"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bî-ideal neslimiz

Arif ŞENER
10 Aralık 2015, Perşembe
(Hayallerinde kemâl olmayan neslimiz)

Mefkûre, emel, ülkü, gaye ve hedeflerimizi Fransızca kökenli olan ideal kelimesiyle ifade etmek zorunda olmanın verdiği idealsizlikle hayallerimizde tasavvur ettiğimiz kemâle niye ulaşamadığımızı arayacağız.

 

Hayallerimizde kurduğumuz kemâl nedir? Acaba her şeyin mükemmel olduğu, hiçbir problemin olmadığı, her işin yolunda gittiği, insanların birbirini kırmadığı, incitmediği, hâkimin adaletle hükmettiği, toplumsal vicdanın huzur bulduğu, adaletli yöneticilerin olduğu, hukukun sadece bir tarafın çıkarlarına hizmet ettiği değil, haklının güçlü olduğu bir dünya mı? Bu ancak cennette olur (!) der gibiyiz. Tabiî bu herkese göre değişir. Ama ehl-i iman için hayallerindeki kemâlât Asr-ı Saadet İklimi olmalıdır. Zira her şeyin mükemmelinin O Mükemmel Zatın (asm) gelişi ile yaşandığı mükemmel bir zamandır Asr-ı Saadet. Zenginin fakirle, güçlünün güçsüzle, Arabın Arap olmayanla kardeş olduğu, insanlığa her günü, her ânı ile örnek bir zamandır Asr-ı Saadet.

İşte kendi hayatımızı da ne kadar yaklaştırabilirsek o zamandaki O Zatın (asm) hayatına işte hayallerimizdeki kemâle o kadar yaklaşmış olacağız. O kadar huzur bulacağız ve o kadar tekemmül edeceğiz.

Tarih bilmenin en büyük faydası insanı mefkûre sahibi yapmasıdır. Kimin himmeti milleti ise o tek başına bir mille olur. Bizler, zamanında her bir ferdimizle, İslâma hizmet etmek gayesinde, hedefinde olmanın neticesini 1000 yıl İslâmın bayraktarı olmakla almış kahraman ve necip bir milletin torunlarıyız. Unutmamak lâzım ki istikbal köklerimizdedir. Köklerini iyi bilen nesillerin istikbalinin parlak olduğunu, istikbali göklerde arayan nesillerin ise önlerine bakmadıkları için karşılarına çıkan çukurları görmeyip yere düştüklerini tarih bize acı bir ders olarak bizzat göstermekte ve maalesef ki yaşatmaktadır.

Kendi hayatlarını o Zatın (asm) hayatına yaklaştırmak gayesiyle ve İ’la-yı Kelimetullah maksadıyla yaşayan dedelerimizin tasavvur edip gerçekleştirdikleri kemâli nasıl başarmışlar da şimdi bu kadar şuurlu bir ecdadın bu kadar şuursuz bir nesli olmuşuz, diye kendi kendimize sorduğumuzda verebileceğimiz bir cevap olmadığı gibi gayri ihtiyarî olarak da “Yazık hem de çok yazık değil mi bize?” demekten kendimizi alamıyoruz.

Sefer sırasında bir elma bahçesinden geçtikten sonra askerlerinin çantalarını kontrol edip hiç kimsenin haram mala el uzatmadığını gören Yavuz Sultan Selim; “Eğer bir kişi o elmalardan alsaydı geri dönecektim” dediği ve Hz. Peygamberin (asm) Sina Çölü’nü geçerken o kahraman orduya bizzat yol gösterdiği kahraman askerlerin torunları biz değil miyiz?

Veyahut Seyyit Onbaşı, Nene Hatun bizim dedelerimiz nenelerimiz değil miydi?

Veya Yunus Emreler, Mehmet Âkifler, Bediüzzamanlar bu milletin içinden çıkmadılar mı?

Şimdi bize aşılanmaya çalışılan hedefler, gayeler nelerdir? Çok açık ve net bir şekilde artık düşünmeyen, sadece dünyevîleşmiş, işi gücü “daha güzel görüneyim, daha yakışıklı olayım, daha çok süsleneyim, telefonum son model olsun, fotoğrafımı beğenen çok olsun” diyen riyayla ve şirk-i hafiyle demlenen bir gençliğimizin olması bu sorunun cevabı mıdır sizce? Çanakkale’de savaşan 15’lilerle günümüzdeki 15’lileri kıyaslamamız lâzım. Birinin elinde silâh, vatan mücadelesindeyken; öbürleri ellerinde tablet ve telefonlar, kurdukları sanal dünyada günlerini gün etmekte değiller mi?

Akşamlarında dedelerimizden, ninelerimizden dinlediğimiz kahramanlık destanları ile çocuklarımız bir kahramanın ne kadar merhametli, cesur, akıllı ve yiğit, mükemmel olduğunu anlamaktaydı. Türkçe’den Türkçe’ye tercüme yapıldığı günümüzde, tarihini bilmeyen, kendi kahramanlarını tanımayan, ama kahraman olarak Süpermen’den, Benten’den, Pokemon’dan başka birini tanımayan bir neslin kahramanları sizce Hz. Hamza, Hz. Ali, Osman Gazi, Fatih, Yavuz olabilir mi?

Doğan çocuklarımıza Peygamberimizin (asm) ve diğer peygamberlerin, Sahabelerin, Allah dostlarının isimlerini vermekle çocuğumuza gaye ve hedef aşılaması yapılmaktadır. Çocuğuna ateş, su, hava, toprak, yaprak ismini koyanlar acaba o çocuğa hangi gayeyi, hedefi aşılayacak?

Sünnet olan çocuğumuza mevlid okutmakla “Bak oğlum! Hayatın, ömrün Sünnet üzere olsun” demek ve “Kendini örneğimiz, rehberimiz, en sevdiğimiz Hz. Muhammed’e (asm) ne kadar benzetirsen o kadar mükemmel olursun” mesajı vermek yerine hoşgeldin bebek partisiyle, duâsız, şükürsüz, inançlarından bîhaber bir çocuk yetiştirerek o çocuğun neye hizmet etmesini sağlayacağız?

Âkif, Avrupa seyahati sonrası “Avrupa’yı nasıl buldunuz?” sorusuna şu ilginç cevabı verir: “Dinleri işimiz gibi, işleri dinimiz gibi.”

Aradan neredeyse 100 yıl geçmesine rağmen, hâlâ işlerimiz onların dinleri gibi, dinimiz de onların işi gibi değil mi?

Toplumu daha ileri taşıyan, şuur ve bilinç aşılayan, önüne yeni hedef ve gayeler koyan, ne kadar mukaddesatımız varsa hepsini Süfyanın sefahat ve dalâlet bataklıklarına kurban vermemiş miyiz? Tekrar kalkıp titrememiz ve özümüze dönüp ideal insan tipimiz olan Hz. Peygamberin (asm) hayatını kendimize rehber yapmamız lâzım değil mi? 

Bediüzzaman diyor ki: “Eğer biz doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan [diğer din mensuplarından] fevc fevc [İslâmiyete] dahil olacaklardır. (…) Belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehâlet edecekler” diyerek iğneyi kendimize bir batıralım. “Müslümanları görseydim Müslüman olmazdım, iyi ki İslâmı Kur’ân’dan öğrenmişim” diyen Yusuf İslâm gibi sizce kaç kişi var? Dünya Müslümanları kafa kesen, terörist diye tanınıyorsa ve biz İslâmın hoşgörüsünü bırakın ecnebilere, Müslüman din kardeşimize bile gösteremiyorsak, insanlara doğru İslâmiyeti anlatamıyorsak bundan biz mesul değil miyiz? İslâmın önünde perde oluyorsak, bilin ki hesabımız çok zor. 

“Emr-i bil-maruf ve nehy-i ani’l-münker”, yani “iyiliği emretmeyi ve kötülükten sakındırmayı” emreden bir Peygamberin (asm) bu emirlerden habersiz ümmeti olarak diğer insanların İslâmı tanımamasında, tanıyanın da hata ve kusurlarımızdan ve İslâma perde olmamamızdan dolayı yanlış tanımasından dolayı mesul tutulursak yarın mahşerde O Sevgililer Sevgilisine ne diyeceğimizi hiç düşündük mü?

Aslında problemin temel kaynağı; bize yıllarca hep yanlış insanları sevdirdiler, yanlış örnekler verdiler, bizi dünyevîleşme üzerine motive ettiler ve bunun neticesi olarak da dünyevîleşmiş ve bütün gayesi dünya olan, ağzından çıkanı kulağının duymadığı, bilerek ve isteyerek dünyayı ahirete tercih eden tek dünyalı nesiller ortaya çıktı. Bunun neticesinde istikbalimizi, hedeflerimizi, gaye ve hayallerimizi ve hayalimizdeki kemâli köklerimizde değil de rahatta, tembellikte, dünyevîleşmekte bulduk. Hayatımızın gayesi yardımlaşma değil mücadele oldu. “Ben rahat edeyim başkası ne olursa olsun bana ne!” diyerek insanlıktan sukut ettik, “Ben tok olayım; başkası açlıktan ölse bana ne!” diyerek merhamet kapılarını kapattık, “Sen çalış, ben yiyeyim” diyerek de güçlünün zayıfı ezmesine müsaade ettik. Bu zehirli balların sancısını her daim çektik ve çekmekteyiz. Tokadını yedik ve yemekteyiz ve böyle devam edersek de daha çok tokada, belâya müstehakız.

Eğer birşeylerin değişmesini, düzelmesini istiyorsak önce kendi nefsimizden başlamalıyız. Örnek alacağımız mükemmel insanı seçmeliyiz. Nebilerle, sıddîklerle, şehidlerle beraber olmak isteyen, evvelâ onları sevmeli, onları örnek almalı ve o yolun yolcusu olmalıdır ki, onlarla beraber olabilsin. Kendimize bir gaye-i hayâl tesbit edip, “Ben dünyaya neden geldim? Buradaki vazifem nedir?” diyerek kendimize bir vazife tanımlaması yapmalı ve o hedefle ilerlemeliyiz. Hiçbirimiz dünyaya yemek içmek veya zevk sefa için gelmediğimizi Üstad Hazretleri bize Kur’ân’ın ışığıyla iki kere iki dört eder derecesinde isbat ediyor. O halde bize verilen bu mükemmel vücut ve cihazatın başka ulvî gayelere hizmet için olduğunu derk etmemiz lâzım. 

Rabbim cümlemize hakkı hak bilip Hakka tabi olmayı, batılı batıl bilip ondan uzak durmayı nasip etsin ve kalbimizi zerre kadar zalimlere meylettirmesin. Habib-i Ekrem’in (asm) yolu olan sırat-ı müstakimden zerre miktar ayırmasın. Bu hizmette sadâkat ve sebat düsturlarına tam riayetle daim istihdam eylesin. Âmin.

Okunma Sayısı: 1897
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı