Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 14 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

Devlet ve siyaset

Türkiye’de öteden beri ‘politikacı/siyasetçi’ ile ‘devlet adamı’ arasında ayrım yapmak adettendir. Bu gayet bilgilendirici ayrıma göre, Türkiye’de ‘siyaset’ ile ‘devlet işleri’ nitelikleri bakımından birbirinden büsbütün farklı iki etkinlik türüdür. Nitekim, öyle (çok) ‘devlet meseleleri’miz vardır ki, bunlar siyasetin alanına girmez ve siyasetçiler tarafından karara bağlanamazlar. Hepimizin bildiği gibi, bizde bir ‘hükümet politikaları’ vardır bir de ‘devlet politikaları’. Birinciler gelip geçici ve kısmi, buna karşılık ikinciler kalıcı ve milli sayılırlar.

Ancak, burada çok daha önemli olan nokta, bu ayrımın aynı zamanda ahlaki bir hiyerarşi fikrini de içermesidir. Bu normatif bakış açısından, ‘Devlet’le ilgili olan hükümetle ve partilerle ilgili olandan, ‘devlet işleri’ siyasetten daha üstün ve değerlidir. Siyaset sıradan bir meşgale iken, devlet yönetimi istisnai ve yüce bir meşgaledir.

Genellikle hükümet politikasında ve parti politikasında kendini gösteren siyaset yoluyla, mesela, ‘taban fiyatları’ veya kamu görevlilerinin ücretleri belirlenebilir; ama meselâ ‘ulusal güvenlik’, üniversite, eğitim, dış politika gibi devlet meseleleri bu yolla karara bağlanamaz. Çünkü bunlar sadece ‘partiler üstü’ değil fakat aynı zamanda ‘siyaset üstü’ de olan meselelerdir.

Bu anlayışın doğal bir sonucu olarak, ‘siyasetçi’ de ‘devlet adamı’na göre daha ‘aşağı’ bir mevkidedir. Siyasetçi halkı (tebaayı) temsil eder, buna karşılık devlet adamı olmak için halktan uzaklaşıp devlete yanaşmak, hatta -deyim yerindeyse- ‘fenafil devlet’ olmak gereklidir.

Bu ayrım aslında ‘hükmet-i hükûmet’çi siyasi felsefe ile çok yakından ilgilidir. Meselâ Machiavelli’ye göre, siyaset Tanrı’dan ve kiliseden bağımsız olduğu kadar, kendine özgü kanunları da bulunan, zorunlu bir etkinlik alanıydı. Machiavelli siyaseti, bugünkü anlamından farklı olarak, ‘devlet (yönetme) sanatı’ (statecraft) olarak tanımladı ve onu sadece ilahi iddialardan değil fakat aynı zamanda ahlak ve hukuktan da bağımsızlaştırdı.

Machiavelli’nin asıl vurgusu ‘devlet sanatı’nın ahlaki anlamda iyiden ve kötüden bağımsız, kendine özgü ve zorunlu kanunları bulunan bir maharet olduğu üstüneydi. Devlet yönetiminin zorunlu kıldığı hareket tarzları ise ne özel hayatın değerlerine ne de hatta hukuka ve adalet idesine bağlı tutulabilirdi. Hukuk ve adalet ancak devletin bekasına hizmet ettiği ölçüde araçsal bir değere sahip olabilirdi.

Ne var ki, bu felsefe günümüzün demokratik hukuk devleti veya ‘anayasal demokrasi’ anlayışıyla bağdaşmıyor. Her şeyden önce, demokratik ‘siyaset’ devlet merkezli olarak anlaşılan bir siyaset tarzı değildir. Çünkü, demokratik siyasetin öznesi devlet değil, özgür ve doğal haklara sahip yurttaşlardan oluşan halktır. Ayrıca, demokratik siyasetin özünü de, devletin iyiliği değil, ‘ortak (kamusal) iyi’nin tespiti ve uygulanması oluşturur.

Bu arada, demokratik siyaset devletin bekasını kendi başına bir amaç olarak kabul edemez; özgür-demokratik toplumlarda devlet kişilerin haklarına riayet ettiği ve toplumun amaçlarına hizmet ettiği ölçüde araçsal bir değere sahiptir. Özgürlük, adalet ve barışa hizmet etmeyen devletin kendi başına bir değeri yoktur.

Onun içindir ki, toplumun değil de devletin ne istediğine veya neye ihtiyacı olduğuna bakıldığı veya siyaseti toplumsal dinamikler yerine ‘devlet çıkarları’nın belirlediği yerde demokrasi olmaz, olmuyor.

Star, 13.12.2006

Mustafa ERDOĞAN

14.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  AB ile katılım süreci yerine “kriz statükosu”na

  Devlet ve siyaset

  Komutan kendini ne sanıyor?

  AB, asker ve gidişat


 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004