20 Kasım 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Görüş

DOST

Lûgat nasıl tanımlama getirirse getirsin, dost, adı üstünde “dost” bir kelime. Dört harfli... Dört taraftan saran bir sıcaklık var bu kelimede. Öncelikle karşıdan bütün cana yakınlığı ve samimiyetiyle karşılar. İnsanın geleceğidir bu cephesiyle. Ümit verir, neş’e verir ve nihayet hayat verir, dost.

Gözün arkada kalmaz, arkanda dostun olduğu zaman. Zira dost, herşeyi ile arka cephende her an destekler. Neyi var neyi yoku ile.

Hangi işi yapacak olsan yardımcıdır. Adeta sağ elindir, sağında. Sağ ele destek olarak sol yanında duran sol eli ile hatalarına karşı hatırlatıcı, düzeltici, affedicidir, dost.

İşte dost sadece bu dört özelliği ile değil, açığa vurmak istemediği diğer hususiyetleriyle de vardır dost, gizli saklı.

Zira samimiyet onun temel özelliği olduğu için menfaat bozar onu. Yaptığını karşılıksız olarak yapması onu zaten dost makamına çıkarır.

İnsanlık tarihinde “Halîlullah” ünvanıyla tanınan Hz. İbrahim’i (as) o yüce makama çıkaran her halde bu “dostluk” sırrı olmalıydı. Zira lûgat, “Allah’ın dostu” olarak tarif eder.

Mancınıkla ateşe atılır. Gökyüzünden ateşin ortasına düşerken Allah’ın “Yetiş ya Cebrail! Halîlime yetiş!” emri üzerine İbrahim (as) “Hasbünallâhi ve ni’mel-vekil” –Allah güzel bir vekildir- cevabı ile “Halîlullah” basamağının zirvesindedir. Diğer melekler gelir. Onlara da aynı cevabı verir. “Allah bana yeterlidir. Ben işimi O’na havale ettim..”

Allah, böyle samimî dostunu ateşin ortasına değil, güller bahçesine indirir. Zira O Allah’tır.

Mi'raca çıkmıştır Efendiler Efendisi (asm). Döndüğünde; yatağı soğumamış bile. Aldığı abdest suyunun dalgaları leğende durulmamış. Kudüs’de bütün peygamberlere namaz kıldırmış. Semanın tabakalarını geçerken büyük peygamberlerle görüşmüş. Ve nihayet “Cemâlullah”la müşerref olduktan sonra insanlara “namaz” gibi en büyük bir hediyeyi getirmiş. İşte bütün bunları Mekke müşrikleri günlerce yalanladılar. Ama o günlerde onun dostu Mekke’de değildi. Ticaret için dışarıda idi. Nihayet gelince müşrikler heyecanla etrafını sardılar; “Senin arkadaşın bir gecede Mescid-i Aksa’ya, oradan semanın yedi tabakasına gittiğinden ve Allah ile görüştüğünden bahsediyor...” dediler. O büyük dost ise: “Tüm bunları o mu söylüyor?” dedi. Müşrikler hep bir ağızdan: “Evet” dediler. İşte o büyük dostu “Sıddık” yapan ifade: “Evet, söylediklerinizin hepsini o söylemişse, siz şahit olun ki o, doğruyu söylemiştir. Ben onun Resulullah olduğuna iman ediyorum.” İşte o büyük dost: Hz. Ebûbekir “Sıddık” idi (ra). En sıkıntılı zamanında en sevinçli zamanında hep o dost Resulullah’ın (asm) yanında.

Dostluklar zannedilmesin ki dünyevî, sadece dünya hayatında kalıcı. Allah için yapılan samimî dostluklar ahirette de devam edecek. Zira “Kişi dostuyla cennette beraber olacak” müjdesi bize bu gerçeği ifade eder.

Aile hayatına dostluğun yer etmesi saadetin ziyadeleşmesine sebep olur. Menfaate dayanmayan aile hayatı içerisine bir de dostluğun çimentosunu karıştırdığınız zaman o aile yapısı hakikaten çok sağlam olur. Ama bütün bunların temelinde samimiyetin olduğunu kesinlikle unutmamak gerekir. Eskiler buna “İhlâs” der.

Ticaretin bozmadığı, menfaatın etkilemediği, siyasetin, taraftarlığın, taassubun vs. yıkamadığı dostluk pırlanta kadar saf, pırlanta kadar değerli, pırlanta kadar dayanıklı ve uzun ömürlüdür.

MEHMET ÇETİN

20.11.2010


Hiç düşünmeden

Her gün güneş doğar bu gezegene, bazen daha farklı, bazen her günkü gibi. Kimi zaman bulutların arasından sıyrılır gelir, kimi zaman yağmurdan sonra rengârenk haliyle, kimi zaman olduğu gibi, kendi gibi, güneş gibi.

Bir ışık hüzmesindedir çoğu zaman güzelliği. Örtmeye çalışsalar da bulutlar, bir ışığı yeter, bir parlayışı, ışıldayışı, parıldayışı...

Kimi zaman bulut olmak ister insan. Gitmek, uzaklara, çok uzaklara, yükselmek, kimsenin ulaşamayacağı, erişemeyeceği kadar yükseklere çıkmak ister. Sıyrılmak herşeyden, herkesten ve kendinden kaçmak.

İmkânsızdır oysa kendinden gitmek. Nereye gidersen git kendini, yüreğini ve biriktirdiklerini götürürsün. Dağları, tepeleri aşarken, taşlara basarken sadece heybendekini taşırsın farkında olmadan. Ardında bıraktığını sanırken herşey orada duruyordur. Tâ ki sen görene dek...

Sonra çok yükseklerden geçersin, hayal edemeyeceğin kadar yükseklerden. Arkana baktığında yürüdüğün adımlardan, ayak izlerinden başka birşey kalmamıştır. Sen izlerini bile yok etmek isterken bu bile yürümene, gitmene, uçmana ağır gelir artık.

Bir bulut nazeniyle dolanırken dağ tepe, gittiğin yolları geri gelme endişesi düşer süveydana. Herşeyi geri bırakarak düşmüştün oysa. Kendini bile feda etmişken, ruhunu bir ağacın dalına asmışken bu geri dönüş de nereden çıkmıştı? Başka hazineler aramaktı umudun, başka keşifler keşfetmekti. Önüne bakmadan hep uzaklara dalarak, hep uzaklarda arayarak çıkılan bir yolculuktu bu. Ya şimdi?

Zaman geri dönüş zamanıydı. Bütün saatler buna kilitlenmişti artık. Kum saatinden akıp giden kumlardan kalan sadece bir kaç toz zerresiydi. Aklında asılı duran o sorulara verilecek cevap hazırdı artık...

Dönmek, gitmek kadar kolay olmasa gerekti. Ama güzeldi dönmek, güzeldi geri gelmek, geri gelebilmek. Bir dağ yamacından geçerken bir çiçek bekliyordu artık, bir filiz, bir umut. Zorluklarla dönülen bu dönüş yolunda sarılar, yeşiller, maviler bekliyordu artık.

Yollar vardır, uzayıp giden uzaklara. Yollar vardır götürmek isteyen başka diyarlara. Yollar vardır birbirine, başka yollara bağlayan. Yollar vardır hayal edilen, gidilesi, dönülesi yollar. Bütün bunların ötesinde ve ötekisinde öyle bir yol vardır ki, yıkılması o kadar kolay iken kurulması zorluğun ta kendisidir. Bütün yollar gidilebilir, bütün yollara çıkılabilir ve bütün yollardan dönülebilir ve bütün yollara köprü kurulabilir, ama en önemli yolumuz kalp yolumuz değil midir? Kuracağımız köprüler kalpten kalbe kuracağımız köprüler değil midir? Kurulması bu kadar zor iken yıkılmasına gösterdiğimiz bu kolaylık niye? Bu tanıdığımız tolerans niye? Bir daha, bir daha ve binlerce defa düşünmemiz gereken yollarda kaybolmayalım.

Nereye gidersek gidelim yine götüreceğimiz kendi yüreğimiz değil midir? Başka diyarlarda arıyoruz hep, başka diyarlarda bekliyoruz, başka istasyonlardan trenleri bekliyoruz, önümüzde duran gülleri ezdiğimizi hiç fark etmeden...

Nereye gidersek gidelim dönüşümüz hep kendimize değil midir?

SÜVEYDA GÜNER

[email protected]

20.11.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.