Mektubat - page 573

gittiler. Bilmediler ki, her hâdî zat muhdî olamaz. Şeyh-
leri hatasından mazurdur, çünkü meczuptur. kendileri
ise mazur olamazlar.
Mutavassıt bir kısım ise, o velîlerin velâyetlerini inkâr
etmediler, fakat yollarını ve mesleklerini kabul etmediler.
diyorlar ki: “Hilâf-ı usul olan sözleri, ya hale mağlûp
olup hata ettiler; veyahut manası bilinmez müteşabihat
misillü şatahattır.”
Maatteessüf, birinci kısım, hususan ulema-i ehl-i zahir,
meslek-i ehl-i sünneti muhafaza niyetiyle, çok mühim
evliyayı inkâr, hatta tadlil etmeye mecbur olmuşlar. İkin-
ci kısım olan taraftarları ise, o çeşit şeyhlere ziyade hüs-
nüzan ettikleri için, hak mesleğini bırakıp bid’ata, hatta
dalâlete girdikleri olmuş.
İşte, şu sırra dair, pek çok zaman zihnimi işgal eden
bir hâlet vardı:
Bir zaman, ben bir kısım ehl-i dalâlete mühim bir va-
kitte kahır ile dua ettim. Bedduama karşı, müthiş bir kuv-
vet-i maneviye çıktı. Hem duamı geri veriyordu, hem be-
ni menetti.
sonra gördüm ki, o kısım ehl-i dalâlet, hilâf-ı hak icra-
atında bir kuvve-i maneviyenin teshilâtıyla arkasına aldı-
ğı halkı sürükleyip gidiyor, muvaffak oluyor. Yalnız ce-
birle değil, belki velâyet kuvvetinden gelen bir arzu ile
imtizaç ettiği için, ehl-i imanın bir kısmı o arzuya kapılıp
hoş görüyorlar, çok fena telâkki etmiyorlar.
mak.
meczup:
kendinden geçmiş.
men etme:
engelleme.
meslek:
tutulan, gidilen yol.
meslek-i ehl-i sünnet:
ehl-i sün-
netin takip ettiği, Peygamberimi-
zin ve Sahabelerinin gittiği yol.
misillü:
gibi, benzeri.
muhafaza:
koruma.
muhdî:
hidayete sebep olan.
mutavassıt:
orta yolu tutan.
muvaffak:
başarılı.
mühim:
önemli.
müteşabihat:
Kur’ân-ı Kerîm’in
manası açık olmayan ayetleri.
niyet:
amaç, maksat, gaye.
şatahat:
şeriata aykırı dengesiz,
ölçüsüz sözler.
şeyh:
tarikatte en üst mertebeye
ulaşmış ve ders veren yetkili kişi.
tadlil:
bir kişiyi dinden çıkmakla
itham etme.
telâkki etme:
kabul etme.
teshilât:
kolaylaştırmalar.
ulema-i ehl-i zahir:
zahire göre
görüş bildiren âlimler.
velâyet:
velîlik, Allah dostluğu.
velî:
Allah dostu.
zat:
kişi, şahıs, fert.
zihin:
hafıza, dimağ.
ziyade:
çok, fazla.
arzu:
istek.
beddua:
birinin kötü duruma
düşmesi için yapılan dua.
bid’at:
dinin aslında olmayıp
sonradan ortaya çıkarılan ye-
ni âdet ve uygulamalar.
cebir:
zorlama.
dair:
ait, ilgili, alâkalı.
dalâlet:
doğru yoldan, İman
ve İslâmiyetten ayrılma.
ehl-i dalâlet:
İman ve İslâmi-
yetten ayrılan azgın ve sap-
kın kimseler.
ehl-i iman:
Allah’a inananlar,
iman sahipleri.
evliya:
velîler, Allah dostları.
fena:
kötü.
hâdî:
hidayet edici.
hak:
doğru.
hâlet:
hâl, durum.
hata:
yanlış, yanılma.
hilâf-ı hak:
hakka aykırı, ters.
hilâf-ı usul:
usule aykırı; te-
mel prensiplere ve kurallara
aykırı.
hususan:
özellikle.
hüsnüzan:
bir kişi hakkında
güzel düşünceye sahip olma.
icraat:
iş yapma, faaliyet.
imtizaç etmek:
birleşmek,
kaynaşmak.
inkâr:
reddetme, kabul et-
meme.
işgal etme:
meşgul etme, uğ-
raştırma.
kahır ile dua etmek:
mah-
volmalarını Allah’tan istemek.
kuvve(t)-i maneviye:
mane-
vî güç.
maatteessüf:
üzülerek; ne
yazık ki.
mağlûp:
yenilmiş.
mana:
anlam.
mazur:
özürlü, mazeretli.
mecbur olmak:
zorunda kal-
Mektubat | 573 |
Y
irmi
a
lTıncı
m
ekTup
1...,563,564,565,566,567,568,569,570,571,572 574,575,576,577,578,579,580,581,582,583,...1086
Powered by FlippingBook