30 Kasım 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Görüş

Korku istenir mi?

Fâtır-ı Hakîm insanların mâhiyetine çok çeşitli duygular, hisler yerleştirmiştir. Bu hislerin ba’zıları insanların beğendiği, hoşlandığı, mantıklı gördüğü, faydasına inandığı hisler iken, ba’zılarının varlığı insanı rahatsız edebilmekte, böyle bir duygunun sâhibi olmakla insan tedirgin olabilmektedir.

Meselâ; insan muhabbeti, cesâreti, hamiyeti, gayreti, şefkati ve hâkezâ beğenip istemekte, hoşlanıp sâhiplenmekte iken; nefreti, korkuyu, utanmayı, çekingenliği, unutmayı v.s. zâhiren beğenmemekte, hikmetini düşünmemekte,—sorsanız—belki istememektedir.

Bunun sebebi elbette bu duyguların faydasızlığı ya da önemsizliği veya hikmetsizliği değildir. Bunun sebebi bilgisizliktir; düşünmemektir; hayâtı ve şartlarını anlayamamaktır. Zîra Cenâb-ı Hakk’ın ihsân ettiği, mâhiyetimize derc ettiği bütün âzâların, hislerin bir faydası, bir hikmeti mutlaka vardır. Ve insanoğlu ancak verilen o hislere ihtiyacı ortaya çıktığı ânda bunu anlayabiliyor. Farz-ı muhâl olarak; Cenâb-ı Hak bizi yaratmadan önce mâhiyetini anlatmakla beraber bize sorsaydı acaba kaçımız korku, unutmak, utanmak, öfke, kıskançlık, v.s. gibi duyguları isterdik? Hâlbuki bu tür duyguların da sâir müsbet duygular gibi insan hayâtında ne kadar önemli olduğunu düşündükçe veya yaşadıkça idrâk edebiliyoruz. Bize sürûr veren, ihtiyâcımız olan hâdiseleri ve bilgileri hatırlamak nasıl büyük bir nîmet ise, acı ve hüzün veren olayları unutmak da bir o kadar, belki de ondan da büyük bir nîmet değil midir? Öyle ise korku ve buna mümâsil duyguların bizlere verilmesi ihtiyaçtan berî değildir; hikmetsiz ve faydasız değildir; bir musîbet değildir. Aksine bu duygulardan mahrûm bırakılmak belki bir musîbet olurdu. Zîra düşmanı def etmek için insanın cesârete ne kadar ihtiyâcı varsa, hayâtını muhâfaza edecek tedbîrleri almak için de korkuya, korkmaya o kadar ihtiyâcı vardır. Önemli olan, doğru olan, insana zül gibi gelen duygulardan arınmak değil, o duyguları yerli yerinde, veriliş hikmetlerine uygun olarak kullanabilmektir.

Bu husûsta bizlere Kur’ân ve sünnetten aldığı ölçülerle doğruyu gösteren yine Üstâd Bedîüzzamândır.

İşârât’ül İ’câz adlı eserinde “Tagayyür, inkılâp ve felâketlere marûz ve muhtaç şu insan bedeninde iskân edilen rûhun yaşayabilmesi için üç kuvvet ihdas edilmiştir.” diyen Bedîüzzamân, bu kuvvetleri şöyle sıralar: “Bu kuvvetlerin, birincisi, menfaatleri celp ve cezb için kuvve-i şeheviye-i behimiye, ikincisi, zararlı şeyleri def için kuvve-i sebûiye-i gadabiye, üçüncüsü, nef’ ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden temyîz için kuvve-i akliye-i melekiyedir.”

“Lâkin insandaki bu kuvvetlere şeriatça bir had ve bir nihayet tayin edilmişse de, fıtraten tayin edilmemiş olduğundan, bu kuvvetlerin her birisi, tefrit, vasat, ifrat namıyla üç mertebeye ayrılırlar.” (1)

Yukarıdaki izâhattan da anlaşılacağı üzere insanlara ihsân edilen duygulara fıtraten bir hudût tâyin edilmemiş, ancak şerîatça sınırlandırılmıştır. Bu da bize, mâhiyetimizdeki duyguları kullanmakta “sırât-ı müstakîm” ölçülerine uygun davranmamız gerektiğini anlatmaktadır. Ki, işte o zaman bize ihsân edilen bütün duyguların nîmetiyet ciheti ortaya çıkacaktır.

Zikredilen bu üç kuvvetin her birisinin de üç ayrı mertebesi olduğunu ifâde eden Bedîüzzamân, “kuvve-i gadabiye”nin üç mertebesini de şöyle açıklar:

“kuvve-i gadabiyenin tefrit mertebesi, cebânettir ki korkulmayan şeylerden bile korkar. İfrat mertebesi tehevvürdür ki, ne maddî ve ne mânevî hiçbir şeyden korkmaz. Bütün istibdadlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsûlüdür. Vasat mertebesi ise şecâattir ki, hukûk-u diniye ve dünyeviyesi için canını feda eder, meşrû olmayan şeylere karışmaz.” (2)

Eğer biz “kuvve-i gadabiye”nin tefrit mertebesine düşer isek, hayâtı hem kendimiz hem de çevremiz için çekilmez hâle getirebiliriz. Aynı şekilde ifrat mertebesi olan “tehevvür” hâli de yine ferdî ve içtimâî hayâtımızı anarşîye, keşmekeşe, çekilmez hâle sürükleyebilir. Vasat mertebe olan “şecaat” ise hem insanın fıtrî hâline, hem rûhî yapısına uygun, faydalı ve hikmetli olan şeklidir ki, ihsân edilen duyguların yaratılış gâyelerine uygun olarak kullanıldığı ve Fâtır-ı Hakîm’in istediği “sırât-ı müstakîm” budur.

Karıncadan, arıdan, böcekten, sinekten, karanlıktan, yalnızlıktan, gökgürültüsünden, şimşekten, kuyruklu yıldızdan; hulâsa korkulmayacak şeylerden de korkan bir insan düşünebiliyor musunuz? Hayâtın her hâli, her safhası nasıl çekilmez bir hâl alır; hayât yükü altında o insan nasıl ezilir. Dünyadan, dünya hayatından aldığı lezzet nasıl hiçe iner; hayvandan da aşağı düşer; daha dünyada iken nasıl cehennem azâbı çeker. Halbûki yukarıda da ifâde edildiği gibi korku ve buna mümâsil duygular insana “rûhun yaşayabilmesi için” verilmiştir; insan hayâtını cehenneme çevirmek için değil.

Bir de bunun aksini ya’nî maddî-mânevî hiçbir şeyden korkmayan bir insan düşünelim. Başta kendisinin ve yakın çevresinin olmak üzere sosyal hayâtı nasıl karıştırır; şahsının ve yakınlarının başına ne türlü musîbetleri, belâları celb edebilir. Hele bir de imkân ve salâhiyet sâhibi bir mevkîde ise nasıl zulümlerin, tahakkümlerin ve istibdatların kaynağı, vesîlesi olabilir.

Anne-babadan korkmak ebeveyne olan saygının kaynağıdır; âile mâbeynindeki huzûr ve sükûna, îtimad ve mutluluğa sebeptir. Benzer şekilde, Allah’tan korkmak da cemiyet hayâtındaki huzûr ve sükûnun, toplumsal barışın kaynağıdır; vesîlesidir. Bir gün hesaba çekileceğini düşünmeyen, hesap verme korkusu olmayan birinin neler yapabileceğini tahayyül ediniz. Böyle birisini çalıp-çırpmaktan, başkasının hakkına tecâvüzden, zulüm ve istibdattan ne alıkoyabilir? Onun içindir ki Allah (c.c.) Kur’ân-ı Kerîminde şöyle buyurmuştur:

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (3)

Korku –ve benzerî hisler- aynı zamanda insanın ebedî hayâtını kazanmasında da bir araç, bir vesîledir. Zîra insanın ebedî hayatını kazanmasında “korku ve ümît” ya’nî “havf ve recâ” ortasında olması da Allah’ın emri, hikmetin gereğidir. İnsan günaha düşmekten, imtihânı kaybetmekten korkmalı; Allah’ın emirlerine itâate güç yetirebileceğinden ümitli olmalıdır. Cenneti ümît etmeli, Cehennemden ise korkmalıdır. “Ve yine, nefsin, vicdanın ve aklın hükümlerine itaatlerini devam ettiren tergib ve terhib, yani ümit ve korku hisleri lazımdır.”(4) ifâdesi bu durumu vecîz bir şekilde açıklayan bir hakîkattir.

Toparlayacak olursak; Cenâb-ı Hak, insanlara beğenip sâhiplenecekleri hisler verdiği gibi, ilk ânda hikmetini anlayamadıkları, ancak ihtiyaç duyduklarında değerini bilebildikleri duygular da vermiştir. Korku hissi de bunlardan birisidir. Bu hisleri nasıl kullandığımız önemlidir. Yanlış kullanışlarda hayâtımızı zehir edebileceği gibi, doğru kullandığımızda ise iki cihânın saâdetine vesîle olabilir. Öyleyse “korku”dan korkmayın; onu yanlış kullanmaktan korkun!

DİPNOTLAR:

(1). İşârât’ül İ’câz s. 29

(2). A.g.e. s.29

(3). Haşr Sûresi, Âyet: 18

(4). İşârât’ül İ’câz s. 192

CEMİL ARIKAN

[email protected]

30.11.2010


Tebrikler Denizli!

Yeni Asya Gazetesi Denizli Temsilciliği tarafından 27 Kasım 2010 Cumartesi günü “Risâle-i Nur Işığında İslâm Ülkelerinin Geleceği ve İslâm Birliği” konulu bir panel düzenlendi. Gökçe Ok tarafından yönetilen panel iki tur halinde gerçekleştirildi. Birinci turda genel bir panorama çizildi. İkinci turda da sorulara cevapla birlikte Türkiye’ye düşen görev üzerinde duruldu. Sahasında uzman, gazeteci yazar Mustafa Özcan’ın, eğitimci yazar Bestami Said Çiftçi’nin ve araştırmacı yazar Nihat Derindere’nin konuşma yaptığı panel, tek kelime ile geleceğe ışık tutması açısından mükemmeldi.

Panelde; bugünkü İslâm coğrafyasının ve Osmanlı devletinin bir panoraması çizildi. Mustafa Özcan; bugünkü İslâm dünyasının bir profilini çıkararak fikir akımlarını ortaya koydu. Bestami Said Çiftçi; Bediüzzaman’ın, ittihad-ı İslâmın temellerini “Medretü’z-Zehra” projesi ve “Hutbe-i Şamiye” eseriyle attığını söyledi. Nihat Derindere ise; Bediüzzaman’ın Sünuhat, Divan-ı Harbi Örfî veya İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi ve Sünuhat adlı eserlerinden örnekler vererek, İslâm dünyasının durumunu şu cümle-lerle özetledi: “İmanın mahiyetindeki hârikulâde şehamet, izzet-i İslâmiyenin tabiatındaki âlempesent şecaat, uhuvvet-i İslâmiyenin intibahıyla her vakit mucizeleri gösterebilir."

“Birgün olur elbette doğar şems-i hakikat

Hiç böyle müebbed mi kalır zulmet-i âlem?”1

Bu vesile ile bu konuyu tekrar Risâle-i Nur’a bakarak tetkik ettiğimde; Bediüzzaman’ın, İslâm birliği konusuna büyük ehemmiyet verdiğini gördüm. Bunu, eserinde şöyle belirtir:

“Bu ittihadın cihetülvahdeti ve irtibatı, tevhid-i İlâhîdir. Peyman ve yemini, imandır. Müntesipleri, kâlû belâdan dahil olan umum mü’minlerdir. Defter-i esmâları da Levh-i Mahfuz’dur. Bu ittihadın nâşir-i efkârı, umum kütüb-ü İslâmiyedir. Günlük gazeteleri de, i’lâ-i kelimetullahı hedef-i maksat eden umum dinî gazetelerdir. Kulüp ve encümenleri, câmi ve mescidler ve dinî medreseler ve zikirhanelerdir. Merkezi de Haremeyn-i Şerifeyndir. Böyle cemiyetin reisi, Fahr-i Âlem’dir. Ve mesleği, herkes kendi nefsiyle mücahede, yani ahlâk-ı Ahmediye (asm) ile tahallûk ve sünnet-i Nebeviyeyi ihyâ ve başkalara da muhabbet ve—eğer zarar etmezse—nasihat etmektir. Bu ittihadın nizamnâmesi sünnet-i Nebeviye ve kanunnâmesi evamir ve nevâhî-i şer’iyedir. Ve kılıçları da berâhin-i kâtıadır. Zira, medenîlere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile değildir. Taharrî-i hakikat, muhabbet iledir. Husûmet ise, vahşet ve taassuba karşı idi. Hedef ve maksatları da, ilâ-yı kelimetullahtır. Şeriat da, yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü’l-emirlerimiz düşünsünler.

“Şimdi maksadımız, o silsile-i nurânîyi ihtizaza getirmekle, herkesi bir şevk ve hâhiş-i vicdaniye ile tarik-i terakkîde kâbe-i kemalâta sevk etmektir. Zira, ilâ-yı kelimetullahın bu zamanda bir büyük sebebi, maddeten terakki etmektir.

“İşte ben bu ittihadın efradındanım. Ve bu ittihadın tezahürüne teşebbüs edenlerdenim. Yoksa, sebeb-i iftirak olan fırkalardan, partilerden değilim.

“Elhâsıl: Sultan Selim’e biat etmişim. Onun ittihad-ı İslâmdaki fikrini kabul ettim. Zira, o vilâyat-ı şarkiyeyi ikaz etti. Onlar da ona bîat ettiler. Şimdiki şarklılar, o zamanki şarklılardır. Bu meselede seleflerim, Şeyh Cemaleddîn-i Efganî, allâmelerden Mısır müftüsü merhum Muhammed Abduh, müfrit âlimlerden Ali Suâvi, Hoca Tahsin ve ittihad-ı İslâmı hedef tutan Namık Kemal ve Sultan Selim’dir ki, demiş:

‘İhtilâf u tefrika endişesi

Kûşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni.

İttihadken savlet-i a’dâyı def’e çaremiz,

İttihad etmezse millet, dağ-dar eyler beni.’ (Yavuz Sultan Selim)”2 Ayrıca 28 Kasım 2010 Pazar günü de Denizli’de medfun bulunan Risâle-i Nur talebelerinden Hafız Ali Ergün ve Hasan Feyzi Yüreğil’in ruhlarına ithaf edilmek üzere mevlid-i şerif tilâvet edildi.

DİPNOTLAR:

1- Sünuhat, s. 125. 2- Divân-ı Harb-i Örfî, s. 28-29.

HALİL ELİTOK

[email protected]

30.11.2010


Kedi mucizesi

Kedi, üstüne başına sıçratmadan suyu harika bir şekilde, kibar kibar içer. Bu durum, Allah’ın eşsiz sanat gösterisinden sadece biridir. İlim adamları, üşenmeden bu olayı resimleyerek ortaya çıkarmışlar. Çok gelişmiş teknoloji sayesinde, sayısız resimleri çekilerek bu durum görüntülenebilmiş. Kedinin fazla suyu sevmemesi, bu durumu ortaya çıkarmış. Suyu içerken içbükey şekilde dilini kıvırması, suya o şekilde daldırması, su çanağındaki suyun, etrafa sıçramadan ağzına doğru yükselmesine sebep olmaktadır. Bu kusursuz mühendislik harikalığını kedinin düşünmesi, akıl etmesi imkânsızdır. O halde sonsuz ilim sahibi bir gücün fiili, dizayn ve tasarımıdır. Aksini düşünmek, safdillik olur. Aslında yeryüzünde bu harika gösterilerin daha fazlası sergilenmektedir. Bakabilmek ve de görebilmek gerek. Sonra otistik bir çocuğun tedavisinde de kedinin yardımcı olması, dünyadan soyutlanmış o çocuğu hayata geri döndürmesi, kedi olayının bir başka boyutu.

İnsanın, düşününce, bu durumu kediye ilham eden, sevk-i İlâhî ile onu yönlendiren Allah’a şükretmemesi mümkün gözükmüyor. Fazla sudan rahatsız olan bu varlığın, bu şekilde dizayn edilmesi, etrafa ve üzerine su sıçratmadan suyu içebilmesi olağanüstü bir durumdur. Allah’ın bunca varlığı—ki türlerin sayısının 1.700.000 olduğu tahmin ediliyor—ayrı ayrı giydirmesi, değişik savunma silâhları ile techiz etmesi, donatması, farklı ömürler biçmesi olağanüstü bir durumdur. Cenâb-ı Hakk’ın büyüklüğünü, Kibriya’sını ortaya koyar. Sonsuz veya sınırsız yaratma gücünün göstergesidir. Temizlenme hareketleri ile bizlere temizlik konusunda hatırlatma yapmaları da ilginçtir. Bir o kadar da düşündürücüdür. Büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Said Nursî’nin deyişi ile; mırmırlarındaki "Ya Rahim! Ya Rahim!" sesleri, kendisini esirgeyen, bağışlayan ve de rızık veren Yaratana karşı şükür ve tesbihleri de, yine biz gafil insanlara bir hatırlatmadır, uyarıdır, ikazdır. ( 1 )

Allah’ın yaratıklarından sadece birisi olan bir kedinin bu şekilde şükrü, düşünen ve Cenâb-ı Hakk’ın muhatabı ve de diğer mahlukatın halifesi olan biz insanlara daha fazla şükür yapması için bir teşviktir. Herhalde bizim şükür ve tesbihimiz kedi veya diğer canlılardan daha fazla olmak zorundadır. Çünki insan, yeryüzünün halifesidir. Diğer canlıların nazırıdır. Seçilmiştir. Melekler gibi sabit bir makam da tayin edilmemiştir. A'lâ-yı illiyyînden esfel-i sâfilîne kadar, en yüce makamdan en alt tabakaya kadar yükselip alçalma imkânı sunulmuştur. Kainât ağacının en son ve mükemmel meyvesidir. İnsanın bu öneminden, her hareketi ve davranışı kayıt altındadır. İlâhî kameralar ile kaydedilmektedir. Bir nüshası veya kopyası da, kendi hafızamızda çoğaltılmaktadır. Sonra insan, yeryüzü sarayının en kerim, ikrama ve hediyeye boğulan misafiridir. Allah’ın güzel isimlerinin âyinesidir. O halde insan, şu dünyada, önemine göre uygun davranmalıdır. Hesaba çekileceğini bir an bile unutmamalıdır.

Dipnot:

1- Mektubat, Bediüzzaman Said Nursî, s. 112 (4. Nokta, Dördüncüsü) Yeni Asya Neşriyat.

CİHAT ERDOĞ

[email protected]

30.11.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.