Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 14 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

AB ile katılım süreci yerine “kriz statükosu”na

Önceki hafta, Brüksel-Helsinki turu sırasında Helsinki’deyken AB Komisyonu’nun Türkiye’ye ilişkin “tavsiyeleri”ni Olli Rehn’in ağzından öğrenip, vatandaşı Finlandiya Dışişleri Bakanı Erkki Tuomioja ile de konuyu tartıştıktan sonra, zihnimden, “Bunlar eşeği önce kaybettirip, sonra bulduracaklar” düşüncesi geçmişti.

Tuomioja, bizlere, Fin Dönem Başkanlığı’nın Komisyon’un “tavsiyeleri”ni henüz onaylamamış olduğunu belirttikten sonra, 11 Aralık Dışişleri bakanları toplantısından sonra, bu önerilerin Türkiye aleyhine ağırlaşabileceğini de, lehine yumuşayabileceğini de söylemişti. Öneriler, Türkiye’de tepki yaratırken, Kıbrıs Rum tarafı da “yeterli” bulmamış, o neyse, Fransa-Almanya ekseni ve onun eteğindeki Avusturya da, tıpkı Rum tarafının destekçisi Yunanistan gibi “ağırlaştırılması”ndan, Türkiye’ye “yerine getirdin getirdin” türü bir “ültimatom-tarih” verilmesinden yana olmuşlardı.

İngiltere’nin başını çektiği ve İsveç’in de ön planda yer aldığı “AB içinde Türkiye’yi kayıranlar” grubu, ise hafifletme peşindeydi. Chirac-Merkel görüşmesinin, “korktuğumuz” gibi çıkmamasından “pek sevinmiştik.” Bunun ardından, hükümet destekçisi gazetelerin “altın gol” diye aceleci biçimde niteledikleri, Türkiye’nin diplomatik manevrası geldiğinde, daha bir heyecanlandık. Ağlara giden bir top vardı ama bu “altın gol” olmaktan ziyade, doğruya doğrueğriye eğri- “ofsayttan atılan gol”e benziyordu. Yan hakem, golü saydırmak için bayrak kaldırmadıysa da, orta hakem yemedi ve sonuçta, 11 Aralık’ta “Komisyon Tavsiyeleri” beş aşağı beş yukarı kabul edildi. “Eşeği kaybettirip buldurmaktan” kastettiğim budur.

* * *

İşin ilginç tarafı, “altın gol” diye kendi kendimizi aldattığımız “ofsayttan gol” -ama nereden baksanız, diplomatik anlamda, ağlarla buluşan bir gol- Türkiye’nin iç politikasında yeni ve çok kez olduğu gibi “eblehçe” polemiklere ve gerilime neden oldu. Buradaki amaç, her seferinde olduğu gibi “bağcı dövmek” üzerine yoğunlaşmıştı. Ve, çok kişinin fark ettiği gibi Nisan ayındaki “Cumhurbaşkanlığı Meydan Muharebesi” ile ilgiliydi. O günler, Orhan Pamuk ve Nobel konusuyla ilgilenmenin keyfindeydik. Ama, tüm gelişmeleri, bir yandan, dikkatle izlediğim için, AB’ye ilişkin gelişmelerin, sonuç itibarıyla, bir-iki pek de önemli olmayan rötuş ile “KomisyonTavsiyeleri” noktasında AB’nin karşıt taraflarının buluşturulacağını sezdim. İki haftadır süregelen, “eşeği kaybettirip buldurmak” yani AB-içi Türkiye konusundaki ihtilafın “Komisyon Tavsiyeleri”nde buluşmak olacağını görebiliyordum. Yıllar yılı, diplomasi ile hemhal olmuşsanız, bunu kestirebilmek de bir büyük maharet de değildir doğrusu.

Gelinen nokta, AB-içi bir muhtemel krizin aşılmasıdır ama Türkiye-AB ilişkileri krizli noktaya aşamamıştır. Dahası, bu “kriz” tespit edilmiş ve ilişkiler, bir “kriz statükosu” dönemine adım atmıştır. Bu, müzakere sürecinin kopmamış olduğunu yani AB yanlılarının “iman tazeleyebileceği” bir durumu (örneğin Hasan Cemal’de yansıyan yaklaşım böyle) değil, müzakerelerin fiilen duracağı bir sürece girdiğimizi anlatıyor. AB ile palamarlar çözülmemiştir ama AB’ye katılım doğrultusunda ilerlememiz de durmuştur. Geldiğimiz noktada, müzakerelerin - kağıt üzerinde kısmen, fiiliyatta ise tümü itibarıyla- askıya alınmış olduğunu anlamamız gerekiyor.

* * *

AB Dışişleri Bakanları’nın yarın ve öbürgün gün gerçekleşecek Zirve’de pek değişmesi beklenmeyecek ve “Komisyon Tavsiyeleri”ne uyan kararı: 1.Türkiye, Ankara Protokolü’nü uygulayana dek yani Rumlara liman ve havaalanlarını ele alana dek, 8 başlığın müzakeresinin mümkün olmayacağını; 2. Açılacak başlıkların ise aynı şart yerine getirilmedikçe kapanmayacağını bildiriyor. Türkiye için 3 başlığın askıya alınması kabule şayan görülüyordu. Hele, Ankara Protokolü uygulanmadıkça, açılan müzakerelerin kapatılmayacak olması karşısında Türkiye’nin müzakerelere devam hevesi kalmaz.

Bakmayın siz, Tayyip Erdoğan’ın “O zaman Ankara Kriterlerini uygular yolumuza devam ederiz, biz ne yapıyorsak halkımız için gerektiği için yapıyoruz vs.” türü söylemine. AB ile ilişkilerin daha iyi bir raya oturması ihtimali zayıflayınca, 301 bile bir kenara itildi. Türkiye’deki her siyasi ilerlemenin aslında AB endeksli olduğunun çarpıcı bir örneği değil mi bu?

Şimdi, AB “uzmanları”, Türkiye’ye ültimatom niteliği tarih verilmemiş olmasını, AB’nin 2007 Ocak ayı ile birlikte KKTC’ye ambargoların kaldırılması konusuna el atılacağını, Türkiye’nin Ankara Protokolü’nü uyguladığına dair Komisyon’un sunacağı raporda bunu “confirm” etmesi yani “tasdik ettiğini” bildirmesi yerine “verify” etmesi yani “doğruladığını” bildirmesinin, metne girmesini önceki “Komisyon Tavsiyeleri”ne oranla, Türkiye lehine bir metin olduğunu vurgulayacaklar.

Bu “ayrıntılar”a da kulak asmayın. Türkiye-AB ilişkileri bir “kriz statükosu”na girmiştir. Daha kötüsü olmamış olmasına, yani müzakerelerin 8 başlığı yerine tüm başlıkların askıya alınmamış olmasına bakarak, müzakerelerin hepten kopmadığından ötürü memnun olabilirsiniz tabii...

Bugün, 13.12.2006

Cengiz ÇANDAR

14.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  AB ile katılım süreci yerine “kriz statükosu”na

  Devlet ve siyaset

  Komutan kendini ne sanıyor?

  AB, asker ve gidişat


 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004