11 Mayıs 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Röportaj

‘Enerjimizi’ boş yere harcıyoruz

Petrole dayalı enerji kaynaklarının tükenmekte olduğunu belirten makina mühendisi Uysal, nükleer enerjiden korkulmaması gerektiğini belirtiyor.

Günümüz dünyasında “enerji”ye olan ihtiyacı tarif eder misiniz?

Günümüz dünyasında enerji herkesin sorunu durumunda; gerek gelişmekte, gerek gelişmiş ülkelerin. İhtiyaçlarını karşılamak için her türlü yolu denemek durumunda insanlar. Bu durumdan dolayı başta dış politikanız olmak üzere tüm politikalarınız etkileniyor. Bu uğurda savaşlar veriliyor. Bu bazen sıcak savaş olmakla birlikte çoğu zaman psikolojik bir gizli savaş oluyor. Kendi olduğundan daha çok yan etkileri var enerjinin.

Alternatif enerji arayışları petrolün azalmasından veya pahalı gelmesinden mi yoksa çevreye duyarlılıktan dolayı mı ortaya çıktı?

Petrol veya fosil yakıtların azalıyor olması tabiî en önemli sebep, fakat tek sebep değil. Dünya enerji kaynaklarını elinde bulunduranlar ile enerji kullanıcıları farklı ülkeler. Enerji kullanıcıları, ellerindeki imkânları bu bağımlılıktan kurtulmak için de kullanmak istiyorlar.

Bir yanda petrolü üreten var, öbür yanda kullanmak zorunda olanlar var. Bir yanda kömürü üreten var, diğer yanda kullanmak zorunda olanlar var. Cenâb-ı Hak bunları denge halinde koymuş. Dolayısıyla gelişmiş ülkeler bu bağımlılıktan rahatsız durumdalar. Alternatif enerji kaynaklarına yöneliyorlar. Alternatif enerji ile yenilebilinir kaynaklar birbirinden farklı. Alternatif enerji kaynakları arasında yenilebilinir olmayanlar da var, fakat yenilebilinir kaynaklar çok fazlasıyla konuşulan bir konu. Gelişmiş ülkeler araştırmalarını bu yöne kaydırıyor, fosil kaynaklarından uzaklaşmak istiyorlar. Nedir bu alternatif enerji kaynakları denirse başta nükleer enerji, özellikle gelişmiş ülkelerin kullandığı bir enerji. İhtiyaçlarının önemli bir kısmını bu yolla karşılıyorlar.

Nükleer enerji de tartışma konusu, çevreye

zararı olduğu söyleniyor.

Çevreye zararlı olması kışkırtma konusu. Nükleer enerji karşıtı bir grup var, bu grup çevreye zararlı olduğunu sürekli gündeme getiriyor. Fakat nerelerde gündeme getiriyor? Nükleer enerji üzerine yeni yeni yatırım yapmak isteyen ülkelerde… Gidip Japonya’da bu karşıtlığı dile getirmiyor, Almanya’da dile getirmiyor, Amerika’da dile getirmiyor. Geliyor Türkiye’de İran’da bunu dile getiriyor. Dolayısıyla bu işin altında ne var diye sormak gerekiyor zaten. Niye? Nükleer enerji gelişmekte olan ülkelerde zararlı da Amerika’da, Rusya’da, Japonya’da zararsız mı oluyor?

Malûm Çernobil faciası oldu, etkileri halen

sürüyor, bu da olumsuz etki etmiş olabilir mi?

Rusya’daki Çernobil kazasını incelediğimiz zaman, etkisi şu an kullandığımız enerjilerin zararına oranla daha az. Ama o çevreye olumsuz bir etki yapmıştır kabul etmek lâzım. Sebebini incelediğimiz zaman Rusya’daki kontrolsüz enerji santrallerinden kaynaklandığını görürüz. Bu gün nükleer enerji santralleri kontrolsüz değil, teknoloji o kadar gelişti ki artık çok sayıda bunun kontrol noktası var ve güvenli bir şekilde kullanılıyor. Asıl dikkate çekilmesi gereken konu bu nükleer enerji bizim ülkemizde zararlı da Amerika’da niye zararlı değil, Fransa da niye zararlı değil. Fransa, elektrik enerjisinin % 78’ini niye buradan üretiyor acaba? Avrupa’nın göbeğinde tarım ülkesi niye oralarda üretiliyorda buralarda zararlı oluyor. İşin geri planında bu sebeplere de bakmak lâzım. Biraz önce dedik ya bu dış politikayı etkileyen bir şey. Çevre örgütleri ısrarla Türkiye, İran gibi gelişmekte olan ülkelere gelip yatırım yapmasını engellemeye çalışıyor. Gerçekte bunları çevre örgütleri mi yapıyor, bunu besleyen bir takım uluslar arası şirketler mi var?

Ülkemizin nükleer enerji çalışmaları ne aşamada?

Ülkemizde nükleer araştırmalar çok uzun yıllardan beri yapılıyor. Uluslar arasında kabul görmüş nükleer enerji uzmanlarımız var. Nükleer enerji üzerine doğrudan üretim yapmaya karar vermemize rağmen, ancak 6 yıl önce hükümet kararıyla ciddî bir girişim yapıldı ve bir ihale açıldı. Maalesef—benim bildiğim kadarıyla—6-7 firmanın teklif vermesi beklenirken, yapılan ihaleye bir firma teklif verdi diğerleri teşekkür mektubu gönderdi. Bunun altında da enerji politikalarının dış siyaseti nasıl etkilediğini görmek mümkün. O zamanki konjonktüre baktığımızda bunun böyle olacağı belliydi. Fakat 6 ay önceki, 1 yıl önceki konjonktür öyle değildi, enerji dünya siyasetini bu şekilde değiştirebiliyor. Şu anda Türkiye, nükleerden enerji elde etmeye kendini hedef olarak koydu, ama aşamadığı noktalar var, teknik noktalar var, finans noktaları var, dış politika noktaları var. Türkiye eninde sonunda bunu yapacak gibi görünüyor. Benim şahsî kanaatim de üretmesi gerekiyor, ama söylediğim üç noktayı nasıl aşacağına dair iyi bir politika oluşturması gerekiyor; Finansmanını, teknolojisini ve dış politikasını…

Teknik olarak kendi santralimizi kurabilir miyiz?

Tabiî bunu söylemek zor. Teknik olarak biliyor olsak bile bunu bize kurdurtmazlar. Bunun için mutlaka dış destek almak zorundayız. Teknik olarak bitmiyor, işin bir de finans boyutu var; Türkiye’nin bu kadar parası yok, bütün kaynaklarını buraya aktarırsa bu mümkün, ama bu böyle olmaz. İkincisi dış politika boyutu var; bazı ülkelerin etkisini tepkisini azaltmak için onlarla işbirliği yapmak zorunda kalıyorsunuz. Dolayısıyla Türkiye’nin nükleer santral kurmak için teknik olarak bilgisi, alt yapısı olsa bile bunu tek başına yapması mümkün değildir. Gelişmiş bir ülke ile işbirliği halinde olmalıdır, bu ticarî bir oyundur, bunun yönetilmesi gerekiyor. Bir santrali böyle kurduktan sonra ikincisini, üçüncüsünü kendisi kurabilir. Bunun kapısı açılırken mutlaka yabancı bir destek gerekiyor.

Anlaşılan nükleer enerji için bir müddet

bekleyeceğiz, bu arada ne yapabiliriz? Alternatif enerji olarak; rüzgâr, hidrojen vs kullanabilir miyiz?

Nükleer enerjinin hemen ardından yenilenebilinir enerji kaynakları geliyor. Yenilenebilinir enerji kaynakları denince rüzgâr, güneş, su akla geliyor. Suyun yenilenebilinir enerji kaynağı olduğu tartışma konusu olmakla birlikte yenilenebilinir enerji kaynağı kabul edilebilinir. Bunlar maalesef kısıtlı. Bir de başka sorunları da var, sürdürülebilir değil. Meselâ su, kaynağınız olduğu müddetçe elektrik elde edebiliyorsunuz, rüzgâr varsa elektrik elde edebiliyorsunuz veya güneş varsa elektrik elde edebiliyorsunuz. Türkiye yenilenebilinir kaynaklarda diğer ülkelere nazaran biraz önde. Fakat bütün dünyada ve Türkiye’de enerji ihtiyacını karşılamada ana etken olarak görülmüyor yenilenebilinir enerji. En azından bunlar varken kullanalım diğerlerini destekleyelim şeklinde bir yaklaşım var. Bugün yenilenebilinir enerji kaynaklarına yönlenmenin sebebi biraz önce söylediğim gibi fosil kaynaklarının bitiyor olması değil çevreye olan etkisi de önemli bir etken. Burada sorun şundan kaynaklanıyor fosil kaynaklarını enerjiye çevirirken genellikle yakıyoruz, ortama zehirli gazlar salıyoruz. Fosil kaynaklarının kullanımında sıkıntı var. Benim kanaatim her şeyin özünde olan karbon var,-– fosil kaynaklarında da var—insanoğlunun bundan vazgeçmesi mümkün değil. Bunu çevreye duyarlı teknolojiler geliştirerek kullanabilir. Bu tür teknoloji geliştirme çalışmaları yapılıyor. Gazlaştırma diye bir teknoloji var; karbondioksiti havaya salmadan fosil yakılıyor, doğrudan gaza çevriliyor. 19. yüzyılda ortaya çıkan yakma yöntemleri dünyayı değiştirdi; motor teknolojisi vs. 100 - 150 yıl sonra evet biz bunları kullanarak kolaylık sağladık, fakat bulunduğumuz ortamı tehlikeye soktuk, bunu nasıl değiştirebilirizi düşünüyoruz. Yenilenebilinir enerji burada öne çıkıyor, daha pahalı olmasına rağmen daha çok araştırma yapılıyor, fakat bugün için sürdürebilinirliği yok.

Petrolle devam görülüyor…

Petrolden vazgeçmek kolay değil. Devam edecek, fakat alternatif enerjiler ön plana çıkmaya başlayacak. Gün gelecek 19. yüzyıl gibi yeni bir enerji kaynağı çıkacak her şeyi değiştirecek. Yıldızı parlayan enerji hidrojen görülüyor. Fakat unutmamak lâzım hidrojen bir enerji kaynağı değil, enerji taşıyıcısı. Hidrojen yakıtı üzerinde üç ciddî problem var; 1. üretilmesi, 2. taşınması, 3. kullanılması. Yani bakacak olursak hidrojen halen geliştirme aşamasında. Cenâb-ı Hak hidrojen ve oksijeni yaratmış; ol demesiyle yıldırım çakıyor, hidrojenler ve oksijenler uygun bir şekilde bir araya gelerek su damlacıkları oluşuyor. İnsanoğlu bunu bu kadar kolay yapma yöntemini bulamadı hâlâ. Biz bunun birleştirilmesi için de ayrıştırılması için de çok büyük enerji sarf ediyoruz. Böyle olunca kolay bulunan hidrojen bizim istediğimiz kullanımda olmuyor. Araştırmalar devam ediyor; hidrojeni ayrıştırmak için elektrik kullanılıyor, fakat bu pahalı oluyor. Bunu siz yollarda veya enerji üretiminde kullanamıyorsunuz. Petrolü deponuzda taşıyorsunuz hidrojeni de böyle depolama imkânınız var. Elektrikle hidrojen üretip ihtiyaç olan yere taşıyorsunuz; bir nevî akü olarak kullanıyorsunuz. Hidrojeni kolay üretebilsek durum değişecek. Burada hidrojenin ciddî bir rakibi var; helyum. Bunun için de araştırmalar yapılıyor, fakat fosil kaynaklarına alternatif olacak düzeye gelemediler henüz.

Dünya enerji değişimlerinde Türkiye’nin yeri

nedir? Değişime ayak uyduracak politikalar geliştirebiliyor mu?

Geçen 5-6 yılda uygulanan politikalar ülkemizi önemli enerji oyuncusu haline getirdi. Türkiye’nin ortaya koyduğu transit taşıma koridoru büyük ses getirdi. Bazı ülkeler kabul etmek istemese de bunu yapmak zorunda hissettiler. Türkiye enerjinin üretildiği nokta ile enerjinin kullanıldığı nokta arasında bir yerde. Türkiye vizyon koydu ortaya; ben bu enerjiyi size taşıyabilirim dedi. Böyle olunca Türkiye’nin bölgede barış ülkesi olması durumu ortaya çıktı, savaş ülkesi olursa enerji koridoru olamaz. Önceden Doğu Avrupa idi bu taşımacılığı yapan, bir takım sorunlar çıkınca şimdi Türkiye talip. Doğudan batıya, kuzeyden güneye taşıma yapılıyor, yakın zamanda güneyden kuzeye de yapılacak. Çok ciddî bir transit taşımacılığına adayız. Bunların yanında daha önemli bir husus var; Türkiye aslında taşıyıcı olmaktan çok iyi bir üretici olmak istiyor. Bunun için de nükleer enerji hedefi ortaya koydu. Arkasından yenilenebilinir enerji kaynakları hedefini koydu. 7–8 yıl önce Türkiye, Avrupa Birliğinde rüzgâr enerji kullanımında 9. sırada idi,—daha öncesinde sonlarda idi—bugün ikinciliğe hedef koydu. 80 milyar dolarlık pazardan söz ediliyor Türkiye için. Güneş enerjisinde Avrupa’da birinci olmak istiyoruz.

Geleceğin enerjisi olan hidrojenin gelişmekte olan ülkelerde geliştirmesini yöneten merkez Birleşmiş Milletler Şemsiyesi altında İstanbul’da kuruldu. Geliştirmekte olan bütün ülkelerin hidrojen araştırmaları fonları İstanbul’daki merkez tarafından karşılanıyor.

Devlet mi kurdu bunu?

BM kurmak istiyordu, ama Türkiye sahiplendi bu projeyi. Türkiye; Hindistan’a, Endenozya’ya, Malezya’ya, Mısır’a, Libya’ya hidrojen enerjisi araştırması yapıyorsan sana fon veriyorum diyor. Şöyle bir soru akla geliyor zaten kaynaklarımız az, bunlara niye fon veriyoruz ki? Böyle görmemek gerekiyor. Türkiye gelecekte aktif olmak istiyorsa buralarda abi olmak zorunda. Bunu da böyle projeleri besleyerek yapabilirsiniz. Oralarda yeni bir teknoloji çıktıysa fon vererek bu teknolojiyi siz sahiplenmiş oluyorsunuz. Bugün Amerika’yı Amerika yapan da bu zaten; dünyadaki araştırmaları kendisine çekmesi bu fonlarda yatıyor. Uluslar arası Hidrojen Enstitüsünü İstanbul’da kurmakla millî bir perspektif sunmuş durumda Türkiye. Transit taşımacılık yanında enerji üreticisi olma yolunda önemli adımlar atılmış durumunda. Yakında bunların neticeleri görülecek.

Özel sektör bu değişimin farkında mı?

Enerji üzerine araştırma, geliştirme ARGE yapmak istiyorsanız Türkiye cennet durumunda. Son zamanlarda Avrupa ülkeleri, dünya ülkeleri Türkiye’ye sadece üretimde değil, ARGE’ye ciddî kaynak aktarmaya başladılar. Sebebi devlet çok ciddî mânâda fon veriyor, destek veriyor. Enerji üzerine ARGE yapacağım derseniz devletin çok ciddî desteği var, bu çok önemli. İkincisi, üretici olacaksanız Türkiye burada çok avantajlı. Niye, Türkiye gelişmekte olan bir ülke. Önümüzdeki 10 yılda müşteri bulma diye bir sıkıntınız yok, devlet zaten garantili alım yapıyor. İhtiyaç var, çok ciddî bir ihtiyaç var. Bu da ikinci bir avantaj noktası.

Bir de yenilenebilinir enerji diye bir kanun (YEK) hazırlandı. Bu da çıkarsa, Türkiye enerji alanında tam bir cazibe merkezi olacak. Biliyorsunuz bu kanun hazırlandı, Meclise sunuldu, global kriz çıktı. İMF ile görüşmeler vardı, şu an sıkıntı olur diye bekletiliyor. Uzun süre bekletilmeyecek, mutlaka devreye sokulacak. Şahsî kanaatim, YEK Kanununun bekletilmesinde fayda var. Çünkü bugün itibariyle kanunlaştırmış olsak; Türkiye enerji üreten araçları kendisi üretemiyor, maalesef yeni yeni üretmeye başladı. Böyle olunca bu alanda ihtiyaç duyulan araçları ithal etmek zorunda kalacağız. Buradaki avantajımızı gelişmiş ülkelerin ARGE’sini daha da geliştirmesini harcayacağız. Geçen zaman zarfında Türkiye’de yeni yeni firmalar doğdu, yenilenebilinir enerji kanununa uygun, onun ihtiyaçlarına uygun ürünler geliştirmeye başlandı. Belki 2-3 yıl sonra kendi üretim gereçlerini üretiyor hale geleceğiz. İşte o zaman YEK kanununun bir mânâsı olacak.

Ne veriyor YEK kanunu; normalde devletten elektriği (1 kilovat saat) 9 sente alıyorsak, yenilenebilinir enerji kaynaklarıyla bunu ürettiysen 12, 15 sentte alıyor, hatta güneşte olursa 25 sente kadar alıyor. Devlet alıyor bunu ve 10 yıl boyunca alma garantisi de veriyor.

Bu ne demek? Normalde ben güneş enerjisi yaptığım zaman, yaptırdığım parayı geri ödeme sürem 25 yılsa—bugün öyle–-24 sente satıyorsam bu düşüyor 10 yıla. 10 yıl da enerji sektörü için çok ciddî bir geri dönüşüm süresi. Biraz önce söylediğimiz gibi bu gün bu kanun çıkmış olsa, biz enerji üreten bu teknolojileri yurt dışından satın almak zorunda kalacağız. Ne olacak, Almanya, Japonya, ABD, Hollanda’nın ARGE’si gelişmiş olacak. Bu üretgeçleri araştırmalar netice verir de biz üretir, bir noktaya ulaştırırsak ondan sonra YEK Kanununu çıkarırsak, bu üretgeçleri üretmek de cazip hale gelecek. Bu mânâda YEK Kanununun gecikmesi biraz da isabet oldu.

Tekno Tasarım firması olarak siz ne

yapıyorsunuz?

Firma olarak ARGE sektöründe faaliyet göstermeyi kendimize hedef koyduk. Otomotiv sektöründen çıkan bir birikimimiz var bizim. Daha sonra bu birikimimizi savunma sanayiinde kullandık. Bugün ülkemizin otomotiv ve savunma sanayiinin en önemli firmaları bizim önerdiğimiz, bizim geliştirdiğimiz ürünler sundular. Son zamanlarda çalışmalarımızı enerji alanına da kaydırdık. Yenilenebilinir kaynaklarla enerji üretici ürünlerinin Türkiye’de geliştirilmesinde ön ayak olduk. Bu konuda faaliyet gösteren firmalara aynı zamanda tasarım yapmada yardımcı olduk. Su tribünü yapılmasında çok ciddî katkılarda bulunduk ve bugün ülkemiz su tribünü tasarlayabiliyor hale geldi. Şimdi biz rüzgâr enerjisi üzerinde çalışma yapıyoruz. Rüzgâr enerjisi üretiminde çalışan çok ciddî bir konsorsiyumun üyesiyiz. Birikimlerimizi şimdi burada kullanacağız.

Biraz önce bahsettiğimiz fosil yakıtlarını yakıldığında ortamı kirletmemesi konusunda, gazlaştırma dediğimiz teknolojilerde araştırmalar yapmaktayız. Bizim firmamız enstitü gibi yeni teknolojilerin geliştirilmesi konusunda çalışmalar yapıyor. Bu ne sağlıyor, ülkemizde bu teknolojilerin üretilebilinir olduğu görüldüğünde yatırımcı alacak bu teknolojilere yatırım yapacak, hem teknoloji geliştirme, hem teknoloji yatırımında önemli bir gelişme olacak. Firmamız da bunu gördü, aşağı yukarı 4–5 yıldır bunun üzerine çalışmalar yapıyor, enerjisini bu yöne kaydırdı.

Bir nevî öncülük görevi yapıyorsunuz…

Katma değer arttırıcı işler yapıyoruz. Enerji üretmek çok faydalı kazançlı bir alan, ama enerji üreteçlerini de üretmek önemli bir alan. Çünkü cebinizde para olduğu halde bu santralleri kuramadığımız haller oldu. İnsanlar diyorlardı ki o zaman 5 yıl sonra sana sıra veriyorum, 3 yıl sonra sıra veriyorum. İhtiyaç bugün. Biz teknolojiyi tasarlayamadığımız için, üretemediğimiz için mecburen o sırayı beklemek durumunda kalıyorduk, ama bugün bizim gibi firmaların, araştırma enstitülerinin yaptığı çalışmalarla; biz diyoruz ki gerek yok artık, kendimiz üretebiliyoruz. Bunu demek çok önemli. Yani bir otomobil endüstrisi Türkiye’de kuruldu, ama otomobil endüstrisinin tasarım kısmını Türkiye’de yapamadığınız zaman dişimizle tırnağımızla ürettiğimiz katma değeri tutuyor yabancı yatırımcılara veriyoruz. Aynı şekilde enerjide de durum böyle, enerji bir ihtiyaç, hepimiz kullanıyoruz. Gelişme seviyemiz arttıkça, insanlar bunu daha fazla kullanmak isteyecekler. Bunu üretmek için ya para verip santraller kuracağız veya gideceğiz dışardan enerji satın alacağız. Kendimiz bunu yaparsak o zaman dünya enerji politikasında ve dünya politikasında karar verici olacağız, gelişmiş olmanın şartı da bu.

Yüz yıl önceki enerji değişimi dünyayı değiştirdi. Yüz yıl sonra bugün yeni bir değişim yaşanıyor veya yaşanmaya başlanıyor. Dünyadaki ve Türkiye’deki bu değişim siyaseti etkiliyor veya tersinden düşünürsek siyasetteki bütün bu değişimler enerjiden dolayı mı?

Tam mânâsıyla böyle söylemek olayı abartmak olabilir. Bir parametresi var, ama enerji çok önemli bir parametre bunun içerisinde. Bugün Irak’ta olan hadise, Afganistan’da olan hadiseyi sadece enerjiden kaynaklandığını söylemek doğru değil, enerjinin çok önemli bir etkisi olduğunu söylemek mümkün. Sudan’da olan hadise çok ciddî bir enerji kavgası.

Enerjiyi üretenlerle enerjiyi kullananlar farklı yerlerde konumlanmışlar bu da bir denge oluşturuyor zaten. Bu denge bozulmak isteniyor, bu denge bozulduğu zaman savaş çıkıyor.

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Enerji teknik bir konu, medyanın üzerine düşen önemli bir görev var. Bu konuyu kamuoyuna aktarmak medyanın yetenekleri arasında. Biz önceliğimizi kısır çekişmelerden çekip bu noktalara çekebilirsek, o zaman Türkiye başka şeyleri konuşmaya başlayacak. Uzun süreden beri ülkemizin ayrılıkçı unsurları üzerinde konuşmayı tercih ediyoruz. Acaba bunu biz mi tercih ediyoruz, birileri bize dikte mi ettiriyor? Eğer bu konuları konuşmaya başlasak gelişmiş ülke olacağız.

Enerjimizi boş yere kullanıyoruz yani…

Evet.

Vaktinizi ve enerjinizi harcayıp “enerji” konusunda önemli bilgiler verdiğiniz için teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim. Mustafa Uysal kİmdİr? 1970 Bursa-Yenişehir doğumludur. 1992 yılında Uludağ Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Makine Mühendisliği Bölümünden mezun oldu. 1994 yılında yüksek lisans, 2003 yılında doktora öğrenimini tamamladı. Halen kurucu ortağı olduğu Tekno Tasarım A. Ş. firmasında genel müdür olarak görev yapmaktadır. 2004-2006 yıllarında MMO Bursa Şûbe Yönetiminde görev yapmıştır. TÜBİTAK Avrupa Birliği 7. Ç. P. Ulaştırma Alanı Türkiye delegesidir. Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkan Danışmanlığı ve EnVerDer kurucu üyeliği bulunmaktadır. Evli, iki çocuk babasıdır.

RÖPORTAJ: HÜSEYİN EREN

11.05.2010

 
Sayfa Başı  Geri


Önceki Röportaj

  (10.05.2010) - BAŞÖRTÜLÜLERLE FOTOĞRAF ÇEKTİRDİM

  (08.05.2010) - HAKSIZ YERE 3 BİN KİŞİ HARCANDI

  (07.05.2010) - ‘Sen namaz kılmak için kimden izin aldın?’

  (03.05.2010) - Demokrasi tarafında tarafız

  (02.05.2010) - Amerika’da İslâmiyetin geleceği çok parlak

  (26.04.2010) - Sistem riyakâr yetiştiriyor

  (25.04.2010) - ‘Bediüzzaman’la dünyayı dolaşacağız

  (22.04.2010) - Peygamberimiz tarih boyunca birleştirmiştir

  (20.04.2010) - Peygamber ahlâkıyla yetişen gençler anne-babalarını utandırmaz

  (19.04.2010) - Said Nursî’yi örnek alsak fikrî münakaşada zemin kazanırız

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Yeni Asya Gazetesi - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat-Promosyon - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım