘’Anayasa’’ mesaisine bu hafta da devam edecek. TBMM Genel Kurulu, Anayasa değişikliği teklifinin görüşmeleri için mesai yapmayı sürdürecek.

Görüşme takvimi uyarınca, bugün teklifin Anayasa Mahkemesine kişisel başvuru hakkının yanı sıra Meclis Başkanı, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının Yüce Divan’da yargılanmasını düzenleyen 19. maddesi ile Anayasa Mahkemesi ve Askeri Yargıtayla ilgili düzenlemeler getiren 20, 21. ve 22. maddeleri görüşülecek. Genel Kurul, yarın, teklifin HSYK’nın yapısını düzenleyen 23. maddesi, Ekonomik ve Sosyal Konsey ile ilgili 24. madde ve 12 Eylül dönemindeki Milli Güvenlik Konseyi üyeleri ile bu dönemde kurulan hükümetler ve Danışma Meclisi’nde görev alanların yargılanmasını önleyen geçici 15. maddeyi yürürlükten kaldıran 25. maddesini ele alacak. Teklifin 1. tur görüşmeleri, teklifin halk oyuna sunulması halinde tümüyle oylanmasını içeren yürürlük maddesinin de bulunduğu maddeleri 28 Nisan Çarşamba günü görüşerek tamamlanacak. Meclis, Anayasa değişikliğinin 1. tur görüşme ve oylamalarının tamamlanmasının ardından ‘’Anayasa’’ mesaisine ara verecek.

2. TUR OYLAMASI 2 MAYIS’TA

Genel Kurulda, Anayasa değişikliği teklifinin ikinci tur oylamasının 2 Mayıs Pazar günü başlaması bekleniyor. 2. tur görüşmelerde sadece önergeler üzerine konuşma yapılacak, ardından oylamalara geçilecek. 2. tur oylamaların 3 günde tamamlanması planlanıyor. Anayasa görüşmelerinin 2. turunda, maddeler üzerinde konuşma olmayacak. Ancak, önerge verilmişse o önerge üzerinde milletvekilleri konuşabilecek. 2. turda da maddelerin yanı sıra teklifin tümüyle birlikte 30 gizli oylama yapılacak. Teklifin kabulü, Meclisin üye tam sayısının beşte üç çoğunluğunun (330) gizli oyuyla mümkün olacak. Genel Kurul, bugün ve 28 Nisan Çarşamba günü saat 11.00’de, yarrın saat 15.00’de, 29 Nisan Çarşamba günü ise saat 13.00’de toplanacak ve günlük çalışması tamamlanıncaya kadar çalışacak.

26.04.2010


 

Kriz, dünyayı yuttu

2009’da yaşanan küresel kriz, dünya gayri safi yurtiçi hasılasını dolar cinsinden carî fiyatlarla 3 trilyon 283,5 milyar dolar azalttı. Bu rakam, 2009 yılında 615,3 milyar dolara inen Türkiye GSYH’sine göre, 5,34 katlık bir büyüklüğe karşılık geliyor.182 ülkeden 133’ünün GSYH’si carî fiyatlarla, dolar cinsinden, 2009 yılında 2008 yılına göre gerilerken, 49 ülkede GSYH artışı oldu.

Krizin maliyeti 5 Türkiye’den fazla

DÜNYANIN en büyük yatırım bankalarından Lehman Brothers’ın Eylül 2008’de iflâsıyla açığa çıkan ve 2008 son çeyreği ve 2009’un Ocak-Eylül döneminde ortalığı kasıp kavuran küresel kriz, dünyaya 2009 yılı için 5 Türkiye’den daha büyük bir maliyete sebep oldu.

Uluslararası Para Fonunun (IMF) Nisan 2010 tarihli Dünya Ekonomik Görünümü veritabanı rakamlarından yapılan hesaplamalara göre, 2009’da yaşanan küresel kriz, dünya gayri safi yurtiçi hasılasını (GSYH) dolar cinsinden cari fiyatlarla 3 trilyon 283,5 milyar dolar azalttı. Bu rakam, 2009 yılında 615,3 milyar dolara inen Türkiye GSYH’sine göre, 5,34 katlık bir büyüklüğe karşılık geliyor. Dünyada, GSYH, 2008 yılında 61 trilyon 221 milyar doları bulurken, 2009 yılında 57 trilyon 937,5 milyar dolara indi. Krizi en fazla hisseden Avrupa Birliği’ndeki millî gelir kaybı, 2009 yılında 1 trilyon 940,2 milyar doları buldu.

Büyük ülkelerden Meksika’da yüzde 19,73, İngiltere’de yüzde 18,65, Türkiye’de yüzde 15,75, Kanada’da yüzde 10,88, Güney Kore’de yüzde 10,62, Hollanda’da yüzde 9,37, Almanya’da yüzde 8,72, İspanya’da yüzde 8,61, İtalya’da yüzde 8,20, Fransa’da yüzde 6,66, Avustralya’da yüzde 5,88, Brezilya’da yüzde 3,76, ABD’de yüzde 1,28 dolar cinsinden cari GSYH düşüşü oldu.

TÜRKİYE, HÂLÂ 17. BÜYÜK

IMF verilerine göre, Türkiye’nin dolar cinsinden GSYH’si 2009 yılında 115 milyar dolar azaldı. 2008 yılında 730,3 milyar dolar GSYH’si olan Türkiye, ekonomik küçülme ve dolar kurundaki artış sebebiyle 2009 yılında 615,3 milyar dolarlık bir GSYH’ya indi. Türkiye, dünya sıralamasında, Hollanda’nın ardından 17. büyük ekonomi özelliğini 2009’da da korudu.

26.04.2010


 

Kapatma dâvâsının maliyeti 20 milyar dolar

DEVLET Bakanı Hayati Yazıcı, yapılan hesaplara göre, AKP’ye karşı açılan kapatma dâvâsının Türkiye’ye maliyetinin 20 milyar dolar olduğunu söyledi.

TBMM Genel Kurulunda, Anayasa değişikliği teklifinin 14. maddesi üzerinde milletvekillerinin sorularını cevaplayan Yazıcı, Anayasa değişikliklerinin kişi, sınıf ya da zümreler için yapılmadığını, 72 milyonu ilgilendirdiğini anlattı. Bakan Hayati Yazıcı, bir milletvekilinin ‘’1987 yılından beri Anayasada değişiklik yapıldı. Hangi ülkede bu kadar değişiklik yapıldı?’’ sorusuna, ‘’Ben de size soruyorum; Hangi ülkenin bu kadar kötü bir Anayasası var? Demek ki böyle bir Anayasa, bu ülkede var’’ karşılığını verdi. ‘’Türkiye’de onca işsizlik, sorun varken niye Anayasa değişikliği yapıldığının’’ sorulduğunu ifade eden Yazıcı, şöyle konuştu: ‘’22 Temmuz 2007’de seçim yapıldı. Seçimden 5-6 ay sonra Mart 2008’de iktidar partisi aleyhine, dünyada ve Türk siyasî tarihinde örneği görülmedik şekilde dâvâ açıldı. Türkiye, 4-5 ay o dâvâyla meşgul oldu. Yapılan hesaplara göre o dâvânın Türkiye’ye maliyeti 20 milyar dolar. Türkiye’nin 2008 yılında yatırım bütçesi 12 milyar dolardı. İşte bu düzenlemeler, bu tür davranış biçimlerini hukuk kalıbı içerisine alacak ve aynı zamanda Türkiye’nin işsizlik ve yatırımlarına da katkı sağlayacak.

26.04.2010


 

Şüpheli işlem bildirimlerinde patlama yaşandı

KARAPARA aklamayla mücadeleye dönük şüpheli işlem bildirimlerinde geçen yıl patlama yaşandı.

Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu’na (MASAK) 2009 yılında, son 5 yılın toplamından daha fazla şüpheli işlem bildirildi. MASAK’ın 2009 Faaliyet Raporundan derlenen bilgilere göre, finans kuruluşları ve diğer yükümlüler, geçen yıl karapara aklama suçuna yönelik 9 bin 823 adet şüpheli işlem bildiriminde bulundu. 2009 yılında kurula iletilen yıllık şüpheli işlem sayısı, bir önceki yıla göre ikiye katlanırken, 2004-2008 dönemindeki şüpheli işlem toplamını da geride bıraktı. 2004-2008 döneminde MASAK’a 9 bin 652 şüpheli işlem bildirilirken, bu rakam sadece geçen yıl 9 bin 823 oldu. Geçen yıl MASAK’a en fazla şüpheli işlem bankalardan geldi. Bankalar, 9 bin 480 şüpheli işlem bildirimi yaparken, bunu 168 işlem ile aracı kurumlar, 129 işlem ile sigorta, reasürans ve emeklilik şirketleri, 32 işlem ile finansman, faktoring, finansal kiralama ve yatırım şirketleri, 6’şar işlem ile PTT Genel Müdürlüğü ve noterler, 2 işlem ile de döviz büroları izledi. Son 5 yılda terörün finansmanı konusunda da 513 şüpheli işlem bildirildi. Terörün finansmanıyla ilgili şüpheli işlem sayısı 2005 yılında 6, 2006 yılında 13, 2007 yılında 217, 2008 yılında 228, 2009 yılında ise 49 olarak gerçekleşti.

26.04.2010


 

İşçiler 1 Mayıs’ı ortak kutlayacak

Türk-İş, Hak-İş, DİSK, Memur-Sen, Türkiye Kamu-Sen ve KESK’ten oluşan işçi ve memur sendikaları bütün Türkiye’de ve Taksim Meydanı’nın 33 yıl aradan sonra kutlamalara açılmasıyla gerilimden uzak, ortak ve geniş kapsamlı 1 Mayıs’ı kutlamaya hazırlanıyor.

İşçiler, 1 Mayıs’ı ortak kutlayacak

1 Mayıs’ı bütün Türkiye’de birlikte kutlayacak Türk-İş, Hak-İş, DİSK, Memur-Sen, Türkiye Kamu-Sen ve KESK, faaliyetler için ortak bildiri kaleme aldı. “Barış için, özgürlük için, demokrasi için, ekmek için, daha güzel bir dünyada sömürüsüz, baskısız, insan onuruna yaraşır bir yaşam için birlikteyiz” ifadeleriyle başlayan bildiride, her türlü baskıya inat, hak ve özgürlükler için dayanışma içinde olunduğu vurgulandı. Sosyal adalet, eşitlik, bağımsızlık ve sendikal haklar için 1 Mayıs’ta başta Taksim olmak üzere alanlarda omuz omuza gelindiği belirtilen bildiride, emekçilerin uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma gününü, emeğin bayramının 1 Mayıs’ın hep birlikte barış içinde, kardeşçe kutlandığı ifade edildi. 1 Mayıs’ın güvencesiz, kuralsız çalışmanın yaygınlaştığı şartlarda karşılandığına yer verilen bildiride, şunlar kaydedildi: “Emekçilerin yarısı kayıt dışında çalışıyor. Esnek, güvencesiz ve kuralsız çalışma kural haline geliyor, 4/C uygulamasına, kölelik düzenine mahkûm ediliyor. Sendikasızlaştırma yaygınlaşıyor, sendikal örgütlenmenin önüne engeller çıkarılıyor. Örgütlenen işçiler işten atılıyor. Başta madenler olmak üzere, iş kazası adı verilen cinayetler durmak bilmiyor. Biz sosyal adalet, eşitlik ve demokrasi istiyoruz. Özgürlükçü, eşitlikçi sivil demokratik bir anayasa ve yasalar istiyoruz. Tüm çalışanların grevli toplu sözleşmeli sendikal haklara sahip olduğu bir Türkiye için sesimizi yükseltiyor, demokrasiden ve sosyal devletten vazgeçmeyeceğimizi bildiriyoruz. Bir kez daha hükümete sesleniyoruz:

l 1 Mayıs 1977’de kaybettiklerimizin faillerinin bulunmasını,

adalet önüne çıkarılmasını,

l İşsizliğin önlenmesini,

lKiralık işçilik düzenlemesinden vazgeçilmesini,

l Kıdem tazminatı hakkımıza dokunulmamasını,

l 4/C ve benzeri uygulamalardan vazgeçilmesini,

l İşsizlik Sigortası Fonu’nun işsizler için daha etkin kullanılmasını,

l Vergi adaletsizliğinin giderilmesini,

l Sağlık ve sigorta haklarımızdaki mağduriyetin giderilmesini,

l Asgarî ücretin insan onuruna yakışır olmasını,

lİş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin arttırılmasını,

l Anti demokratik yasaların değiştirilmesini,

l Örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılmasını,

l Taşeronlaşma ve kayıt dışı ekonominin engellenmesini,

l Özelleştirmelerin durdurulmasını, sosyal devletin daha etkin olmasını,

l Emekçilerin sesine kulak verilmesini istiyoruz.”

26.04.2010


 

BAŞBAKAN ERDOĞAN HAKKINDA GENSORU

CHP’lı milletvekillerinin ‘’3 şirketin Türkiye’de rüşvet dağıttığı tesbit edilmesine rağmen gereğinin yapılmadığı’’ iddiasıyla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında verdiği gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmamasına ilişkin görüşmelerin 29 Nisan Perşembe günü yapılması planlanıyor.

Gensoruda, önerge sahiplerinden bir milletvekilinin ardından siyasî parti grupları, Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir bakan konuşacak. Görüşmelerin ardından gensorunun gündeme alınıp alınmayacağı oylanacak.

26.04.2010


 

Ergin: Bahçeli Samast için söylememiştir

ADALET Bakanı Sadullah Ergin, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, Ogün Samast ve Cem Garipoğlu’nu ‘’çocuk affı önerisi’’ kapsamında düşündüğünü zannetmediğini söyledi.

Ergin, Parlamento’da gazetecilerin, Bahçeli’nin çocuk affı önerisini hatırlatarak, ‘’Bundan, Ogün Samast, Cem Garipoğlu gibi isimler de yararlanacak diye tartışma başladı. Neler söyleyeceksiniz?’’ sorusu üzerine, bu konunun önü ve arkası düşünülmeden konuşulabilecek bir konu olmadığını söyledi. O nedenle bu konunun, iyice düşünülüp değerlendirilmesi gereken bir konu olduğunu belirten Ergin, şöyle konuştu: ‘’Sayın Bahçeli’nin de bugün gazetelerde yer alan isimleri, bu kapsamda düşündüğünü zannetmiyorum, onu da önereceğini düşünmüyorum. ‘Neticede çocuk bunlar, bunlar için iyi bir gelecek hazırlamak gerekir’ anlamında bunu söylediğini kabul ediyorum. Bu anlamda bizim de Parlamento’da, komisyonda olan bir düzenlememiz var. O düzenlemenin daha da iyileştirilmesi yönünde bir çalışma komisyon aşamasında katkı olarak sunulabilir oraya.’’

26.04.2010


 

Trafikte, her yıl bir ilçe kaybediyoruz

EMNİYET Genel Müdür Yardımcısı ve Trafik Hizmetleri Daire Başkanı Osman Karakuş, Türkiye’de her yıl trafik kazalarıyla bir ilçe nüfusu kadar olan yaklaşık 10 bin kişinin öldüğünü, bir il nüfusu olan 200 bine yakın kişinin yaralandığını veya sakat kaldığını, 10-12 milyar lira millî servetin heba olduğunu söyledi.

Genel Müdür Yardımcısı Karakuş, Karayolu Trafik ve Yol Güvenliği Araştırma Derneğinin internet sitesine yaptığı açıklamada, bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de trafiğin önemli bir sorun olarak varlığını sürdürdüğünü kaydetti. Dünya genelinde her yıl yaklaşık 1,2 milyon kişinin trafik kazasında hayatını kaybettiğini, yaklaşık 50 milyon kişinin yaralandığını veya sakat kaldığını belirten Karakuş, şöyle konuştu: ‘’Dünyadaki duruma paralel olarak ülkemizde de trafik kazaları ciddî oranda kayıplara ve acılara neden oluyor. Ülkemizde geçen yıl trafik kazaları nedeniyle 4 bin 300 kişi öldü, 200 bin 405 kişi yaralandı. Geride kalanların çektiği acılar ve sakat kalanların yaşadığı zorluklar ise rakamlara sığdırılamayacak kadar büyük. Bir başka anlatımla, her yıl trafik kazalarıyla bir ilçe nüfusu olan yaklaşık 10 bin kişi ölmekte, bir il nüfusu olan 200 bine yakın kişi de yaralanmakta ve sakat kalmakta, 10-12 milyar TL civarında millî servet kaybolmaktadır.’’

26.04.2010


 

Meslekî kurslar, iş sahibi yapmıyor

İSTANBUL Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası’nın (İSMMMO) araştırmasına göre, meslekî kurslara bir yılda 3,5 milyar lira harcanırken, 2 milyon kişiden sadece 22 bini işe kavuştu.

İSMMMO’nun İş-Kur, halk eğitim merkezleri, belediyeler ve özel dershanelerin verilerinden yararlanarak yaptığı ‘’İşsiz Kursta’’ araştırmasının sonuçları açıklandı. Araştırmaya göre, meslek edindirme kurslarında 2009 yılında patlama yaşandı. Sadece İş-Kur kurslarına 2009’da yeni meslek edinmek için başvuranların sayısı, 2008’e göre yüzde 500 artarak 31 bin 927’den, 181 bin 900’e çıktı. 2004’te bu rakam 1.641 kişiydi. Kursiyer sayısı özel meslek kursları ile diğer kurumların ve 5 büyükşehir belediyesinin verdiği eğitimlerle 2 milyon kişiye ulaştı. İş-Kur’un iş garantisi verebildiği kişi sayısı ise 22 binde kaldı. İSMMMO Başkanı Yahya Arıkan araştırmaya ilişkin değerlendirmesinde, “Eğitime evet, ama işsizlik sigortasının içi boşaltılmasın. Kurs adı altında işsizlik sigortasından çıkan paralar belediyelerin farklı ihtiyaçlarını karşılamaya yarıyor’’ dedi.

26.04.2010


 

Bedelli soruları

ÜLKENİN bitmez tükenmez tartışma konularına bir de “bedelli askerlik” eklenmiştir.

Bu (...), bizi daha sağlıklı bir soruya getirdi . Neden biz mevcudu yüz binlere varan iyi eğitilmemiş ve donatılmamış bir orduyu ayakta tutuyoruz da iyi eğitilmiş, ileri teknoloji ürünü silah sistemleriyle donatılmış, az ama elit birliklerden oluşan profesyonel bir orduyu yeğlemiyoruz?

Öyle ya, bu işsizlikte ve çokça yükseköğretim görmüş gencin profesyonel bir askeri kariyeri tercih edeceği ortamda nitelikli bir ordu kurmak zor olmasa gerek. Bu yapılırsa, hem milyonlarca genç erkek tam hayata atıldıkları yıllarda toplum yaşamından kopmaz, hem varsıllarla yoksullar arasında eşitsizlik duygusunun koyulaşması önlenir.

Meselenin başka boyutu da askerlik hizmetinin, yani ulusal güvenliğin sağlanmasında ulaşılması gereken profesyonellik ve verimlilik. Doğrudan savaşa gönderilen birliklere verilen özel savaş eğitimi dışında sürdürülen askeri eğitimin yetersiz olduğunu askerlik yapmış olan herkes bilir. Altı ayı Piyade Subay Okulu (Tuzla), bir yılı asteğmen ve altı ayı teğmen olarak yaptığım askerlik sırasında sadece üç tüfek mermisi ve bir şarjör tabanca mermisi atmak zevkine erdim. Boş bir bazukayı (antitank silahı) ateşlemenin ve pimi çekilmemiş bir el bombasını atmanın dışında savaş eğitimi görmedim.

Bir yedeksubay olarak benim eğitim durumum böyleyken erlerinki daha parlak değildi. Zaten çoğu vaktini savaş eğitiminde değil hizmet işlerinde tükettiler. Şimdi de farklı olmadığını biliyorum. Pekiyi ama neden biz mevcudu yedi yüz bini bulan savaş eğitimi yetersiz koca bir orduyu ayakta tutuyoruz da daha nitelikli, ileri teknoloji ürünü saldırı ve savunma sistemleriyle donatılmış daha küçük ama daha etkili profesyonel bir orduyu yeğlemiyoruz?

Bunun üç yanıtı olabilir: 1- Komuta kademesi, modern profesyonel bir ordunun önemini idrak edemiyor ve onu yönetecek kapasiteye sahip değil. Ben bu tezi kabul etmiyorum. Tabii bu görüşü kanıtlayacak komutanlar da yok değil: Mesleklerini bir kenara bırakıp ülke siyasetine yön vermeyi tercih ederek darbe üstüne darbe planlayanlar göz önünde...

2- Tehdit algılamasına konu olan “düşmanlar” nitelikli değil ve eldeki profesyonel olmayan orduyla onlara karşı konabilir görüşünün ağır basması.

3- Bizde kitlesel celp, savaş eğitiminden çok bir siyasal eğitim olarak işlev görmüştür. Kuşaklar boyu milyonlarca genç zorunlu olarak askere alınmış ve askeri eğitimden çok toplumda hangi otoriteye baş eğeceklerini öğrendikleri bir siyasal eğitime tabi tutulmuşlardır. O otoritenin ve koruduğu sistemin mutlak ve kutsal olduğuna inandırılmışlardır. Yani profesyonel olmayan kitlesel ordu, siyasal nedenlerle sürdürülmeye çalışılmaktadır.

Bu tez doğruysa, artık ordunun siyaset alanını terk ederek asli görevine dönerken profesyonelleşmesini de sağlamak, ulusal bir proje olarak ele alınmalıdır.

Doğu Ergil, Haber Türk , 25 Nisan 2010

26.04.2010


 

Bedelli ve cinayet

YALANLARLA ve yasaklarla toplumun çevresine örülen kalın duvar, şimdi “gerçekler” ortaya çıktıkça orasından burasından yıkılıyor.

O “duvarda” açılan her gedik insanlara yeni yaşama ve tartışma alanları açıyor. Hiç görülmeyenler görülüyor, hiç konuşulmayanlar konuşuluyor.

Gördükçe, konuştukça, bu ülkenin yıllarını nasıl anlamsız ve tehlikeli “tabuların” içine hapsolarak yaşadığını da daha iyi anlıyoruz.

Bu yeni açılan alanların en başında gelenlerinden biri ordu.

Ordunun içindeki sorunların, darbe hazırlıklarının, disiplinsizliklerin fark edilmesi, insanların askerlikle ilgili sorunları da rahatça tartışmaya başlamasına neden oldu.

Şimdi binlerce genç, gazeteleri ve yetkilileri e-mail bombardımanına tutarak “biz askere gitmek istemiyoruz, bedelli askerlik çıksın, hayatımız çalınmasın” diyor.

Artık bu çağda “zorunlu askerlik” kurumunun varlığını sürdürmesinin zor olduğunu biliyoruz.

Ama anlayabildiğimiz kadarıyla bizim generaller, “başörtüsüyle”, fişlemeyle, “eylem planlarıyla” o kadar meşguller ki kendi meslekleriyle ilgili ciddi çalışmaları yok. Bugün parlamento, “zorunlu askerliği kaldırıyoruz” dese, ordunun böyle bir planı yürürlüğe koyabileceğinden, bu konuda ciddi hazırlıkları olduğundan çok kuşkuluyum.

Askerî konularda toplumun ve parlamentonun “söz hakkı” olmadığı yanılgısına öylesine kaptırmışlar ki kendilerini, toplumdaki gelişmeleri, dünyadaki değişimleri takip edebilecek hazırlıkları yapmamışlar.

Teknolojisi kuvvetli profesyonel bir ordu kurabileceğimize inanan kaç kişi var?

Bu ihtiyacın herkes farkında ama bunu yapabilecek kapasitede bir orduya sahip olduğumuzdan herkes kuşkulu.

Ordu ise kendi “hazırlıksızlığını”, askerî konulardaki “proje” eksikliğini, hep aynı mazeretin ardına saklıyor: “Bizde terör var.”

Genç insanların, çalışmalarını, kariyerlerini, hayatlarını sürdürebilmek için güçlü bir şekilde talep ettikleri "bedelli askerlik” de aynı mazerete tosladı.

“Bizde terör var.”

Ordu, insanların hayatlarından önemli bir parçayı zorla koparmak istiyor ve “terör” mazeretinin arkasına saklanıyor.

“Terör örgütü” dedikleri PKK’nın devletin resmî açıklamalarına göre beş bin militanı bulunuyor. PKK’nın elinde tank yok, top yok, uçak yok, gemi yok, denizaltı yok, zırhlı araç yok.

Tankı, topu, uçağı, helikopteri, gemisi olmayan “tüfekli” beş bin kişiye karşı ordunun kaç kişisi bulunuyor?

Bilinen rakamlara göre 730 bin asker. Beş bin kişiye karşı 730 bin kişiyi yeterli bulmayan generaller daha da asker almak istiyorlar.

Bu, sizce övünülebilecek bir durum mu? Başarılı bir yöntem mi? Savaşın yirmi beş yıldır sürdüğüne bakılırsa “başarılı” bir yöntem değil.

Dolayısıyla geçerli bir “mazeret” de değil. Demokratik açılımlarla durdurulması gereken savaş bir türlü durdurulamadığı, gerekli açılımlar bir türlü yapılamadığı için çocuklar kurban ediliyor.

Anlamsız bir savaşı sürdürmenin de, o anlamsız savaşta acemi gençleri kurban etmenin de mantığı yok.

Neresinden bakarsanız bakın “mantıksız” bir durumla karşı karşıyayız.

Mantıklılık bir “sistem” olduğu gibi, mantıksızlık da bir sistemdir, onun için biz bu mantıksızlığı askerle ilgili her konuda görüyoruz. Savaşı sona erdirmemek de, siyasete karışmak da, “başörtüsünü” ordunun en önemli meselesi sanmak da, zorunlu askerliği kaldırmamak da, “bedelli” askerliği engellemek de aynı mantıksızlığın sonucu.

Mantıksızlık bu ölçülere varınca, Danıştay cinayetinin arkasından Ordu Yardımlaşma Kurumu OYAK’a ait güvenlik şirketinin çıkması da, Danıştay’ı gören Sıhhiye Orduevi’nin “kamera kayıtlarının” kaybolması da “normal” karşılanıyor.

Bedelli askerlik konusunda neredeyse hiç susmayan emekli generaller bu konuda ağızlarını bile açmıyorlar.

Topluma bir açıklama borçlu olan ordu da bu konuda susuyor.

Sanki bu ülkede bir “toplum” yok, o toplumun ihtiyaçları, istekleri yok.

Bir ordu var ve sadece onun istekleri var. Bu durumu değiştirmeliyiz. Bunu değiştirecek olan da generaller değil, onlar herhangi bir şeyi değiştiremezler, bunu değiştirecek olan “toplumun” sözcüsü durumunda olan siyaset.

Siyasetçilerin ödleklikten vazgeçip bu “mantıksızlığı” artık bitirmesi gerekiyor.

Toplumun siyasetçisi mi onlar yoksa ordunun siyasetçisi mi?

Bilsinler ki bu halk onlara oylarını her mantıksızlığa “evet” desinler diye vermedi.

Çocukları kurtaramadıktan sonra siyasetin bu topluma ne faydası var?

Ahmet Altan, Taraf, 25 Nisan 2010

26.04.2010


 

1. Risale-i Nur Gençlik Kongresi sona erdi

ANKARA Yeni Asya Ayaş Sosyal Tesisleri’nde yapılan, I. Risale-i Nur Gençlik Kongresi sona erdi. İki gün süren çalışmalar sonucunda, 10 ayrı masada müzakereler yapılarak, sonuç bildirileri ve deklarasyonlar hazırlandı.

Daha sonra düzenlenen kapanış oturumunda her masa kendi deklarasyonunun sunumunu katılımcıların huzurunda gerçekleştirdi. Türkiye’nin her bölgesinden yüzün üzerinde üniversite öğrencisi masa çalışmalarına iştirak etti. Kongrede, Bireysel Ahlâk ve Gençlik, Toplumsal Ahlâk ve Gençlik, Eğitim ve Gençlik, Kültür, Sanat ve Gençlik, Aile ve Gençlik, İbadet ve Gençlik, İnanç ve Gençlik, Siyaset ve Gençlik, Bilim ve Gençlik, Hürriyet ve Gençlik masalarında çalışmalar yürütüldü. Kongre’de ortaya çıkan deklarasyonlar 16 Mayıs’ta Ankara Anadolu Gösteri Merkezi’nde düzenlenecek olan 1. Risale-i Nur Gençlik Şöleninde kamuoyuyla paylaşılacak. Risale-i Nur Enstitüsü’nden yapılan açıklamada organizasyonun çok verimli geçtiği vurgulanarak, önümüzdeki senelerde de devam ettirileceği ifade edildi.

26.04.2010


 

Çöp toplayan eller zeki çıktı

Van’da şehir çöplüğünün bulunduğu mahallede eğitim veren Beyüzümü İlköğretim Okulunun idareci ve öğretmenleri, zamanlarının büyük bölümünü çöplükten topladıkları malzemeleri satarak geçiren çocukları okula kazandırmayı başardı.

Van’da göç eden ailelerin yaşadığı Beyüzümü Mahallesi’nde bulunan Beyüzümü İlköğretim Okulunun idareci ve öğretmenleri, mahallenin yakınındaki şehir çöplüğünde geri dönüşüm özelliğine sahip malzemeleri toplayıp satarak aile ekonomisine katkıda bulunmaya çalışan çocuklara yönelik çalışma başlattı. Zamanının büyük bölümünü çöplükte geçirdiği için okula gidemeyen veya sık sık devamsızlık yapan öğrencileri belirleyen okul yönetimi, bu çocukları ziyaret ederek aileleriyle görüştü. Görüşmeler sonucunda, okula gitmeyen veya devam edemeyen çok sayıda çocuğun, eğitime kazandırılarak okula devam etmesi sağlandı. Van Valiliğinin açtığı ücretsiz Seviye Belirleme Sınavına (SBS) yönelik kurslara katılan bu çocuklardan biri, il genelinde yapılan deneme sınavında ilk 20’ye girdi, bazıları da 50 öğrenci arasında yer aldı.

26.04.2010


 

Öğrenciler SBS’ye ‘hayır’ dedi

Türk Eğitim-Sen’in Seviye Belirleme Sınavı’na (SBS) ilişkin yaptığı anket sonucuna göre, öğrencilerin yüzde 58.7’si ‘’SBS kaldırılmalı mı?’’ sorusunda ‘’Evet’’, yüzde ‘’41.3’ü ‘’Hayır’’ cevabını verdi.

Türk Eğitim-Sen, öğrencilerin gözüyle SBS’yi değerlendirmek, sınavdan nasıl etkilendiklerini ortaya koymak amacıyla bir anket yaptı. Ankete Ankara, İstanbul, İzmir, Antalya, Kayseri ve Şanlıurfa’dan ilköğretim 6. 7. ve 8. sınıfa devam eden 700 öğrenci katıldı. Ankette öğrencilere, ‘’SBS’de yıl sonu başarı puanı ile yöneltme ve davranış puanının etkili olmasının okuldaki derslere ve sınavlara ilgiyi arttırıp arttırmadığı’’ soruldu. Öğrencilerin yüzde 87.4’ü bu soruya ‘’evet’’ derken, yüzde 12,6’sı ‘’derslere ve sınavlara ilgiyi arttırmadığını’’ ifade etti. Öğrencilerin yüzde 57.5’inin ‘’özel okul öğrencilerinin SBS’de daha avantajlı olduğunu’’ belirttiği ankette, ‘’bu öğrencilerin avantajlı olmadığını’’ düşünenlerin sayısı ise yüzde 27.7’de kaldı. ‘’SBS hakkındaki düşünceleri’’ sorulan öğrencilerin yüzde 47’si ‘’her sene sınava girilmesinin stres oluşturduğunu’’ ifade etti. Öğrencilerin yüzde 36.2’si SBS’nin ‘’gayet iyi bir sistem’’ olduğunu, yüzde 4.8’i ‘’öğrencilerin düzeyine uygun bir sistem olmadığını’’, yüzde 7.8’i ‘’adil bir sistem olmadığını’’ belirtti. Katılımcıların yüzde 43.7’si ‘’dershaneye gittiğini’’, yüzde 43.4’ü ‘’okulda aldığı eğitimle sınava hazırlandığını’’, yüzde 6.4’ü ‘’kaynak kitaplar ve test çözerek hazırlandığını’’, yüzde 2.8’i ‘’hem dershaneye gittiğini, hem özel ders aldığını’’, yüzde 2.3’ü ‘’özel ders aldığını’’ ifade etti.

“SINAV, BAŞ AĞRISI, TERLEME,

NEFES DARALMASI YAŞATIYOR’’

SBS’nin öğrenciler üzerindeki etkisinin incelendiği ankette, öğrencilerin yüzde 32.2’si ‘’sınavın kaygı ve endişeyi arttırdığını’’, yüzde 30.4’ü ‘’kendini stres ve baskı altında hissettiğini’’, yüzde 21’i ‘’psikolojik sorun yaşamadığını’’, yüzde 12.4’ü ‘’dikkat ve konsantrasyonda sorunlar yaşadığını’’ ve yüzde 4’ü de ‘’uyku bozukluğu yaşadığını’’ kaydetti. ‘’Sınavdan fiziksel olarak nasıl etkileniyorsunuz?’’ sorusuna, öğrencilerin yüzde 54.8’i ‘’herhangi bir fiziksel sorun yaşamadığı’’, yüzde 12.8’i ‘’baş ağrısı, dönmesi’’, yüzde 11.4’ü ‘’terleme, üşüme’’, yüzde 8.2’si ‘’karın ağrısı, mide sorunları’’, yüzde 5.2’si ‘’nefes daralması, göğüs ağrısı’’, yüzde 3.7’si ‘’kramplar, kasılmalar’’ ve yüzde 3.7’si ‘’görme bozukluğu sorunu’’ yaşadığı cevabını verdi. Öğrencilerin yüzde 31’i SBS’ye günde ‘’iki saat’’, yüzde 21.6’sı ‘’üç saat’’, yüzde 17.6’sı ‘’dört saat’’ ve yüzde 16.4’ü ‘’bir saat’’ çalıştığını belirtti. SBS için özel olarak çalışmadığı ifade edenlerin oranı ise yüzde 12.3 olarak belirlendi.

Çocuklar: Sınav kaldırılsın

Ankette, ‘’Öğrencilerin SBS’de başarılı olmak için aile baskısı görüp görmediklerine’’ ilişkin soruya, katılımcıların yüzde 39.9’u ‘’ailelerinden baskı gördüğünü’’, yüzde 26.7’si ‘’baskı görmediğini’’, yüzde 33.4’ü ise ‘’kısmen baskı gördüğünü’’ ifade etti. ‘’SBS kaldırılmalı mı?’’ sorusuna ise öğrencilerin yüzde 58.7’si ‘’evet’’ cevabını verirken, yüzde 41,3’ü ‘’hayır’’ cevabını verdi. Öğrencilerin ‘’SBS yerine nasıl bir sistem getirilmeli?’’ sorusuna, yüzde 67’sinin ‘’sınav kaldırılmalı, ortaöğretime gidilmesi okul başarı puanına göre belirlenmeli’’, yüzde 19.9’u ‘’fikrinin olmadığı’’, yüzde 11.9’u ‘’OKS’ye dönülmeli’’, yüzde 0.7’si ‘’sınav kaldırılmalı, herkes istediği okula gitmeli’’ cevabı verdiği belirlendi.

Eğitim sisteminde öğrencilerin en çok şikâyet ettiği konuların araştırıldığı ankette, öğrencilerin yüzde 35.7’si ‘’çok fazla sınav olmasından’’, yüzde 29.3’ü ‘’sınıfların kalabalıklığından’’, yüzde 19.7’si ‘’eğitimde fırsat eşitliğinin olmamasından’’ ve yüzde 15.3’ü ise ‘’ezberci eğitimden’’ şikâyetçi olduklarını belirtti. Anket sonuçlarını değerlendiren Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, ‘’Son günlerde SBS’nin kaldırılmasına ilişkin görüşlerin ağırlık kazandığını’’ ileri sürdü. Sendika olarak, SBS’nin kaldırılmasından yana olduklarını kaydeden Koncuk, “Bu sistem, okul ve öğrenci başarısını ölçerken, ne yazık ki öğrencileri dershanelere mahkûm etmiştir. Öte yandan SBS, her yıl sınava tabi tutulan öğrencilerin psikolojilerini de olumsuz etkilemektedir. Bu noktada öğrencilerin küçük yaşlardan itibaren yarıştırılması doğru değildir” diye konuştu. Koncuk, MEB’in, SBS ile ilgili kararını verirken anket sonuçlarını dikkate almasını istedi.

26.04.2010


 

Dar gelirli öğrencilerin ücretsiz ulaşım isteği

KÜLTÜRPARK'TAKİ kitap fuarının girişinde açıklama yapan bir grup ilköğretim öğrencisi, dar gelirli ailelerin çocukları olduklarını belirterek, İzmir Büyükşehir Belediyesi yetkililerinden, kültürel etkinliklerin yapıldığı alanlara ücretsiz ulaşmalarının sağlanmasını istedi.

Eskiizmir, Gültepe, Gürçeşme bölgelerindeki bazı ilköğretim okullarının öğrencileri, Kültürpark’ta düzenlenen kitap fuarını ziyarete geldi. Fuar girişinde toplanan öğrenciler adına, Leman Alptekin İlköğretim Okulu öğrencileri Büşra Erol ile Tuğba Yazan, ailelerinin ve öğretmenlerinin desteğiyle hazırladıkları metni okuyarak basın açıklaması yaptı. Gecekondu semtlerinde öğrenim gördüklerini ve ailelerinin gelir seviyesinin düşük olduğunu belirten Erol ve Yazan, kitap fuarına gelmek için otobüs ücretini güçlükle ödeyebildiklerini, bazı arkadaşlarının ise gelemediğini belirtti.

26.04.2010


 

Et ithalatı en çok üreticiyi etkiler

DOĞU Anadolu Besiciler Birliği Başkanı Nazmi Ilıcalı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının et ithalatı için çalışma yapmasıyla ilgili olarak, ‘’Et ithalatı spekülatörlerden çok üreticiyi etkileyecektir’’ dedi.

Ilıcalı, kırmızı et fiyatındaki artışa müdahale amacıyla et ithalatının yapılmasının düşünüldüğü yönünde yapılan açıklamaların, besiciyi tedirgin ettiğini söyledi. Doğu Anadolu’da en önemli geçim kaynağın hayvancılık olduğunu ifade eden Ilıcalı, kırmızı et ithalatı yapılması durumunda besicinin sıkıntı yaşayacağını savundu. Et fiyatlarının yükselmesinin üreticiye yansımadığını kaydeden Ilıcalı, “Et ithalatı spekülatörlerden çok üreticiyi etkileyecektir. Birlik olarak biz hem et ithalatına hem de spekülatörlere karşıyız’’ diye konuştu.

26.04.2010


 

Coğrafî işareti keşfediyoruz

BELLİ bir coğrafyadan kaynaklanarak belirgin nitelikleriyle ün kazanmış ürünlerin ‘gerçek üreticileri’ adına kayıt altına alınması anlamına gelen coğrafi işaretin önemi son dönemde Anadolu topraklarında anlaşılmaya başlandı.

2 bin 500 coğrafî işaret alabilecek ürünü bulunan Anadolu’da sadece 129 ürünün coğrafî işareti bulunuyor, 165 ürün ise coğrafî işaret almak için sırada bekliyor. Köklü bir geçmişe sahip ve çok sayıda yöresel ürünü olan Anadolu, coğrafî işaret alabilecek binlerce ürüne sahip olmasına karşın şimdiye kadar Türk Patent Enstitüsü’ne başvurup da coğrafi işaret alabilen ürün sayısı sadece 129. Daha çok halıların coğrafî işaret aldığı Anadolu’da Türk Patent Enstitüsü (TPE) verilerine göre 165 ürünün coğrafî işaret alması için başvurusu bulunuyor. Bölgesel kalkınma, turizme, tanıtıma büyük katkısı olan coğrafî işaret için belirtilen evraklarla Türk Patent Enstitüsü’ne başvurmak ise yeterli.

Antalya Ticaret ve Sanayi Odası (ATSO) Başkanı Çetin Osman Budak, bir ürünün coğrafî işaret alıp tescillenmesinin, o ürünün hukukun korunması anlamında büyük önem taşıdığına işaret ederek, ‘’Son yıllarda bir çok ürünümüze çevre ülkelerin sahip çıktığını görüyoruz. Bu, bizi ürünlerimize sahip çıkmaya yöneltiyor. Biz de bölgemizdeki ürünlere sahip çıkma bilincini arttırmak için Antalya Ticaret Borsası’nın öncülüğünde 28 Nisan - 1 Mayıs 2010 tarihleri arasında Yöresel Ürünler Fuarı’na ev sahipliği yapacağız. Fuar, coğrafî işaret konusunda farkındalığı arttıracak bir çalışma olacak’’ diye konuştu. Budak, Batı Akdeniz’de Antalya’nın Finike portakalı, Döşemealtı Halısı, Isparta’nın gülü ve lokumu, Burdur’un ceviz ezmesinin coğrafî işaret aldığını ifade ederek, amaçlarının, yüzlerce ürüne sahip bölgede coğrafî işaret sayısını arttırmak olduğunu vurguladı.

26.04.2010


 

AB’DE 15 MİLYON EURO’LUK PAZAR

ANTALYA Ticaret Borsası (ATB) Yönetim Kurulu Başkanı Ali Çandır da, Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde coğrafî işaret konusunda 15 milyon Avroluk ticaret hacmi bulunduğunu kaydetti.

Buna gazlı ve alkollü içeceklerin dahil olmadığını söyleyen Çandır, şöyle devam etti: ‘’Bizim için AB iyi bir pazar. Anadolu’da ise coğrafî işaret alabilecek ürün çok fazla. Ürünlere coğrafi işaret alınarak yöresel ürünlerin gelişimi ve markalaşmasına destek vereceğiz. Ürünlerin uluslar arası alanda hukukunun korunması da son derece önemli. Coğrafî işaret yoluyla Türkiye’nin pazardaki payının artması kaçınılmaz.’’ Türkiye genelinde coğrafî işaret alabilecek 2 bin 500’ün üzerinde ürün olduğuna dikkati çeken Ali Çandır, ‘’Bunlardan sadece 129’u coğrafî işaret almış, 165 ürünün de coğrafî işaret için başvurusu bulunuyor. Bu çok az bir rakam. 2 bin 500 ürünün, bölgenin kanaat önderleri, yerel yönetimler tarafından bir an önce coğrafî işaretlerinin yapılması, hakkının, hukukunun korunması gerekiyor’’ dedi.

26.04.2010


 

Rekabet için ekmeğin içine altın koydu

İZMİR’İN Tire ilçesinde 12 yıldır fırın işleten Nihat Tosun (45), her gün iki ekmeğin içine 1’er gramlık altın koyuyor.

Tosun, son sekiz aydır devam eden ve birçok işletmeyi kapanma noktasına getiren fırınlar arası rekabetle bu şekilde başa çıkmaya çalışıyor. Fırıncı Nihat Tosun, 12-24 Nisan tarihleri arasında haftada bir ekmeğe çeyrek altın, 24 Nisan’dan itibaren her gün iki ekmeğe 1’er gramlık altın koymaya başladıklarını ifade etti. Tosun, kampanyaya başladıktan sonra ekmek satışlarının yüzde 40 arttığını ve iadelerin düştüğünü söyledi. Bu arada, aldığı ekmekten bir gram altın çıktığını gören Abdullah Arslanoğlu, önce şaşırdığını, sonra da ekmeği alıp fırına geri geldiğini, helâllik istediğini aktardı. Arslanoğlu, “Altını iade etmek istedim, fırın sahibi Nihat Tosun bu isteğimi kabul etmedi.” dedi.

26.04.2010


 

Bebekleri bu şekilde taşımak yasaklandı

TÜRKİYE’DE kullanımı giderek yaygınlaşan ‘askılı bebek taşıyıcıları’ ABD’de yasaklandı.

Dr. Gökhan Mamur, ‘Ürün bebeğin burnunu kapatıyor, nefes almasını engelliyor’ diyor. Anne babaların yeni doğmuş bebeklerini daha rahat taşımaları için üretilen ve kullanımı Türkiye’de de giderek yaygınlaşan ‘askılı bebek taşıyıcıları’, bebeklerin boğularak ölümüne yol açtıkları gerekçesiyle ABD’de yasaklandı. Amerika’daki Tüketici Ürün Güvenlik Komisyonu, 3 bebeğin ölümüyle ilişkilendirdiği için bu ürünlerin toplatılmasına karar verdi. Uzmanlar, söz konusu bebek taşıma çantalarının bebeklerin kafasına doğru baskı yaptığını, boyun kasları gelişmemiş bebeklerin boyunlarının ‘C’ harfi şeklini aldığını ve soluk alamayan bebeklerin bir kaç dakikada öldüklerini söylüyor.

26.04.2010


 

Bir batında 4 buzağı

BURDUR’A bağlı Büğdüz beldesinde Holstein cinsi inek dördüz doğurdu.

Büğdüz’de yaşayan Halil Candan, ineğinin doğumunun başladığını görünce hemen müdahale ettiğini ve ilk buzağının doğmasını sağladığını söyledi. Daha sonra veteriner hekime haber vermeyi uygun gördüğünü belirten Candan, ‘’Veteriner hekimin muayenesi sırasında ikinci buzağı, üçüncü buzağı, derken dördüncü buzağı da doğdu. Buzağılarımızın ikisi erkek, ikisi dişi. Sağlıklılar, çok mutluyum’’ dedi. Dördüz doğumunun nadir görüldüğünü belirten veteriner hekim Murat Özdemir ise çok doğumlu olaylarda damızlığın buzağıları beslemekte zorlandığını, bu yüzden yavruların fazla yaşamadığını söyledi. Özdemir, ‘’Ancak dördüzlerin durumu gayet iyi’’ diye konuştu.

26.04.2010


 

Kadın dilenci, kılıktan kılığa giriyor

TAKSİM’DE dilencilik yapan bir kadın, insanları kandırıp duygu sömürüsü yapabilmek için birbirinden ilginç kılıklara giriyor.

İsmi öğrenilemeyen dilenci kadın, önce İstiklâl Caddesi ara sokaklarında kucağında çocuğu ile dilenirken kameralara yakalandı. Kadın kucağındaki çocukla yoldan geçenlerin durdurarak yardım isterken kaydedildi. Aynı kadın birkaç gün sonra yine İstiklâl Caddesi’nde bu sefer kucağındaki çocuk olmaksızın. Üstelik, at kuyruk saçları, ekose eteği, sarı gömleği ve yeşil okul hırkası ile dilenen kadın, elinde tuttuğu bir kâğıt ve astım hastalarının kullandığı ilâç ile vatandaşlardan para istedi. Bu duygu sömürüsü ise devreye giren polis ekiplerince sonlandırıldı. Gözaltına alınan ‘liseli genç kız’ polis aracına bindirilerek, Beyoğlu Polis Merkezi’ne götürüldü.

26.04.2010


 

Çocuklar çikolata ustası oldu

23 Nisan 2010 “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” dolayısıyla Elite World İstanbul Otel bünyesindeki Coffee Company’de düzenlenen “Çikolata ve Pasta Yapımı Kursu” faaliyetine katılan çocuklar renkli saatler yaşadı.

Çocuklara etkinlikte Başaşçı Aydın Gül ve Pastane Şefi Özcan Ayverdi tarafından uygulamalı olarak pasta yapımı, çikolata yapımı, çikolata eritme, saklama, çikolata ile meyve ve fındık kaplama gibi konular öğretildi. Maharetlerini ortaya koyarak her birinin birbirinden güzel tasarımlı pasta yaptığı faaliyette eğlenceli saatler yaşandı. Tiyatro sahnelerinin ve ekranların sevilen ismi Özgür Özgülgün’ün oğlu Can ile katıldığı faaliyette çocuklar Özgür Abi’den sevilen masallarını dinlediler, beraber pasta yaptılar ve en güzel pastayı seçtiler. Faaliyet sonunda çocuklara “Çikolata ve Pasta Yapımı” sertifikası verildi.

26.04.2010


 

Erguvan geleneğini sürdürüyorlar

BURSA’DA, 6 asır önce kutlanmaya başlanan, ancak zamanla unutulan Erguvan geleneği, düzenlenen farklı faaliyetlerle yaşatılıyor.

Faaliyetler kapsamında Emir Buhari İlköğretim Okulu öğrencileri okullarının bahçesine erguvan fidanı dikti. 14’üncü yüzyılda Bursa’da yaşayan, Osmanlı Sultanı Yıldırım Beyazıd’ın damadı Emir Sultan’ın barış ve hoşgörüsünün sembolü olan erguvanlar için bir hafta süren şenlikler düzenleniyordu. Yüzyıllar boyu yaşatıldıktan sonra 1855 depremi ile kesintiye uğrayıp zaman içinde de unutulan Erguvan Şenliği geleneği Bursa Kent Konseyi tarafından yeniden canlandırılmaya çalışılıyor. Vefatının 580’inci yılında Emir Sultan’ı farklı faaliyetlerle anan Bursa Kent Konseyi, erguvan geleneğini genç kuşaklara tanıtmak için bir dizi faaliyeti hayata geçiriyor. Faaliyetler kapsamında Emir Buhari İlköğretim Okulu öğrencileri, okul bahçelerine erguvan fidanları dikti.

26.04.2010


 

Doktorlar gazete çıkardı

ANKARA Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, hastanenin ismiyle gazete çıkardı. Mevsimsel ve kronik hastalıkları işleyen hekimler, gazetenin 4. sayısını çıkarmaya hazırlanıyor.

Gazetede, yanıklara yapılacak ilk müdahaleden Behçet hastalığına, antibiyotik kullanımından bel ağrılarına kadar gündemdeki sağlık konuları işleniyor. Numune Gazetesi, 5 bin adet basılıyor ve ücretsiz olduğu için 15 günde tükeniyor. Gazetenin başyazısını Başhekim Doç. Dr. Nurullah Zengin yazarken, köşe yazılarını da branşlarına göre doktorlar hazırlıyor. Zengin, gazeteyi çıkarmalarındaki amacın, hasta ve hasta yakınlarını yaşanan hastalıklar konusunda bilgilendirmek olduğunu kaydediyor. Zengin, “Sağlık konusunda ciddî bilgi kirliliği oluştu. Ticarî kaygıları önplanda tutan yayınlar hayatî konularda yanlış bilgilendirmelere sebep oluyor. Bu sebeple vatandaşlarda bilgi açlığı oluştu. Bini aşkın hekim ile bütün tıp branşlarında hizmet veren hastane olarak hasta ve hasta yakınlarını doğru bilgilendirmek için bu gazeteyi çıkarıyoruz” şeklinde konuştu.

26.04.2010

 
Sayfa Başı  Geri

Bütün haberler

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Yeni Asya Gazetesi - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat-Promosyon - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım