Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

İsmail BERK

Bayramın üçünde bir sabah



Kurban Bayramının üçüncü sabahı. Oldukça erken bir saat. İnşirahın boy verdiği, rızkın bereketlendiği, fikirlerin filizlendiği bir zaman kesiti. Lemaat’tan “hayal libasını giymiş muazzam bir hakikat” mevzuunun sürüklediği menfî/müsbet kıyasında, imanın ruhu ve ruhun cesedi “mütelezziz” kıldığı haletin anatomisine dalıyorsunuz. Akabinde vicdanın ruha yaşattığı “saadet-i acile” ile mündemiç potansiyeline ulaşıyorsunuz.

Hayal libasının hakikate dâvetkâr imajı ile başlayan yolculuğun altı yönlü boyutuna taşıyan konunun son paragraflarıydı yukarıdaki kodlamalar.

Çünkü firdevsî cennetin manevî hazzını şimdiden tadan bir dimağın/beynin kalbine işlenmiş düşünme ile deştikçe, şuur/bilinç “şiar-i raz” olarak ifade edilen gizli işaretlere gidiyor.

Gittikçe kendinize dönüyorsunuz, zaten mevzunun uzun hikâyesinde iki yolun tanımları, özellikleri ve tercih sebepleri ile sonuçlarını göz önüne seren inanılmaz bir kurgu var. Tam da senaryolaştırılması gereken bir konu.

Okurken, bir anda tasarlamaya başlıyorum zihnimin yeni dalgalarını. Bir yönetmen arıyorum o anda. Hatta gidip öğrenme geçiyor içimden. Bir çırak pahasına buradaki metni ekrana taşıyacak bir san’at ehline asistan olma kabulüne bile giriyorum.

Mevzunun orijinine dönersem; odaklayıcı ve şifreleyici ne kadar kavram varsa, ilim erbabının marifet gözüne hitap edecek bir mektup gibi geleceğe, nesl-i atiye, ilme, irfana postalamış Bediüzzaman.

Devamında müthiş bir finalin, gerginlikten uzaklaştırdığı ve doğru ilâçla teskin ettiği manevî hastasına, tebessüm eden bir doktor edasında tavsiyede bulunan hekim Bediüzzaman’ı dinliyorum:

“Şimdi ne kadar kalp ikaz edilirse, vicdan tahrik edilse, ruha ihsas verilse, lezzet ziyade olur; hem de döner, ateşi nur, şitası yaz.”

Anladığımla yetinirsem şu anda, hemen paylaşmak isterim; yakıcı ateş nura dönüşür, kış ise yaza.

“Kuvvet-i iman” nispetinde, her kişiye ve hale göre değişen bir derecelendirme ölçüsü de veriyor Bediüzzaman. Aksi halde, “herkes aynı şeyi anlamadı” diye sınırlayıcı bir çerçevenin boyunduruğunda fikri müheyya etmekten vazgeçebiliriz.

İman kuvveti oranında, “ruha bir halet verir” tesbiti, arz-talep dengesinin ilâhî sırrına bizi yakınlaştırıyor.

Sonunda ne oluyor?

Belki de çektiğimi tasavvur ettiğim filmin başına dönün, yani konunun en başına gidin. Okuyarak, seke seke gelin, söke söke öğrenin ve her durakta taaccüp halinin merak uyandıran tahrikiyle sonraki konuya bir manşet kavram taşıyın.

Sonra zihninizi kurcalayan yeni hazinelerin anahtarları arasında “acaba hangisi?” demeye kalmadan, bir inkişafın size yol açan manidarlığı ile buluşacaksınız.

Açılan kapılardan bu yola gireceksiniz? Hangi kapılar mı açılır?

Onun cevabını da Üstad Bediüzzaman’dan alalım:

“Vicdanda firdevslerin kapıları açılır; dünya olur bir cennet” müjdesinin harikulâde boyasıyla boyanmak ve kendimizi aşmanın derinliklerine tekrar dalarken, “Nasıl bir cennetin içindeyiz?” sorusu ile ayrıca kendimize yeni cevaplar aramaya gerek var mı?

“Gerek yok” diyenler, bundan sonrasını okumayabilir. Ancak “gerek var” diyenler “cennetin içini” büyük bir heyecanla merak edenlere Lemaat’ta cevap var:

“İçinde ruhlarımız, eder pervazüperdar, olur şehbazüşehnaz, yelpez namazüniyaz.”

Okunan sabah ezanı bizi dâvet ediyordu. Bütün iliklerimize işlercesine. O sırada Kanal 7 ekranlarında Kur’ân-ı Kerim Arapça yazılışı ve Türkçe mealiyle birlikte okunuyordu.

Kısa bir aradan sonra namaz dâvetine icabet ettik. Cemolduk. Toplandık. Tekrar dağılırken, içimizdeki cennet bizi yaşamaya devam etti. Uyumadı, hüşyar oldu ve bizi de uyutmadı.

Son paragraf “Ey aziz yoldaşım! Şimdi Allah’a ısmarladık. Gel beraber bir duâ ederiz, sonra da buluşmak üzere ayrılırız” diyerek, “Allah’ım, bizi doğru yola ilet. Amin” diye bitiyor.

Yazılarından takip ettiğim Ali Ferşadoğlu ve Halil İbrahim Akgünler dostlarımızla, çalışmalarını bildiğim Mehmet Aybak Hocamız ve bu konuya odaklı diğer aşina beyinler! “Akıl, kalp, cesed, ruh, vicdan, duygu, şuur” kavramları üzerinde yıllara sarî bir yoğun çalışmanın çekirdeklerini Risâle-i Nur Enstitüsü’nde atmaya ne dersiniz?

Şimdilik Allah’a ısmarladık.

03.01.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (02.01.2007) - Bayram vaazının pozitifliği

  (01.01.2007) - Saddam Hüseyin’in düşündürdükleri

  (31.12.2006) - Hac bayramı

  (28.12.2006) - Bütçe polemikleri ve kapıdaki tehlike

  (27.12.2006) - Bir “Türkmenbaşı” vardı

  (26.12.2006) - Yerli yeniliğin adresi Kayseri

  (25.12.2006) - Menemen provokasyonu

  (24.12.2006) - Hacca yönelmek

  (21.12.2006) - AB treni ilerliyor

  (20.12.2006) - Demokrasi Platformu/üssü

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004