Ü
          
        
        
          
            sTADıN
          
        
        
          
            F
          
        
        
          
            İKRî
          
        
        
          
            C
          
        
        
          
            EPHEsİ
          
        
        
          Malûm ya, her mütefekkirin kendine mahsus bir tefek-
        
        
          kür sistemi, fikrî hayatında takip ettiği bir gayesi ve bü-
        
        
          tün gönlü ile bağlandığı bir ideali vardır. Ve onun tefek-
        
        
          kür sisteminden, gaye ve idealinden bahsetmek için
        
        
          uzun mukaddemeler serd edilir. Fakat, Bediüzzaman’ın
        
        
          tefekkür sistemi, gàye ve ideali, uzun mukaddemelerle fi-
        
        
          lân yorulmaksızın, bir cümle ile hulâsa edilebilir: Bütün
        
        
          semavî kitapların ve bilumum peygamberlerin yegâne
        
        
          davaları olan “Hâlık-ı kâinatın ulûhiyet ve vahdaniyetini
        
        
          ilân” ve bu büyük davayı da ilmî, mantıkî ve felsefî delil-
        
        
          lerle ispat eylemektir.
        
        
          “o hâlde üstadın mantık, felsefe ve müspet ilimlerle
        
        
          de alâkası var?”
        
        
          evet, mantık ve felsefe, kur’ân’la barışıp, hak ve ha-
        
        
          kikate hizmet ettikleri müddetçe, üstad en büyük man-
        
        
          tıkçı ve en kudretli bir feylesoftur. Mukaddes ve cihanşü-
        
        
          mul davasını ispat vadisinde kullandığı en parlak delilleri
        
        
          ve en kat’î bürhanları, kur’ân-ı kerîm’in Allah kelâmı ol-
        
        
          duğunu her gün bir kat daha ispat ve ilân eden “müspet
        
        
          ilim”dir.
        
        
          zaten felsefe, aslında hikmet manasına geldikçe, Va-
        
        
          cibü’l-Vücud teâlâ ve tekaddes Hazretlerini, zat-ı Bâ-
        
        
          ri’sine lâyık sıfatlarla ispata çalışan her eser en büyük
        
        
          hikmet ve o eserin sahibi de en büyük hâkimdir.
        
        
          
            bilumum:
          
        
        
          Bütün, hep, kamu, ... -in
        
        
          hepsi.
        
        
          
            cephe:
          
        
        
          savaş sahası, savaş yapılan
        
        
          yer.
        
        
          
            cihanşümul:
          
        
        
          dünya çapında, dün-
        
        
          ya ölçüsünde.
        
        
          
            felsefî:
          
        
        
          felsefeye mensup, felsefe
        
        
          ile ilgili.
        
        
          
            fikrî:
          
        
        
          fikir cinsinden, fikirle alâkalı,
        
        
          fikre ait.
        
        
          
            gaye:
          
        
        
          maksat, hedef.
        
        
          
            hikmet:
          
        
        
          herkesin bilmediği
        
        
          gizli sebep; gizli, bilinmeyen
        
        
          nokta.
        
        
          
            kudret:
          
        
        
          güç, kuvvet, takat, ik-
        
        
          tidar.
        
        
          
            mahsus:
          
        
        
          bir şeye veya kişiye
        
        
          has olan.
        
        
          
            Malûm:
          
        
        
          bilinen.
        
        
          
            mantıkî:
          
        
        
          akla uygun, mantık
        
        
          kaidelerine uygun, mantıklı.
        
        
          
            mukaddeme:
          
        
        
          başlangıç.
        
        
          
            mukaddes:
          
        
        
          takdis edilmiş,
        
        
          mübarek, ayıp ve noksanlar-
        
        
          dan kurtulmuş, kutsal, aziz, te-
        
        
          miz.
        
        
          
            müspet:
          
        
        
          menfi olmayan, pozi-
        
        
          tif, olumlu.
        
        
          
            mütefekkir:
          
        
        
          tefekkür eden,
        
        
          düşünen, her şeyi hikmetince,
        
        
          ibret almak ve kavramak üze-
        
        
          re düşünen, düşünür.
        
        
          
            semavî:
          
        
        
          Allah tarafından olan,
        
        
          İlâhî.
        
        
          
            serd:
          
        
        
          sözü düzgün ve güzel
        
        
          söyleme, birbiri ardınca düz-
        
        
          gün ve iyi konuşma.
        
        
          
            sistem:
          
        
        
          bir sonuç elde etmeye
        
        
          yarayan yöntemler düzeni.
        
        
          
            takip:
          
        
        
          bir yol tutup gitme.
        
        
          
            tefekkür:
          
        
        
          yaratılan eserlere
        
        
          bakıp, onlardaki sanatları, hik-
        
        
          metleri ve gayeleri görerek
        
        
          yaratıcıyı hatırlama, eserlerin-
        
        
          den yola çıkarak Allah’ı hatır-
        
        
          lama.
        
        
          
            ulûhiyet:
          
        
        
          Allah’ın zat ve sıfat-
        
        
          larından söz eden bölüm, ilâhi-
        
        
          yat.
        
        
          
            vahdaniyet:
          
        
        
          Allah’ın birliği ve
        
        
          varlığı, Allah’ın bir oluşu.
        
        
          
            yegane:
          
        
        
          Biricik, tek
        
        
          
            t
          
        
        
          
            aRiHçe
          
        
        
          
            -
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            H
          
        
        
          
            aYat
          
        
        
          
            ö
          
        
        
          
            n
          
        
        
          
            s
          
        
        
          
            özü
          
        
        
          
            | 438 | AsA-yı MûsA