kadar acıklı bir feragate katlanmaya razı olan mücahitle-
        
        
          ri, erhamürrâhimîn olan Allah-ı zülkerîm teâlâ ve te-
        
        
          kaddes Hazretleri bırakır mı? o fedaî kulunu lütuf ve ke-
        
        
          reminden, inayet ve merhametinden mahrum etmek şa-
        
        
          nına –hâşâ– yakışır mı?
        
        
          İşte, Bediüzzaman, bu müstesna tecellinin en parlak
        
        
          misalidir. Bütün ömrü boyunca mücerred yaşadı. dünya-
        
        
          nın bütün meşru lezzetlerinden tamamen mahrum kaldı.
        
        
          Bir yuva kurmak ve orada mes’ut bir aile hayatı geçir-
        
        
          mek sevdasına düşmeye vakit ve fırsat bulamadı. Fakat,
        
        
          Cenab-ı Hak kendisine öyle şeyler ihsan etti ki, fânî ka-
        
        
          lemlerle tarif olunamayacak kadar muazzam ve muhte-
        
        
          şemdir.
        
        
          Bugün dünyada hangi bir aile reisi, manen Bediüzza-
        
        
          man Hazretleri kadar mes’uttur? Hangi bir baba, mil-
        
        
          yonlarla evlâda sahip olmuştur? Hem de nasıl evlâtlar!..
        
        
          Ve hangi bir üstat bu kadar talebe yetiştirebilmiştir?
        
        
          Bu kudsî ve ruhî rabıta, biiznillahi teâlâ, dünyalar dur-
        
        
          dukça duracak ve nurdan bir sel hâlinde ebediyetlere ka-
        
        
          dar akıp gidecektir. Çünkü bu İlâhî dava, kur’ân-ı ke-
        
        
          rîm’in nur deryasında tebellür eden bir varlık olduğu gibi,
        
        
          kur’ân’dan doğmuş ve kur’ân’la beraber yaşayacaktır.
        
        
          
            Ş
          
        
        
          
            EFKAT
          
        
        
          
            VE
          
        
        
          
            M
          
        
        
          
            ERHAMETİ
          
        
        
          Büyük üstad, hak ve hakikati tâ çocukluğunda bul-
        
        
          muştu. kalbinin feryadını ve ruhunun münacatını dinle-
        
        
          mek için mağaralara kapandığı günlerde bile ibadet ve
        
        
          
            AsA-yı MûsA | 429 |
          
        
        
          
            t
          
        
        
          
            aRiHçe
          
        
        
          
            -
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            H
          
        
        
          
            aYat
          
        
        
          
            ö
          
        
        
          
            n
          
        
        
          
            s
          
        
        
          
            özü
          
        
        
          lunma.
        
        
          
            mahrum:
          
        
        
          istediğini, dilediğini elde
        
        
          edemeyen, bir şeye sahip olama-
        
        
          yan, yoksun.
        
        
          
            manen:
          
        
        
          mana bakımından, mana-
        
        
          ca.
        
        
          
            merhamet:
          
        
        
          acımak, şefkat göster-
        
        
          mek, korumak, esirgemek.
        
        
          
            mes’ut:
          
        
        
          saadetli, bahtlı, bahtiyar,
        
        
          kutlu.
        
        
          
            meşru:
          
        
        
          şeriata uygun, şer’an caiz.
        
        
          
            misal:
          
        
        
          benzer, örnek.
        
        
          
            muazzam:
          
        
        
          çok büyük, ulu, yüce.
        
        
          
            muhteşem:
          
        
        
          haşmetli, yüce.
        
        
          
            mücahit:
          
        
        
          mücahede eden, nefsine
        
        
          karşı savaşan.
        
        
          
            mücerret:
          
        
        
          tecrit edilmiş, yalnız,
        
        
          tek.
        
        
          
            münacat:
          
        
        
          Allah’a dua etme, yal-
        
        
          varma, Onun manevî huzurunda
        
        
          tazarru ve niyazda bulunma.
        
        
          
            müstesna:
          
        
        
          istisna olan, başkasına
        
        
          benzemeyen, benzeri olmayan,
        
        
          seçkin, mümtaz, fevkalâde.
        
        
          
            nur:
          
        
        
          aydınlık, parıltı, ışık.
        
        
          
            rabıta:
          
        
        
          bağlılık.
        
        
          
            razı:
          
        
        
          rıza gösteren, kabul eden,
        
        
          hoşnut olan.
        
        
          
            reis:
          
        
        
          başkan.
        
        
          
            ruh:
          
        
        
          dirilik kaynağı, hayatın temeli
        
        
          ve sebebi olan manevî varlık.
        
        
          
            ruhî:
          
        
        
          ruha ait, ruhla ilgili.
        
        
          
            sevda:
          
        
        
          bir şeye karşı duyulan şid-
        
        
          detli arzu, aşırı iştiyak.
        
        
          
            şan:
          
        
        
          yüksek makam, rütbe.
        
        
          
            Şefkat:
          
        
        
          acıyarak ve esirgeyerek
        
        
          sevme, içten ve karşılıksız merha-
        
        
          met.
        
        
          
            talebe:
          
        
        
          öğrenci.
        
        
          
            tarif:
          
        
        
          bir şeyi bütün vasıflarını içine
        
        
          alacak şekilde anlatma.
        
        
          
            teâlâ:
          
        
        
          en yüksek, en yüce olan.
        
        
          
            tebellür:
          
        
        
          açığa, meydana çıkma,
        
        
          belirme.
        
        
          
            tecelli:
          
        
        
          belirme, bilinme, görünme.
        
        
          
            tekaddes:
          
        
        
          yücelmiş, kutsanmış
        
        
          olan.
        
        
          
            üstat:
          
        
        
          bir ilim ve sanatta üstün
        
        
          olan kimse, öğretmen.
        
        
          
            vakit:
          
        
        
          zaman.
        
        
          
            Allah-ı Zülkerîm:
          
        
        
          sonsuz ik-
        
        
          ram sahibi olan Allah.
        
        
          
            biiznillahi teâlâ:
          
        
        
          her şeyden
        
        
          yüce ve yüksek olan Allah’ın
        
        
          izniyle.
        
        
          
            Cenab-ı Hak:
          
        
        
          Allah.
        
        
          
            dava:
          
        
        
          takip edilen fikir, iddia.
        
        
          
            derya:
          
        
        
          deniz, bahr.
        
        
          
            ebediyet:
          
        
        
          sonsuzluk.
        
        
          
            Erhamürrâhimîn:
          
        
        
          .
        
        
          
            evlât:
          
        
        
          veletler, çocuklar.
        
        
          
            fânî:
          
        
        
          ölümlü, geçici.
        
        
          
            fedaî:
          
        
        
          canını esirgemeyen,
        
        
          mühim bir maksat uğruna ca-
        
        
          nını vermeye hazır bulunan.
        
        
          
            feragat:
          
        
        
          hakkından isteyerek
        
        
          vazgeçme.
        
        
          
            feryat:
          
        
        
          haykırma, çığlık.
        
        
          
            fırsat:
          
        
        
          bir iş için en uygun za-
        
        
          man ve hâl.
        
        
          
            hak:
          
        
        
          bir kimseye ait olan şey,
        
        
          alacak; iş, emek, zahmet karşı-
        
        
          lığı, pay.
        
        
          
            hakikat:
          
        
        
          gerçek, esas.
        
        
          
            hâşâ:
          
        
        
          asla, kat’iyen, hiç bir va-
        
        
          kit.
        
        
          
            ibadet:
          
        
        
          Allah’a karşı kulluk va-
        
        
          zifesini yapma.
        
        
          
            ihsan:
          
        
        
          bağışlama, ikram etme,
        
        
          lütuf.
        
        
          
            İlâhî:
          
        
        
          Allah’la ilgili, Cenab-ı
        
        
          Hakka dair.
        
        
          
            inayet:
          
        
        
          yardım, ihsan, lütuf.
        
        
          
            kerem:
          
        
        
          lütuf, ihsan, bağış.
        
        
          
            kudsî:
          
        
        
          mukaddes, yüce.
        
        
          
            kul:
          
        
        
          Allah’ın yarattığı mahlûk,
        
        
          Allah’a nazaran insan; insan,
        
        
          abd.
        
        
          
            Kur’ân-ı Kerîm:
          
        
        
          Kur’ân; Hz.
        
        
          Muhammed’e vahiyle indirilen
        
        
          en son İlâhî kitap.
        
        
          
            lütuf:
          
        
        
          ikram ve yardımda bu-