İşte, Bediüzzaman, kudretli bir ıslahatçı ve harikalar
        
        
          harikası bir pedagog (mürebbî) olduğunu, yetiştirdiği ter
        
        
          temiz nesille fiilen ispat etmiş ve iktisat tarihine nurdan
        
        
          pırıltılarla yazılan bir atlas sahife daha ilâve eden bir na-
        
        
          dire-i fıtrattır.
        
        
          
            T
          
        
        
          
            EVAZU
          
        
        
          
            VE
          
        
        
          
            M
          
        
        
          
            AHVİyETKÂRLığı
          
        
        
          nur risalelerinin bu kadar harikulâde bir şekilde ciha-
        
        
          na yayılmasında, bu iki hasletin çok faydası olmuş ve
        
        
          pek derin tesirleri görülmüştür.
        
        
          Çünkü, üstad, sohbet ve teliflerinde kendine bir “kut-
        
        
          bülarifîn” ve bir “gavsülvasılîn” süsü vermediği için, gö-
        
        
          nüller ona pek çabuk ısınmış, onu ter temiz bir samimi-
        
        
          yetle sevmiş ve derhal ulvî gayesini benimsemiştir.
        
        
          Meselâ, ahlâk ve fazilete, hikmet ve ibrete ait olan bir-
        
        
          çok sohbet ve telkinlerini, doğrudan doğruya nefsine
        
        
          tevcih eder. keskin ve ateşîn hitabelerinin ilk ve yegâne
        
        
          muhatabı öz nefsidir. oradan, merkezden muhîte yayı-
        
        
          lırcasına, bütün nur ve sürura, saadet ve huzura müştak
        
        
          olan gönüllere yayılır.
        
        
          üstad, hususî hayatında gayet hâlim selim ve son dere-
        
        
          ce mütevazidir. Bir ferdi değil, hiçbir zerreyi incitmemek
        
        
          için azamî fedakârlıklar gösterir. sayısız zahmet ve me-
        
        
          şakkatlere, ıztırap ve mahrumiyetlere katlanır –fakat
        
        
          imanına, kur’ân’ına dokunulmamak şartıyla… Artık o
        
        
          zaman bakmışsınız ki, o sakin deniz, dalgaları semalara
        
        
          yükselen bir tufan, sahillere heybet ve dehşet saçan
        
        
          
            ahlâk:
          
        
        
          huylar, tabiatlar.
        
        
          
            atlas:
          
        
        
          ipekten yapılmış kumaş.
        
        
          
            azamî:
          
        
        
          en fazla, en çok, nihayet
        
        
          derecede.
        
        
          
            cihan:
          
        
        
          dünya, kâinat, âlem.
        
        
          
            dehşet:
          
        
        
          büyük korku hâli, kork-
        
        
          ma, ürkme.
        
        
          
            derece:
          
        
        
          değer, miktar.
        
        
          
            fazilet:
          
        
        
          değer, meziyet, iman ve ir-
        
        
          fan itibariyle olan yüksek derece.
        
        
          
            fedakâr:
          
        
        
          kendini veya şahsî men-
        
        
          faatlerini hiçe sayan, feda eden.
        
        
          
            ferdî:
          
        
        
          fertle ilgisi olan.
        
        
          
            fiilen:
          
        
        
          fiille, davranış ve hareketle.
        
        
          
            gavsülvasılîn:
          
        
        
          evliyaların, hakka
        
        
          ermişlerin başı.
        
        
          
            gaye:
          
        
        
          maksat, hedef.
        
        
          
            gayet:
          
        
        
          son derece.
        
        
          
            harika:
          
        
        
          olağanüstü.
        
        
          
            harikulâde:
          
        
        
          fevkalâde, eşi ve ben-
        
        
          zeri olmayan, görülmedik derece-
        
        
          de, olağanüstü.
        
        
          
            haslet:
          
        
        
          insanın yaratılıştan gelen
        
        
          huy ve karakter.
        
        
          
            heybet:
          
        
        
          korkuyla birlikte hürmet,
        
        
          saygı ve hayranlık uyandıran ulu-
        
        
          luk, yücelik, haşmet.
        
        
          
            hikmet:
          
        
        
          İlahî gaye, yüksek bilgi.
        
        
          
            hitabe:
          
        
        
          düzgün söz söyleme, nu-
        
        
          tuk atma, bir topluluğa karşı coş-
        
        
          turucu sözler söyleme, nutuk.
        
        
          
            hususî:
          
        
        
          özel.
        
        
          
            ibret:
          
        
        
          bir olaydan, kötü bir durum-
        
        
          dan ders alma, ders çıkarma.
        
        
          
            iktisat:
          
        
        
          tutum, tasarruf, uygun ha-
        
        
          reket, orta yolda olma.
        
        
          
            iman:
          
        
        
          inanma, itikat.
        
        
          
            ıslahat:
          
        
        
          düzeltmeler, iyileştirme-
        
        
          ler, yoluna koymalar, daha iyi hâle
        
        
          getirmek için yapılan işler.
        
        
          
            ispat:
          
        
        
          sağlamlaştırma, sağlam ve
        
        
          dayanıklı hâle getirme.
        
        
          
            ıztırap:
          
        
        
          üzüntü veren bir durumun
        
        
          meydana getirdiği kuvvetli acı.
        
        
          
            kudret:
          
        
        
          güç, kuvvet, iktidar.
        
        
          
            Kur’ân:
          
        
        
          Allah tarafından vahiy yo-
        
        
          luyla Hz. Muhammed’e indirilmiş,
        
        
          semavî kitapların sonuncusu.
        
        
          
            kutbülârifîn:
          
        
        
          bilge şahsiyetlerin
        
        
          en üstünü.
        
        
          
            mahrumiyet:
          
        
        
          dilediğini, istediğini
        
        
          elde edememe.
        
        
          
            mahviyetkâr:
          
        
        
          tevazulu, alçak gö-
        
        
          nüllü, pek mütevazi, kendini hesa-
        
        
          ba katmayan.
        
        
          
            meselâ:
          
        
        
          örneğin.
        
        
          
            meşakkat:
          
        
        
          zahmet, sıkıntı.
        
        
          
            muhatap:
          
        
        
          kendisine hitap olunan,
        
        
          söz söylenilen kimse.
        
        
          
            muhit:
          
        
        
          ihata eden, kuşatıcı.
        
        
          
            mürebbî:
          
        
        
          terbiye eden, besle-
        
        
          yip büyüten Allah.
        
        
          
            müştak:
          
        
        
          arzulu, fazla istekli,
        
        
          iştiyak gösteren.
        
        
          
            mütevazi:
          
        
        
          birbirine muvazi
        
        
          olan, eşit aralıklarla uzayıp gi-
        
        
          den, birleşmeyen, paralel.
        
        
          
            nadire-i fıtrat:
          
        
        
          yaratılıştan
        
        
          benzersiz.
        
        
          
            nefis:
          
        
        
          insandaki bedenî canlı-
        
        
          lık; yeme, içme, şehvet gibi bi-
        
        
          yolojik ihtiyaçlara duyulan ta-
        
        
          biî istek.
        
        
          
            nesil:
          
        
        
          kuşak, soy.
        
        
          
            nur:
          
        
        
          aydınlık, parıltı, ışık.
        
        
          
            pedagog:
          
        
        
          pedagoji uzmanı,
        
        
          eğitimci, terbiyeci, mürebbî.
        
        
          
            saadet:
          
        
        
          mutluluk.
        
        
          
            sahife:
          
        
        
          sayfa.
        
        
          
            selim:
          
        
        
          temiz, samimî.
        
        
          
            sema:
          
        
        
          gökyüzü, gök.
        
        
          
            sürur:
          
        
        
          sevinç, mutluluk.
        
        
          
            telif:
          
        
        
          kitap yazma.
        
        
          
            telkin:
          
        
        
          aşılama, öğüt verme.
        
        
          
            tesir:
          
        
        
          etki.
        
        
          
            Tevazü:
          
        
        
          alçak gönüllülük, ki-
        
        
          birsizlik, bir kimsenin başkala-
        
        
          rını kendinden küçük görme-
        
        
          mesi, onlara saygı ve sevgi
        
        
          göstermesi, mütevazilik.
        
        
          
            tevcih:
          
        
        
          yöneltme.
        
        
          
            tufan:
          
        
        
          çok şiddetli yağmur ve
        
        
          sel.
        
        
          
            ulvî:
          
        
        
          yüksek, yüce.
        
        
          
            üstat:
          
        
        
          bir ilim ve sanatta üstün
        
        
          olan kimse, öğretmen.
        
        
          
            yegâne:
          
        
        
          biricik, tek, yalnız.
        
        
          
            zahmet:
          
        
        
          sıkıntı, eziyet, me-
        
        
          şakkat.
        
        
          
            zerre:
          
        
        
          maddenin en küçük
        
        
          parçası, molekül, atom.
        
        
          
            t
          
        
        
          
            aRiHçe
          
        
        
          
            -
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            H
          
        
        
          
            aYat
          
        
        
          
            ö
          
        
        
          
            n
          
        
        
          
            s
          
        
        
          
            özü
          
        
        
          
            | 434 | AsA-yı MûsA