Mektubat - page 542

büyük ejderhalar hükmünde olan Avrupa’nın doymak
bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir zamanda, onla-
ra ehemmiyet vermeyip, belki manen onlara yardım
edip, menfi unsuriyet fikriyle Şark vilâyetlerindeki vatan-
daşlara veya cenup tarafındaki dindaşlara adavet besle-
yip, onlara karşı cephe almak, çok zararları ve mehaliki
ile beraber, o cenup efratları içinde düşman olarak yok-
tur ki, onlara karşı cephe alınsın. Cenuptan gelen
kur’ân nuru var; İslâmiyet ziyası gelmiş; o içimizde var-
dır ve her yerde bulunur. İşte o dindaşlara adavet ise, do-
layısıyla İslâmiyete, kur’ân’a dokunur. İslâmiyet ve
kur’ân’a karşı adavet ise, bütün bu vatandaşların hayat-ı
dünyeviye ve hayat-ı uhreviyesine bir nevi adavettir. Ha-
miyet namına hayat-ı içtimaiyeye hizmet edeyim diye iki
hayatın temel taşlarını harap etmek, hamiyet değil, ha-
makattır!
DÖRDÜNCÜ MeSeLe
Müspet milliyet, hayat-ı içtimaiyenin ihtiyac-ı dahilîsin-
den ileri geliyor. teavüne, tesanüde sebeptir; menfaatli
bir kuvvet temin eder, uhuvvet-i İslâmiyeyi daha ziyade
teyit edecek bir vasıta olur.
Şu müspet fikr-i milliyet, İslâmiyete hadim olmalı,
kal’a olmalı, zırhı olmalı; yerine geçmemeli. Çünkü İslâ-
miyetin verdiği uhuvvet içinde bin uhuvvet var; âlem-i
bekada ve âlem-i berzahta o uhuvvet bâkî kalıyor. onun
için, uhuvvet-i milliye ne kadar da kavi olsa, onun bir
perdesi hükmüne geçebilir. Yoksa onu onun yerine ika-
me etmek, aynı kal’anın taşlarını kal’anın içindeki elmas
adavet:
düşmanlık.
âlem-i beka:
sonsuzluk âlemi,
ahiret.
âlem-i berzah:
ruhların kıyamete
kadar kalacakları âlem; kabir âle-
mi.
bâkî:
yok olmayan, sürekli ve ka-
lıcı olan.
cenup:
güney.
cephe almak:
karşısına almak.
dindaş:
aynı dinden olan, din kar-
deşi.
efrat:
fertler; şahıslar, kişiler.
ehemmiyet:
önem.
ejderha:
büyük yılan, korkunç ve
hayalî bir hayvan.
hadim:
hizmetkâr, hizmet eden.
hamakat:
ahmaklık, anlayışsızlık,
aklın ı gerektiği gibi kullanılma-
ması.
hamiyet:
mukaddes değerleri
koruma duygusu ve gayreti.
harap etmek:
yıkmak, bozmak.
hayat-ı dünyevî:
dünya hayatı.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayat,
toplum hayatı.
hayat-ı uhreviye:
uhrevî hayat,
ahirete ait olan hayat.
hırs:
aç gözlülük.
hükmünde:
yerinde, değerinde.
hükmüne:
yerine, değerine.
ihtiyac-ı dahilî:
iç ihtiyaç.
ikame etmek:
yerleştirmek.
kal’a:
kale.
kavi:
kuvvetli, güçlü.
manen:
manevî yönden.
mehalik:
tehlikeler.
menfaat:
fayda.
menfi:
olumsuz, zararlı, nega-
tif.
mesele:
önemli konu.
müspet fikr-i milliyet:
pozi-
tif, olumlu, faydalı milliyetçilik
fikri; maddî ve manevî açılar-
dan millet ve ülkesinin çıkar-
larını her şeyin üstünde tut-
ma anlayışı.
müspet milliyet:
pozitif,
olumlu, faydalı milliyetçilik;
maddî ve manevî açılardan
millet ve ülkesinin çıkarlarını
her şeyin üstünde tutma an-
layışı.
namına:
adına.
nev:
türlü, çeşit.
nur:
aydınlık, ışık; ilim.
şark:
doğu.
teavün:
yardımlaşma.
temin etmek:
sağlamak, kar-
şılamak.
tesanüt:
dayanışma.
teyit etmek:
kuvvetlendir-
mek.
uhuvvet:
kardeşlik, din kar-
deşliği.
uhuvvet-i İslâmiye:
İslâm
kardeşliği.
uhuvvet-i milliye:
aynı mil-
letten olmanın meydana ge-
tirdiği kardeşlik.
unsuriyet:
ırkçılık; kendi ırkı-
nın diğer ırklardan üstün ol-
duğu fikrini savunmak ve di-
ğer ırklarla ilişkilerinde bu fik-
re göre hareket etmek.
vasıta:
aracı.
vilâyet:
il, şehir.
zırh:
demir ve tel levhalardan
yapılmış giysi, çelik yelek.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
ziyade:
çok, fazla.
Y
irmi
a
lTıncı
m
ekTup
| 542 | Mektubat
1...,532,533,534,535,536,537,538,539,540,541 543,544,545,546,547,548,549,550,551,552,...1086
Powered by FlippingBook