08 Mayıs 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Röportaj

HAKSIZ YERE 3 BİN KİŞİ HARCANDI

Deniz Harp Okulu son sınıfındayken ordudan atılan Dr. Hakan Yalman: "Bizim yaptığımız tamamen insanî bir davranıştı. Fakat sorgulamalar sonrasında önce 3 ay okuldan uzaklaştırıldık. Daha sonra bu Türkiye genelinde 3 bin kişiye ulaştı. Her bakımdan yetişmiş kişiler haksız yere ordudan atıldılar."

GAZETELER ‘İRTİCA’ KAMPANYASI BAŞLATTI

Bu süreçle Harp Okulu’nun son sınıfına geldik, bu arada okul Tuzla’ya taşındı. Biz 3. sınıftan itibaren Tuzla’da okumaya başladık. Geldiğimiz süreç içerisinde de, 1987’de zaman zaman bazı gazeteler bir yerden işaret almış gibi ortak manşetler atmaya başladılar. “Yine bunların düğmesine basıldı” diye ifade edilecek şekilde yayın yapmaya başladılar. O dönem ihtilâl olmuş, Kenan Evren cumhurbaşkanı. 1979’da okula girmiştik, 1980’de ihtilâl oldu ve bütün bu süreçte biz o bahsettiğim süreci yaşadık. Gazeteler de 1987’nin başlarında hemen hergün “Orduda irtica”, “Laiklik elden gidiyor”, “Laikliğin kalesi olan ordu elden gidiyor” şeklinde manşetler atmaya başladılar. Tam o günlerde Kenan Evren Adana’da bir konuşma yaptı. “Silâhlı Kuvvetler’de olan bitenin farkındayız ve bunun gereği yapılacaktır” şeklinde. Bu konuşma sanki bir işaret gibiydi. Ondan sonra Silâhlı Kuvvetler’de bütün birliklere Askerî İstihbarattan, Genelkurmaydan oluşturulmuş bir heyetti. “Yıkıcı ve bölücü faaliyetler” konulu konferanslar verilmeye başladı. Bizde de aynı şey yapıldı. Sabah saat 9’da başlanıyor, akşama kadar. İlk başta yarım saatliğine komünizm ile ilgili çalışmalardan bahsettikten sonra yıkıcı bölücü faaliyetler adı altında, irticai faaliyetler başlığı gündeme geliyor. Akşama kadar o irticai faaliyetler adı altında Nakşibendiler, Süleymancılar, Nurcular anlatılıyor. Kendilerine göre yaptıkları tasniflerle Nurcular başlığına gelindiğinde de epey uzun bir süre o konuya ayırıyorlar. Bunu yaptıktan sonra şöyle bir uygulamaya giriştiler: Bütün öğrencilere diyorlar ki “Bu faaliyetlerle uzaktan yakından ilgisi olan varsa bize bildirsin. Eğer bu şekilde bildirirlerse biz affedeceğiz. Ancak biz tesbit eder ve bu durumu ortaya çıkarırsak okuldan atacağız” Bunu Kuleli Askerî Lisesinde yapmışlar, Deniz Astsubay Okulunda yapmışlar, Deniz Lisesinde de yapıldığını öğrendik. Hatta dediler ki Deniz Lisesinde 15 gün izinleri iptal edildi, ekip orada sürekli öğrenciler üzerinde bu çalışmayı yapıyor. Ondan sonra da tabiî öğrenciler, kimisi diyor ‘annem başörtülü,’ kimisi diyor ‘dedem sakallı,’ başkası diyor ‘Babam namaz kılıyor’ vs. Korktukları, aileleriyle ilgili neler varsa hepsini teker teker söylüyorlar. Deniz Lisesinde de aynı durum olmuş, gelen dilekçelerden dişe dokunur şekilde olanların sahiplerini çağırıp onlarla ilgili bir sorgulama sürecine başlamışlar. Biz o zaman Tuzla’da Deniz Harp Okulundaydık. Deniz Lisesi ise Heybeliada’da. Bizimle ilgili birşey çıkacağı noktasında ciddî endişemiz var, ama 20 gün geçti ses seda çıkmadı. Bizim artık birşey çıkacağı endişemiz azalmışken bir gün nöbetçi öğrenci hiç alâkasız bir vakitte “Tabur komutanı seni çağırıyor” dedi. Gittim tabur komutanının yanına, çok sert bir ifadeyle “Benimle gel” dedi. O zaman anladım ki birşeyler olmuş. Gittik Alay Komutanı’nın yanına. Önce dedi ki ailenden filan kötü bir haber yok, merak etme. Sonra bir evrak gösterdi, 'gizli' ibareli. “Burada sizin şimdiye kadar irtibat kurduğunuz kimseler, içinde bulunduğunuz faaliyetler, hepsi yazılı. Atılmanızla ilgili bir emir geldi, ancak ben sizleri kurtarmaya çalışacağım. Sen liseden itibaren neler yaşadığını, kimlerle görüştüğünü bize anlatacaksın.” Dedim ki, “Neyi anlatmamı istediğinizi anlamadım.” Bu sefer biraz sertleşti “Benim canımı sıkma, asabımı bozma, ben sizin için uğraşıyorum” falan dedi. İsmi Gürkan Key. Alay komutanıyken kurmay albaylıktan emekli oldu sanıyorum. Sonra bize bir kâğıt verdiler ve geçmişinizi yazılı olarak anlatacaksınız dediler.

TEKNEYE DOLDURUP GÖTÜRDÜLER

Sonra diğer arkadaşları çağırdılar, bizi her tarafı kapalı bir tekneye doldurdular. Bir yere doğru gidiyoruz, ama nereye gittiğimizi bilmiyoruz. Sonra araç durdu. Bize dediler ki “Bizim söylediğimiz şekilde içeri gireceksiniz, karşıya bakacaksınız ve kimseye bakmadan çıkıp tekneye geri geleceksiniz.” Meğer bizi Deniz Lisesi’ndeki öğrencilerle yüzleştirmeye götürmüşler. Oradaki talebelerle yüzleştirdiler. Bu arada bizim hakkımızda ifade verenler olmuş, “Bizi derslere götürdü, orada Said Nursî’nin kitapları okunuyordu” falan tarzında. Bizi yüzleştirdikten sonra geri geldik. Bu sefer sorgulama süreci okulda devam etti. Yaklaşık 45 gün. Bu sefer Alay Komutanı değil, büyük bir heyet, bir U masa, okulun tabur komutanları, bölük komutanları hepsi etrafımızı çevirmiş, o bir soru soruyor, diğeri bir soru soruyor... Biz onlara cevap veriyoruz. Bu yetmedi, askerî istihbarattan elemanları çağırdılar. Oradan da birşey çıkmadı, MİT’ten elemanlar çağırdılar. Artık biz derslere filan girmiyoruz, sürekli sorgulanıyoruz. O arada okulun kütüphanesinden bir arkadaş bir “Basic” kitabı yazılmış, Deniz Harp Okulu o kitabı kütüphaneye almış. Kitapta Basic öğretilirken içine Risâle-i Nur’dan cümleler konulmuş, tabirler konulmuş. Ama bizim o kitapla hiç alâkamız yoktu. Meselâ print (Bismillah her hayrın başıdır). Write (Risâle-i Nur’dan bir paragraf) gibi. Biz okula Risâle sokamıyoruz, ama o kitap bu şekilde Risâle okumamıza bir vesile oldu. Arkadaşlar kütüphaneden kitabı alıyorlar ve Basic öğreniyorum diyerek kitapta yer alan Risâle tabirlerini okuyorlardı. Bu defa onu tesbit ettiler ve o kitabı kütüphaneye alan arkadaşı oda hapsine koydular. 15 gün sadece o kitapları kütüphaneden aldıkları suçlamasıyla hapiste kaldılar. “Siz hangi ‘hücre’nin içindesiniz, bir ihtilâl hazırlığınız var mı, silâhlı kuvvetlerde nasıl bir yapılanma içerisindesiniz?” diye sanki siyasî bir teşkilâtmışız gibi tabi sorulan sorular bize çok garip geliyordu. Çünkü bizim orduyu ele geçirme, insanları kontrol altına alma, böyle bir yaklaşımımız hiç olmadı. Hiç öyle bir telkinde de bulunmadık. Ama onlar hep o odaklı sorgulama yaptılar. Bir hücre faaliyeti, bir teşkilâtlanma, ileriye dönük bir plan var mı diye hep bunların üzerinde durdular. Tabiî zamanla da anlaşılıyor ki bu sorgulamanın içinde bulunanların bir kısmı, kendileri o tarz faaliyetlerin içinde olan insanlarmış.

MÜTEDEYYİN İNSANLARIN ATTIĞI ‘GÜL’LER BİZİ YARALADI

Halbuki bizimki tamamen insanî, insanların uhrevî hayatını düşünen, onlara o anlamda destek vermeye çalışan bir gayretin oraya yansımasıydı. O 45 günlük sorgu içerisinde de neticede dişe dokunur bir suçlama ortaya çıkmadı. En nihayetinde bizim hakkımızda Deniz Lisesi’nden ve Deniz Harp Okulu’ndan aleyhimizde ifade veren 3 kişinin ifadesine dayanarak okuldan 3 ay geçici uzaklaştırma kararı çıktı. (7 kişi bizim sınıftan, 2 kişisi alt sınıflardan.) Daha sonra bu Türkiye genelinde 3 bin kişiye ulaştı. Öylelikle bir sorgulama sürecinin sonuna gelmiş olduk. Okuldan atıldık. O dönemde de enteresandır gittiğimiz camilerde bile insanlar hep bize “Namaz kılmasaydın kardeşim, ibadetini sonra yapardın, orada amiral olurdun başkalarının namaz kılmasına vesile olurdun, daha iyi değil miydi, hiç mi kafanız çalışmadı?” diyorlardı. Bize sahiplenmesi gerektiğini düşündüğümüz insanlar, bize yaptıklarımızın yanlışlığından bahsettiler. Hatta ben o dönem artık memlekete gitmiştim, dayanacak bir hal kalmayınca bir anlamda kaçtım. İstanbul’a doğru geliyorum, Ankara’da bir mola verdik. Orada Ali Vapurlu Ağabeyle bir sohbetimiz oldu, dedi ki “Kardeşim herşey takdir-i İlâhî, İnşallah daha hayırlı kapılar açılır önünüze... Bu Cenâb-ı Hakk’ın takdiridir, hiç endişe etmeyin. Bir kapıyı kapatan Cenâb-ı Hak, başka bir kapıyı açar.” Bu duyduğum, bize destek olan tek konuşma oldu o vakte kadar. O kadar bir rahatlama hissettim ki “Demek ki biz de çok anormal değilmişiz” dedik. Çünkü aksi sözler, “Bizde anormallik mi var?” sorularını akla getiriyordu. Ondan sonra Beyazıt’ta Hilal Apartmanında biraz kaldık. 3 aylık sürenin sonunda hakkımızda Deniz Kuvvetlerinin onayıyla ve amirlerin kanaatine dayanarak namaz kılmayı alışkanlık haline getirmek, başkalarına dinî telkinde bulunmak ve Said Nursî’nin eserlerini okumayı alışkanlık haline getirdiğimiz gerekçesiyle işlem yapıldı ve kesin ordudan ihraç kararı verildi. O sürede mahkeme süreci oldu, tekrar okula alınmamız için uğraşanlar oldu. O sırada askerî hakimlikten emekli biri bu olayları anlatınca hüngür hüngür ağladı, “Ben bu olaya sahip çıkacağım” dedi. Daha sonradan da o Askerî İdare Mahkemesinin görevlileriyle konuştuk, orada da bu işe biraz sahip çıkan yapılar vardı, ama hepsi bize “Biz bile namazlarımızı kapıları kilitleyip kılıyoruz. Size ne oldu, siz kendinizi ne zannediyorsunuz, orada nasıl namaz kılarsınız?” şeklinde, hep bu tarz yaklaşımlara maruz kaldık. Önceleri bize sahip çıkacağını söyleyen şahıs da hadisenin Said Nursî bağlantısını öğrenince ürktü, sahip çıkmaktan vazgeçtiğini söyledi. O dönemde hukukî anlamda bize, Yeni Asya’nın da avukatlığını yapanlardan İbrahim Hilmi Ünlü ve diğer avukatlardan Safa Mürsel ve Halil Doğan sahip çıktılar.

Deniz Hap Okulundan ‘kesin ihraç’tan sonra mı dâvâ açtınız?

Tabiî. Bizim dört meselemiz vardı. Okuma hakkımız elimizden alındı. Memuriyet hakkımız elimizden alındı. Yani dışarıda da birşeyler yapabilmemizi engelleyecek uygulamalar ortaya konuldu ve artık öyle bir noktaya geldik ki birileri bizim artık yurtdışındaki donanmalarda çalışabilme imkânımızı araştırmaya başladılar. Zaten bir iki sivile müracaat ettiğimizde Harp Okulundan atılmış olduğumuzu öğrenen dindar da olsa “Kardeşim ben çok arzu ederdim, ama şartlar çok sıkıntılı, siz başka iş arasanız” diyorlardı. Yani şu an düşünüyorum, bizi anarşiye sürüklemek için elden gelen herşey yapılmış. Önümüz tamamen tıkanmış, cemiyette artık bize dindar insanlar dahi yabancı hale gelmiş.. Yani Risâle-i Nur’ların vermiş olduğu hakikatler olmasa insanın anarşiye bulaşmaması neredeyse imkânsız. Bir de biz okuldan atılır atılmaz askerlik noktasında “yoklama kaçağı” konumuna düşürüldük ve askerlik şubesinden aramaya başladılar. Tazminat ödememiz gerektiği gerekçesiyle Maliye Bakanlığından insanlar kapılarımıza dikilmeye başladılar. Böyle, atıldık, bütün emeklerimiz boşa gitti tablosunun yanında, bir taraftan maliye, bir taraftan asker kaçağısın, bir taraftan önün tamamen kapanmış yapacak hiçbir şeyin yok yani. Okuyamazsın, hiçbir hak tanınmayan bir noktaya geldik. Ondan sonraki süreçte de her bir arkadaşımız bir okula girdi. Her biri yine dininde diyanetinde, bu memleket için çalışmaya devam etti. Hatta benim oradaki ifademi daha sonra çarpıtıp aleyhimizde kullanmaya kalktılar. Okulumuzun komutanı Tuğamiral Ekmel Totrakan; sorgulama esnasında önüme dosyayı fırlattı ve “Yalan söylüyorsunuz” dedi. Biz de artık okuldan atılacağımızı hissettiğimiz için bu bağırmaların altında kalmadık, ezilmedik. Onun bağırmasına karşılık aynı şekilde karşılık verdik ve “Hayır yalan söylemiyoruz. Biz bu vatana hizmet için buradayız. Bizim için vatanın her yeri hizmet yeridir. Hizmet edeceksek, dışarıda da bu vatan için hizmet ederiz. Ama sizin bizi atıp, burada bıraktığınız insanların bir çoğu, bizim kadar bu millete, bu vatana hizmet edebilecek kişiler değildir. Biz burada kalmak için alçalmayız” dedik. Tabiî bu sefer o sert ifadelerin karşısında o yumuşadı ve “Evlâdım, oğlum, biz öyle yapar mıyız? Sizi kurtarmak istiyoruz” demeye başladı. Sonradan da bunu ifadede yazıp, “Ben burada kalmak istemiyorum, dışarda vatana hizmet etmek istiyorum dedi” demek suretiyle benim ifadelerimi de çarpıtmıştı. Ama neticede şartlar bizi doğruladı ve biz hakikaten nereye gittiysek, vatanı ve mukaddesatı muhafaza için insanlara yardım etmek için gayret gösterdik. Ama sonradan Silâhlı Kuvvetlerin içerisinde olan tablolar ortada. Ben hatta Yeni Asya’da bir yazı yazmıştım, Deniz Kuvvetleri eski Komutanı İlhami Erdil yolsuzluk ithamıyla yargılanırken. Biz oradayken yetimlerin hakkını gözetmek için en ufak bir haksızlığa fırsat vermemeye çalışıyorduk. Hatta ben orada anneme yazdığım bir mektuptan bahsetmiştim; “Bizim kuvvet komutanı olmamız için dualar ediyorsun belki, ama bence benim nazarımda bu yaptığımız iş, kuvvet komutanlığından daha faydalıdır” demiştim. Daha harp okulu talebesiyken bunu anneme bir mektupla yazmıştım ve daha sonra bunu Yeni Asya’daki bir yazımda anlattım. Şartlar da şunu gösterdi ki TSK’da hakikaten namuslu ve dürüst çalışma gayretinde olan bir ekip, bir camia heder edildi. Hiç yere, gereksiz endişelerle. Sanki bir grup oluşturulmuş ve TSK’yı ele geçirmek istiyor zannıyla. Ve bu insanların vatanını, milletini sevmekten ve orduya hizmet etmekten başka bir ‘suçu’ yoktu. Orayı bir Peygamber ocağı olarak görüyorlardı, başka bir hedef ve gayeleri yoktu. O dönemde her açıdan iyi yetişmiş, donanımlı bir grup; gerek subay olma anlamında ve gerekse ahlâkî açıdan belki de 10 bin kişi harcandı, tasfiye edildi. Ve bizim o amiralin karşısında söylediğimiz cümle hep geçerliliğini korudu. Biz bunu Silâhlı Kuvvetlerde olmasak da yaptık.

Din hususunda, dünyadaki silâhlı kuvvetlerdeki örnekler nasıldır?

Özellikle Amerikan silâhlı kuvvetlerinde rahip kadrosu vardır. Oraya gidenler de oradaki subayların ibadetlerini yapmada problem yaşamadığını söylüyor. Hatta İstanbul Tuzla’daki Deniz Harp Okulunun inşaatı yapılırken, proje safhasında bir cami yapılması da planlanmış. Biz o zaman Deniz Lisesindeydik ve “Yeni okulda (Deniz Harp Okulunda) cami olacak” diye güzel bir haber duymuş ve sevinmiştik. Bunu o işle ilgilenen bir lojistik subayı söylemişti. Yani projenin yürütülmesini üstlenen subay bildirmişti. Biz o okula taşınmaya yakın zamanda duyduk ki, cami inşaatından vazgeçilmiş. Oysa caminin yerini projede görmüştük. Sonradan neden vazgeçildiğine dair o lojistik subayı dedi ki “Bir toplantıda konu gündeme geldi. Subaylardan biri, ‘Heybeliada’daki Deniz Harp Okulunda önceden var olan cami, (eski fotoğraflarda bu açıkça görülür) M. Kemal’in “Bu cami, laik devletin harp okuluna yakışmıyor” emri sonrası yıkılmış. Şimdi biz yeni Deniz Harp Okulunda cami yaparsak, bu emre karşı gelmiş oluruz” denildi ve oradaki ekip de bunu kabul etti. Halbuki o okulun inşaatı “Anapolis” denilen Amerikan Deniz Harp Okulunun birebir kopyası olarak yapılmıştır. Amerika’daki okulda kilise var, Türkiye’de de onun yerine cami olacaktı projeye göre. Fakat sonradan bu gerekçeyle cami yapılmasından vazgeçilmiş.

SON

>>>>Önceki Röportajlar <<<<

08.05.2010

 
Sayfa Başı  Geri


Önceki Röportaj

  (07.05.2010) - ‘Sen namaz kılmak için kimden izin aldın?’

  (03.05.2010) - Demokrasi tarafında tarafız

  (02.05.2010) - Amerika’da İslâmiyetin geleceği çok parlak

  (26.04.2010) - Sistem riyakâr yetiştiriyor

  (25.04.2010) - ‘Bediüzzaman’la dünyayı dolaşacağız

  (22.04.2010) - Peygamberimiz tarih boyunca birleştirmiştir

  (20.04.2010) - Peygamber ahlâkıyla yetişen gençler anne-babalarını utandırmaz

  (19.04.2010) - Said Nursî’yi örnek alsak fikrî münakaşada zemin kazanırız

  (12.04.2010) - Kemalizm, baştan beri sopayla dayatıldı

  (07.04.2010) - TOPLUMUN BENİMSEDİĞİ İSİM

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Yeni Asya Gazetesi - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat-Promosyon - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım