Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 26 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Peygamberi yalanlayıp kendi heveslerine uydular. Fakat takdir edilen her şey bir gayeye ulaşacaktır.

Kamer Sûresi: 3

26.02.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Kaba davranana yumuşaklıkla muâmele ederek, vermeyene vererek şerefi Allah katında arayınız.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 25

26.02.2007


Gençlerdeki şiddetin önü ne ile alınır?

İnsanların hayat-ı içtimâiyesinin medârı olan gençler, delikanlılar, şiddet-i galeyanda olan hissiyâtlarını ve ifratkâr bulunan nefis ve hevâlarını tecavüzâttan ve zulümlerden ve tahribâttan durduran ve hayat-ı içtimâiyenin hüsn-ü cereyânını temin eden, yalnız Cehennem fikridir. Yoksa, Cehennem endişesi olmazsa, “Galip olan hükmeder” kaidesiyle o sarhoş delikanlılar, hevesâtları peşinde bîçare zayıflara, âcizlere dünyayı Cehenneme çevireceklerdi. Ve yüksek insaniyeti, gayet süflî bir hayvaniyete döndüreceklerdi...

Şuâlar, s. 167

***

Nev-î insanın üçten birisini teşkil eden gençler, hevesatları galeyanda, hissiyata mağlûp, cüretkâr akıllarını her vakit başına almayan o gençler, âhiret imanını kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse, hayat-ı içtimaiyede, ehl-i namusun malı ve ırzı ve zayıf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır. Bazı, bir dakika lezzeti için bir mes’ut hanenin saadetini mahveder ve bu gibi, hapiste dört beş sene azap çeker, canavar bir hayvan hükmüne geçer. Eğer iman-ı âhiret onun imdadına gelse, çabuk aklını başına alır. “Gerçi hükümet hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim. Fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelâlin melâikeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar. Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zayıf olacağım” diye, birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat, bir hürmet hissetmeye başlar.

Şuâlar, s. 203

***

Eğer, bu hakikat-i haşriyenin neticeleri, insaniyetten çıksa, o çok ehemmiyetli ve yüksek ve hayattar olan insaniyet mahiyeti, murdar ve mikrop yuvası bir lâşe hükmüne sukut edeceğini ispat eder. Beşerin idare ve ahlâk ve içtimâiyâtı ile çok alâkadar olan içtimâiyyun ve siyâsiyyun ve ahlâkiyyunun kulakları çınlasın. Gelsinler; bu boşluğu ne ile doldurabilirler? Ve bu derin yaraları ne ile tedâvi edebilirler?

Şuâlar, s. 167

Lügatçe:

hayat-ı içtimâiye: Sosyal hayat.

hevesat: Nefsin heves ve arzuları.

şiddet-i galeyan: Şiddetli coşma, kaynama.

tahattur: Hatırlama.

ifratkâr: Aşırı giden.

hüsn-ü cereyân: Güzel cereyan.

26.02.2007


Dedem, Yeni Asya ve 38. yıl

Dedem Ahmed Denktaş, 30 yıldır Yeni Asya Gazetesi Hatay/Antakya temsilciliği ve dağıtıcılığını sürdürmektedir. Gazeteyi dağıtım işlemini de bu süre zarfında hiçbir vasıta kullanmadan gerçekleştirmektedir. Dedemin Yeni Asya’ya dair bu uzun ve sebatkâr işlevi, benim Risâle-i Nur hizmetine ve Yeni Asya misyonuna olan bakış açımı büyük ölçüde etkilemiştir. Bana, hizmetin hayattaki her şeyin fevkınde olduğunu, bunu gerçekleştirmek için de her türlü fedakârlığı yapmak gerektiğini öğretmişti. Yeni Asya’yı neşretmenin çok büyük bir hizmet olduğunu, eski zamandaki Nur talebelerinin Türkiye’nin ve dünyanın sâir yerlerindeki Nur talebelerine lâhika mektuplarını ulaştırma vazifesini bu zamanda Yeni Asya’nın gerçekleştirdiğini lisan-ı hal ve kal ile anlatmıştı. Bu düşünce ve birikimlerle dedem, 30 yılın üzerinde Yeni Asya temsilciliği ve dağıtıcılığını, aynı kararlılık ve fedakârlıkla devam ettirmektedir.

Geçtiğimiz Kurban Bayramında dedemi ziyarete gitmiştim. Dedem bana, belki de hiç unutmayacağım, kısa süre önce yaşadığı bir hatırasını anlattı. Olay şöyle gerçekleşiyor: Hayat boyu neredeyse hasta halini hiç görmediğim dedem, bir gün bütün gücünü ve kuvvetini elinden alan bir rahatsızlığa yakalanıyor. O kadar halsiz ki, yattığı yerden bir adım kımıldayamıyor. Her gün kilometrelerce yol yürüyüp bana mısın demeyen dedem, bu güçsüz halini görünce müteessir oluyor, çok üzülüyor ve sağlıklı günlerine özlem duyuyor. Bir süre sonra, uyku ile uykusuzluk arasında, yatağının başında konuşan iki kişinin seslerini işitiyor. Önce gözlerini açamıyor, ardından seslerin kararlı bir şekilde gelmesinden sonra kendine geliyor ve görüyor ki; karşısında bütün heybet ve azametiyle ayakta Bediüzzaman Said Nursî, onun önünde de dizleri üzerine oturmuş vaziyette Zübeyir Gündüzalp Ağabey var ve sohbet ediyorlar. Dedem onları fark edince yatar vaziyetten kurtulup doğrulmaya çalışsa da, Zübeyir Ağabey eliyle dedemin göğsüne bastırarak yatmasını, rahatsız olmamasını istiyor. Sonra Üstad, Zübeyir Ağabey’e soruyor: “Kimdir bu kardeşimiz?” Zübeyir Ağabey: “30 yıllık Yeni Asya dağıtıcısıdır.” Bunu duyan Bediüzzaman, dedemi tebessümle takdir ediyor, hizmetinden dolayı memnuniyetini dile getiriyor. Sonra da Zübeyir Ağabey cebinden küçük bir Risâle çıkarıyor ve dünyanın ücret değil, zahmet yeri olduğu ve Müslümanların asıl ücretlerini ahirette alacaklarına dair kısa bir ders yapıyor. Bundan sonrasını hatırlamayan dedem, olayın uyku halinde mi, yoksa uyanıkken mi olduğuna tam olarak karar veremiyor. Bu olay üzerine, o kadar halsiz ve güçsüz olan dedem o gün ayağa kalkıyor, doktora gidecekken vazgeçiyor ve kendini uzun zamandır olmadığı kadar sağlıklı ve zinde buluyor.

Yaşadığı olayı Risâle-i Nur’un kerâmeti olarak değerlendiren dedem, yapılan hizmetin ne derece önemli olduğunu yaşadığı bu olayla ispat etmektedir. Çünkü Yeni Asya, artık kaleleri yıkıldı denilen muzaffer bir dinin önüne surları tekrar ören ve o dinin hak din olduğunu asırlara, arza ve semâvâta, korkuyu hiçe sayarak gür sadalarla haykıran bir bürhandır, tebliğdir. Yeni Asya, adı telâffuz edilince akla gelen istikamet, kararlılık, istikrar, müsbet hareket, sebat, isabet, fedakârlık, azim vs. gibi asıl itibariyle Risâle-i Nur’un ve Bediüzzaman’ın özelliklerini bu zamanda yansıtan ve bunu geride bıraktığı 37 yılda bozmadan devam ettiren yegâne misyondur. Bediüzzaman yıllar önce Risâle-i Nur’da matbuat âlemiyle hizmeti elzem görmüş ve bunu Emirdağ Lâhikasında şu şekilde dile getirmiştir: “Risâle-i Nur, bu mübarek vatanın manevî bir halaskârı olmak cihetiyle, şimdi iki dehşetli manevî belâyı def etmek için ‘matbuat âlemiyle’ tezahüre başlamak, ders vermek zamanı geldi veya gelecek gibidir zannederim.” (Emirdağ Lâhikası, s. 90, Yeni Asya Neş.)”

Burada Üstad’ın lüzumlu gördüğü matbuât âlemiyle ders verme hizmetini, inşallah Yeni Asya yerine getirmektedir. Ebediyet yolculuğunda, çizgisini 37 yıldır bozmayan Yeni Asya’ya sonsuz muvaffakiyetler diliyorum.

[email protected]

Cemil YÜZER

26.02.2007


ESMA-İ HÜSNA

Zekiyy

Allah (c.c.), Zekiyy’dir. Yani mutlak mânâda temiz ve pâktır. Sonradan yaratılanlara hiçbir biçimde benzemez. Cenâb-ı Hak bütün eksikliklerden, noksanlıklardan, kusurlardan, hatalardan, sehivlerden, yanılmalardan, unutmalardan, ârızalardan münezzehtir, mukaddestir, yüksektir ve uzaktır. Cenâb-ı Hak temizliği emreder, temiz olanı ve arınanı sever.

Zekiyy ismi Hazret-i Ali’nin (ra) Peygamber Efendimizden (asm) rivâyet ettiği1 Cevşenü’l-Kebir’de vârittir. Kur’ân’da bu isim, fiil yapısında gelmiş ve mü’minlerin arınmaları istenmiştir. Cenâb-ı Hak, “Kim îmân etmiş ve salih amel işlemiş olarak gelirse, onlara en üstün dereceler, içlerinden ırmaklar akan, içlerinde temelli kalacakları Adn Cennetleri vardır. Arınanların mükâfâtı budur” buyurur.2 Bir diğer âyette de, “Kendisini arındıran felâha ermiştir”3 buyurulur.

Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, mü’minin bu âyette istenen arınmayı elde etmesi için, kemâlini kemâlsizlikte, kudretini âcizlikte, zenginliğini fakirlikte bilmesi gerekir. Yani, mü’min kendi kusurunu gördükçe ve hatalarını îtiraf ettikçe olgunluk ve arınma sürecini işletmiş olur; âcizliğini bildikçe Cenâb-ı Allah’ın kudretine sığınmış olur; fakîrliğini hissettikçe Allah’ın gınâsı, zenginliği, ihsânı ve ikramı mü’minin imdâdına yetişir. İnsan, nefsinde yalnız kusur, acz, fakr ve noksanlık görmeli; bütün iyilikleri, güzellikleri ve kemâlâtı Fâtır-ı Zülcelâle vermelidir. Kendisinin sahip olduğu iyilikleri Fâtır-ı Zülcelâlin verdiğini idrâk etmeli ve gururlanmamalı, bilakis fahr yerine şükretmeli, övünmek yerine hamd etmelidir.4

Cenab-ı Hakkın kudsî mâhiyetinin, hiçbir mâhiyete benzemediğini ve kâinat cinsinden olmadığını beyan eden Bedîüzzaman, kâinat dâiresindeki hiçbir mânianın, hiçbir kaydın, hiçbir engelin, hiçbir büyük kütlenin Onun kudretinin önüne geçemeyeceğini, Onun icraatını sınırlandıramayacağını kaydeder.5 Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, Allah’ın varlığı ve mâhiyeti vâciptir, yani zorunluluk arz eder; madde cinsinden değildir; misli, misâli ve benzeri yoktur. Mekândan münezzehtir. Kudretiyle her mekânda hâzırdır. Bölünmeyi ve kısımlara ayrılmayı aslâ kabul etmez. Her şeye karşı bütün isimleriyle birden ve her an müteveccihtir.6 Her şeyin dizgini elinde ve her şeyin hazinesi yanında bulunan Cenâb-ı Allah her şeyin yanında nâzır, her mekânda hâzır, mekândan münezzeh, aczden son derece uzak, kusurdan mukaddes, noksanlıklardan yücedir.7 Gündüz bütün dünyayı kucaklayan ışık, nasıl güneşe işâret ediyor ise—temsilde hata olmasın—bütün kâinatı ihâtası altında bulunduran umûmî hikmet, rahmet, tanzîm, âhenkli yaratma, zînetlendirme ve temiz yaratma sıfatları da, eşsiz ve kuşatıcı birer ışık ve her şeyi kucaklayan birer nur olarak, Cenâb-ı Hakka işâret etmektedirler.8

(Risale-i Nur’da Esma-i Hüsna)

Dipnotlar:

1- Mecmuatü’l-Ahzab, 2:236; 2- Tâhâ Sûresi: 75-76; 3- Şems Sûresi: 9; 4- Mektûbât, s. 443; 5- A.g.e., s. 241; 6- A.g.e., s. 242; 7- Sözler, s. 289; 8- Lem’alar, s. 488

26.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004