03 Mayıs 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Röportaj

H. HÜSEYİN KEMAL

Demokrasi tarafında tarafız

Değişim dönemleri, beraberinde cepheleşmeyi daha görünür hale getiriyor. Bu cepheleşme de kitleleri etkileyen medya üzerinde daha derinden hissediliyor. Biz de bu hafta Medya Derneği Başkanı Karikatürist Salih Memecan’la “Türkiye’deki medyayı” ve “başkan” oluşunu konuştuk. Medya Derneği Türk Medyasının kalite sorunu üzerine çalışmalarına başlamış. Yakın bir zamanda, bazı haberlerin nasıl verilmesi konusunda etik kurallarını açıklamaya hazırlanıyor. Bunun yanında gazeteci adaylarının medyaya girişlerinde yardımcı rol üstlenmeye hazırlanıyor. Kendilerine başarılar diliyoruz…

Medya Derneği kurdunuz. Sizi Türkiye’de diğer gazetecilik meslek örgütlerinden ayıran fark var mı?

Farkımız var. Amerika’da birçok medya derneği var ve hepsi ayrı konular üzerinde çalışıyor; dünyadaki medyanın kalitesini arttırmak, basın özgürlüğünü sağlamak, araştırmacı gazeteciliği geliştirmek gibi… Sadece bir meslek örgütünün bütün mesleği temsil etmesi 30’ların zihniyeti. Bu yapı sayesinde devlet o derneği kontrol ettiğinde bütün mesleği kontrol eder hale geliyor. Şimdi çok seslilik var, medyada bir iki dernek olmak zorunda değil. Biz derneği kurarken Türkiye’deki medyanın kalite sorununa cevaplar bulmak amacıyla kurduk.

Medyada kaliteden kastınız ne?

Bir tanesi gazetecilerin standartı, bir tanesi de medyanın çalıştığı ortamı oluşturan basın özgürlüğü. Bizim sloganımız “kaliteli medya, kaliteli demokrasi.” Demokratik bir toplum olursak daha kaliteli bir medya olur, daha kaliteli bir medya olursa daha kaliteli bir demokrasi olur. Medya kalitesi için sağcı, solcu, şucu bucu olsun önemli değil önemli olan demokratik toplum olması.

Türk medyasını nasıl buluyorsunuz? Söylenildiği gibi bir cepheleşme var mı?

Türk medyasında hep cepheleşme vardı. Cepheler de illâ aynı konularda değil. Önceden Adalet Partisi CHP cephesi vardı, sonra sağ-sol cephesi oldu, daha sonra 28 Şubat’ta bir cepheleşme oldu. Zaman içinde cepheler değişti, cepheler arasında geçişler oldu. Bugün yaşanan cepheleşme de değişecek. Basının 15 sene öncesinden farkı çok sesli oluşu. Eğer medya daha önce de çok sesli olsaydı 28 Şubat olamazdı.

Siz bugünkü cephelerin birbirlerini dengelediğini düşünüyor musunuz?

Medya illâ iki cephe olmak zorunda değil, ama çok sesli olmak zorunda. İnsanlar her türlü fikre sahip olabilmeli ve güvendiği medyayı okuyabilmeli. Önemli olan farklı görüşlerin varolabilmeleri için kanallarını açık tutmak.

Başbakan patronlara çağrı yapıp spekülasyon yaptığını iddia ettiği yazarları işten çıkarmasını istedi. Bunun sebebi olarak da bu yazarların yazıları yüzünden ekonominin kötüye gitmesini gösterdi. Doğru bir müdahale mi?

Basın, ekonomiyi kötü gösterip hükümeti zorda bırakabilir de, ekonomiyi iyi gösterip hükümete iktidar sağlayabilir de. Başbakan bunları söylerken havadan konuşmuyor. 28 Şubat’a dönüp baktığınızda birçok manipülasyon yapıldığını görebiliriz. Danıştay cinayeti sonrası çıkan haberleri de unutmamak gerekir.

Gazetecinin manipülasyon hakkı yok mu?

Var…Fikrini söyleme hakkı var. Basın dediğin zaten manipülasyon. Bir grup bunu örgütlü yapınca tehlikeli ve başka yere gidebilir. Başbakanın da bunu eleştirme hakkı olduğunu düşünüyorum. Basın manipülasyonu ya şirketlerinin çıkarı için, ya da tuttuğu partinin iktidarını sağlamak için yapıyordur. Burada basın etiğiyle ve özgürlüğüyle ilgili birçok şey konuşmak zorunda kalabiliriz. Gazetecinin etik duruşu ve gazete patronunun tavrı bu konularda önemli.

Yazarları, elinde iktidar gücü bulunduran

başbakanlar değil de STK’lar ve meslek örgütleri eleştirmesi gerekmiyor mu?

Doğrusu o! Başbakan girmemesi gereken topa girince tepki vermesi gereken diğer adamlar açıkta kaldı. Orada başbakan gazetecileri muhatap almamalıydı, ama “Haklı mıydı?” konusu tartışılabilir. Köşe yazarının sorumluluğunu genel yayın yönetmeni ve patron paylaşmalıdır. “Benim ilgim yok ne yazarsa yazsın” yok böyle bir şey. Sonuçta bu yazıları kontrol eden ve edite eden insanlar görevli.

Türkiye’deki medya kalitesini nasıl

buluyorsunuz?

Uluslar arası standartların altında. Gazeteciyi gazeteci yapan etik değerlerin biliniyor ve uygulanıyor olması lâzım. Yoksa artık herkes haber toplayıp, fotoğraf çekip internet sitesine koyabiliyor. Bunun için illa ayrıcalıklı bir basın kartının olmasına artık gerek yok. Ama seni gazeteci kılan başka bir şey olması gerekir; “Bu haber nasıl verilir?” Azınlık haberi, kadınlarla ilgili haber, facia haberi bunların sunuluş şekilleri önemli.

Taraf Gazetesi’nin gazetecilik yapmadığını, gelen evrakları cesaretleriyle yayınladıklarını söyleyenler var. Katılır mısınız?

Cesaret meselesine katılıyorum. Cesaretli olmak da bir şey. Haber her yerde, alıp yayınlamak başka bir şey. 80’lerin başında Nokta Dergisi’nde çok ses getiren işler yapıyorduk. Çünkü bazı konuları biz yazabiliyor, kapak yapabiliyorduk diğer medya yazamıyordu. Taraf’ın bazı şeyleri yazabiliyor olması haberin onlara gitmesini sağlıyor.

Medyada tarafsız olunabilir mi?

Eskiden çok önemliydi, ama şimdi çok önemli değil. Tek kanallı TRT döneminde televizyonun tarafsız olması gerekir, ama çok sesli bir medya tarafsız olunduğunda bütün gazetelerin aynı çıkması gerekir. Bu da ne olabilecek ne de olması iyi bir şey.

Fatih Altaylı’nın taraf olmamak için derneğe üye olmadığı söylendi…

Fatih’in bizi ne tarafta gördüğü önemli değil o tabiî olarak kendi gazetesine yön verir. Medya Derneği’ni kuranların bir tarafta olması gerekmiyor. Ancak biz demokrasi tarafında bir tarafız. Sonuçta derneği oluşturan insanlar arasında birçok farklı görüş var. Yönetim kurulumuzdaki insanlar profesyonel gazeteciler, yarın başka bir gazetede olabilirler. Yani onların fikrî ve siyasî görüşleri derneği bağlamıyor. Derneği bağlayan “kaliteli medya, kaliteli demokrasi” misyonu. Derneğimize katılmak isteyen insanların dünya görüşlerinin önemi yok, çünkü dernek tamamen gazetecilik üzerine kurulu.

Dünya ulusal demokrasisinden bireysel

demokrasiye doğru geçiyor. Medya da patronların değil gazetecilerin kendilerinin şekillendirdiği bir modele doğru geçecek mi?

Bu değişim büyük ekonomiden dolayı meydana geliyor. Bir kişi gelip Google bundan sonra böyle olsun diyemiyor. O kadar çok ortağı var ki hangi birinin söz hakkı olacak. Tam bu noktada gazetecilik prensipleri öne çıkıyor. Bu ilkelerle birlikte kâr etmenin yolları aranıyor. Eğer ilkeyle kâr aynı anda sağlanmıyorsa yanlış iş planı uygulanıyor demektir.

Siz gazetecilerin kendi gazetelerine yön

verebildiklerini düşünüyor musunuz?

Birçok gazetecinin patronun etkisi altında kalmadan yazı yazdığını düşünüyorum. Bu işinde bir ilkesinin olmasının gerektiğini düşünüyorum. Kendimden örnek vermem gerekirse birçok patronla çalıştım, ancak kimse bana “Şöyle değil, böyle çiz” demedi. Bu “Birinci sayfada köşem var, buna çakiim, şuna çakiim anlamına da gelmez. Ben kendi ilkelerimi koydum patronlar da karışmak ihtiyacı hissetmediler. Medyanın yönetiminde şirketi kârlı hale getirmeye çalışan “busines” insanları var. Gazetecilerin işi ise daha iyi ürün ortaya koymak. Sen gazetecileri kendi dünya görüşleriyle değil de ticarî kaygılarıyla bir araya gelmiş insanlar olarak görürsen olmaz!

Ama Türkiye’de yapılan ihalelerle yapılan haberler arasında bir ilişki olduğu gerçek değil mi?

Bir müddet sonra bu yapılmayacak, yapılmaması da gerekir. Bunun yanında “Şu şu insanlar basın işine girmesin” diye de düşünmüyorum. Basın patronu kim olursa olsun ilkeler olduktan sonra onlara uymak zorunda!

Bu kadar basını konuştuktan sonra sizin

“başkanlık” durumunuza gelmek istiyorum. Size başkanım denildiğinde karikatür gibi geliyor mu?

Herkes birbirine başkanım, müdürüm dediğinde ben de gülüyordum. Size bir fıkra anlatayım; Adamın teki satın almak üzere üç tane papağanın olduğu dükkâna gitmiş. Birinci papağanın fiyatını sormuş. Dükkân sahibi “bin lira, üç kelime konuşur” demiş. Adam ikinci papağanı sormuş. Dükkân sahibi “iki bin lira” demiş. Adam “O ne yapıyor? demiş. Dükkân sahibi “On kelime konuşuyor” demiş. Adam üçüncü papağının fiyatını sormuş. Dükkân sahibi “on bin lira” demiş. Adam fiyat farkını bu kadar yüksek görünce heyecanla özelliğini sormak istemiş; “Bu kaç kelime konuşuyor?” Dükkân sahibi “Bu konuşamıyor, ama öbür ikisi buna hocam diyor” demiş. (Gülüyoruz) Bana başkanım dediklerine göre vardır bir bildikleri. Bir karikatürist olarak ben de kırk yıldır medyanın içindeyim. Kırk yıldır keşke böyle olsaydı dediğim konulara bu dernek sayesinde ilgilenme imkânı bulacağız.

Bir ara grafik bölümünün başında olmuşsunuz, ancak hiyerarşinin parçası olmamak adına künyeye isminizi yazdırmamışsınız. Hiyerarşi size bu kadar mı sıkıcı geliyor?

Hiyerarşinin bir altı bir de üstü var. Eğer sen üste oynamıyorsan hiyerarşi de olmanın bir anlamı yok benim için. Şimdi benim hedefim iyi karikatürist olmak. Onun da künyede yeri yok…

Ama şu an dernekte hiyerarşinin başındasınız. Başkan kalabilme hırsı oluşur mu acaba?

Hayır, hayır! Tüzüğümüz gereği zaten başkanlığı bir yıl yapabiliyoruz.

Ama gene seçilme şansınız var değil mi?

Seçilme hakkı var, ama o kadar. Ondan fazlasını yapıyorsak zaten bir yerde yanlışlık var demektir. Başka insanların başkan olup başka fikirlerin gelmesi lâzım.

Sizin ortaya koyduğunuz bir projeyi bitirmeden başkanlıktan ayrılmak zor gelebilir mi?

Yönetim kurulu olarak iki haftada bir toplanıyoruz. Projelerimizi konuşup hangi aşamada olduklarını tesbit ediyoruz. Bazılarını başlatırken bazılarında da vazgeçtiğimiz oluyor. Yani projeye herkes ortak oluyor.

Karikatüristlerin, çizerlerin içine kapanık insanlar olduğunu söylüyorsunuz, ama başkansınız…

Ben son derece çekingendim hâlâ son derece çekingen olabiliyorum. Şimdi son derece medenileştim. Kitaplarımı imzalamak için gittiğimde yanıma çekingen, asosyal görünümlü bir çocuk yaklaşırken yanında öğretmen bitiyor “Çok iyi çizer, biliyor musunuz?” diyor. Ben de “tahmin etmiştim” diyorum. Çünkü utangaç, içine kapalı bir çocuğun eli mahkûm çizmeye. Bütün insanların çizebilme kabiliyeti vardır, ancak bazılarınınki kullanmadığı için körelir. Nasıl insan konuşmak zorunda olduğu için konuşursa, çizmek zorunda olanlarsa çizer.

Ama genetiksel bir etki de vardır muhtemelen…

Bazıları daha iyi ve erken yürür ve konuşur, bunun gibi… Bence kendini iyi ifade ettiğin andan itibaren o çizgi güzeldir. Yoksa güzele kim karar veriyor! Çizebilmek büyük bir ayrıcalık. Öyle bir lisan konuşuyorsunuz ki herkes anlıyor, ancak çok az kişi konuşabiliyor. Bazı insanlar derdini anlatmak da zorlanırken sen çıkıyor anlatıyorsun herkes anlıyor, ama kimse aynı dille cevap veremiyor.

Bir de karikatürün özgürlük alanı var ki orada

daha da serbestsiniz. Yazıyla aynı şeyi yazdığınızda mahkûm olabiliyorsunuz. Bu neden kaynaklanıyor?

Mizahtan kaynaklanıyor. Mizah olunca, “ciddî söylemiyorum, dalga geçiyorum, gerçek saptaması yapmıyorum” diyorsunuz. Mizah yazısıyla, karikatür cezaya mahkûm olmamalı. Onun için Serdar Turgut bir yazısıyla ilgili yargılanırken “Mizah yazısıydı” dedi.

Mizah ve karikatür ciddî konuları yumuşatır mı? Bazen ciddî konularla dalga geçilmesi gerektiği söylenir.

Sulandırma diye bir terim var. Ama dalga geçtiğin zaman olay ciddiyse ciddidir. Olayın önemsiz olduğunu göstermez. Sen de başka bir açıdan başka bir tarafı ortaya çıkarmış olursun.

Karikatür dokunulamaz tabulara dokunabilir mi?

Tabiî…12 Eylül anayasa oylaması sırasında ismini şimdi hatırlamadığım bir karikatürist oy pusulaları üzerinden komiklik yapıp muhalefet yasağı olmasına rağmen muhalefet etmişti.

Sizin en çok beğendiğiniz muhalif çizginiz hangisi?

Hepsi güzel geliyor bana. Bazılarını beğeniyorum sonra yenileri geliyor.

Muhalif çizgileriniz yanında okullara gidip

konferanslar veriyorsunuz. Çok güzel olsa gerek?

Her hafta bir okula gidiyorum. Üniversitelere gittiğimde kendimin mimaride doktora yaptığımı anlatıyorum. Ve çocuklara ne okurlarsa okunsunlar hep böyle bir seçeneği açık tutmalarını söylüyorum. Semih Balcıoğlu’na para kazanmak için mimarlık okuduğumu söylediğimde “Ben nasıl kazanıyorum” demişti. Hep o aklımda kalmıştır. Ama her ihtimale karşı doktorayı bitirdim. Bir de Amerika’da doktora yaparken bununla ilgili bir hikâyem var. Karikatür yapıp gazetelere yolluyorum, gazeteler yayınladıktan sonra bana çek gönderiyorlar. Bunun farkına varan doktora hocam “Doktoraya devam edecek misin, çünkü burada bir meslek edindin” dedi. Ben de kendisine “Türkiye’de karikatüristlik ciddiye alınan bir meslek değil, ayrıca bizim orda karikatüriste kız bile vermezler” dedim. Sonra Nur’la tanıştım, evlendik. Mimar olarak kızı aldık, karikatürist olarak hayata devam ettik. (Gülüyoruz)

TARİHTE YAŞANAN ACILARI

OKULLARDA OKUTURUZ

Soykırım tartışmalarına bakışınız nasıl?

Teknik olarak soykırım meselesini tartışmaya yeterli hukuk bilgim yok, ama acılar çekilmiş ve biz o acıları görmemişiz. Benim tek bildiğim hiçbir şey olmamış gibi davranamayacağımız. Otururuz, konuşuruz, okullarda tarihte yaşanan bu tür acılardan ders çıkarmak adına okuturuz. Bu sırf Ermenilerin yaşadığı acı değil, bir sürü insan bu tür acılar yaşamış. Onları sorgulamadan yeni olayları önleyemeyiz.

Hrant, soykırım meselesinde Türklerin de onurlu bir duruşu olduğunu ifade etmişti…

Türkler soykırım yaptı denildiğinde bu Türklerin gruruna dokunuyor. Türkler o kadar misafirperver, o kadar hoşgörülü bir imparatorluk kurmuşlar ki bu tür söylemler benim de ağırıma gidiyor. Nur Amerika’da alış veriş yaparken ismini yazdırmış. Mağaza sorumlusu kadın “İranlı mısın diye sormuş” o da “Hayır Türküm”demiş. Kadın da arkasını dönmüş. Nur da “Ermeni misiniz sizin aileden de acı çekenler oldu mu?” demiş. Kadın “Oldu deyince” Nur “Üzüldüm, I m sory” demiş. Bunun üzerine kadının tavrı değişmiş ve aralarındaki konuşma “Sen şu yemeği yapar mısın? Bu yemeği nasıl yaparsına?” dönmüş. Daha sonra ürün bakmak için uzaklaştığında kadın Nur’a “Esas iyi mallar alt katta” demiş. İki toplum arasındaki mesele aslında on dakikalık konuşmaya bakıyor.

17 yaşında bursla liseyi okumak için Kalifornia’ya gitmiştim. Okul gazetesinde Türkiyede çizdiğim “Bızdık” karakterinin aynısını yapmıştm. Bir Ermeni hoca geldi “Salih bızdık ne demek?” dedi. Ben de “Biz çocuklar için kullanırız” dedim. Ermeni hoca “Ermenice yaramaz çocuk demektir” dedi. Düşünsenize Türk bir öğrenci Ermenilerin yoğun olduğu bir ortamda Ermenice bir kahraman çiziyor. Zaten benim ilkokuldan beri en yakın arkadaşım bir Ermeni’ydi. Kardeşim gibiydi. Onun ve ailesinin Ermeniliği bana bir şey ifade etmiyordu. İyilik ve kötülük olarak bir farkımız yoktu.

H. HÜSEYİN KEMAL

03.05.2010

 
Sayfa Başı  Geri


Önceki Röportaj

  (02.05.2010) - Amerika’da İslâmiyetin geleceği çok parlak

  (26.04.2010) - Sistem riyakâr yetiştiriyor

  (25.04.2010) - ‘Bediüzzaman’la dünyayı dolaşacağız

  (22.04.2010) - Peygamberimiz tarih boyunca birleştirmiştir

  (20.04.2010) - Peygamber ahlâkıyla yetişen gençler anne-babalarını utandırmaz

  (19.04.2010) - Said Nursî’yi örnek alsak fikrî münakaşada zemin kazanırız

  (12.04.2010) - Kemalizm, baştan beri sopayla dayatıldı

  (07.04.2010) - TOPLUMUN BENİMSEDİĞİ İSİM

  (05.04.2010) - Said Nursî’nin eserleri çağdaş İslâm toplumunun kriterleridir

  (02.04.2010) - Pahalı enerjinin alternatifi güneş

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Yeni Asya Gazetesi - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat-Promosyon - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım