Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 08 Ağustos 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Sohbetlerimiz

Oğlunuzla ya da kızınızla hiç pencereden dışarıyı seyrettiniz mi? Yaşı ne olursa olsun. Hiç fark etmez. Onunla beraber pencerenin önüne gidip havadan sudan sohbet ederek, dışarıdaki hayatla ilgili ilginç yorumlarınızı da katarak hiç muhabbet ettiniz mi? Eğer sohbet etmekten kasıt, nasihat etmeyi anlayan anne babalardansanız, hayır! Ben bunu kastetmiyorum. İçerisinde nasihatın olmadığı, emir cümlelerinin bulunmadığı, masum, sevimli, havadan sudan sohbetlerden bahsediyorum. Eğer böyle sohbetleri sık sık yapan anne babalardansanız, bundan aldığınız lezzetin dünyalara değişilmediğini elbette biliyorsunuzdur. Ama hiç böyle bir faaliyette bulunmayıp çocuğunuzla olan ilişkinizi hayatın hayhuyu içine salıverdiyseniz, size tavsiyem bunu biran önce yapmanızdır. Eğer çocuklarınızla kaliteli bir birliktelik geçirmeye karar verdiyseniz, kazanımlarınızı bir düşünün.

Çocuğunuz küçükse, dışarıda gördüğü her şeyi eliyle işaret ederek, soru dolu gözlerini size dikip ‘Anne bu ne?’ deyişinin tatlılığını farkedeceksiniz. Siz de aynı tatlılıkla gülümseyerek tek tek nesneleri tanıtıp anlatacaksınız. Ve bundan mükemmel bir keyif alacaksınız. Her şeyden uzak, sadece havadan sudan konuşmak, kuşlara, gökyüzüne, bulutlara, yoldan geçen insanlara, ağaçlara bakmak sizi alıp bambaşka âlemlere götürecektir. Buna inanıyorum. İşleriniz, güçleriniz, yoğunluğunuz ne olursa olsun, herşeyi bir kenara bırakıp çocuğunuzla iki arkadaş gibi sohbet etmek, size inanılmaz bir meditasyon olacaktır. Adeta terapistinizin karşısında oturmuş, tüm ruhsal sıkıntılarınızı anlatmış da rahatlamış gibi...

Hz. Ali’nin (ra) güzel bir sözü var. Bunu Bizim Aile’den yeni okudum ve çok şaşırdım. Bizim Aile’ye teşekkürler bu arada. Diyor ki: “Çocuklarınızla 7 yaşına kadar oynayınız. 15 yaşına kadar arkadaş olunuz. 15 yaşından sonra da istişare ediniz.”

Bu söz ışığında çocuklarınızla hiç beraber oldunuz mu bilemiyorum? Çevreme bakıyorum, ebeveyn-çocuk münasebetleri hep yüzeysel. Yemeğini yedin mi, suyunu iç, derslerine çalış, odanı derli toplu tut, uyku vaktin geldi yatağına yat... Aynen resmî dairede çalışan memur münasebeti. Yanlış anlaşılmasın ama anne-baba ve çocuk arasında daha sıcak, daha samimi, daha duygulu bir birliktelik olması gerekmiyor mu? Birileri anne baba olmayı çocuklara emir vermek olarak algılıyor. Karşısındaki çocuktan da onun verdiği emirleri yerine getirmek üzere programlanmış bir robot olmasını istiyor. Böyle bir mantık nerede var bilmiyorum, bizden başka. Çocuklarla sohbet etmek denince çoğu anne baba nasihat etmek olarak algılıyor. Şunu yapma, bunu etme, şöyle konuşma, böyle oturma, vs... Allah aşkına, çocuklar sürekli nasihat dinlesinler diye mi var anne-babalar? Ya da bizim sözlerimize sürekli kafa sallasınlar diye mi var çocuklar? Anne-babalar çocuklara başlarının belâsı, her gideceği yeri kısıtlayan, işe yaramaz varlıklar olarak bakıyor. Çocuklar da ebeveynlerine boşver, bu her zaman böyle bağırır, biraz sonra geçer gözüyle...

Bu sizce istenen ve arzulanan bir ilişki mi? Yani gerçekten böyle mi olmalı dünyada cennet hayatı diye nitelenen aile hayatı? Hiç sanmıyorum. Bediüzzaman aileye, çocuğa özellikle vurgu yapıyor. Neden bu kadar üzerinde durduğu, sanırım şefkatten yoksun, şiddetle sarmaş dolaş olan şu zamanımızda daha iyi anlaşılıyor. Çocuklar adam yerine konmak, sevgiyle, saygıyla doyuma ermek ve ana babasının gözünde değerini bilmek istiyor. Anne babalar da küçükken küçük deyip önemsemiyor, büyüyüp kafa tutmaya başlayınca da ‘Bu çocuğa ne oldu?’ deyip kara kara düşünüyorlar. Hal böyle olunca, gittikçe hırçınlaşan, saldırganlaşan bir gençlik, bir toplum olup çıkıyoruz. Sonra da sağda, solda, çevremizde suçlu aramaya kalkıyoruz. Asıl suçlu bizzat kendimizken...

Biliyor musunuz, her şeye yeni baştan başlamak mümkün. Çocuğumuzla, eşimizle ilişkilerimizi yeniden gözden geçirmek, onlara nasıl davrandığımızı gözlemek çok da zor olmasa gerek. Gerektiğinde özür dilemek, gerektiğinde teşekkür etmek, eşine yardım etmek bize Peygamberimiz’den (asm) kalan miraslardan.

“Sizin hanenizdeki masum evlatlarınızla mâsumâne sohbet, yüzer sinemadan daha ziyade zevklidir.” (Bediüzzaman)

Ama ne olur sohbetleriniz nasihat kokmasın... Lütfen!..

Havva Küçük KONUR

08.08.2006


Merhum Zeynep Münteha Polat’ın ardından

Hayatta hiç eskimeyen, daima yenilenen, mis kokular saçan, hayattar ve diriltici iksir nedir diye sorsam ne dersiniz?

Benim için bu iksir; sevgi, dostluk, iman, kardeşlik ve muhabbettir.

Münteha ile böyle bir iksiri içmiş bahtiyarlardandık. Onu Mustafa Polat Ağabeyin evinde tanımıştım. Mustafa Ağabey bizi birbirimize kardeş yapmıştı. İkimizi birbirimizden ayırmıyor, büyük değer veriyordu. Münteha, Mustafa Ağabeyi bir baba yerine koyduğunu, onun şefkat ve ilgisinin hayatında apayrı bir yeri olduğunu söylerdi hep.

Mustafa Ağabeyin benim hayatımda da büyük bir yeri vardır. Bana tam bir Risale-i Nur Külliyatını elleriyle seçip, kütüphanesinden çıkarıp vermişti. Hizmet hususunda dua etmiş, Büyük Lügat’in iç birinci sayfasına da el yazısı ile hatıra yazmıştı. “Kardeşim! Bacım!” derken, sesindeki samimiyeti öylesine hissettiriyordu ki.

Bir gün Münteha da vardı. “Ağabey ben üniversiteye gitmek istiyorum. Ne dersiniz?” diye sordum. “Kardeşim sen dünyanın en şerefli, en mükemmel üniversitesine zaten kaydolmuş, okumaktasın. Önce bunu tamamla. Gerisini sonra düşünürsün” demişti. Bu söz, aklıma bu davayı bulmadan önce gördüğüm bir rüyayı hatırlattı.

Büyük bir masa çevresinde kalabalık bir heyet oturmuş, kuyrukta beklemekte olan insanları, sırası geldikçe, sohbet şeklinde bir imtihana tabi tutup, sonra aralarında konuşarak, kabul yada ret hususunda karar veriyorlardı. Bu kayıt hadisesinin ne ile ilgili olduğunu bilmediğim halde, kabul edilmeyi çok çok istiyordum.

Sıra bana gelince, sorular sorup, sohbet ettiler. Sonra tekrar aralarında konuşmaya başladılar. Sancılı bir heyecanla bekliyordum. Nihayet kararlarını bildirdiler. “Kabul, imzala şurayı” diye defteri uzattılar. Müthiş bir huzur ve saadetle imzaladım.

Bu rüyayı hatırlayınca anladım ki, çok şükür ben de Risale-i Nur camiasına, üniversitesine kaydolmuştum. Bu benim için öyle büyük bir şerefti ki, kitaplarımı alıp, hemen eve yollandım ve okumaya başladım. Bir çok yerini anlayamamış olsam da öyle bir haz alıyordum ki, ne olduğunu bilemediğim, büyük bir manevi açlığın yavaş yavaş doymaya başladığını ve giderek huzura kavuştuğumu hissediyordum.

Herkes duymalıydı, bu hakikatleri. Öncelikle, hemen o gün rahmetli babama üç dört saat süren uzun bir bahis okudum. Ses etmeden dinledi. Sevgili babacığım, bu girdiğim davaya ve mensuplarına büyük saygı ve güven besliyordu. Doğru ve güvenilir bir yolda olduğuma kanaati gelmiş, bana sorgusuz, sualsiz yardım ediyor, yazılarımı okuduğumda memnun olup, gözleri doluyordu. Hem onun, hem de sevgili anneciğimin… Neyse…

Bu yeni mensubiyet günlerimde, Üstadı anma programı çevresinde, İsparta’ya gitmiştik. Ben tefekkür ağırlıklı yaratılışıma karşı koyamayarak, dağların eteklerinde açılmış muhteşem çiçeklerin başına çöküp seyre daldığımda, sevgili Münteha orada bulunan bazı ağabey ve kardeşlere beni tanıtabilmek maksadı ile, beni tutup götürüyor, büyük bir neşe içinde, “İşte Mümine Güneş Bacımız!” diye iftiharla takdim ediyordu.

Ben onun bacısı idim. Bu iftihar edilecek bir husustu onun için. Ben mahcup, tanıştırma merasimlerini atlatır atlatmaz, yine kaçıp, çiçeklerimin başına önüyordum. O beni nerede bulacağını biliyordu. Bu sefer tanıştıracağı kişileri yanıma getirip, “Bu, Mümine Güneş Kardeşimiz. Kendisi tefekkür erbabıdır. Çiçekler, dağlar ve mahlukatla pek haşir neşirdir de…” diyordu.

Ben sessiz, mahcup, yalnız, her halimle onların kabulü idim. Sessiz dünyalarımın gerisindeki coşkunluğu onlar görüyorlardı. Ben de onların beni anladıklarının güvencesi ile rahat ve mutlu idim.

Evet mutluyum, bu dava ve onun mübarek mensupları ile tanıştığım için. Onlar beni aralarına kabul edip, sahip çıktıkları için… Zira ben bir ölü idim. Onların arasında dirildim. Onların arasında benliğimi ve kimliğimi buldum.

Münteha, her anı bu dava ile dopdolu, bu dava ağacının köklerinde yer almış, açan her çiçekte bir payı olan, çok kıymetli bir kardeşimizdir. Allah rahmetini bol bol ona ihsan etsin. Bizleri de davamızda daim ve muzaffer etsin inşallah.

Ebedde görüşmek üzere sevgili Münteha…

Kardeşin Mümine Güneş

(Bizim Aile, Ağustos-2006 sayısından alınmıştır)

Mümine GÜNEŞ

08.08.2006


Beşiktaş’ı zor günler bekliyor

Beşiktaş bu yıl da sezona sıkıntılı başladı. Aslında, sıkıntılı olacağı, sezon öncesi hazırlık maçlarında belliydi. Neredeyse hiçbir hazırlık maçını kazanamadı. Ardından, biraz konsantrasyonun iyi olması, biraz da Galatasaray’ın hazır olmaması sebebiyle Süper Kupa’yı kazanması neredeyse herkesi yanılttı. Oysa, Beşiktaşlı futbolcular sahadaki davranışları, oyuna katkıları dolayısıyla daha takım olamadıklarını gösteriyordu. Nitekim bu gerçek, geçen Pazar akşamı, Manisa’da da görüldü.

Tigana tuhaf bir adam. İki yıldır stoperlerden bek yapmaya uğraşıyor. İki yıldır da bunun olmayacağı görülüyor. Ne sağdaki İbrahim Toraman’dan, ne de soldaki Baki’den bek olmaz. Belki İbrahim oynaya oynaya bu özelliği kazanabilir, ama Baki’den pek ümit yok.

Bir başka sıkıntı da bu beklerin önlerinde oynayanların nasıl oynayacaklarını bilememesi. Beklerin önünde oynayanlar, içeriye oynayarak orta sahayı kalabalıklaştırırken, kanatlara çıkmakta sıkıntı yaşıyorlar. Burak da, İbrahim Üzülmez de daha sonra oyuna giren İbrahim Akın da aynı sıkıntıyı yaşadı. Bu oyuncular Tigana’nın kendilerinden beklediklerini ya anlamadılar, ya da bunu yapmaya yetenekleri ve güçleri yok. Oysa takımın kanatları kullanması gerekir. Tigana’nın bu sisteminde kanatları kullanmaları gereken iki bek. Ama İbrahim ile, Baki ile, İbrahim Üzülmez ile bunları yapmak çok zor. Neredeyse imkânsız. Bu, futbolcuları da yıpratır, Beşiktaş’ı da.

Orta sahada ise Kleberson ve Fahri, adam kovalamaktan, kademeye girmekten neredeyse futbol oynamaya fırsat bulamıyorlar. Tigana bu iki futbolcunun özgürlüklerini iyice kısıtlamış. Fahri ve Kleberson, adeta Beşiktaş gol yemesin diye oynuyorlar. Takımın hücum gücüne katkıda bulunamıyorlar. Bulanamadıkları gibi, gerçek yeteneklerini de sergileyemiyorlar. Oysa, Fahri-Kleberson ikilisi, bence Türkiye’deki en iyi orta saha ikilisi. Tigana bu futbolculara biraz daha özgürlük tanırsa ve bu futbolcular hücuma katkılarını arttırabilirse Beşiktaş’ın oyun çehresi değişir.

Beşiktaş’ın birkaç senedir devam eden en büyük sıkıntısı ise, top kayıpları. Beşiktaş, şampiyonluğa oynayan bir takıma göre, aşırı derecede top kaybıyla oynuyor. Bu durum, bilhassa iç saha maçlarında dezavantaja yol açıyor. İç sahadaki puan kayıplarının en önemli sebebi aşırı top kayıplarıdır. İç saha galibiyetlerine bakın, o maçlarda top kayıbı sayısı mutlaka rakipten çok daha azdır. Bence, bunun en önemli sebebi, futbolcuların kendilerinden beklenenden fazla işler yapmaya çalışmalarıdır. Yani garanti pas yerine, ince paslar atmaya çalışmalarıdır. Ayağa top oynayarak rakibin üstüne gitmeleri yerine, çalım atmaya kalkışmalarıdır. Bu durum Vestel Manisa maçında da görüldü. Beşiktaş topa hükmedemedi. Hükmedemeyince rakibi karşı üstünlük kuramadı. Tigana ne yapıp, ne edip bu sıkıntıya çare bulmalı. Yoksa bu sene de hüsran olabilir.

Son olarak; Tigana’da adet oldu. Kötü sonuçlardan sonra futbolcularını ve yönetimi suçluyor. Bu doğru olmadığı gibi, kendini de antipatik yapıyor. Çare Tigana’da, çıkış yolunu kendi bulmalı.

Mehmet SEYDA

08.08.2006


Bilgi ekonomisi ve olanlar

Bediüzzaman bilimin giderek faaliyetinin artacağına, istikbalin bilgi çağı olacağına inanmakta, bütün vurgusunu bu istikamette yapmaktadır:

“Elbette nev-i beşer ahir vakitte ulum ve fünuna dökülecektir. Bütün kuvvetini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ilmin eline geçecektir”.

İçinde yaşadığımız yeni çağda bilgi, ekonominin başlıca ham maddesi ve en önemli ürünü haline gelmiş bulunuyor. 21.Yüzyılda bilgi kavramı değişen anlam ve muhteva ile karşımıza çıkmaktadır. Yeni gelişen teknolojiler değişen ihtiyaçlar artan nüfus bilgiye olan ihtiyacı bilgi kullanımını ve bilgi yönetimini ön plana çıkarmıştır. Bu eğilim tüm dünyada bilgi toplumuna geçiş olarak değerlendirilmektedir.

Bilişim teknolojisindeki gelişmelerle birlikte, sanayi ekonomisi yerini bilgi ekonomisine bırakırken, ekonominin üçlü saç ayağı olarak nitelendirdiğimiz üretim, tüketim, dağıtım ilişkileri ve ekonomik yapının tümü, bilgi temeli üzerine yeniden yapılanmış ve bilgi rekabetin temel faktörü durumuna gelmiştir.

Bilgi ekonomisinde işletmeler, sürekli devam eden bir verimlilik artırma, çevreye olan talebe tepki verebilme ile değişimi gerçekleştirme uğraşısı içinde olacaklardır. Bilgi ekonomisini diğer ekonomik sistemlerden ve sanayi ekonomisinden ayıran temel fark, bilginin ekonomik üretim faktörleri içinde, birincil önceliğe sahip olması ile bilgi teknolojileri yardımıyla, bilginin üretimindeki ve kullanımındaki artıştır.

Bilgi teknolojilerinin 1990’lı yılların ortalarında internet ve web temelli uygulamaların da yardımıyla, günümüz işletmelerinde yaygın kullanılmaya başlanması, şirketler arası ve şirket içi ilişki ve süreçler üzerinde köklü etkiler meydana getirmiş, bu durum işletmeleri değişen şartlara uyum sağlamaya zorlamıştır.

Bilimin hedefi, insanın maddi ve mânevî refahını sağlamaktır. Maddî refah, zenginlik ve teknoloji ile; manevi refah ise, ruh, kalp ve gönül huzuru, estetik sanat ve edebiyatla kazanılır. Bu yüzden, bilime her iki cephesi ile sahip olmak gereklidir. Birini diğerine tercih etmek, insanlığın gerçek medeniyet yarışında derin yaralar almasına yol açabilir. Çünkü insanın maddi ve manevi olmak üzere iki cephesi vardır.

“Maddi değerlerden, bilgi ve insancıl değerlere olan yoğun yönelim, bilgi toplumunun değer ve davranış kalıplarını şekillendirecektir. Bilgi toplumunda, dini ve ahlaki değerlere yeni boyutların gelmesi söz konusu olacaktır. Maddi değerler üzerine kurulan ahlak anlayışı ve normlardan maddi olmayan değerlere yönelim gündeme gelecektir.” (Hüsnü Erkan, Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme, s.172)

21. yüzyıl bilimin hakim olduğu bilgi toplumlarından meydana gelen yüzyıl olacaktır. Toplumların ve insanların yalnız iktisadi konulara eğilerek ve yalnız ekonomik yapıyı ele alarak gelişecekleri ve huzurlu olacakları anlayışı geçerliliğini kaybetmiş durumdadır. Bilgi toplumunda, bilimin ışığında insan gerçek tanımını buluyor. İnsan, maddi ve manevi olmak üzere iki cephesi olan bir varlıktır. İnsanın bu iki yönünün de tatmin edilmesi gerekmektedir. Bugüne kadar insanın hep maddi yönü tatmin edilmeye çalışıldı. Fakat, insan gerçek huzur ve mutluluğu yakalayamadı. Bunun için, bilim adamları, bilgi toplumunda “maddi olmayan değerlere yönelim gündeme gelecektir” diyorlar.

Bilim teknolojiyi üretti. Teknoloji, insanın yapacağı işleri daha hızlı ve daha çabuk yaptı. Üretim arttı, üretimle beraber refah arttı. İnsanlar her şeyi kötüye kullanabildikleri gibi teknolojiyi, bilimi de kötüye kullanabilirler.

Bugün teknoloji ve bilim bazı alanlarda kötüye kullanılmaktadır. Dünyada milyonlarca insan aç yaşarken… Teknoloji Irak’ta silâh olarak bomba olarak kullanılıyor. İsrail teknolojiyi her gün televizyonlarda nefretle izlediğimiz, insanları, çoluk, çocuğu öldürmede kullanıyor. Bilgi toplumunda “manevi ve ahlâkî değerlere yönelim gündeme gelecektir” diyor bilim adamları. Sorsanız, ABD, İsrail bilgi toplumunun bütün nimetlerinden faydalanıyorlar. Yapılmayan bilgiyi ve teknolojiyi kötüye kullanıyorlar. Ateşle yemek pişirilmiyor. Ateşle yemeği yemesi gereken insanlar yakılıyor. Teknoloji ve bilgiyi kötüye kullanmak, insanları öldürmek ahlâksızlıktır, vahşettir, insanın canavarlaşmasıdır.

İsrail’li bilim adamlarına

kulak verelim…

……”belki bu askerî çatışmadan zaferle çıkan biz olabiliriz, belki bazı diplomatik kazançlar da elde edebiliriz, ancak ahlâkî planda hiçbir avantajımız yok ve özel hiçbir konumumuz yok.” (İsrail’de yayınlanan Haarezt gazetesi, 25 Temmuz 2006, Prof. Dr. Ze’ev Maoz ) “ İsrail devletinin gayri ahlaki temeli konusunda sessiz kalmak, dünyayı alt üst edecek bir felaket olan terörizmi besleme suçuna bizi de ortak eder.” (The Independent “Ortadoğu’da gerçek terörist kim?”. Dr. Oren Ben-Dor)

Mehmet Abidin KARTAL

08.08.2006


Sorunumuz her zamanki gibi iletişim eksikliği

SORU

Üç yıllık evliyim. Eşimle tanışıp evlenmem kısa süre içinde oldu. Bu süre maalesef, birbirimizi tanıma aşaması olarak değil, sadece duygusal paylaşımdan ibaretti. Şimdi birbi-rimizi daha iyi tanıdığımıza inanıyorum.

Anladım ki eşimle düşünce yapımız ve karakte-rimiz birçok anlamda farklı. Benden 10 yaş büyük. Eşimin, benim sorumluluk taşımadığıma inandığını düşünüyorum. Bence öyle değil, sadece o, hâlâ evlendiği 19 yaşındaki genç kızı büyütemedi. Aldığım kararlarda onay alamıyorum, bu da eşimin benim kararlarımı hafife aldığını düşündürüyor. Sanırım onu mutlu etmek için yaşıyorum. Bu durumda ben mutlu olmak için birşeyler yapamıyorum ve değilim. Aslında o da mutlu değil. Eşime karşı hâlâ saygım var, ama onun bana karşı saygısı olup olmadığı hâlâ kafamda soru işareti. Saygıdan kastım, sözel ya da fiziksel hakaret değil, beni dinleyebilmesi, anlayabilmesi. “Eşim söylüyorsa haklıdır” kelimesini duymak için neler yapmazdım. Onu memnun etmek o kadar zor ki.

Kendimi onun yerine koyabiliyorum: oda mutsuz ve eşim mutlu olmak için çabalamak istemiyor. Çünkü mutluluk tanımlarımız da çok farklı, o bu halinden gayet memnun, derde aşık sanki. Yanındayken yalnız kalmak böyle olsa gerek, eşimin sevgisini merhametini şefkatini hissedemiyorum, sanki sadece beni koruyan biri. Ona olan bağlılığımın adını koyamıyorum. Sevgi mi, saygı mı, alışkanlık mı?

Ona kızdığımda, hoşuma gitmeyen beni kıran davranışları olduğunda yerinde ve zamanında tavrımı koymak için ne yapmalıyım? Zihnimde birçok şey var, insanları kırmamak adına kendime zarar veriyorum. Tepkimi yerinde ve zamanında gösteremiyorum, ne yapabilirim?

Hemen hemen tüm eşler nişan ya da söz süresince birbirlerini yeterince tanıyamazlar. Evlilikle birlikte bir arada yaşamaya başlayan çiftler zamanla birbirlerini daha doğru ve net tanıyabilmektedirler. Fakat bu duruma bazen hayal kırıklığı, bazen üzüntü, bazen mutluluk eşlik etmektedir. Sanırım siz şu an hayal kırıklığı yaşıyorsunuz. Eşinizle kültürel, duygusal, düşünsel anlamda farklılığınızdan söz etmişsiniz, fakat çiftler arasındaki benzerlikten daha önemli olan unsur tamamlayıcı olmaktır. Benzerlikteki ortaklıktansa beklentilerdeki ve ideallerdeki ortaklık önemlidir. Belirttiğiniz gibi yaş farkının bu konuda çok önemli olduğunu da zannetmiyorum. Aldığınız kararlarda eşinizden onay alamadığınızı söylüyorsunuz, o halde karar almadan önce eşinize yapmak istediğiniz konu neyse önce onu detaylı anlatıp, “neden, niçin?” istediğinizi ve bu kararın sizi ve benliğinizi nasıl etkileyeceğini duygu dilini kullanarak ifade etmeye çalışın.

Sanırım birlikteliğinizde iletişim eksikliği var. Bıkmadan-usanmadan kendinizi ifade etmeye çalışın, fakat dikkat! Eşinizi bıktırmadan onun için uygun olan zaman ve mekânda bu paylaşımı gerçekleştirin. Eşler evlendikten sonra bir bütün olduklarını unutmamalıdırlar. Bütünü ilgilendiren her karardan önce öteki eşin fikir ve duyguları dikkate alınmalıdır. Böyle olmadığı takdirde eşlerden biri ya kendini bu ikil bağdan zamanla çekecektir, ya da sürekli ötekini mutsuz etmek için bilinçsizce çatışma oluşturacaktır. Eşinize olan bağlılığınızdan söz etmişsiniz, bu çok güzel. Zira ilişkinizi düzeltmek için bu bağ size enerji ve motivasyon verecektir. Eşinize söylemek istediğiniz ne varsa ertelemeden ve biriktirmeden yeri geldiğinde ifade etmeye çalışın. Zira zamanla ifade edemediğiniz her cümlenin taşıdığı duygu yükü eşinize karşı duygu ve bağlılığınızı zedeleyecektir. İletişimdeki en önemli unsur üslûptur. Üslûba dikkat ederseniz, hiçbir sorun yaşanmaz. Ne söylediğiniz değil, nasıl söylediğiniz önemlidir. İletişimde karşımızdakini etkileyen öncelikle cümlenin muhtevasından ziyade ifade ediş tarzı olduğundan, incindiğiniz ya da kızdığınız durumu, inciterek ya da kızarak ifade ettiğinizde hiç dikkate alınmayacağınız gibi, tekrar incinebileceğinizi ya da kırılabileceğinizi unutmayın. Sabır ve özenle iletişimimize devam edelim.

Psikolog Yasemin Uçal ABDULLAH

08.08.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004