26 Eylül 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Türkiye normalleştikçe...

TÜRKİYE’DE meydana gelen olayların çoğunun özel harp taktikleri ile yine içeriden yapıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

“İç düşman konsepti” ile yapılan çalışmalardır bunlar.

“Dış güçler” falan hikâye.

Hepsi yalan!

Meydana gelen olayların yüzde doksanı yerli malı, Özel Harp operasyonları.

Özel Harp operasyonlarında amaç bir konuda halkın mukavemetini artırmak ya da azaltmaktır.

Ya da bir konuda halkı kışkırtıp çıkarılması gereken bazı yasaları çıkarttırmak için zemin hazırlamak veya mevcut bir durumu ilga etmek.

En önemlisi de askeri darbelere zemin hazırlamak...

Darbe fikrini olgunlaştırmak...

Bu konuda halkın desteğini alabilmek için bazı eylemler icra etmek...

Türkiye’de meydana gelen siyasi cinayetlerin, ölümlerle sonuçlanan toplumsal olayların, halkların birbirine düşürülmesine yönelik çabaların hemen hepsi Özel Harp operasyonudur.

Özellikle 12 Eylül öncesi yaşadıklarımız.

Özellikle 28 Şubat sürecinde yaşadıklarımız.

Hepsi Özel Harp operasyonudur.

Kahramanmaraş olayları...

Çorum olayları...

Sivas olayları...

Bunlar ilk akla gelen Özel Harp operasyonları...

Kim bilir kimleri öldürdüler, kim bilir kimler hangi beş para etmez duruma kurban edildi.

Eski Özel Harpçi emekli General Sabri Yirmibeşoğlu ağzından kaçırdı işte.

Dedi ki, Kıbrıs’ta halkın mukavemetini artırmak için cami yaktık.

Kayıtlara geçsin diye yeniden yazıyorum.

Yakmışlar! Rumlar yaktılar demişler ki, halk galeyana gelsin, motivasyonu artsın.

Balyoz Darbe Planı’nda da İstanbul’da Fatih Camii’ni bombalamak vardı.

Demek ki Türkiye’de Özel Harp Dairesi din unsurunu fena şekilde kullanagelmiş hep.

Müslümanlar’ı sokağa dökmek kolay ya...

Müslümanlar’ı aldatmak kolay ya...

İyi de 28 Şubat’ta her türlü provokasyonu yaptılar Müslümanlar’ı sokağa çekemediler.

Hatta birisi “Ulan adamların anasına sövüyoruz yine de sokağa gelmiyorlar” diyebildi.

Sonra da birisi çıktı “Bu Müslümanlar o Müslümanlar’a benzemiyor” diye bir kitap yazdı.

Provokasyona gelmeyen Müslümanlar’dan bahsediyor.

“Ya bunlar oyuna gelmiyorlar” diyecek utanmasa...

(...)

Türkiye normalleştikçe, Türkiye’de işlenen cinayetlerin failleri de birer birer ortaya çıkarılacaktır.

Sadece 12 Eylül değil 28 Şubat cinayetlerinin hesabı da sorulacaktır. Ki 28 Şubat’ta az cinayet işlenmemiştir.

Normalleşmeye devam...

Nuh Gönültaş Bugün, 25.9.2010

26.09.2010


KİLİSEYİ KORUMAKTAN CAMİ YAKMAYA?

DANİMARKA’DAKİ bir lisenin bütün öğretmenleri birkaç gündür İstanbul’da. Son dönemde Peygamber’imize hakaret eden karikatürlerle gündeme gelen bu ülkenin öğretmenleri, ‘evrensel duyarlılık’ programı çerçevesinde buradalar.

Amaç, farklı bir kültürü yerinde incelemek, Türk toplumunu ve değerlerini tanımak. Bu amaçla İstanbul’daki okulları ziyaret ediyor; öğretmenlerle, gazetecilerle, din adamlarıyla konuşuyorlar.

Cuma sabahı bu öğretmenlerle 1 buçuk saat beraberdik. Onlara, siyasetten ekonomiye değişen Türkiye’yi tarihî bir perspektifle anlatmaya çalıştım. Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye uyguladığı çifte standarttan, Avrupa ülkelerinde giderek dozu artan Müslüman karşıtlığından söz ettim. Küreselleşen dünyada şablonların ve sterotiplerin dışına çıkmanın zorunluluk haline geldiğini, ama Avrupa’nın bu konuda iyi sınav vermediğini konuştuk.

Bu yeni döneme girerken, Türkiye birçok Avrupa ülkesinden daha avantajlıydı. Belki 200 yıldan fazla bir zamandır Batı kültürüyle haşir neşirdik. Gazali veya Ebussuud Efendi’den çok Eflatun veya Kant’ı biliyorduk. Daha önemlisi, birçok din ve kültürün asırlardır bir arada yaşadığı İstanbul, Mardin ve Antakya gibi şehirlerimiz vardı. İsviçre’deki minare referandumu, birçok kentte süren ezan tartışması, Avrupa’nın limitlerini gösteriyordu. Sıra sorulara geldi: “Bir arada yaşama kültürü açısından sahip olduğunuz artıları anlattınız. Peki sizin Avrupa’ya, Hıristiyanlığa dair şablonlarınız, sterotipleriniz nedir?”

Keşke “bu hastalıklardan uzağız” diyebilseydim. İstanbul, cami, kilise ve sinagoglarıyla bir arada yaşama kültürünün sembolüydü. Ama bugün üzerinde yaşayan bizler ve daha önemlisi milletin çoğunluğuyla da kavgalı olan siyasi ideoloji için aynı şeyi söylemek mümkün müydü? Eski MGK Genel Sekreteri Sabri Yirmibeşoğlu’nun “Kıbrıs’ta cami yaktık” acı itirafı hemen birçok gazetemizin manşetine yerleşmişken, yine aynı zata atfedilen 6-7 Eylül olaylarının Özel Harp operasyonu olduğu açıklaması hafızalardayken, Hrant Dink’in ve başka gayrimüslim isimler katledilip adına ‘operasyon’ denirken veya son 80-90 yılda İstanbul’daki Rum sayısı yüz binden üç-beş bine gerilerken çok kültürlülükten, engin hoşgörümüzden söz etmek mezarla iftihar etmek olmayacak mıydı?

Bu dışlayıcı, ötekileştirici kültür de Avrupa’dan, Batı’dan gelmişti. Bunu not etmeyi unutmadım. Ama biz de büyük çoğunluğumuz itibarıyla bu dar bakışın etkisi altına girmiştik. O kadar ki, yıkıntılar, hoşgörüsüzlük örnekleri ve yer yer kimi paşalarımızın yaptığı itiraflar arasından dünkü bizi tanımak için çok büyük gayret etmemiz gerekiyordu. Özel Harp Dairesi’nin eski başkanlarından emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun Habertürk’e söyledikleri, dünden ne kadar koptuğumuzun yeni bir vesikasıydı. Yirmibeşoğlu şöyle diyordu: “Halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır. Mesela bir cami yakılır. Kıbrıs’ta biz bunu yaptık. Bir cami yaktık.”

Bize ne olmuştu da tarihimize ters bu anlayış içimize sızmıştı? Asla mazur gösterilemez ama diyelim ki Kıbrıs’taki cami, düşmana karşı verilen bir psikolojik savaş mantığı içinde yakıldı. Ama aynı zihniyet, kısa süre önce Balyoz darbe planında, Fatih ve Beyazıd camilerini bombalamayı planlamamış mıydı? Halbuki ecdadımız camiler bir yana, kiliseye, sinagoga en küçük saygısızlığa karşıydı. Daha önce paylaştığımız bir belgeyi hatırlamakta fayda var:

Başbakanlık Devlet Arşivleri’nin yayınladığı ‘Osmanlı Yönetiminde Makedonya’ adlı kitaptaki bu belgeye göre, Üsküplü bir Yahudi olan Yako, 1 Ağustos 1870’te, Tahtakale Çarşısı’ndaki dükkânda içki satmak için mutasarrıflığa dilekçe yazıyor. Dilekçe, hemen ertesi gün, ‘tarafsızca’ incelenmesi için belediye meclisine sevk ediliyor. Meclis, 6 gün içinde cevap veriyor: ‘Önerilen mekânda sakınca yok. Ancak dükkân, kilisenin kapısına baktığından, bir de Liva İdare Meclisi’nin görüşünü almayı uygun buluyoruz.’ Liva Meclisi ise 10 Ağustos’ta olumsuz kararını şu gerekçeyle açıklıyor: Dükkânın kilise kapısının karşısında yer alması ve insanların sürekli geçtiği bu mekânda içki satma ve kullanmanın sakıncalarından emin olunamayacağı için...

Abdülhamit Bilici / Zaman, 25.9.2010

26.09.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.