04 Temmuz 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Dizi Yazı

“Şark, darülfünuna muhtaç”

Hizan: Hizan Bitlis’e bağlı bir ilçedir. 1919 yılında ilçe yapılarak, Bitlis iline bağlanmıştır. 1929 yılında bucak haline getirilen Hizan, 1936’da Muş iline bağlanmış, daha sonra da 2881 sayılı kanunla tekrar ilçe yapılarak Bitlis’e bağlanmıştır.

Hizan’a bağlı köylerin sayısı 100’e yakındır. Tatvan’a Van’dan gelişte 7 km kala sol tarafa ayrılan yoldan saparak gidilmektedir.

İsparit: İsparit tek başına bir yerleşim birimi değildir. Bir çok köyün bulunduğu mıntıkaya verilen addır. Nurs Köyü de bunlardan biridir.

Bitlis: Cumhuriyet döneminde önce ilçe olur, 1936 yılında il olur. Bediüzzaman Hazretleri, bu ilimizin Nurs Köyünde dünyaya gelir.

Küçük yaşlarda köyünden ayrılır ve Bitlis’e bağlı mahallî medrese ve köylerde tahsilini sürdürür. Tağ Köyü, Pirmis Köyü, Hizan şeyhinin yaylası, Nurşin Köyü, Kovan Köyü, Gayda Köyü, Arvas Köyü, Mirhasan-ı Veli Medresesi...

BEDİÜZZAMAN'IN Bİtlİs’e İlk teşrİfİ

Üstad’ın Bitlis’e ilk teşrifi, 13-14 yaşlarında olur. Buradaki hayatıyla ilgili olarak Tarihçe-i Hayat’ta şu satırlar yer alır:

“Bitlis’te Şeyh Mehmed Emin Efendi Hazretlerinin yanına giderek, iki gün kadar dersinde bulundu. Şeyh Mehmed Emin Efendi, kendisine kisve-i ilmiyeye girmesini teklif etti. Molla Said cevaben, ‘Ben henüz sinn-i bülûğa vasıl olmadığımdan muhterem bir müderris kıyafetini kendime yakıştıramıyorum. Ve ben bir çocuk iken, nasıl hoca olabilirim?’ diyerek teklifini kabul etmemiştir.” (s. 32)

Mardİn’den Bİtlİs’e...

Bediüzzaman, Mardin’de bulunduğu yıllarda elleri kelepçelenerek Bitlis’e sürgün edilmiştir. Yaşı yirmidir. Bitlis’te Vali Ömer Paşa konağında ikamet ettirilir. Vali, ona hürmet eder. Vali konağında kaldığı yılları bir hatırasında şöyle anlatır:

“Yirmi yaşlarında iken, Bitlis’te merhum Vali Ömer Paşa hanesinde iki sene onun ısrarıyla ve ilme ziyade hürmetiyle kaldım. Onun altı adet kızları vardı; üçü küçük, üçü büyük. Ben, üç büyükleri, iki sene beraber bir hanede kaldığımız halde, birbirinden tefrik edip tanımıyordum. O derece dikkat etmiyordum ki bileyim. Hatta bir âlim misafirim yanıma geldi, iki günde onları birbirinden fark etti, tanıdı. Herkes ve ben de bu hale hayret ederdik. Bana sordular: ‘Neden bakmıyorsun?’

Derdim: ‘İlmin izzetini muhafaza etmek, beni baktırmıyor.’” (Emirdağ Lâhikası, s. 229)

RUSLARLA MÜCADELESİ

Yıl 1916. Doğu’da Rus ve Ermeni vahşeti başlar. O zulümatlı günlerde, Bediüzzaman Hazretleri talebeleriyle birlikte Bitlis’te Ruslara karşı amansız bir biçimde çarpışır. Bitlis’teki o acı günleri kendisi şöyle anlatır:

“Bitlis muhasarasında ve avcı hattında Rusun üç güllesi öldürecek yerime isabet etti. Biri de şalvarımı delip, iki ayağımın arasından geçip o tehlikeli vaziyette sipere oturmaya tenezzül etmemek bir hâlet-i ruhiye taşıdığımdan, arkadan kumandan Kel Ali, Vali Memduh Bey işittiler, ‘Aman çekilsin veya sipere otursun’ dedikleri halde, ‘Bu gâvurun gülleleri bizi öldürmeyecek’ dediğim...” (Emirdağ Lâhikası, s. 261)

Esarete yolculuk

Harp sırasında Bitlis’te yaralanarak otuz saat bir derede ayağı kırık vaziyette kalır. Daha sonra Ruslara esir düşerek Rus esir kamplarına götürülür.

Bediüzzaman o hâlet-i ruhiyeyi ve esarete gidişini şu cümlelerle anlatır:

“..bir dakikada üç gülle öldürecek yere mukabil bana isabet ettiği halde tesir etmediler. Bitlis’in sukutunda, bir miktar talebelerimle Rus askerlerinin bir taburu içine düştük. Bizi sardılar, her tarafta el ele ateş edildi. Dört tanesi müstesna, bütün arkadaşlarım şehid olduktan sonra, taburun dört sıralarını yardık; yine onların içinde bir yere girdik. Onlar, üstümüzde, etrafımızda sesimizi, öksürüğümüzü işittikleri halde bizi görmüyordular. Otuz saat, o halde çamur içinde, ben yaralı iken hıfz-ı İlâhî ile istirahat-i kalb içinde muhafaza edildim.”

Daha sonra burada Ruslara esir düşer, yirmi yedi gün sonra Rus esaret kampına götürülür.

Muhtelİf zamanlar...

Bediüzzaman Hazretlerinin Van’a gidiş gelişleri muhtelif zamanlarda olur. Bitlis’te birçok ulema bulunup, Van’da öyle maruf bir âlim bulunmadığından dolayı Van’a gelir. Bu, Üstadın Van’a ilk gelişleridir.

Van’a o zamanın valisi olan Hasan Paşa’nın ısrarlı dâveti üzerine, bu dâvete icabet ederek gelmiştir. Bu yıllarda Vali Hasan Paşa’nın yanında kalır.

Vali Hasan Paşa Van’da kısa bir süre kalır. Ardından yerine İşkodralı Tahir Paşa nâmında başka bir paşa gelir.

Tahir Paşa, Bediüzzaman’a daha çok saygı duyar ve takdir içinde onunla ilgilenmeye başlar. İrfan seviyesi yüksek olan Paşa, Bediüzzaman’ı konağına alır.

İlİmle meşgulİyet

Sürekli ilimle meşgul olan Bediüzzaman Hazretleri, Van’da, ilm-i kelâmın bir asrın şükûk ve şübehâtının reddine kâfi olmadığını ve fünûn–u cedidenin tahsilini elzem gördüğünden, tarih, coğrafya, riyaziyât, tabiat, felsefe fenlerini az bir zaman zarfında elde etti. Şu fünûnu bir hocadan tahsil ettiği zannolunmasın. Kendi mütâlâası sayesinde hakkıyla anlar.

Kardeşi Abdülmecid anlatıyor…

Kardeşi Abdülmecid Nursî’nin anlattığına göre; Van Valisi Tahir Paşa’nın konağında her gece sürekli yapılan ilmî münakaşalarda bilhassa fünun-u cedide (yeni fenler) meselelerinde hâsıl olan mecburiyete binâen, Bediüzzaman, mektep fenlerine de çalışarak iki hafta zarfında lise muallimliği yapacak seviyede malûmat sahibi olmuş ve fennî münakaşalarda imtiyaz kazanmıştır.

“Ey Paşa!”

Van’a ilk geldiğinde yirmi yaşlarında olan Bediüzzaman, bu yaşlarda da deha derecesinde idi. Tarihçe-i Hayat’tan takip edelim:

“Van’da yaz zamanlarını Başit ve Beytüşşebab namındaki yaylalarda geçiriyordu. Birgün Tahir Paşa’ya mezkûr dağların başında Temmuzda bile buz bulunduğunu söyler. Tahir Paşa îtiraz eder ve ‘Temmuzda katiyen oralarda buz bulunmaz’ iddiasında bulunur. Yaylada iken birgün bunu hatırlayarak, Tahir Paşa’ya yazdığı ilk Türkçe mektubunda der: ‘Ey Paşa! Başit başında buz tuttu. Görmediğin şeyi inkâr etme. Herşey senin malûmatında münhasır değildir, vesselam!’” (s. 42)

Bir şahid…

Başed Dağı başında Bediüzzaman Hazretlerinin kaldığı yıllarda onu Başed başında ziyaret eden, Van’ın Gürpınar ilçesinin Başed Yaylasının yakınında bulunan bir köyünde oturan Nezir Dönmez isimli bir şahısla görüştüm. O yıllarda yirmi yaşlarında olduğunu ve Bediüzzaman’ı Başed başında zaman zaman ziyaret ederek ona süt, yoğurt götürdüğünü anlatmıştı. Götürdüğü gıdaların karşılığını aldığını söyleyen Nezir Dönmez, burada, o yıllarda on beş yirmi talebesiyle birlikte Başed’de kurdukları çadırlarda kalarak ders verdiğini bana anlatmıştı.

İslâm dünyasI ile alâkadardI

“Bediüzzaman, Van’da bulunduğu zamanlarda, Vali Tahir Paşa ile bazı gazetelerden havadis okurdu. Bilhassa, İslâmiyeti alâkadar eden hususlara dikkat ederdi. Van’daki ikameti esnasında, âlem-i İslâmın vaziyetini bir derece öğrenmiş bulunuyordu. Birgün, Tahir Paşa bir gazetede şu müthiş haberi ona göstermişti. Haber şu idi: İngiliz Meclis-i Mebusanında, Müstemlekat Nazırı elinde Kur’ân-ı Kerîm’i göstererek söylediği bir nutukta, ‘Bu Kur’ân İslâmların elinde bulundukça, biz onlara hakim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’ân’ı onların elinden kaldırmalıyız; yahut Müslümanları Kur’ân’dan soğutmalıyız’ diye hitabede bulunmuş.

İşte bu müthiş haber, onda tarifin fevkınde bir tesir uyandırmıştı. İstidadı şimşek gibi alevli, duyguları ve bütün letaifi uyanık ve ilim, irfan, ihlâs cesaret ve şecaat gibi harika inayet ve seciyelere mazhar olan Bediüzzaman’ın, bu havadis üzerine, ‘Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim!’ diye, kuvvetli bir niyet, ruhunda uyanır ve bu saikle çalışır.” (Tarihçe-i Hayat, s. 44)

BABASINA HÜRMET..

Vali Tahir Paşa’nın konağında kaldığı yıllarda Hazreti Üstad’ın üstün seciye ve nezaketini gösteren bir hadise şöyle cereyan eder. Tahir Paşa’nın konağında kaldığı yıllarda bir gün basit kıyafetli bir köylünün kapıda kendisini beklediğini bildirirler. Hemen kapıya koşarak inen Bediüzzaman, bir merkeple Nurs’tan kalkıp Van’a gelen Sofi Mirza Efendi’nin (yani muhterem babasının) kapıda beklediğini gördü. Hemen babasının elini öper. Molla Said onu içeri alır. Mirza Efendi oğluna “Burada benim senin baban olduğumu kimseye söyleme” diye tembihler. Babasını konağa alan Bediüzzaman, vali ve diğer ileri gelenlerin bulunduğu salona getirir. Burada hemen girişte eşiğe yakın bir yerde oturan Sofi Mirza Efendi’yi, Bediüzzaman, “Bu benim babamdır” diye tanıtır.

Van’da iken yaşadığı acayip hadiselerden biri de, Van Kalesi’nin güney yamacında bulunan bir mağaralardan ayağı kayıp uçuruma doğru düşerken, kurtulma hadisesidir. Bu hadiseyi bizzat kendisinin ifadelerinden okuyalım.

“Van Kalesi ki, iki minare yüksekliğinde sırf dağ gibi bir taştan ibarettir, eskiden kalma oda gibi bir in kapısına gidiyorduk. Ayağımdan kunduralar kaydı, iki ayağım birden kaydı. Tehlike yüzde yüz... Başkaca nokta-i istinad kalmadığı halde, büyük bir istinada basmış gibi üç metrelik bir kavisle o mağaranın kapısına atılmışım. Hem ben, hem beraberimdeki orada hazır arkadaşlarım, ecel gelmediği için sırf bir hıfz-ı İlâhî, harika bir imdad-ı gaybî telâkki ettik.” (Lem’alar, s. 59)

Van’da Medresetü’z-Zehra…

Üstad, Van’da Medresetü’z-Zehra namında bir üniversite açılması için de gayret ve faaliyet gösterdi. O devrin yetkilileriyle görüştü. Bunu şöyle anlatır: “Medresetü’z-Zehra namında Şark Üniversitesinin tesisine çalışmak ve o üniversiteyi biri Van’da, biri Diyarbakır’da, biri de Bitlis’te olmak üzere üç tane veya hiç olmazsa bir tane Van’da tesis etmek için, Hürriyetten evvel İstanbul’a geldim. Hürriyet çıktı, o mesele de geri kaldı.

“Sonra İttihatçılar zamanında Sultan Reşad’ın Rumeli’ye seyahati münasebetiyle Kosova’ya gittim. O vakit Kosova’da büyük bir İslâmî darülfünun tesisine teşebbüs edilmişti. Ben orada hem İttihatçılara, hem Sultan Reşad’a dedim ki: ‘Şark böyle bir darülfünuna daha ziyade muhtaç ve âlem-i İslâmın merkezi hükmündedir.’

“O vakit bana vaad ettiler. Sonra Balkan harbi çıktı. O medrese yeri istilâ edildi. Ben de dedim ki: ‘Öyleyse o 20 bin altın lirayı Şark Darülfünununa veriniz.’ Kabul ettiler. Ben de Van’a gittim. Ve bin lira ile Van gölü kenarında Artemit’te temelini attıktan sonra Harb-i Umumî çıktı. Tekrar geri kaldı.” (Emirdağ Lâhikası, s. 402)

Esaret sonrasi...

Bediüzzaman, Van’da iken zuhur eden Cihan Harbi sırasında esir edilerek Rusya’ya götürüldü. İlk seneyi aşkın bir süre devam eden esareti sonunda, İstanbul’a geldi. Oradan 1922 yılında Ankara’ya geldi. 1923 yılının baharında tekrar Van’a gelen Üstad, 1925 yılının Şubat ayına kadar Van’da kaldı. Doğuda bu yıllarda baş gösteren bir takım hadiseler bahane edilerek Anadolu’ya sürgün edildi. Van’dan sürgün hadisesini kendisi şöyle anlatır: “Van’da ders-i hakaik-i Kur’âniye ile meşgul olduğum miktarca, Şeyh Said hâdisâtı zamanında vesveseli hükümet, hiçbir cihette bana ilişmedi ve ilişemedi. Vakta ki neme lâzım dedim, kendi nefsimi düşündüm, âhiretimi kurtarmak için Erek Dağında harabe mağara gibi bir yere çekildim. O vakit sebepsiz beni aldılar, nefyettiler; Burdur’a getirildim.” (Lem’alar, s. 47)

Van’daki mühim talebeleri (Vanlı talebeleri)

- Ali Aras (Ali Çavuş)

- Hamid Ekinci (Molla Hamid)

- Emin Çayırlı (Çaycı Emin Bey)

- Adilcevazlı Kürt Bekir, Bekir Ağa (O yıllarda Adilcevaz Van’a bağlıydı)

Van’da kaldığı menziller:

- Akdamar Adası

- Gevaş (Vatsan Kasabası) Van’ın ilçesidir.

- Norşi Camii

- Erek Dağı

- Çoravanis Köyü ve Camii

- Başkale İlçesi

- Başet Dağı

Urfa: Peygamber sevdalısı Bediüzzaman, bu şehre ilk defa Şam’a giderken uğrar. Yıl 1910’dur.

“Urfa’ya gelen Bediüzzaman Hazretleri ilk defa evvelâ Urfa’daki medreseleri ziyaret etmeye başlar…”

Urfa’ya ilk gelişinde çok kısa kalır.

Urfa şehri ile alâkadarlığı Nur’un satır aralarında şöyle geçer:

“Ben çok zaman evvel bekliyordum ki, Urfa tarafında Nurlara karşı kuvvetli eller sahip olmaya çıksın. Çünkü orası hem Anadolu’nun, hem Arabistan’ın, hem Kürdistan’ın bir nevi merkezi hükmündedir. Nurlar orada yerleşse, o üç memlekette intişarına vesile olur. Cenâb-ı Hakka hadsiz şükrediyorum ki, Seyyid Salih gibi gençliğin bir kahramanı ve o havalinin çok kıymetdar ve hamiyetkâr ve dindar iki milletvekili Nurlara sahip çıkmaya başladılar. Ben de kendi paramla aldığım ve zehir hastalığının fazla rahatsızlığı içinde tashih ettiğim bana mahsus bir kısım mecmualarımı onlara gönderiyorum. Çok yerlerden ve çok mühim zatlar tarafından istedikleri halde, ben Urfa’yı her yere tercih ediyorum. İnşaallah bir kısım daha onlara göndereceğim.

“Seyyid Salih ve hamiyetkâr milletvekilleri orada İnşaallah Kur’ân ve imana tam hizmet edecek ve orayı Isparta’daki Medresetü’z-Zehra ve Mısır’daki Camiü’l-Ezher’in küçük bir nümunesi haline getirmeye vesile olmaya ve Şam ve Bağdat’taki medrese-i İslâmiyenin bir nümunesini açmaya yol açmalarını rahmet-i İlâhiyeden ümit ediyoruz.

“Hem madem Risâle-i Nur’un mesleği hıllettir. Ve Urfa ise, İbrahim Halilullah’ın bir menzilidir. İnşaallah hıllet-i İbrahimiye parlayacaktır.

“Hem ihtimal-i kavîdir ki, bu dehşetli semli hastalıktan kurtulsam, gelecek kışta Urfa’ya gitmeyi cidden arzu ediyorum.

“Bütün Urfa halkına, çoluk ve çocuğuna ve mezarda yatanlarına her sabah dua ediyorum. Ve bütün Urfalılara selâm ediyorum. Urfa taşıyla, toprağıyla mübarektir. Ben çok hastayım. Onlar da bana dua etsinler.” (Emirdağ Lâhikası, s. 407)

Bediüzzaman, 23 Mart 1960’ta ebedî âlem yolculuğuna da Urfa’dan başlar.

Bedİüzzaman’In Urfa

HayatIndan bir kesİt...

Tarih, 22 Mart 1960.

Yer, Urfa İpek Palas Oteli.

Bediüzzaman, İpek Palas Oteli’nin üçüncü katında 27 numaralı odaya yerleşir. Çok hastadır ve yorgundur.

“Üstadın Urfa’ya geldiğini duyan binlerce Urfalı otele akın ediyordu. Son yolculuğuna çıkmaya hazırlanan ve çok arzu ettiği sevgilisine ve sevgili diyarına uçmak üzere, elinde pasaportu ile bekleyen nurlu yolcu malûm âdetini bozmuş, binlerce ziyaretçiye odasıyla beraber gönlünü, sevgisini ve duâsını açmıştı.

Dışarıdan sesler gelmekteydi:

‘Ben emniyet görevlisiyim, iç işleri bakanının emri var. Derhal Said Nursî Isparta’ya dönecek.’

‘Neler oluyor? Ben Demokrat Parti il başkanıyım, Bediüzzaman Hazretleri benim misafirimdir. Onu buradan çıkarırsanız beni karşınızda bulursunuz.’

‘Efendim, dışarıda toplanmış beş altı bin kişi var, hocaefendiyi bırakmak istemiyorlar. Hükümet doktoru da bu zatın hiçbir yere gidemeyecek kadar hasta olduğuna dair rapor verdi.’

Tartışmalar böyle sürüp gidiyordu. Halbuki İlâhî emir gerçekleşiyordu. Kendisini bu dünyadan sürmek isteyenler, bu dünyadan göçmüşlerdi..”

Bedİüzzaman’In Mardİn

HayatIndan Bİr Kesİt

Bediüzzaman ilk defa 1892 yılında Mardin’ e gelir. Şeyh Eyyub Ensarî’nin evinde misafir olur. Şehide Camii’nde ders verir.

—DEVAM EDECEK—

04.07.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (03.07.2010) - ‘Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir’

  (26.06.2010) - Dünyamız büyük ve mükemmel bir gemi

  (25.06.2010) - Denizciler işine ‘besmele’ ile başlıyor

  (24.06.2010) - Seyahat boyunca hep kitap okuduk

  (28.05.2010) - Fatİh’in Kanunnamesi bize yol gösteriyor

  (27.05.2010) - Fen ilimleri ile din ilimleri birlikte okutuluyor

  (26.05.2010) - Ecdat her yere mührünü vurmuş

  (25.05.2010) - Saraybosna, Avrupa’nın Kudüs’ü

  (24.05.2010) - AB, Müslüman Bosna’nın garantisi olacak

  (20.05.2010) - Seracılığın başşehri Antalya


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.