Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 05 Nisan 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Onlar ne işledilerse hepsi de bir defterde kayıtlıdır. Küçük büyük bütün amelleri yazılmıştır.

Kamer Sûresi: 52-53

05.04.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

İki kişi vardır ki, Kıyâmet Günü Allah onlara rahmet nazarıyla bakmaz; akrabalarıyla ilgiyi kesen kimse ve kötü komşu.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 94

05.04.2007


Kader, hükmünü icra ediyor!

- 3 -

Zübeyir Gündüzalp, askerlik dönüşü Konya PTT’sinde telgraf memuru olarak göreve başlar. Gündüzalp’in Konya’da ikamete başladığı tarihler, Said Nursî’nin Denizli hapsine tekabül eder. (...)

PTT’deki memurluğu yanında ticaret ve aktüel dünya ile de ilgilenen Gündüzalp, artık dinamik ve kabına sığmayan bir delikanlıdır.

Çocukluk yaşlarında başladığı okuma seferberliğine farklı bir heyecan getirerek devam eden Gündüzalp, Konya’da aradığı ortamı bulmanın sevinci ile kemalât merdivenlerine doğru tırmanmaya başlar. O zamana kadar okuduklarının tamamını birer basamak yapan genç Zübeyir, bir yerlere doğru kanat çırpmaya başlamıştır artık.

Konya Alâaddin Tepesinin yanında tuttuğu eve binlerce kitap taşıyan genç Zübeyir, vefatı anında bile sayıklayacağı bir şeyi yapar: Okur, okur, okur…

Ne bulursa, hangi kitap eline geçerse, gözü hangi dergi ve gazeteye ilişirse hiçbirisini ayırmadan okur, okur, okur…

Daima okur… 180 defa, 1080 defa! Zübeyir Gündüzalp bir şeyler arıyordur sanki! Aradığını bulmak için çırpınıyordur âdeta.

Batı klasikleri, edebî eserler, hikâye, roman, felsefe, psikoloji ve sosyoloji kitapları…

Günlerini ve gecelerini tamamen okumakla geçiren Zübeyir Gündüzalp, aynı zamanda Piri Mehmet Paşa Camiinin de müdavimidir.

Genç yaşta, bütün sabah namazlarını bu camide kılan Gündüzalp, kendisini bir yerlere sevk eden kalbî ve manevî bir yönlendirmenin farkına varmıştır.

Kader onu bir yerlere sevk ediyordur.

Gündüzalp bu manevî yönelişle, “Acaba aradığım şey Hacı Veyiszade Efendide olmasın?” diyerek soluğu Konya’nın manevî mimarlarından Hacı Veyiszade Mustafa Kurucu Hoca Efendinin (Tarihçe-i Hayat’ın “Önsöz”ünü kaleme alan Ali Ulvi Kurucu’nun amcası. İK) dergâhında alır.

Fakat aradığının başka bir adres olduğunu hemen fark eder. Gündüzalp’i bir yerlere sevk eden bu manevî el, bütün fânî emellerini de kırmaktadır.

(...) Zübeyir Gündüzalp’in kalbinin med-cezirler yaşadığı 1944 yılı Konyasında Nurculuk faaliyetleri de, yavaş yavaş filizlenmeye başlamıştı.

Bir dönemler Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin arkasında kale gibi duran Erzurum muhacirlerinden ve Konya’nın tanınmış esnaflarından Sabri Halıcı, talebesi olduğu Said Nursî Hazretlerinin eserlerini Konya’da hızla yaymaya başlamıştı.

Konya’da Nurculuk faaliyetlerinin gelişmesinde büyük emeği geçen bir diğer kilit isim de Mehmet Parlayan’dı. Risâle-i Nur’lar Mehmet Parlayan’ın yorgancı dükkânına da gelir ve dağıtılırdı. (...)

Ziya Arun ve Rıfat Filizer

Yapılan fedakârane hizmetler artık meyvelerini vermeye başlamıştı.

Bu dönemlerde Sabri Efendinin yanında Nurları tanıyan parlak bir gençlik grubu görülür.

Konya Lisesinde okuyan ve Risale-i Nur’ları tanıma şerefine nail olan ilk genç Ziya Arun’du. Ziya Arun Konya Lisesini faaliyet sahası olarak seçmiş ve gözüne kestirdiği herkese Risale-i Nur’ları anlatıyordu.

Halıcı Sabri ile irtibatlı olarak hizmetlerine devam eden Ziya Arun, yaş bakımından yakın olduğu Mehdi Halıcı ile omuz omuza vererek, önlerine gelen herkese bu hakikatleri anlatırlar.

Ziya Arun ile Mehdi Halıcı’nın ilk ortak meyveleri, lise 1. sınıf öğrencisi Rifat Filizer olur.

Kendi ifadelerine göre anne tarafından Âl-i Beytten olan Rifat Filizer, aynı zamanda tanınmış Konya âlimlerinin de çocuğuydu. (...)

Rifat Filizer anlatıyor:

“Daha önceleri Bediüzzaman Said Nursî ismini işitiyordum. Ancak yakinen alâka duymam lise çağlarında oldu. Bu alâkanın inkişafında Ziya Arun ve Mehdi Halıcı’nın mühim tesirleri oldu.”

Zübeyir Gündüzalp’in manevî ve kalbî arayışlar yaşadığı bir dönemde Konya’da hizmetler böyle bir merhalede idi.

Kader hükmünü icra ediyor!

Nurculuğun Konya’da gençler arasında hızla yayıldığı böyle bir atmosferde Zübeyir Gündüzalp bir Cuma günü namazını kılmak için Konya’nın tarihî Aziziye Camiine gider.

Cuma namazı çıkışında avluda hemşerisi Hacı Hafız Ahmet Efendi ile karşılaşır.

Zübeyir Gündüzalp’in kaderi, hükmünü icraya devam etmektedir.

Zübeyir Gündüzalp o gün, ömrünün son nefesine kadar ıztırabını derinden yaşayacağı bir kelime ile karşılaşır: Nurculuk.

—Devam edecek—

Selâm götür Üstad’a

(Zübeyir Ağabeyimizin aziz ruhuna...)

Bu şiiri Mehmet Emin Birinci, Zübeyir Gündüzalp’in vefatı üzerine, onun ruhuna ithafen yazmış ve 20 Nisan 1971 tarihli

İttihad gazetesinde neşrolmuştur. Kaderin lâtif bir cilvesi ve tevafuğudur ki, M. Emin Birinci de, Zübeyir Gündüzalp’in vefat günü olan 2 Nisan’ın hemen

ardından, 3 Nisan'da vefat etti ve kabri de yine Zübeyir Gündüzalp’in mezarı yakınına defnedildi. O, otuz altı sene önce Zübeyir Ağabeye “Selâm götür Üstad’a” diye seslenmişti bu mısralardan. Şimdi de biz kendisine sesleniyoruz: “Selâm götür Üstad’a Birinci Ağabey!”

Ey büyük dâvâmızın çilekeş mücahidi,

Ey iman hizmetinin fedâ olan şehidi!

Ey İslâm’ın derdini kendine dert edinen

Ey Nur’ların dersini Üstadından dinleyen!

Sadık kaldın bunca yıl, taviz vermedin asla,

Firakınla sarsıldık, gönlümüz doldu yasla.

Sen Üstaddan bizlere akseden mir’at idin

Hakkı iltizam eden bulunmaz fıtrat idin.

Fedakârlık, ruhunda tutuşmuş bir volkandı,

Dünyadan göç ederken bütün âlem çalkandı

Fıtrî cesaretinle boyun eğmedin zulme

Arkandan geliyoruz, sakın asla üzülme!

Azminle yanardağdın, baş koymuştun bu yola,

Kelepçe vurulmuştu nurdan çelikten kola.

Bunca tazyikle zulüm sarsmadı dâvânı,

Örnek almıştın çünkü sen Bediüzzaman’ı

Zahirde sen göründün meşakkatte ileri,

Bilinmeyen kuvvetin besbelli delilleri.

Tekti, maksadın birdi, Üstadı yaşıyordun,

Arşa kadar yükselen bir iman yaşıyordun.

Senden öğrendi gençlik tahammül, sabır nedir?

Rahat yüzü görmeden, ahiret kabir nedir?

Kudsî dâvâ uğruna nice ıztırap çektin,

Yeni yetişen neslin ruhuna cihad ektin.

Sarsılmaz sadakatle kaldın Nur’lara bağlı,

Barlalı, Ispartalı, binlerce Emirdağlı.

Tasdik ediyor seni billah, sen sıddıksın,

Makberinin başında nurdan sancak dikilsin!

Nur’lardan aldık dersi uzaklık olmaz perde,

Himmetin yâr olacak düşersek müşkül derde.

Kınından sıyrılarak şimşekler gibi çaktın,

İslâm düşmanlarını bir bir ateşte yaktın.

Bitirdin vazifeni, mükâfat helâl olsun!

Selâm götür Üstada, bizi mahşerde bulsun.

Mehmet Emin Birinci

İbrahim KAYGUSUZ

05.04.2007


Kâinat, Onun (asm) duâsına ‘âmin’ diyor

ON BİRİNCİ REŞHA: Böyle acîb ve muammââlûd şu kâinatın perde-i zâhiriyesi altında, elbette ve elbette böyle acâib bizi bekliyor. Böyle acâibi haber verecek, böyle hârika ve fevkalâde mu'ciznümâ bir zât lâzımdır.

Hem, bu zâtın gidişatından görünüyor ki, o, görmüş ve görüyor ve gördüğünü söylüyor. Hem, "Bizi ni'metleriyle perverde eden şu semâvât ve arzın İlâhı, bizden ne istiyor, marziyâtı nedir?" pek sağlam olarak bize ders veriyor.

Hem bunlar gibi daha pek çok merakâver, lüzumlu hakàikı ders veren bu zâta karşı herşeyi bırakıp ona koşmak, onu dinlemek lâzım gelirken, ekser insanlara ne olmuş ki, sağır olup, kör olmuşlar, belki divâne olmuşlar ki, bu hakkı görmüyorlar, bu hakikati işitmiyorlar, anlamıyorlar?

ON İKİNCİ REŞHA: İşte şu zât, şu mevcudât Hàlıkının vahdâniyetinin hakkàniyeti derecesinde hak bir bürhan-ı nâtık, bir delil-i sâdık olduğu gibi, haşrin ve saadet-i ebediyenin dahi bir bürhan-ı kàtıı, bir delil-i sâtııdır. Belki, nasıl ki o zât, hidâyetiyle saadet-i ebediyenin sebeb-i husûlü ve vesîle-i vüsûlüdür. Öyle de; duâsıyla, niyazıyla o saadetin sebeb-i vücudu ve vesîle-i icadıdır. Haşir meselesinde geçen şu sırrı, makam münâsebetiyle tekrar ederiz.

İşte, bak: O zât öyle bir salât-ı kübrâda duâ ediyor ki, güyâ şu cezîre, belki arz, onun azametli namazıyla namaz kılar, niyaz eder. Bak, hem öyle bir cemaat-i uzmâda niyaz ediyor ki, güyâ benîâdem’in zaman-ı Adem’den asrımıza, Kıyâmete kadar bütün nurânî kâmil insanlar, ona ittibâ ile iktidâ edip duâsına âmin diyorlar.

Hem bak, öyle bir hâcet-i âmme için duâ ediyor ki, değil ehl-i arz, belki ehl-i semâvât, belki bütün mevcudât, niyazına, “Evet, yâ Rabbenâ, ver, biz dahi istiyoruz” deyip iştirak ediyorlar.

Hem öyle fakirâne, öyle hazinâne, öyle mahbubâne, öyle müştâkàne, öyle tazarrûkârâne niyaz ediyor ki, bütün kâinatı ağlattırıyor, duâsına iştirak ettiriyor.

Bak, hem öyle bir maksad, öyle bir gàye için duâ ediyor ki, insanı ve âlemi, belki bütün mahlûkatı esfel-i sâfilînden, sukuttan, kıymetsizlikten, faydasızlıktan âlâ-yı illiyyîne, yani kıymete, bekàya, ulvî vazifeye çıkarıyor.

Bak, hem öyle yüksek bir fîzâr-ı istimdâdkârâne ve öyle tatlı bir niyaz-ı istirhamkârâne ile istiyor, yalvarıyor ki, güyâ bütün mevcudâta ve semâvâta ve Arşa işittirip, vecde getirip, duâsına “Âmin, Allahümme âmin” dedirtiyor.

Bak, hem öyle Semî, Kerîm bir Kadîr’den, öyle Basîr, Rahîm bir Alîm’den hâcetini istiyor ki, bilmüşâhede en hafî bir zîhayatın en hafî bir hâcetini, bir niyazını görür, işitir, kabul eder, merhamet eder. Çünkü, istediğini—velev lisân-ı hal ile olsun—verir ve öyle bir sûret-i Hakîmâne, Basîrâne, Rahîmânede verir ki, şüphe bırakmaz, bu terbiye ve tedbîr, öyle bir Semî ve Basîr ve öyle bir Kerîm ve Rahîm’e hastır.

Sözler, 19. Söz, s. 217

Lügatçe:

bürhan-ı nâtık: Konuşan delil.

bürhan-ı kàtı: Keskin delil.

delil-i sâtı: Parlak delil.

bebeb-i husûlü: Ortaya çıkmasına sebep.

vesîle-i vüsûlü: Kavuşmaya vesile.

salât-ı kübrâ: En büyük namaz.

cezîre: Yarımada.

fîzâr-ı istimdâdkârâne: Yardım isteyerek inleyip, ağlamak.

05.04.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004