Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 02 Nisan 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Sivil Toplum

220.000 kadro veya mum dibini aydınlatmaz

Genel olarak kamuda geçici işçi pozisyonlarında çalışanların büyük bir endişe ve ümit ile bekledikleri ve halk arasında bilinen adı ile “220.000 geçiciye kadro” kanun tasarısının Genel Kurula gelerek görüşülmesi bekleniyor.

Yılın belli bir zamanı gelirden mahrum kalmak ve daha önemlisi gelecek kaygısını en derinden yaşamak, amirler, olaylar ve durumlar karşısında her zaman edilgen ve ihtiyatlı olmayı gerektiren bir kişiliğe dönüşmeye zorlanmaktır. Geçici işçi olmak demek aynı zamanda yalana kanmak ve bile bile lades demeye razı olmak anlamına da gelir. Her seçim dönemlerinde önce sendikaların sonra siyasî parti ve adayların, kadro sözlerine zoraki bir inanmayı gerektirir. Asli işi olmayan fakat amirin söylediği diğer işlere hayır demeden “peki” deyip yapmak zamanıdır.

Kanun tasarısı temel olarak kamu kurum ve kuruluşları, özel idare, belediyeler ve yarıdan fazlası kamuya ait olan işletmeler ve belediyelerin bağlı kuruluşlarında çalışan geçici statüdeki 218 bin 733 kişinin kadroya alınmasını kapsamakta, 26 bin 162 kişi bu müjdenin dışında kalmaktadır.

Söz konusu kanun tasarısı bu durumun sıkıntısını çekenlerin yaklaşık yüzde 90 sorununa çözüm bulur iken, yüzde 10’luk bir kesim başka bir baharı beklemek zorunda bırakılıyor. Yine tasarıda fabrika, şantiye, atölye, çiftlik, arazi gibi işçi istihdamının zorunlu olduğu yerlerde işçiler eliyle gördürülmesi gereken işlerde fiilen çalışanlar sürekli işçi kadrolarına, bunların dışında kalan geçici işçiler ise istekleri hâlinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4(B) fıkrası hükümleri uyarınca sözleşmeli personel pozisyonlarına atanmasını öngörüyor.

Tasarıya eleştiriler yok değil; tasarı gerekçesinde geçiçi işçi adı altında bir statü tanımlanmaz iken, metinde geçici işçi ifadesi kullanılması adeta geçici işçiliğin tanımlanması ve yasaya girmesi şeklinde yorumlanabilecek unsurlar taşımaktadır.

Yargıtay kararları ve içtihatlarla işçi statüsünde sayılanlar kadroya alınırken statü hukukun en az güvence sağlayan maddesi olan 4/b ile sözleşmelilik konumuna geçirilmektedirler. Kamu personel rejiminin en az istihdam güvencesi sağlayan “geçici personel” ile birlikte “4/b sözleşmeli personel” statüsü olduğu düşünüldüğünde yapılan düzenlemeyle çalışanların özlük haklarının iyileştirilmesi konusunda ileri adım atıldığı fakat bir memuriyet veya kadrolu işçi durumunda ulaşamadığı görülmektedir.

Norm kadro gereği ve yerel yönetimlerde kimin sözleşmeli olacağına il özel idarelerinde il genel meclisleri, belediyelerde, belediye meclisleri, birliklerde de birlik meclisleri karar verecektir. Bu durum ise herkesin bir meclis üyesinin peşine takılmasına sebep olabilir. Ayrıca İSKİ, ASKİ, EGO gibi işletmeler için bu kararı kimin vereceği konusu muhalefet karafından eleştirilmektedir.

Bu tasarının en fazla eliştirlen yönü ise; “2006 yılında altı ay ve daha fazla çalışmış olma” şartıdır. Bu şart Komisyonda 2005 yılı ile ilşkilendirilmiş olsa bile, tasarının kapsamına giren bir kurumda 2003, 2004 ve 2005 yıllarında mevsimlik işçi olarak yılda altı-yedi ay çalışan işçiler, herhangi bir sebeple 2005 yılında altı aydan az veya 2006 yılında işe çağrılmamışlar ya da altı aydan az sürekli çalıştırılmışlarsa, kapsam dışında kalmış oluyorlar. Herkesin gözü kulağı Genel Kurulda bir sürpriz olup, kapsamın 1 Ocak 2007 veya kanunun yürürlüğe girdiği tarih şeklinde düzeltilmesidir.

Son olarak, Meclise ziyarete gittiğinizde ilk muhatap olduğunuz, milletvekillerinin yasama ve diğer faaliyetlerinde birinci yardımcısı durumunda olan Milletvekili Danışmanlarının kadrosuzluk durumlarına değinmek istiyorum. Milletvekili Danışmanlarının yarıya yakını, vekilin talebi üzerine TBMM Genel Sekreterliği ile bir hizmet sözleşmesine istinaden görev yapmaktalar. Böyle bir kanunda, tamamı üniversite mezunu ve büyük bir kısmı değil altı ay, yıllardır milletvekili ile çalışırken, eğitimine uygun olmak üzere TBMM dışında bir kuruma Sürekli İşçi veya Sözleşmeli Personel Pozisyonlarına (bir defaya mahsus bile olsa) atanabilmeleri hususunda bir düzenleme görmedim. Zira, kanunun Meclise geliş mantığına bakacak olursanız sözleşmeyle çalışan yaklaşık 250 danışmanın bunun içinde bulunması gerekirdi. Çünkü bu kişiler TBMM’de çalışmakta olup, düzenlemenin bütçeye yeni bir yük getirmeyeceği de ortadadır. AKP’nin yaptığına bizim orada «mum dibini aydınlatmaz» denir.

[email protected]

Emin Talha KARAMUSA

02.04.2007


Toplum ve aydınlarımız

Geçmiş seçim dönemlerinden birinde, partisinin propagandasını yapmak için bir dağ köyüne gelen aydın kesimden bir siyasetçi, konuşmasında Demokrat Parti ve icraatlarını kötüler.

Bunun üzerine ayağa kalkan yaşlı bir vatandaş şöyle der: “Beyim, siz buraya Demokrat Parti’nin yaptığı yoldan ve nehir üzerinde inşa ettiği köprüden geçerek arabanızla geldiniz. Bu partinin getirdiği elektrik ışığı altında da bize hitap ediyorsunuz. Biz seni ancak bir şartla dinleriz: Önce gidip dağ yolundan yaya olarak geleceksiniz, nehri ayaklarınızla geçtikten sonra da burada karanlık altında bize konuşacaksınız.”

Bu kıssadan almamız gereken dersler çok. Öncelikle, ülkemizin siyasetçileri ve bilim adamları dahil bütün entelektüel (aydın) kesimi, topluma hiçbir şey anlamayan kara cahiller olarak bakmayı artık terk etmelidir. Günümüzde toplumun her şeyin farkında olduğu kesin de, aydınlarımız toplumun ve gelişmelerin ne kadar farkında, o belli değil.

Aydın kesim, çocukluğundan beri içinde bulunduğu ortamın etkisiyle, dokunulmaz konumda olduğuna dair babadan oğula geçen bir algıya sahiptir. Bu ön yargıyı kırmak kolay değil. Fakat, dış dinamiklerin şok etkisiyle bu ön yargının kırılacağına dair emarelerin gitgide arttığını da söyleyebiliriz. Daha şimdiden aydınlar arasında da gruplaşmaların olduğunu, toplumun değerlerine saygılı ve demokrat aydınların sayılarının arttığını medyadan takip edebiliyoruz.

İşin aslına bakılırsa, uzun yıllar, toplumun değerlerinden kopuk olmakla aydın olmak eş değer tutuldu. Artık bu yolun sonuna gelindiğini fark etmek gerekir. Zaten, bozuk olduğu hep dile getirilen eğitim ve YÖK sistemimizin tezgâhında 10-15 yıl okuyup, sonraki çok da uzun olmayan bir hayat sürecinde birkaç felsefe bilgisi ve tecrübeyle ne kadar aydın olunabilir ki?

Bütün bu gelişmeler karşısında haddini bilerek davranmak, toplumun öyle 10-15 yılda elde ettiği değil, yüz yıllardır getirdiği değerlerine saygılı olmak, birbirini dışlayıcı tutum ve davranışlar yerine, birbirini anlamaya yönelmek en doğru olanıdır. Her halde aydın olmanın en önemli gereği de budur.

Toplumun demokratlaşması ve aydınların topluma saygısı gerçekleştiğinde, toplum ile aydınlar arasındaki güvensizlik ortamı kendiliğinden kaybolur. Arzu edilen budur. Bundan bütün kesimler kazançlı çıkar.

[email protected]

Prof. Dr. Gürbüz AKSOY

02.04.2007


Mayınlar halka devlet sırrı, BM’ye açık bilgi

Mayınsız Bir Türkiye Girişimi’nden Muteber Öğreten, Bilgi Edinme Hakkı’ndan yararlanarak 2004’te Türkiye’nin antipersonel mayınlarla ilgili istatistiklerini sordu. Sorduğu sorular, Türkiye’nin onayladığı Ottawa Sözleşmesi’nin gereği olarak vereceği, dönemlik raporda yer alması gereken bilgilerdi.

Ama Genelkurmay’dan gelen cevap, Türkiye’de muhtelif yerlerde, “ülke savunmasına yetecek miktarda” mayın bulunduğuydu. Öğreten bu cevabın sorunun karşılığı olmadığı savıyla, Başbakanlık Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu’na (BEDK) başvurdu Ama BEDK de bu bilgilerin “devlet sırrı” olduğuna hükmetti.

Oysa, Türkiye bu sırada Öğreten’in istediği bilgileri içeren raporu Birleşmiş Milletler’e sunmuştu. Birleşmiş Milletler de bu raporu kendi İnternet sitesinde yayınlamıştı. Kısacası, BEDK’nin “açıklanması halinde devletin emniyetine, dış ilişkilerine, millî savunmasına ve milli güvenliğine açıkça zarar verecek nitelikte devlet sırrı” saydığı bilgiler, Türkiye’nin sözleşme yükümlülüğü gereğince BM’ye sunduğu ve bütün dünyaya açık olan bir bilgiydi.

Mayınsız Bir Türkiye Girişimi’nin istatistiklerine göre, Türkiye’de 2006’da 145 kişi mayın ve patlamamış askeri malzemelerin mağduru oldu:

* 106 kişi yaralandı, 39 kişi öldü.

* Ölenlerin dördü çocuk, 25’i asker, 4’ü korucu, 2’si polis, 2’si de sivildi.

* Yaralananların 27’si çocuk, 63’ü asker, 4’ü korucu, 4’ü özel güvenlik, 1’i polis, 7’si de sivil.

* Olayların 42’si mayın, 8’i de patlamamış askeri malzemeden kaynaklandı.

Öğreten, mayın sorunuyla ilgili en önemli ayaklardan birinin mayın mağdurlarının rehabilitasyonu, hayata kazandırılması olduğunu söylüyor: “Mayın mağduru askerlerin hepsi rehabilite ediliyor ve istihdam ediliyorlar. Ama siviller kendi kaderlerine terk ediliyor.”

Ottawa Sözleşmesi, devletlere mayın mağdurlarının yeniden topluma kazandırılması için rehabilitasyon merkezleri kurmaları, sağlık hizmeti sunmaları, meslekî beceri kursları açmaları, istihdam oluşturmaları gibi yükümlülükler getiriyor, mayın mağdurlarının yeniden kendi ayakları üzerinde durabilmelerinin sağlanmasını istiyor.

“Mayın mağduru çocuksa, eğitim hayatı neredeyse sona eriyor” diyor Öğreten. “Yetişkinler de işlerini sürdüremiyorlar. Oysa yasal güvence altına alınmaları gerekiyor. Çünkü hepimizin güvenliğinden devlet sorumlu.”

(bia-Tolga Korkut)

02.04.2007


Tüketici mecburiyeti kötüye kullanılamaz

Tüketiciler Birliği Derneği, Türk Telekom’un 1 Mart 2007’de yürürlüğe koyduğu yüzde 25 zamma karşı “telekazık” kampanyasını başlattı. Tüketiciler Birliği Genel Başkanı Av. M. Bülent Deniz’in kampanya ile ilgili açıklaması:

“Türk Telekom, Telekomünikasyon Kurulu’nun onayladığı yeni tarifesini 1 Mart 2007 tarihinden itibaren uygulamaya başlamıştır. Yeni tarife ile rekabetin olduğu milletler arası, şehirler arası ve GSM arama ücretlerinde indirime gidilirken, rekabetin olmadığı ve Türk Telekom’un tek başına hizmet sunduğu şehir içi görüşme ücretleri ve sabit ücretlere yüzde 25 zam yapılmıştır. Bu uygulama tüketici mecburiyetinin kötüye kullanılmasıdır.

“Bu nedenle Tüketiciler Birliği tarafından Telekomünikasyon Kurulu’nun onay işleminin iptali için yargı yoluna gidilmiştir. Daha önce kamusal hizmet bedellerine ilişkin yapılan zamların enflasyon oranının üzerinde olamayacağı gerekçesiyle yargı tarafından verilen iptal kararlarının söz konusu olduğu bir ortamda, Tüketiciler Birliği tarifenin iptali için açılan davaların tüketici lehine sonuçlanacağına ilişkin beklentisini korumaktadır.

“Öte yandan Türk Telekom’un bu uygulaması toplumun tüm kesimlerinden tepki görmüş, enflasyonun düşürülmesine ilişkin yıllardan beri ulusal ölçekte yürütülen mücadeleyi başarısız kılacağı hususu Merkez Bankası raporlarına dahi yansımış, Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz tarafından Mart ayı enflasyon rakamlarının, bu zam sebebiyle yüksek çıkacağı vurgulanmıştır.

“Bu aşamada Tüketiciler Birliği tarafından, 19 milyon sabit telefon kullanıcısının yeni tarifelerle ilgili bilgilendirilmesi ve getirilen yüzde 25 zamma ilişkin tepkilerinin başta Telekomünikasyon Kurumu olmak üzere tüm ilgililere iletilmesi için 22 Şubat 2007 tarihinde başlatılan “TELEKAZIK” kampanyası toplumun her kesiminden büyük ilgi görmüştür.

“Kampanya kapsamında oluşturulan www.telekazik.org adresindeki internet sitesi ve (212) 478 0 222 nolu çağrı merkezi aracılığı ile toplanan imzalar, bugüne kadar gerçekleştirilen en büyük imza kampanyasına dönüşmüş bulunmaktadır.

“Kampanyaya yoğun ilgi, Türk Telekom’u harekete geçirmiş ve bu firma tarafından tarihinin en büyük reklâm kampanyası uygulanmaya başlamıştır. Türk Telekom’un halen yürüttüğü reklâm kampanyasında, indirim yapılan kalemler ön plana çıkartılmakta, şehir içi görüşmelere yapılan yüzde 25 zam adeta tüketicinin gözünden kaçırılmaya çalışılmakta, tüketici yanıltılmaktadır.

“Tüketiciler Birliği’nin örgütlü bulunduğu 15 ayrı noktada kampanya sokağa inmektedir. 15 noktada oluşturulan imza standları ile kampanya toplumun geneline yaygınlaştırılacak ve toplanacak imzalar ile;

*sabit telefon kullanıcısı tüketicinin yeni tarife ile gelen zamma ilişkin tepkisi

*ve bundan sonrası için tüketici mecburiyetinin kötüye kullanılmasının önüne geçilmesi ve kaliteli-ucuz hizmet satın almasını sağlayacak tek seçenek olan rekabet ortamının oluşturulmasına ilişkin talebi Telekomünikasyon Kurumu ve Ulaştırma Bakanlığı’nın da içinde bulunduğu bütün ilgili ve yetkili kurumlara iletilecektir.

“Kampanyanın ilerleyen günlerinde, tüketicinin tüketimden gelen gücünün harekete geçirilerek, sabit telefonlardan bir günlük konuşmama eyleminin gerçekleştirilmesi planlanmaktadır.

“Hiçbir firma tekel olması sebebiyle “tüketici mecburiyetini kötüye kullanamaz. Bu sebeple Türk Telekom’u, 19 milyon sabit telefon kullanıcısının oluşmakta olan tepkisi daha fazla büyümeden şehir içi görüşme ücretlerinde hemen indirime gitmeleri yönünde uyarıyoruz.

02.04.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004