Mektubat - page 570

Ve hakeza, git gide, o tekrarda yalnız bir kısım letaif
kalır ki, pek geç usanıyor; devam eder, daha manaya ve
tetkikata hiç ihtiyaç bırakmıyor. gaflet kuvve-i müfekki-
reye zarar verdiği gibi ona zarar vermiyor. lâfız ve lâfz-ı
müşebbî olduğu bir meal-i icmalî ile ve isim ve alem bu-
lundukları mana-i örfî onlara kâfi geliyor. eğer manayı o
vakit düşünse, zararlı bir usanç verir.
Ve o devam eden lâtifeler, taallüme ve tefehhüme
muhtaç değiller; belki tahattura, teveccühe ve teşvike ih-
tiyaç gösterirler. Ve o cilt hükmündeki lâfızları onlara kâ-
fi geliyor ve mana vazifesini görüyorlar. Ve bilhassa o
Arabî lâfızlar ile, kelâmullah ve tekellüm-i İlâhî olduğunu
tahattur etmekle, daimî bir feyze medardır.
İşte, kendim tecrübe ettiğim şu hâlet gösteriyor ki,
ezan gibi ve namazın tesbihatı gibi ve her vakit tekrar
edilen Fatiha ve sure-i İhlâs gibi hakaikleri, başka lisan
ile ifade etmek çok zararlıdır. Çünkü, menba-ı daimî
olan elfaz-ı İlâhiye ve nebeviye kaybolduktan sonra, o
daimî letaifin daimî hisseleri de kaybolur. Hem, her har-
fin lâakal on sevabı zayi olması; ve huzur-i daimî bütün
namazda herkes için devam etmediğinden, gaflet içinde,
tercüme vasıtasıyla insanların tabiratı ruha zulmet ver-
mesi gibi zararlar olur.
evet, nasıl İmam-ı Azam demiş:
(1)
*G s
’ p
G n
¬ '
d p
G =
'
tevhide
alem ve isimdir.” Biz de deriz:
kelimat-ı tesbihiye ve zikriyenin, hususan ezanda ve
namazda olanların ekseriyet-i mutlakası, alem ve isim
âlem:
sembol, bayrak.
arabî:
Arapça.
bilhassa:
özellikle.
daimî:
sürekli, devamlı.
ekseriyet-i mutlaka:
kesin ço-
ğunluk.
elfaz-ı İlâhiye ve nebeviye:
İlâhî
kelimeler ve Peygamberimize ait
sözler.
feyiz:
Allah’ın kuluna bağışladığı
manevî bolluk ve dini heyecan.
gaflet:
boş bulunma, dikkatsizlik.
hakaik:
hakikatler, gerçekler.
hakeza:
bunun gibi, benzeri.
hâlet:
hâl, durum.
hisse:
pay, nasip.
hususan:
özellikle.
huzur-i daimî:
kendisini her an
Allah’ın huzurunda hissetmek.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
ifade etmek:
söylemek.
kâfi:
yeterli.
kelâmullah:
Allah’ın kelâmı, sö-
zü.
kelimat-ı tesbihiye ve zikriye:
Allah’ı bütün kusur ve noksan sı-
fatlardan uzak tutan ve şanına lâ-
yık ifadelerle anan kelimeler.
kuvve-i müfekkire:
fikir etme,
düşünme duygusu.
lâakal:
en azından.
lâfız:
söz, kelime.
lâfz-ı müşebbî:
doyurucu, tatmin
edici söz.
lâtife:
duygu, his.
letaif:
hisler, duygular.
lisan:
dil.
mana:
anlam.
mana-i örfî:
bir şeyin halk arasın-
da kullanılan manası.
meal-i icmalî:
kısa anlam, özet
mana.
medar:
kaynak, dayanak
noktası.
menba-ı daimî:
hiç bitmeyen
kaynak.
muhtaç:
ihtiyacı olan.
sevap:
hayırlı işlere karşılık
Allah’ın verdiği karşılık.
Sure-i İhlâs:
İhlâs Suresi.
taallüm:
öğrenme.
tabirat:
ifadeler, sözler.
tahattur:
hatırlatma, hatıra
getirme.
tefehhüm:
anlama.
tekellüm-i İlâhî:
Cenab-ı
Hakkın konuşması.
tercüme:
bir sözü bir dilden
başka bir dile çevirme.
tesbihat:
tesbihler; Allah’ı bü-
tün kusur ve noksan sıfatlar-
dan uzak tutup, şanına lâyık
ifadelerle anmalar.
teşvik:
istek ve arzu uyandır-
ma.
tetkikat:
incelemeler.
teveccüh:
ilgi, yönelme.
tevhit:
Allah’ın varlığını, birli-
ğini, dengi ve ortağı bulun-
madığını kabul etme.
usanmak:
bıkmak, sıkılmak.
vakit:
zaman.
vasıta:
aracılık.
vazife:
görev.
zayi olmak:
kaybolmak.
zulmet:
karanlık; Allah’ın nu-
rundan mahrum olma hâli.
1.
Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. (Muhammed Suresi: 19; Saffat Suresi: 35.)
Y
irmi
a
lTıncı
m
ekTup
| 570 | Mektubat
1...,560,561,562,563,564,565,566,567,568,569 571,572,573,574,575,576,577,578,579,580,...1086
Powered by FlippingBook