Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 08 Ağustos 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

İslâm kardeşliği uyanmalı

Rüyanın zeyli

Rüya hacda sükût etti. Çünkü, haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musibeti değil, gazap ve kahrı celb etti. Cezası da keffâretü’z-zünub değil, kessâretü’z-zünub oldu. Haccın bahusus taarrüfle tevhid-i efkârı, teavünle teşrik-i mesaiyi tazammun eden içindeki siyaset-i âliye-i İslâmiye ve maslahat-ı vâsia-i içtimaiyenin ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İslâmı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti.

İşte Hint, düşman zannederek, halbuki pederini öldürmüş, başında oturmuş bağırıyor.

İşte Tatar, Kafkas, öldürülmesine yardım ettiği şahıs, biçare valideleri olduğunu, “ba’de harabi’l-Basra” anlıyor. Ayak ucunda ağlıyorlar.

İşte Arap, yanlışlıkla kahraman kardeşini öldürüp, hayretinden ağlamayı da bilmiyor.

İşte Afrika, biraderini tanımayarak öldürdü, şimdi vâveylâ ediyor.

İşte âlem-i İslâm, bayraktar oğlunu gafletle bilmeyerek öldürmesine yardım etti, valide gibi saçlarını çekip âh ü fîzar ediyor.

Milyonlarla ehl-i İslâm, hayr-ı mahz olan sefer-i hacca şedd-i rahl etmek yerine, şerr-i mahz olan düşman bayrağı altında dünyada uzun seyahatlar ettirildi. “Fa’tebirû” (İbret alınız!)

“Zaruret yasakları mübah kıldığı gibi zorlukları da kolaylaştır.” Korkaklıkta darb-ı mesel hükmünde olan tavuk, çocukları yanında iken şefkat-i cinsiyesiyle câmusa saldırır. İşte dehşetli bir cesaret...

Hem darb-ı mesel olmuş, keçi, kurttan havfı, ıztırar vaktinde mukavemete inkılâp eder; boynuzuyla kurdun karnını deldiği vâkidir. İşte harika bir şecaat...

Fıtrî meyelan, mukavemet-sûzdur. Bir avuç su, kalın bir demir gülle içine atılsa, kışta soğuğa mâruz bırakılsa, meyl-i inbisat demiri parçalar.

Evet, şefkatli tavuk cesareti, hamiyetli keçi ıztırarî şecaati gibi fıtrî bir heyecan, demir güllede su gibi zulmün burudetli husumet-i kâfiranesine maruz kaldıkça herşeyi parçalar. Rus mojikleri buna şahittir.

Bununla beraber imanın mahiyetindeki hârikulâde şehamet, izzet-i İslâmiyenin tabiatındaki âlempesent şecaat, uhuvvet-i İslâmiyenin intibahıyla her vakit mucizeleri gösterebilir.

Birgün olur elbette doğar şems-i hakikat

Hiç böyle müebbed mi kalır zulmet-i âlem?

Sünûhat, s. 71-73

Lügatçe:

keffâretü’z-zünub: Günahların keffareti.

kessâretü’z-zünub: Günahların çoğalması.

taarrüf: Tanışma.

tevhid-i efkâr: Fikir ve görüş birliği.

teavün: Yardımlaşma.

teşrik-i mesai: Çalışma ortaklığı, işbirliği yapma.

tazammun: İçine alma.

maslahat-ı vâsia-i içtimaiye: Topluma ait büyük fayda.

Ba’de harabi’l-Basra: Basra yıkıldıktan sonra. Mec. İş işten geçtikten sonra.

şedd-i rahl: Yola çıkma, yolcu olma.

havf: Korku.

mukavemet-sûz: Dayanılmaz.

meyl-i inbisat: Genişleme meyli.

burudet: Soğukluk, soğuk olma.

âlempesent: Âlemce meşhur, dünyaca takdir edilen.

Bediüzzaman Said NURSİ

08.08.2006


Meşkûr

Allah (c.c.), Meşkûr’dur. Yani Kendisine çok şükredilen, her türlü şükre lâyık olan, bütün kâinatta kimden kime olursa olsun her şükür kendisine gidendir. Bütün hayat sahibi varlıkların sonsuz teşekkürleri ve tahiyyatları Cenâb-ı Hakka âittir, Ona gider.

Peygamber Efendimizin (a.s.m.) bildirdiği1 Meşkûr ismi Kur’ân’da fiil halinde gelmiştir.

Cenâb-ı Hak, şükür üzerinde önemle durmaktadır: “Orada hurmalıklar ve üzüm bağları var ederiz. Aralarında pınarlar fışkırtırız. Onun ve elleriyle yaptıklarının ürünlerini yesinler diye. Hâlâ şükretmezler mi!”2 buyuran Cenâb-ı Hak, bir diğer âyette de, “Şükreder ve îmân ederseniz Allah size niçin azap etsin?”3 diye sorar. Bir diğer âyet ise, “Rabbiniz, ‘Şükrederseniz, muhakkak artıracağım. Nankörlük ederseniz, muhakkak azabım çetindir’ diye bildirdi”4 buyurulmaktadır.

Kâinatın şükrü netice verecek bir tarzda tanzim edildiğini beyan eden Bedîüzzaman, yaratılış ağacının en mühim meyvesinin şükür olduğunu, kâinat fabrikasının çıkardığı mahsulâtın en âlâsının şükür olduğunu, her bir şeyin çok yönlerle şükre baktığını kaydeder.

Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, hayat sahibi varlıklar içinde en ziyâde rızka muhtaç insandır. Cenâb-ı Hak insanı bütün isimlerinin nakışlarını üzerinde toplayan bir ayna, bütün rahmet hazinelerini tartacak ve tanıyacak donanıma sahip bir kudret mu’cizesi, bütün isimlerin cilvelerinin inceliklerini ölçecek âletlere sahip bir yeryüzü sultanı olarak yaratmıştır. Cenâb-ı Hakkın insana hadsiz bir “ihtiyaç hissi” verip onu maddî-mânevî rızkın hadsiz çeşitlerine muhtaç etmesi bundandır. İnsanı bu mâhiyeti ile en yüksek bir mevki olan yaratılanların en güzeli sıfatına lâyık yapan şey de, hiç şüphesiz şükürdür. Nitekim, Hâlık-ı Rahmânın kullarından istediği en mühim iş şükürdür.5

Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, bütün şükredenlerin, netice veren şükürleri, Meşkûr olan Mâbud-u Ezelînin varlığına, kemâlâtına ve birliğine sayısız dillerle işâret etmektedir.6 Şükür olmazsa insan mertebece en aşağıya düşer ve şükürsüzlüğü ile büyük bir zulmü işlemiş olur.7

Kâinatın neticesinin hayat olduğu gibi, hayatın neticesinin de şükür ve ibâdet olduğunu belirten Bedîüzzaman, şükür ve ibâdetin kâinatın yaratılış sebebi ve biricik gayesi bulunduğunu kaydeder. İbâdet Cenâb-ı Hakka mahsustur. Şükür Ona lâyıktır ve hamd Ona hastır. Cenâb-ı Hak, şükür ve ibâdetin doğrudan doğruya Kendi Zâtına tahsis edilmesi için hayatı bütün nitelikleriyle perdesiz olarak bizzat tasarruf eline almıştır.8 Zât-ı Rezzâk-ı Şâfî hayatla beraber minnettarlık ve teşekkür hislerini dâvet eden ve muhabbet ve senâ duygularını tahrik eden nimetlerden rızkı, şifâyı ve yağmuru da perdesiz, doğrudan doğruya ve bizzat Kendi tasarruf elinde bulundurmaktadır.9

Bedîüzzaman’a göre, şükür ibâdetin özüdür ve nimet verene edilir. İbâdete ve şükre müstahak tek varlık ise, Cenâb-ı Allah’tır. Nimetleri veren Cenâb-ı Allah’a şükretmek, kul olarak sınırsız nimetlere erişmiş olmanın zorunlu bir sonucudur.10

(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)

Dipnotlar:

1- Mecmuatü’l-Ahzab, 2: 255; 2- Yasin Sûresi: 34-35; 3- Nisa Sûresi: 147; 4- İbrahim Sûresi: 7; 5- Mektubat, s. 348-351; 6- Sözler, s. 603; 7- Mektubat, s. 351; 8- Lem’alar, s. 513; 9- A.g.e., s. 514; 10- İşârâtü’l-İ’câz, s. 150

08.08.2006


Delâili'n-Nur

12. Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e, onun âl ve Ashâbına, Allah’ın mülkü var olmaya devam ettiği müddetçe ve Allah’ın ilmindeki nesneler sayısınca ebedî salât ve selâm eyle.

08.08.2006


Bediüzzaman böyle derse...

Said Nursî, bâzan bir talebesine Risâle-i Nur’dan okuyuvermek nimetini lûtfettiği zaman der ki: “Bu benim dersimdir. Ben kendim için okuyorum. Bu risâleyi şimdiye kadar belki yüz defa okumuşum. Fakat, şimdi yeni görüyorum gibi tekrar okumaya ihtiyaç ve iştiyâkım var.”

Hem yine der ki: “Ben başkaları için kitap yazmamışım. Kendim için yazmışım. Kur’ân’dan bulduğum bu devâlarımı arzu edenler okuyabilir.”

Evet, Bediüzzaman itikad ediyor ve diyor ki: “Ben, derse, terbiyeye ve nefsimi ıslâha muhtacım.” Bediüzzaman gibi bir zât böyle derse, bizim bu eserlere ne kadar muhtaç olduğumuz artık kıyas edilsin.

08.08.2006


Çocuklara Risâle-i Nur sevgisini aşılamalı

Din, iman aşkıyla, Müslümanlık duygusuyla mesut olabilecek biz anneler, yavrularımıza Kur’ân-ı Kerimi öğretiyoruz, Risâle-i Nur’a çalıştırıyoruz; Risâle-i Nur’un iman, İslâmiyet dersleriyle terbiye etmeye çalışıyoruz. Evlerimiz birer medrese-i Nûriye oluyor elhamdülillâh. Eğer çocuklarımıza Risâle-i Nur okutmazsak, yoldan çıkarıcı bu zamanın tehlikelerine düşecekler, fena göreneklere kapılacaklar, kötülükleri taklit edecekler. Bizim başımıza belâ ve dert kesilecekler. Âhirette de “İmanımızı neden kurtarmadınız?” diye anne ve babalarından dâvâcı olacaklardır. Bunun için, sevgili yavrularımızın kalblerine Risâle-i Nur sevgisi aşılıyoruz. Kadınların çocuklarına karşı şefkatleri fazladır. Eğer çocuklarının ebedî âhiret hayatlarını kurtaracak iman dersleri verilmezse, bu ihmâl edilir de yalnız muvakkat fâni dünya hayatına çalıştırılırsa, o vakit çocuklara olan şefkat, hakikî yerine sarfedilmiş olmaz. Çocuğun hem dünyada, hem âhirette felâketine sebep olan bir şefkat olmuş olur.

Hanımlar Rehberi, s. 139

08.08.2006


Tarikat

Sual: Tarikat nedir?

Elcevap: Tarikatin gaye-i maksadı, marifet ve inkişaf-ı hakaik-i imaniye olarak, Mirac-ı Ahmedînin (a.s.m.) gölgesinde ve sâyesi altında kalp ayağıyla bir seyr ü sülûk-i ruhanî neticesinde, zevkî, hâlî ve bir derece şuhudî hakaik-i imaniye ve Kur'âniyeye mazhariyet; "tarikat," "tasavvuf" namıyla ulvî bir sırr-ı insanî ve bir kemâl-i beşerîdir.

Mektûbât, s. 428

08.08.2006


Anneye itaat

Muaviye bin Cahime (ra) anlatıyor:

“Ben Resûlullah’ın (asm) yanına gelerek: ‘Ya Resulallah! Ben Allah’ın rızasını ve ahiret mutluluğunu umarak seninle beraber cihada gitmeye niyetlendim’ dedim.

“Resulullah Efendimiz (asm): ‘Bağışlanasın! Annen hayatta mıdır?’ buyurdu. Ben:

“‘Evet hayattadır’ dedim. Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm):

“‘Geriye dön de annene itaat et’ buyurdu.

“Sonra ben Resulullah Efendimiz’e (asm) diğer taraftan sokularak:

“‘Ya Resulallah! Ben Allah’ın rızasını ve ahiret mutluluğunu dileyerek seninle beraber cihad etmeye niyetlenmiştim’ dedim.

“Resulullah Efendimiz (asm) tekrar:

“‘Bağışlanasın! Annen hayatta mıdır?’ buyurdu. Ben:

“‘Evet, Ya Resulallah’ dedim. Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm):

“‘O halde sen annenin yanına dön de annene iyilik et’ buyurdu.

“Ben bu defa tekrar Resulullah Efendimiz’in (asm) önüne geçerek:

“‘Ya Resulallah! Ben Allah’ın rızasını ve ahiret mutluluğunu dileyerek seninle beraber cihad etmeye niyetlendiydim’ dedim.

“Resulullah Efendimiz (asm) bu defa da:

“‘Vah sana! Vah sana! Annen hayatta mıdır?’ buyurdu. Ben: “‘Evet, Ya Resulallah. Hayattadır’ dedim. Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm):

“‘Allah seni bağışlasın. Sen annenin ayağına sarıl. Çünkü Cennet oradadır’ buyurdu.

(İbn-i Mace, Cihad, 2781; Nesaî, Cihad, 6)

Süleyman KÖSMENE

08.08.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004