İşte üstad, böyle ilmî bir yolu, yani kur’ân-ı kerîm’in
        
        
          nurlu yolunu takip ettiği için, binlerle üniversitelinin ima-
        
        
          nını kurtarmak şerefine mazhar olmuştur. Hazretin bu
        
        
          hususta haiz olduğu ilmî, edebî ve felsefî daha pek çok
        
        
          meziyetleri vardır. Fakat onları, eserlerinden misaller ge-
        
        
          tirerek, inşaallah, müstakil bir eserde arz etmek emelin-
        
        
          deyim. Ve minallâhi’ tevfik.
        
        
          
            T
          
        
        
          
            AsAVVUF
          
        
        
          
            C
          
        
        
          
            EPHEsİ
          
        
        
          nakşibendî meşayihinden, her harekâtını peygam-
        
        
          ber-i zîşan efendimiz Hazretlerinin harekâtına tatbik et-
        
        
          meye çalışan ve büyük bir âlim olan bir zata sordum:
        
        
          “efendi Hazretleri, ulema ile mutasavvıfe arasındaki
        
        
          gerginliğin sebebi nedir?”
        
        
          “Ulema, resul-i ekrem efendimizin ilmine, mutasav-
        
        
          vıflar da ameline vâris olmuşlar. İşte bu sebepten dolayıdır
        
        
          ki, Fahr-i Cihan efendimizin hem ilmine ve hem ameline
        
        
          vâris olan bir zata ‘zülcenaheyn,’ yani ‘iki kanatlı’
        
        
          deniliyor. Binaenaleyh, tarikatten maksat, ruhsatlarla de-
        
        
          ğil, azimetlerle amel edip ahlâk-ı peygamberî ile
        
        
          ahlâklanarak bütün manevî hastalıklardan temizlenip
        
        
          Cenab-ı Hakkın rızasında fânî olmaktır. İşte bu ulvî dere-
        
        
          ceyi kazanan kimseler, şüphesiz ki ehl-i hakikattirler. Yani,
        
        
          tarikatten maksut ve matlûp olan gàyeye ermişler demek-
        
        
          tir. Fakat, bu yüksek mertebeyi kazanmak, her adama
        
        
          müyesser olamayacağı için, büyüklerimiz matlûp olan he-
        
        
          defe kolaylıkla erebilmek için muayyen kaideler
        
        
          vazeylemişlerdir. Hülâsa, tarikat, şeriat dairesinin içinde
        
        
          
            AsA-yı MûsA | 439 |
          
        
        
          
            t
          
        
        
          
            aRiHçe
          
        
        
          
            -
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            H
          
        
        
          
            aYat
          
        
        
          
            ö
          
        
        
          
            n
          
        
        
          
            s
          
        
        
          
            özü
          
        
        
          has olan.
        
        
          
            maksut:
          
        
        
          kasıt edilmiş, kasıt edilen.
        
        
          
            malûm:
          
        
        
          bilinen, belli, belirsiz ol-
        
        
          mayan.
        
        
          
            mantık:
          
        
        
          doğru düşünme, akla uy-
        
        
          gun söz söyleme, hüküm verme
        
        
          usul, esas ve kurallarından bahse-
        
        
          den ilim.
        
        
          
            matlûp:
          
        
        
          talep edilen, istenilen,
        
        
          aranılan şey.
        
        
          
            mertebe:
          
        
        
          derece, basamak.
        
        
          
            muayyen:
          
        
        
          tayin edilmiş, belli, be-
        
        
          lirli.
        
        
          
            mukaddeme:
          
        
        
          başta ve asıl mak-
        
        
          sada girmeden önce söylenen ve-
        
        
          ya yazılan şey, ilk söz, önsöz, baş-
        
        
          langıç, giriş, dibace, medhal.
        
        
          
            müddet:
          
        
        
          vakit, zaman, süre, bir
        
        
          şeyin devam ettiği zaman parçası.
        
        
          
            mütefekkir:
          
        
        
          tefekkür eden, düşü-
        
        
          nen, her şeyi hikmetince, ibret al-
        
        
          mak ve kavramak üzere düşünen,
        
        
          düşünür.
        
        
          
            müyesser:
          
        
        
          kolay olan, kolay ge-
        
        
          len, kolaylıkla yapılan.
        
        
          
            peygamber:
          
        
        
          Allah’ın elçisi, Allah
        
        
          tarafından haber getirerek İlâhî
        
        
          emir ve yasakları insanlara tebliğ
        
        
          eden elçi, haberci, nebî, resul.
        
        
          
            rıza:
          
        
        
          razılık, razı olma, hoşnutluk,
        
        
          memnunluk.
        
        
          
            semavî:
          
        
        
          Allah tarafından olan, İlâ-
        
        
          hî.
        
        
          
            sistem:
          
        
        
          bir sonuç elde etmeye ya-
        
        
          rayan yöntemler düzeni.
        
        
          
            şeriat:
          
        
        
          Allah tarafından peygam-
        
        
          ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî emir
        
        
          ve yasaklara dayanan hükümlerin
        
        
          hepsi.
        
        
          
            takip:
          
        
        
          bir yol tutup gitme.
        
        
          
            tarikat:
          
        
        
          Allah’a ulaşmak için, şey-
        
        
          hin gözetiminde müridin takip
        
        
          edeceği terbiye usul ve yolu, seyir
        
        
          ü sülûk sırasında tutulan yol.
        
        
          
            tefekkür:
          
        
        
          yaratılan eserlere bakıp,
        
        
          onlardaki sanatları, hikmetleri ve
        
        
          gayeleri görerek yaratıcıyı hatırla-
        
        
          ma, eserlerinden yola çıkarak Al-
        
        
          lah’ı hatırlama.
        
        
          
            ulûhiyet:
          
        
        
          Allah’ın zat ve sıfatların-
        
        
          dan söz eden bölüm, ilâhiyat.
        
        
          
            ulvî:
          
        
        
          yüksek, yüce.
        
        
          
            vahdaniyet:
          
        
        
          Allah’ın birliği ve var-
        
        
          lığı, Allah’ın bir oluşu.
        
        
          
            vazeyleme:
          
        
        
          koyma, yerleştirme,
        
        
          meydana getirme.
        
        
          
            yegâne:
          
        
        
          biricik, tek, yalnız.
        
        
          
            alâka:
          
        
        
          ilgi, ilişki. bağ.
        
        
          
            bilumum:
          
        
        
          bütün, tamamı,
        
        
          hep, genel olarak.
        
        
          
            Cenab-ı Hak:
          
        
        
          doğru, gerçek,
        
        
          Hakkın tâ kendisi olan, şeref
        
        
          ve azamet sahibi yüce Allah.
        
        
          
            cephe:
          
        
        
          yön, taraf.
        
        
          
            dava:
          
        
        
          takip edilen fikir, iddia,
        
        
          ülkü.
        
        
          
            delil:
          
        
        
          kanıt.
        
        
          
            derece:
          
        
        
          mertebe, kademe.
        
        
          
            ehl-i hakikat:
          
        
        
          doğru ve hak
        
        
          yolunda olanlar.
        
        
          
            fânî:
          
        
        
          geçiçi, ölümlü.
        
        
          
            felsefe:
          
        
        
          hikmet bilgisi.
        
        
          
            fikrî:
          
        
        
          fikir cinsinden, fikirle alâ-
        
        
          kalı, fikre ait.
        
        
          
            gaye:
          
        
        
          maksat, meram, hedef.
        
        
          
            hâk:
          
        
        
          doğru, gerçek, hakikat.
        
        
          
            hakikat:
          
        
        
          gerçek, hayalî olma-
        
        
          yan, görülen, mevcut olan, bir
        
        
          şeyin aslı ve esası.
        
        
          
            Hâlık-ı Kâinat:
          
        
        
          kâinatın ve
        
        
          onun içinde olan her şeyin ya-
        
        
          ratıcısı, Allah.
        
        
          
            hizmet:
          
        
        
          bir uğurda bir işin ya-
        
        
          pılması için çalışma, o iş için
        
        
          gayret gösterme, çabalama.
        
        
          
            hülâsa:
          
        
        
          bir şeyin özü, esası, te-
        
        
          mel kısmı.
        
        
          
            ilân:
          
        
        
          meydana çıkarma, belli
        
        
          etme, yayma, duyurma, bildir-
        
        
          me.
        
        
          
            ilim:
          
        
        
          okuyarak öğrenilen bilgi.
        
        
          
            ilmî:
          
        
        
          ilim ile ilgili, ilme dair.
        
        
          
            ispat:
          
        
        
          delil ve şahit göstererek
        
        
          doğruyu ortaya koyma, doğ-
        
        
          ruyu delillerle gösterme.
        
        
          
            kaide:
          
        
        
          usul, kural, erkân, ni-
        
        
          zam, düzen, yol.
        
        
          
            mahsus:
          
        
        
          başkasında bulun-
        
        
          mayan, bir şeye veya kişiye